2013 yılı itibariyle ülkemizdeki kurum, üniversite ve özel hastanelere müracaat eden kişi sayısı 2002'de toplam 124 milyon 313 bin 659, 2009'da 295 milyon 262 bin 190, 2010'da 302 milyon 984 bin 218, 2011'de 337 milyon 849 bin 536 ve 2012'de 354 milyon 636 bin 935 olmuştur. Toplamda hastanelere müracaat eden kişi sayısı yaklaşık 3 kat artarak, son 10 yılda toplam 1 milyar 415 milyon 46 bin 538 kişi olarak belirlenmiştir.[1] Bu istatistiki veriler ülkemizde yaşayan insanların sıklıkla sağlık kuruluşlarına müracaat ettiklerini ve hasta sayısında inanılmaz bir artış olduğunu göstermektedir.
Gerçekten de, hemen hemen herkesin yaşamı boyuncu sağlık sorunları nedeniyle çeşitli sağlık kuruluşlarına başvurduğu bilinmektedir. Sağlık sorunları nedeniyle, sağlık kuruluşlarına başvuran kişiler tıbbi uygulama sürecinde kendilerinin özel ve sağlık ile ilgili bilgilerini hekim veya sağlık kuruluşu çalışanları ile paylaşmak zorunda kalmaktadırlar. Bu bilgiler kişiye özel bilgiler olması nedeniyle gizli kalmaya muhtaç bilgilerdir.
Bazen hastalar kendilerine ait bilgilerin ifşa edilmesi sonucunda toplum nezdinde küçük düşmekteler ve hatta bu nedenle yaşamları boyunca sıkıntı çekmektedirler. Örneğin, AİDS hastası olan birinin bu hastalığının aleniyete intikal etmesi, bekâr bir bayanın hamileliğine ilişkin bir bilginin basına haber konusu yapılması ve benzeri hallerde ilgili öznelerin yaşamları boyunca sıkıntı yaşayacakları bir gerçektir.
Hatta hastaya ait tıbbi uygulama sürecinde gerçekleştirilen işlemler ile ilgili bilgilerin basına çarpıtılarak yansıması halinde kişilerin işlerini kaybettikleri de görülmektedir.[2]
Yukarıda ifade edildiği gibi, tıbbi uygulama sürecinde hastaya ilişkin bilgilerin ve kayıtların gizli tutulması çok önemli bir konudur.
Hastaya ait bilgilerin gizli tutulması hasta hakları ile ilgili bir konudur. Bu hususun Hasta Hakları Yönetmeliği’nde (HHY) açık bir şekilde düzenlendiği görülmektedir.
“Bilgilerin Gizli Tutulması” konusu HHY’nin 23. maddesinde ifade edilmektedir. HHY hükümleri bilgilerin gizli tutulması ile ilgili bazı ilkeler öngörmüştür.
Bilgilerin gizli tutulması zorunluluğu ile ilgili ilkeler şunlardır:
Gizlilik İlkesi: Yasal düzenlemede genel kural olarak tıbbi uygulama sürecinde edinilen hastaya ilişkin bilgiler gizli tutulmak zorundadır. Bu ilke gereğince, sağlık hizmetinin verilmesi sebebiyle edinilen hastaya ait tüm kayıt ve bilgiler, kanun ile müsaade edilen haller dışında, hiçbir şekilde açıklanamayacaktır (HHY m. 23/1).
Bireylerin, en mahrem bilgileri tıbbi uygulama sürecinde sağlık hizmeti veren özneler ile paylaşılmaktadır. Sağlık hizmeti veren öznelerin, bu bilgileri gizli tutması gerekir. Bu gizlilik, kişinin sağlık durumu ile ilgili kendisine yönelik yapılabilecek olan ayrımcılığın önüne geçebilmek, hasta kişinin toplum önünde küçük düşmesini önlemek ve benzeri psikolojik, toplumsal ve hukuksal nedenlere dayanabilir.
Hukuki sorumluluk ilkesi: Kişinin rızasına dayansa bile, kişilik haklarından bütünüyle vazgeçilmesi, bu hakların başkalarına devri veya aşırı şekilde sınırlanması neticesini doğuran hallerde bilginin açıklanması, bunları açıklayanın hukuki sorumluluğunu kaldırmaz (HHY m. 23/2).
Zarar görme ihtimali ilkesi: Hukuki ve ahlaki yönden geçerli ve haklı bir sebebe dayanmaksızın hastaya zarar verme ihtimali bulunan bilginin ifşa edilmesi, personelin ve diğer kimselerin hem hukuki hem de cezai sorumluluğunu da doğuracaktır (HHY m. 23/3).
Araştırma/eğitim amacı ve onay ilkesi: : Araştırma ve eğitim amacı ile yapılan faaliyetlerde de hastanın kimlik bilgileri, rızası olmaksızın açıklanamaz (HHY m. 23/4). Tıp biliminin gelişmesi açısından tıp öğrenimi önemli bir konudur. Tıpla ilgili bilimsel bilginin ortaya çıkarılması ve tıp alanında gerekli teknik elman sıkıntısının giderilmesi noktasında, yeni hekim adaylarına ve genç hekimlere tıbbın öğretilmesi gerekmektedir.
İşte tıp biliminin gelişmesi amacıyla yapılan bu araştırma ve eğitim faaliyetleri sırasında da, hastanın bilgilerinin gizli kalması zorunludur. Yapılan araştırma ve eğitim faaliyetleri sırasında kişisel bilgiler dış aleme karşı gizli tutulmalı ve bu konuda gereken hassasiyet gösterilmelidir.
Önlem alma ve özen ilkesi: 01.08.1998 tarih ve 23420 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan “Hasta Hakları Yönetmeliği”nin 5. maddesinde sağlık hizmetlerinin sunulmasında uyulması gereken ilkeler sayılmış olup, (f) bendinde; kanun ile müsaade edilen haller ile tıbbi zorunluluklar dışında, hastanın özel hayatının[3] ve aile hayatının gizliliğine dokunulamayacağı, yönündeki emredici kurala yer verilmiş; Yönetmelik’in “Mahremiyete Saygı Gösterilmesi” başlıklı 21. maddesinde; her türlü tıbbi müdahalenin, hastanın mahremiyetine saygı gösterilmek suretiyle icra edileceği belirtilerek ölüm olayının dahi mahremiyetin bozulması hakkını vermeyeceğinin vurgulanmış olması; “Bilgilerin Gizli Tutulması” başlıklı 23. maddesinde ise; sağlık hizmetinin verilmesi sebebiyle edinilen bilgilerin, kanun ile müsaade edilen haller dışında, hiçbir şekilde açıklanamayacağı; kişinin rızasına dayansa bile, kişilik haklarından bütünüyle vazgeçilmesi, bu hakların başkalarına devri veya aşırı şekilde sınırlanması neticesini doğuran hallerde bilginin açıklanmasının, bunları açıklayanın hukuki sorumluluğunu kaldırmayacağı belirtilerek; araştırma ve eğitim amacı ile yapılan faaliyetlerde de hastanın kimlik bilgilerinin, rızası olmaksızın açıklanamayacağı hususu ifade edilmiştir.[4]
Temel insan hakları kapsamında yer alan hasta haklarının korunması için, tıbbi uygulama sürecinde olan ve sağlık hizmeti veren öznelerin sağlık mevzuatı çerçevesinde hareket etmesi, hasta haklarının korunması için gereken özeni göstermesi ve bu özen gereği tüm önlemleri alması zorunluluğu vardır.[5]
Tıbbi uygulama sürecinde, hekim ve sağlık personelinin hasta hakkında öğrendikleri bilgileri gizli tutma yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu yükümlülük, tıp etiği kurallarına dayanmaktadır.[6]
Hastanın özel hayatının ve aile hayatının gizliliğine dokunulamayacağı ilkesi: Kanun ile müsaade edilen haller ile tıbbi zorunluluklar dışında, hastanın özel hayatının ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz (HHY m. 5/f).
Hastaların özel hayatının gizliği iki ilke çerçevesinde değerlendirilmelidir:
- Birincisi, “saygı gösterme” yani müdahale etmeme ilkesi.
- İkincisi ise, kişisel verilerin gizliliği ve bu verilerin korunması ilkesidir.
Sağlık hizmeti veren kurum ve kuruluşlar ile sağlık personeli, hastaya ait tahlil sonuçlarının gizliliğini korumak zorundadır. Bu korumanın kapsamına ise sonuç ve raporları hasta dışında yetkisiz kişilerin erişimine engel olunması da dâhildir.[7] AİHM’ne göre de, sağlık verilerinin gizliliğine saygı gösterilmesi, Sözleşme’ye Taraf Devletlerin yasal sistemlerinde temel bir ilkedir.[8]
Hastanın bilgilendirilmesinde gizlilik ilkesi: Hastanın bilgilendirilmesi de uygun ortamda ve hastanın mahremiyeti korunarak yapılmalıdır. (HHY m. 18/5)
Tıbbi kayıtlar, hastanın, kişisel verileri niteliğindedir ve hasta bu bilgileri başkalarının bilmesini istemeyebilir.[9] Örneğin, evli olmayan bir bayanın hamile olduğuna, hastanın cinsel kimliğine ilişkin bilgiler bu türden bir nitelik taşır.
Bu genelde, bireylerin toplum içinde kötü duruma düşme tehlikesi oluşturan durumlar için geçerli olabilir. Bundan başka, hastanın kendi tercihi ile yaptığı yasaklamalarda söz konusu olabilir.
Hekim ve sağlık personeli, tıbbi uygulama sürecinde gizlilik ilkesine uymalı ve hastanın kişisel verilerini, başkalarının öğrenmemesi için gerekli özeni göstermelidirler.[10]
Tıbbi kayıtlar, hastanın kişisel verileri niteliğinde olduğundan, bu bilgilerin hukuka aykırı bir şekilde açıklanması halinde 5237 sayılı TCK’nin 136[11] ve 137[12] Maddeleri kapsamında tanımlanan suçlar oluşabilecektir.
(Bu köşe yazısı, sayın Dr. Suat ÇALIŞKAN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.
Kaynakça
Arslan, E. ; (2010) Türkiye’de Hasta Hakları, Beykent Üniversitesi (BeyÜ), SBE, YYLT, İstanbul.
Hakeri, H. ; “Mahremiyet ve Ceza Hukuku” Sağlık Çalışanı-Hasta İlişkisinde Güncel Konular (Ed. N. Zengin), Konya, 2012.
http://t24.com.tr/haber/istanbul-tabip-odasi-o-imam-hakkindaki-ozel-bilginin-paylasilmasi - ve-sorusturma-insan-haklari-ihlalidir,347002, ET: 09.07.2018
https://www.medimagazin.com.tr/hekim/saglik-bak/tr-hastanelere-basvuran-kisi-sayisi-10-yilda-3-kat-artti-2-13-55489.html, ET: 09.07.2018.
Kibar, N. ; I. Basamak Sağlık Hizmetlerinde Hasta Hakları Bilinirlik Düzeyinin Ölçülmesi: Bahçelievler Örneği Üzerine Bir Araştırma, BeyÜ, SBE, YYLT, İstanbul, 2010.
Savaş, H. ; “Psikiyatride Hekim Hasta İlişkisinde Gizlilik”, Popüler Psikiyatri Dergisi, S.13, İstanbul, 2003.
-----------------------------------
[1] https://www.medimagazin.com.tr/hekim/saglik-bak/tr-hastanelere-basvuran-kisi-sayisi-10-yilda-3-kat-artti-2-13-55489.html, ET: 09.07.2018.
[2] Basına yansıyan “Makatından salatalık çıkan imam görevinden alındı” haberi için bkz: http://t24.com.tr/haber/istanbul-tabip-odasi-o-imam-hakkindaki-ozel-bilginin-paylasilma si - ve-sorusturma-insan-haklari-ihlalidir,347002, ET: 09.07.2018
[3] Özel hayat kavramı eksiksiz bir tanımı bulunmayan geniş bir kavram olup özel yaşama saygı hakkı kapsamında korunan hukuksal çıkarlardan biri de bireyin fiziksel ve ruhsal bütünlük hakkıdır. Bu hak kapsamında devlet için söz konusu olan yükümlülük, sadece belirtilen hakka keyfi surette müdahaleden kaçınmakla sınırlı olmayıp öncelikli olan bu negatif yükümlülüğe ek olarak özel hayata etkili bir biçimde saygının sağlanması bağlamında pozitif yükümlülükleri de içermektedir. Söz konusu pozitif yükümlülükler, bireyler arası ilişkiler alanında olsa da özel hayata saygıyı sağlamaya yönelik tedbirlerin alınmasını zorunlu kılar. Bkz.; Sevim Akat Eski, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 26; Ercan Kanar, B. No: 2013/533, 9/1/2014, § 52; Serap Tortuk, B. No: 2013/9660, 21/1/2015, § 31; benzer yöndeki AİHM karan için bkz. X ve Y/Hollanda, B. No: 8978/80, 26/3/1985, §§ 23, 24,27.
[4] Dan. 2. D., E: 2007/2434, K: 2011/7402, KT: 26.12.2011: “…Yüksek mahkeme, bu kararı ile reçetelere teşhis adının açıkça yazılmasını hasta haklarına aykırı bulmamıştır. Yüksek mahkeme kararına konu olayda reçetelere açıkça teşhis koyulan hastalığın yazılması konusundaki savunma şu hususları içermektedir: “25.05.2007 tarih ve 26532 (mükerrer) sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 8 sıra nolu Tedavi Yardımına İlişkin Uygulama Tebliği’nin “Reçete ile ilaç kullanım raporu ve ilaç yazım ilkeleri” başlıklı 12. maddesinin birinci fıkrasının birinci bendinin (12.1.1) ikinci paragrafında; “Düzenlenen reçetelerde mutlaka teşhis yer alacaktır. Teşhislerde kısaltma yapılmayacaktır. Reçetede yazılı ilaçlar ile teşhis arasında, Tebliğde teşhise dayalı düzenleme yapılan ilaçlar hariç endikasyon uyumu aranmayacaktır.” hükmü ile aynı bendin dördüncü paragrafında; “Teşhisi yazılmayan, ilgili hekimin ıslak imzası ve bilgileri bulunmayan reçeteler eczaneler tarafından kabul edilmeyecektir.” şeklinde yer verilen düzenleme bakımından davalı idarece reçetelerde kısaltma yapılmaksızın teşhise yer verme zorunluluğunun hatalı ilaç yazımının önüne geçilerek teşhis ile tedavinin uyumunun değerlendirilebilmesi ve akılcı ilaç kullanımının sağlanması bakımından önem taşıdığı…” Yüksek mahkeme kararında karşı oy şu gerekçeleri içermektedir: “hastalıkların tedavi sürecinde hasta mahremiyetine azami özen gösterilmesi gerektiği tartışmasız olup, bu bilginin reçetede bulunması zorunluluğu bakımından, uluslararası kabul gören kodların (ICD-10 gibi) kullanılması mümkün iken açıkça teşhis yazılması yönünde yer verilen emredici hükümlerin hasta mahremiyetine aykırı olduğu, iptalinin gerekeceği görüşü ile aksi yönde oluşan karara katılmıyoruz…”
[5] Arslan, E., (2010) Türkiye’de Hasta Hakları, Beykent Üniversitesi (BeyÜ), SBE, YYLT, İstanbul. s. 88; Kibar, N. ; I. Basamak Sağlık Hizmetlerinde Hasta Hakları Bilinirlik Düzeyinin Ölçülmesi: Bahçelievler Örneği Üzerine Bir Araştırma, BeyÜ, SBE, YYLT, İstanbul, 2010. s. 81
[6] “Hastanede yatan yaşlı bir kadın hasta vardı. Hastaneye manik atak yani, manik depresif psikoz tanısı ile yatırılmıştı. Gece saat 01.00 civarında bir telefon geldi. Telefondaki genç adam, kendisinin hastanede yatmakta olan bu kadının yurt dışında yaşayan yeğeni olduğunu ve hastaneye yattığını duyduğunu, uzaklarda olduğu için ziyaretine gelemediğini aktarmaktaydı. Bu kişi bu konudaki üzüntüsünü ve vicdan azabını o kadar çok iletti ki, dayanamadım ve hastalığı hakkındaki bütün bilgileri tek tek sıraladım. Ardından kişi hastalığın genetik bir yönü olup olmadığını sorduğunda, böyle bir ihtimalin olduğunu, hastalığın toplumda görülme sıklığına oranla birinci derece akrabalarında görülme oranının on kat daha fazla olduğunu belirttim. Ertesi gün hastaneye gelen genç kız bana siz benim hayatımı mahvettiniz. Benim nişanlımın beni terk etmesine sebep oldunuz, annemin hastalığını nasıl başkalarına anlatır ve bunun genetik geçişli olduğunu söylersiniz diyerek serzenişte bulundu.” H. Savaş, “Psikiyatride Hekim Hasta İlişkisinde Gizlilik”, Popüler Psikiyatri Dergisi, S.13, İstanbul, 2003, s.9.
[7] Bkz.; Danıştay 10. Daire, 2005/8407 ve 2007/6526 sayılı kararı.
[8] Z-Finlandiya davası, 25 Şubat 1997 tarihli karar. Hasta bilgilerinin gizli tutulması yükümlülüğü, sadece sağlık hizmeti veren kişi ve kuruluşlarla sınırlı tutulmamalıdır. Devlet organlarının tümü için bu gizlilik yükümlülüğü geçerli olmalıdır. Nitekim AİHM bir kararında bu hususu tartışma konusu yapmıştır. Bkz.; A.İ.H.M. 2.Daire E: 2010 / 648, KT: 17.02.2015. “….82. Bu bağlamda Mahkeme, idare mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulandığını ve davada taraflardan birinin duruşma yapılması yönünde bir isteği olmazsa, duruşma yapılmaksızın dosya üzerinden karar verildiğinin altını çizmektedir. Şüphesiz somut davada, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi tarafından verilen görevsizlik kararında başvuranın HIV pozitif olduğu açıklanarak ismi belirtilmiştir. Bununla birlikte söz konusu görevsizlik kararı ile kararın herhangi bir şekilde yayımlandığı veya yayınladığı ya da kamuya açık bırakıldığına dair hiçbir bulgu yoktur. Dolayısıyla Mahkeme, sadece bir kararda başvuranın HIV pozitif olduğunun belirtilmesinin tek başına başvuranın özel hayatının gizliliğinin ihlali olarak değerlendirilemeyeceği kanaatindedir.” Bu kapsamda ki kararlara için bkz.; Z/Finlandiya ve C.C./İspanya davaları.
[9] Hasta, hastalığının türü, teşhis ve tedavi ile ilgili bilgiler, hasta dosyası, röntgen filmleri, muayene sonuçları, bedeni eksiklikleri ve özellikleri, toplumun ayıplamasına yol açabilecek, ekonomik durumunu veya geleceğini etkileyebilecek nitelikteki bilgileri, başkalarının duymasını istemeyebilir. Hastanın bilgi verilmesini istemediği durumlar, bu kapsamda kabul edilmelidir. Örneğin, evli olmayan kadının hamile kalması durumunda, bu bilginin başkaları tarafından bilinmesini istemeyebilir. Bu durumun başkaları tarafından bilinmesi, kötü sonuçlara yol açabilir. Bu nedenle, hasta bu bilgilerin, kendisi dışındaki kişilerce, bilinmesini istemez.
[10] H. Hakeri, “Mahremiyet ve Ceza Hukuku” Sağlık Çalışanı-Hasta İlişkisinde Güncel Konular (Ed. N. Zengin), Konya, 2012. AİHM, yargılamaya intikal etmiş bir olayda mahkeme kararında (görevsizlik kararında) hastanın HIV pozitif olduğunun belirtilmesinin tek başına başvuranın özel hayatının gizliliğinin ihlali olarak değerlendirilemeyeceği görüşündedir.[10] Bkz.; A.İ.H.M. 2.Daire, E: 2010 / 648, KT: 17.02.2015 (Başvuru No. 648/10). AİHM karar gerekçesinde şu hususları belirtmiştir. “…82. Bu bağlamda Mahkeme, idare mahkemelerinde yazılı yargılama usulü uygulandığını ve davada taraflardan birinin duruşma yapılması yönünde bir isteği olmazsa, duruşma yapılmaksızın dosya üzerinden karar verildiğinin altını çizmektedir. Şüphesiz somut davada, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi tarafından verilen görevsizlik kararında başvuranın HIV pozitif olduğu açıklanarak ismi belirtilmiştir. Bununla birlikte söz konusu görevsizlik kararı ile kararın herhangi bir şekilde yayımlandığı veya yayınladığı ya da kamuya açık bırakıldığına dair hiçbir bulgu yoktur. Dolayısıyla Mahkeme, sadece bir kararda başvuranın HIV pozitif olduğunun belirtilmesinin tek başına başvuranın özel hayatının gizliliğinin ihlali olarak değerlendirilemeyeceği kanaatindedir (bk. bu kapsamda yukarıda anılan Z/ Finlandiya ve C.C./İspanya davalarının koşulları ile kıyaslayınız)…”
[11] 5237 sayılı TCK’nin “Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme” başlıklı 136. Maddesi şu şekilde düzenlenmiştir: “MADDE 136. - [1] (Değişik: 21/2/2014 – 6526/4 md.)Kişisel verileri, hukuka aykırı olarak bir başkasına veren, yayan veya ele geçiren kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” (Asliye Ceza)
[12] 5237 sayılı TCK’nin “Nitelikli hâller” başlıklı 137. Maddesi şu şekilde düzenlenmiştir: MADDE 137. - [1] Yukarıdaki maddelerde tanımlanan suçların; a) Kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak suretiyle, b) Belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle, İşlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.