Hukukta ehliyet, hak ve fiil ehliyeti olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bu ayrımın, usul hukukunda ve dava aşamasındaki karşılığı ise; taraf ve dava ehliyetidir.
Hak ehliyeti, kişi olmaktan kaynaklı medeni haklardan yararlanma ehliyeti olup; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 8. maddesiyle düzenlenmektedir. Yasal düzenleme uyarınca, her insanın hak ehliyeti bulunmaktadır. Başlı başına bir varlığı olmak üzere örgütlenmiş kişi toplulukları ve belli bir amaca özgülenmiş olan bağımsız mal toplulukları olan tüzel kişiler bakımındansa durum farklı olup; bu kişiler, kendileri ile ilgili özel hükümler uyarınca tüzel kişilik kazanmaktadır. Örneğin; ticaret şirketleri, tüzel kişiliğini ticaret siciline tescil ile kazanmaktadır. Ancak amacı, hukuka veya ahlâka aykırı olan kişi ve mal toplulukları tüzel kişilik kazanamamaktadır. Hak ehliyeti yönünden bir başka anlatım da; bütün insanların hukuk düzeninin sınırları içerisinde, haklara ve borçlara ehil olmada eşit olması anlamına gelmektedir. Tüzel kişilik kazanan kişi ve mal toplulukları ise; cins, yaş, hısımlık gibi yaradılış gereği insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki bütün haklara ve borçlara ehil olmaktadır.
Fiil ehliyeti; hak ehliyeti olan kimsenin belirli şartları sağlamasıyla kendi hukuki işlemleri ile hak edinebilmesi ve borç altına girebilmesidir. Aslında fiili ehliyetine sahip olunması; medeni haklardan yararlanma ehliyeti olan kimsenin, aynı zamanda medeni haklarını kullanma ehliyetinin de bulunmasıdır. Fiil ehliyetine sahip olmak için aranan şartlar; kişinin ayırt etme gücünün varlığı, kısıtlı olmaması ve ergin olmasıdır. Bu şartlardan ayırt etme gücünün varlığı, kişinin temyiz kudretine haiz olması anlamına gelmektedir. Temyiz kudreti ise, iyiyle kötüyü ayırt edebilme yeteneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Aslında temyiz kudretinin, doğrudan idrak edebilme yeteneği olarak da nitelendirilebilmesi mümkündür. Bu kapsamda yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes, Türk Medeni Kanunu’na göre ayırt etme gücüne sahip bulunmaktadır.
Kısıtlılık ise; mahkemece Türk Medeni Kanunu’nun 404 ve devamı maddeleri uyarınca verilen kısıtlama kararı ile kişinin hukuki işlem yapabilme ehliyetinin sınırlandırılmasıdır. Aslında burada kişinin fiil ehliyeti, fiil ehliyetinde bulunması gereken şartlar tamamlanmadığından veya sonradan eksilme görüldüğünden, mahkeme tarafından sınırlandırılmaktadır.
Fiil ehliyetinin son şartı ise, erginlik olup; üç farklı halin erginliğe yol açtığı görülmektedir. Bunlardan ilki, on sekiz yaşının doldurulmasıyla kişinin ergin olmasıdır. Bir diğeri, evlenmenin kişiyi ergin kılmasıdır. Evlenmeyle erginliğe ulaşılması ise; kişinin, on yedi yaşını doldurulması ve kanuni temsilcisinin izin veya icazeti ile evlilik yapmasıyla veya on altı yaşını doldurulması halinde, mahkemece evlenmeye izin verilmesi sonucu yapılan evlenmeyle olmaktadır. Bu noktada önemli olan ve bilinmesi gereken husus; erginlikteki genel yaş kuralı olan on sekiz yaşın doldurulmamasına rağmen evliliğin, erginliği sağlamasıdır. Tüzel kişilerin ise; cins, yaş, hısımlık gibi yaradılış gereği insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki bütün haklara ve borçlara ehil oldukları, kanuna ve kuruluş belgelerine göre gerekli organlara sahip olmakla, fiil ehliyetini kazandıkları görülmektedir.
Hak ehliyetinin farklı kategorilere ayrılıp ayrılmadığı yönünden değerlendirme yapıldığında, kendi içerisinde farklı sınıf veya kollara ayrılmadığı görülmektedir. Bu kapsamda bir kişinin hak ehliyeti ya vardır ya da yoktur. Örneğin, fiil ehliyetine sahipken geçirdiği trafik kazası sonucunda akli melekelerini tamamen yitiren bir kimsenin hak ehliyeti, kazadan öncesinde olduğu gibi kazadan sonra da varlığını korumaktadır. Ancak aynı husus, kişinin fiil ehliyeti için geçerli olmamaktadır. Zira bu halde kişinin fiil ehliyeti değişikliğe uğramaktadır. Başka bir örnek üzerinden devam edildiğinde; ölü doğan ceninin hak ehliyetinin bulunmadığı görülmektedir. Ancak ceninin sağ doğması halinde, durum değişmekte ve hak ehliyetinin varlığı, ceninin ana rahmine düştüğü ana kadar geriye gitmektedir. Bu açıdan bakıldığında; hak ehliyetinin gerçek kişiler yönünden sağ doğum ile başladığı, ölüm, ölüm karinesi, birlikte ölüm karinesi ve gaiplik kararının kesinleşmesi ile sona erdiği görülmektedir.
Gerçek kişilerde fiil ehliyeti bakımından dört farklı ehliyet grubu bulunmaktadır. 1. grupta tam ehliyetliler yer almakta olup; bu gruba, ayırt etme gücüne sahip, kısıtlı olmayan ve ergin olan kimseler girmektedir. Tam ehliyetliler, kendi hukuki işlemleri ve fiilleriyle hak edinebilmekte ve borç altına girebilmektedir. İşlemlerin geçerliliği ise; yapılan işlemin geçerlilik kuralları ile her hukuki işlemde aranan ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 27. maddesinde yazılı olan kanunun emredici hükümlerine, kamu düzenine ve ahlaka aykırı olmama şartlarına uyulup uyulmadığına bağlı olmaktadır. Belirtilen kurallara uyulması halinde, tam ehliyetlinin yapmış olduğu tek taraflı hukuki işlemler ile tek tarafa borç yükleyen veya iki tarafa borç yükleyen sözleşmeler ve çok taraflı hukuki işlemler, hukuki sonuç doğurmaktadır.
Fiil ehliyeti bakımından 2. grupta sınırlı ehliyetliler yer almaktadır. Aslında sınırlı ehliyetlilerin genel olarak hukuki işlem ehliyetleri bulunmaktadır. Başka bir anlatımla; bu kimseler, genel olarak kendi işlemleriyle hak edinebilmekte ve borç altına girebilmektedir. Ancak Türk Medeni Kanunu’nun 429. maddesi uyarınca, kısıtlanması için yeterli sebep bulunmamakla beraber korunması bakımından fiil ehliyetinin sınırlanması gerekli görülerek bazı iş, işlem ve konularda görüşü alınmak üzere kendilerine bir yasal danışman atanmaktadır. Bu atama, mahkeme kararı ile olmaktadır. Yasal danışmanın görüşün alınması gereken iş ve işlemlerse; dava açma ve sulh olma; taşınmazların alımı, satımı, rehin edilmesi ve bunlar üzerinde başka bir aynî hak kurulması; kıymetli evrakın alımı, satımı ve rehin edilmesi; olağan yönetim sınırları dışında kalan yapı işleri; ödünç verme ve alma; ana parayı alma; bağışlama; kambiyo taahhüdü altına girme; kefil olma şeklindedir. Görüldüğü üzere, burada tahdidi (sınırlı) sayım bulunmaktadır. Ancak mahkemece aynı koşullar altında bir kimsenin malvarlığını yönetme yetkisi, gelirlerinde dilediği gibi tasarruf hakkı saklı kalmak üzere kaldırılabilmektedir. Bu kapsamda kişinin, malvarlığını yönetme yetkisi kaldırılmadığı müddetçe sayılan iş ve işlemler dışındaki konularda hukuki işlem yapabilmesi, hak edinebilmesi ve borç altına girebilmesi serbest olup; bu yönde herhangi bir değişiklik ve kısıtlama bulunmamaktadır.
Fiil ehliyeti bakımından 3. grupta sınırlı ehliyetsizler bulunmaktadır. Bu grupta yer alanlar, kural olarak kendi hukuki işlemleri ile hak edinememekte ve borç altına girememektedir. Bunun istisnası ise, kendilerini borç altına sokmayan hukuki işlemler ile şahsa sıkı sıkıya bağlı hakların kullanımıdır. Sınırlı ehliyetsizler grubunda yer alan kimseler, ayırt etme gücüne sahip küçükler ile ayırt etme gücüne sahip kısıtlılardır. Bu kimseler, velayet altında bulundurulmadıkları müddetçe vesayet altına alınmaktadır. Kendileri tarafından yapılan hukuki iş ve işlemler de kanuni temsilcinin (veli/vasinin) izin ve icazeti ile geçerli olmaktadır. Bazı hallerde ise, vasinin izin ve icazeti de yeterli görülmemekte ve vesayet makamlarının izinleri gerekebilmektedir. Bu kapsamda kural olarak, sınırlı ehliyetsizin hukuki iş ve işlemlerinde kanuni temsilcinin izin veya icazeti gerekmekte; ancak vesayet makamlarının izinleri, her türlü hukuki iş ve işlemde değil, yalnızca kanunda sayılan hallerde aranmaktadır.
Son grupta yer alanlar ise; tam ehliyetsizlerdir. Bu kimselerin yaşlarının kaç olduğunun önemi bulunmamaktadır. Zira kendilerinin idrak kabiliyetlerinde noksanlık yahut yetersizlik bulunmaktadır. Bu sebeple de ayırt etme gücü bulunmayan küçüklerin ve kısıtlıların fiil ehliyeti olmayıp; kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, ayırt etme gücü bulunmayan bu kimselerin fiilleri hukukî sonuç doğurmamaktadır.
Türk Medeni Kanunu uyarınca yapılan hak ve fiil ehliyeti ayrımının, usul hukukundaki karşılığı; taraf ve dava ehliyetidir. Bu kapsamda 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu uyarınca; medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan, davada taraf ehliyetine de sahip olmaktadır. Burada geçen medeni haklardan yararlanma ehliyeti ifadesinden kasıt, hak ehliyeti olarak karşımıza çıkmaktadır. Dava ehliyeti ise; medenî hakları kullanma ehliyetine göre belirlenmektedir. Bu da fiil ehliyetinin, usul hukuku ve davalardaki karşılığını oluşturmaktadır. Zira bir kimsenin dava ehliyeti ile davada temsil durumu, fiil ehliyetinin olup olmamasına göre değişikliğe uğramaktadır.
Usul hukuku yönünden bilinmesi gereken diğer iki husustan ilki; davada kanuni temsil ehliyeti olup, medenî hakları kullanma ehliyetine sahip olmayan gerçek kişiler, davada kanuni temsilcileri, tüzel kişiler ise yetkili organları tarafından temsil edilmektedir. Örneğin, ayırt etme gücü olmayan üç yaşındaki çocuk için, aralarında soybağı kurulmuş olan biyolojik babaya karşı açılmak istenen nafaka davası, küçüğün velisi veya vasisi tarafından açılmaktadır. Usul hukuku yönünden bilinmesi gereken diğer husus ise dava takip yetkisi olup; bu yetki, talep sonucu hakkında hüküm alabilme yetkisi olarak karşımıza çıkmakta ve kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, maddi hukuktaki tasarruf yetkisine göre tayin edilmektedir.