DOSYANIN ANAYASA MAHKEMESİNE GÖNDERİLMESİNE İLİŞKİN KARAR
(Ara Karar)
I. DAVANIN KONUSU:
Davacı ...'nın vekili Av. ... tarafından; maliki olduğu Kahramanmaraş ili, Dulkadiroğlu ilçesi, .... Mahallesi, ... Sokak, No:.., Daire:.. adresinde yer alan ve 06/02/2023 tarihinde Kahramanmaraş ili ve çevresinde meydana gelen depremler nedeniyle ağır hasar alarak yıkılan taşınmazın yıkılması nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararda davalı idarelerin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle, yapı bedeli için şimdilik 100,00-TL maddi tazminatın ve 30.000,00-TL manevi tazminatın davalı idarelere başvuru tarihinden itibaren hesaplanarak yasal faiziyle beraber davalılardan müşterek ve müteselsilen tahsili istemiyle; Kahramanmaraş Büyükşehir Belediye Başkanlığına, Dulkadiroğlu Belediye Başkanlığına, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığına ve Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığına karşı açılan davada işin gereği düşünüldü:
II. ANAYASAYA AYKIRI OLDUĞU
DÜŞÜNÜLEN KANUN HÜKMÜ:
Bakılmakta olan davada uygulanacak olan; 4/12/1984 tarihli 3095 sayılı Kanuni Faiz Ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun'un 21/04/2005 tarih ve 5335 sayılı Kanun'un 14. Maddesiyle değiştirilen 1. Maddesinin Anayasamıza aykırı olduğu düşünülmektedir:
3095 sayılı Kanun'un 5335 sayılı Kanun'un 14. Maddesiyle değiştirilen 1. Maddesi şöyledir:
''(1) Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanununa göre faiz ödenmesi gereken hallerde, miktarı sözleşme ile tespit edilmemişse bu ödeme yıllık yüzde oniki oranı üzerinden yapılır.''
''(2) Cumhurbaşkanı, bu oranı aylık olarak belirlemeye, yüzde onuna kadar indirmeye veya bir katına kadar artırmaya yetkilidir.[1]''
Kanunda Yer Alan Dipnot: [1] Kanuni faiz oranının, 1/1/2006 tarihinden geçerli olmak üzere yıllık % 12’den % 9’a indirilmesi 19/12/2005 tarihli ve 2005/9831 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile kararlaştırılmıştır.
III. İLGİLİ KANUN HÜKMÜNÜN DAVAYA KONU OLAYDA UYGULANABİLİRLİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ:
Güncel yargı kararlarına bakıldığında; ''tam yargı davalarında'' istikrarlı bir şekilde 3095 sayılı Kanun'un 1. Maddesinde yer alan yasal faiz hükmedildiği görülecektir. Dolayısıyla Anayasanın 152. Maddesinde yer alan; '' Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun hükmünün (...) Anayasaya aykırı olduğunu görürse, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır. '' hükmünün bakılmakta olan uyuşmazlık için uygulanabileceği düşünülmektedir.
Danıştayın bir tam yargı uyuşmazlığını konu alan kararında şu ifadeler yer almaktadır:
''... dava konusu istem: Davacı şirkete ait olan .... kg kurşunun davalı idarenin denetimi altında olan gümrük sahasından ithalatçı firma tarafından bedeli ödenmeksizin çıkarılmasında idarenin hizmet kusurunun bulunduğundan bahisle uğranıldığı ileri sürülen zarara karşılık toplam .... TL maddi tazminatın .... tarihinden itibaren işletilecek faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmiştir.
....
Faiz; en basit biçimiyle, idarenin tazmin borcu bağlamında; kişilerin, idarenin eylem ve/veya işlemlerinden dolayı uğradıkları zararların giderilmesi istemiyle başvurmalarına karşın, idarenin zararı kendiliğinden ödemeyip, yargı kararıyla tazminata mahkûm edilmesi sonucunda, idarenin temerrüde düştüğü tarihten tazminatı ödediği tarihe kadar geçen süre için 3095 sayılı Kanun'a göre hesaplanacak tutarı ifade etmektedir. '' (Danıştay 10. Dava Dairesinin 16/03/2023 tarih ve E:2022/8732, K: 2023/1380)
Nitekim Danıştay tarafından; bir TCDD çalışanının; TCDD'ye aitgarda bulunan lokomatife vagon bağladığı sırada arkada bulunan başka bir lokomotifin freninin boşalması nedeniyle meydana gelen kazada yaralanmak suretiyle çalışma gücü kaybına uğraması sebebiyle çalışma gücü kaybının giderilmesine ilişkin olarak açtığı davada verilen kararda da, 3095 sayılı Kanun'da yer alan yasal faizin uygulanması gerektiği yönünde karar verilmiştir. Hatta yukarıdaki paragrafın birebir aynısı bu kararda da yer almaktadır. (Danıştay 10. Dava Dairesi 28/03/2023 tarih veE: 2022/4405, K: 2023/1519 sayılı kararı).
Bu içtihatlar müstekâr hale gelmiştir ve ülkemizde bulunan bütün mahkemeler tarafından herhangi bir görüş ayrılığı olmaksızın iptal ve tam yargı davalarında devamlı olarak uygulanmaktadır.
Dolayısıyla bu kanun hükmünün hem idarî yargıda hem de adli yargıda bedensel ve parasal bütün zararlar bakımından uygulanması sebebiyle bakılmakta olan uyuşmazlıkta uygulanma şartını taşımakta olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Yukarıda değinilen sebeplerle Anayasa'nın 152. Maddesinde yer alan;
(1) bakılmakta olan bir ''davanın'' olması,
(2) bu davaya bir ''Mahkemenin'' bakıyor olması,
(3) bakılmakta olan bu davaya ''uygulanacak bir kanun hükmünün'' söz konusu olması,
(4) mahkeme tarafından bu kanun hükmünde ''Anayasa'ya ciddi bir aykırılık görülmesinin'' gerekmesine ilişkin şartların beraber gerçekleştiği kanısına varılmıştır.
IV. İLGİLİ MEVZUAT:
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sının "Anayasaya Aykırılığın Diğer Mahkemelerde İleri Sürülmesi" kenar başlıklı 152. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
(1) "Bir davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır."
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun "Anayasaya aykırılığın mahkemelerce ileri sürülmesi" başlıklı 40. Maddesi şöyledir:
(1) Bir davaya bakmakta olan mahkeme, bu davada uygulanacak bir kanun veya Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa;
a) İptali istenen kuralların Anayasanın hangi maddelerine aykırı olduklarını açıklayan gerekçeli başvuru kararının aslını,
b) Başvuru kararına ilişkin tutanağın onaylı örneğini,
c) Dava dilekçesi, iddianame veya davayı açan belgeler ile dosyanın ilgili bölümlerinin onaylı örneklerini,
dizi listesine bağlayarak Anayasa Mahkemesine gönderir.
(2) Taraflarca ileri sürülen Anayasaya aykırılık iddiası davaya bakan mahkemece ciddi görülmezse bu konudaki talep, gerekçeleri de gösterilmek suretiyle reddedilir. Bu husus esas hükümle birlikte temyiz konusu yapılabilir.
(3) Genel Sekreterlik gelen evrakı kaleme havale eder ve keyfiyeti başvuran mahkemeye bir yazı ile bildirir.
(4) Evrakın kayda girişinden itibaren on gün içinde başvurunun yöntemine uygun olup olmadığı incelenir. Açık bir şekilde dayanaktan yoksun veya yöntemine uygun olmayan itiraz başvuruları, Mahkeme tarafından esas incelemeye geçilmeksizin gerekçeleriyle reddedilir.
(5) Anayasa Mahkemesi, işin kendisine noksansız olarak gelişinden başlamak üzere beş ay içinde kararını verir ve açıklar. Bu süre içinde karar verilmezse ilgili mahkeme davayı yürürlükteki hükümlere göre sonuçlandırır. Ancak, Anayasa Mahkemesinin kararı, esas hakkındaki karar kesinleşinceye kadar gelirse mahkeme buna uymak zorundadır.
Anayasa'nın ''Başlangıç'' bölümünün 6. Fıkrası şöyledir:
(6) ''Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu;...''
Anayasa'nın ''Cumhuriyetin nitelikleri'' kenar başlıklı 2. Maddesi şöyledir:
(1)''Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.''
Anayasa'nın ''Devletin Temel Amaç ve Görevleri'' kenar başlıklı 5. Maddesi şöyledir:
(1) ''Devletin temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.''
Anayasa'nın ''Yargı yetkisi'' kenar başlıklı 9.Maddesi şöyledir:
''Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır.''
Anayasa'nın ''Kanun önünde eşitlik'' kenar başlıklı 10. Maddesi şöyledir:
(1) ''Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.
...
(4) Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.
(5) Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde (…) kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.''
Anayasa'nın ''Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması'' kenar başlıklı13. Maddesi şöyledir:
(1) ''Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.''
Anayasa'nın "Mülkiyet Hakkı'' kenar başlıklı 35. Maddesi şöyledir:
(1) Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.
(2) Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.
(3) Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.
Anayasa'nın ''Hak arama hürriyeti'' kenar başlıklı 36. Maddesi şöyledir:
''(1) Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.
(2) Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.''
Anayasa'nın ''Yargı yolu'' kenar başlıklı 125. Maddesinin 1. Fıkrasının 1. Cümlesi ile 7. Fıkrası şöyledir:
(1)İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.
...
(7) İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.
Anayasa'nın ''Mahkemelerin bağımsızlığı'' kenar başlıklı 138. Maddesinin 1. Fıkrası şöyledir:
(1) ''Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler.''
V. İPTALİ TALEP EDİLEN KANUN HÜKMÜNÜN ANAYASAYA AYKIRILIĞININ DEĞERLENDİRMESİ:
A. Genel Olarak:
Faiz; alacaklının alacağını kullanamamasından dolayı kendisine ödenen bir karşılıktır. Faiz, sermayenin geliridir. Faiz bir yan haktır, asıl alacağa bağlı bir yan haktır, doğmuş bir faiz alacağı asıl alacaktan bağımsızdır. (Detaylar için: Fikret Eren: Türk Borçlar Hukuku Genel Hükümler: 24. Baskı, Yetkin Yayınevi, 2019, Ankara, s. 1099 - prg: 3049 ila 3053).
3095 sayılı Kanun'un 1. Maddesinin 1. fıkrasında, Borçlar Kanunu ve Ticaret Kanunu'na göre faiz ödenmesi gereken hallerde bu kanunda yer alan yasal faiz hükümlerinin uygulanacağı yazmaktadır.
2. Fıkraya göre Kanuni yasal faiz %12'dir. Cumhurbaşkanı, bu oranı %24'e kadar çıkarmaya ve %1,2'ye indirmeye yetkilidir. Nitekim, 01/01/2006 tarihinden itibaren yasal faiz %9'a indirilmiştir ve bu tarihten günümüze kadar %9 olarak uygulanmaya devam etmiştir.
Her ne kadar 3095 sayılı Kanun'da Borçlar Kanunu ve Ticaret Kanunu'ndan bahsedilse de istikrar kazanmış yargı uygulamalarından da görüleceği üzere, yasal faiz oranı idari yargıda/özellikle idare mahkemelerinde açılan iptal ve tam yargı davalarında da istikrarlı ve firesiz şekilde uygulanmaktadır. İlgili makam tarafından bu faiz %24 olarak güncellense dahi günümüz şartlarına uyum sağlayamayacağı düşünüldüğünden Anayasa Mahkemesine başvurma zarureti hasıl olmuştur.
Yasal faize ilişkin Kanun'un 1. maddesi; öncelikle Anayasamızın 2. Maddesinde yer alan demokratik, sosyal ve hukuk devleti ilkelerine; 5. maddesinde yer alan Cumhuriyeti ve demokrasiyi koruma ilkeleri ile sosyal hukuk devleti ve adaletle bağdaşmayacak engellerin ortadan kaldırılacağına ilişkin ilkelere; 10. Maddesinde yer alan kanun önünde eşitlik ve devlet organlarının bütün işlemlerinde herkese eşitlik ilkesine uygun davranacağına yönelik ilkelere; 13. Maddesinde yer alan kanunla sınırlandırılabilen temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunulmaması gerektiğine, sınırlandırmaların demokratik toplumun düzeninin gereklerine uygun olmasına ve ölçülülük ilkesine uygun olmasına ilişkin ilkelere; 35. Maddesinde yer alan mülkiyet hakkının korunmasına ilişkin ilke ile mülkiyet hakkının ancak kamu yararı ile sınırlandırılabileceğine ilişkin ilkeye, 36. Maddesinde yer alan hak arama hürriyetine ve adil yargılanma hakkına ilişkin ilkeye;125. Maddesinde yer alan idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğuna ilişkin ilkeye, 138. Maddede yer alan hâkimlerin Anayasa'ya hukuka ve vicdani kanaatlerine uygun olarak hüküm vermeleri gerektiğine ilişkin ilkelerine aykırıdır.
B. Anayasa'nın 2. Maddesi Bakımından Yapılan Değerlendirme:
Devlet; hukuk devleti olmanın bir gereği olarak, hem hak arama özgürlüğünün etkin ve adil bir biçimde kullanılmasını sağlamak hem de bu özgürlüğün kullanılacağı mekanizmaları ilgililerin ihtiyaçlarına optilmal bir seviyede cevap verecek şekilde işler durumda tutmakla ödevlidir (Prof. Dr. Süha Tanrıver: Medeni Usûl Hukuku Cilt-1, 3. Baskı, Ekim 2020, s. 80- Yetkin Yayınevi, Ankara, doğrudan alıntı).
Demokratik, sosyal bir hukuk devletinde; insanların mahkemelerde dava açmaları ile davanın sonucunda tahsil edilecek olan alacağın alım gücünü korumasını sağlayacak mekanizmaların geliştirilmesi gerekmektedir. Diğer bir ifadeyle; hukuk devletinin alt ilkelerinden olan demokratik, eşit, sosyal, hak arama hürriyetini göz önünde bulunduran, mülkiyet hakkını koruyan ve idarenin eylemleri neticesinde vicdana uygun şekilde karar verileceğini garanti eden Anayasa'nın bulunduğu bir ülkede yargılamalar neticesinde hükmedilen alacak tutarlarının enflasyon karşısında değer kaybının ortaya çıkardığı sakıncaların göz önünde bulundurulması ve gereken önlemlerin alınması gerekir.
Enflasyonun nispeten yüksek olduğu ülkelerde; mahkemece hükmedilen faiz oranı ile fiili enflasyon arasında büyük farkların olduğu durumlarda Mahkemelerce verilen kararların uygulanmasının tarafları tatmin etmeme ihtimali çok yüksektir.
Yıllık %9 faiz uygulanmasına yönelik bu hüküm; insanların alacaklarını almak için mahkemelere başvurduklarında ve verilecek kararın lehlerine olma ihtimalinde dahi alım gücünü koruma bakımından birtakım güvenceler içermemesi sebebiyle haklarını elde etmek için yasaların kendilerine verdikleri imkânlardan faydalanmanın anlamsız olduğunu düşünmelerine sebebiyet verecektir.
Hukuk devleti; hukukî güvenlik ilkesini koruma altına almalı ve mahkemelerce hükmedilen tutarların alım gücünü koruyacak mekanizmaları öngörmelidir. Hakları ihlâl edilen kişiler tarafından başvurulan mahkemeler tarafından hükmedilen miktarlar, ortaya çıkan zararı giderecek şekilde olmalı ve yapılan başvuruların etkin bir şekilde çözüleceğine ilişkin toplumda bir inanç var olmalıdır.
Bir hukuk devletinde; mahkemelerce verilen hükümler, uyuşmazlığı adeta bir baltanın kütüğü ortadan ikiye böldüğü gibi yarmalı, yani kesin olarak ve sonsuza kadar çözmelidir (Kemal Gözler: Hukuka Giriş, Ekin Yayınevi, Bursa, 16. Baskı, 2019,s. 471). Uyuşmazlığın hukuk devletinin alt ilkelerinden biri olan hukukî güvenlik ilkesine uygun olarak kesin ve sonsuza kadar çözülmesi için de mahkeme kararına hukukî anlamda maddi gerçeklik tanınmasının yanında, toplum tarafından o mahkeme kararının uyuşmazlığı gerçekten âdil ve etkili bir şekilde çözüldüğüne ilişkin bir inancın varlığı gerekmektedir. Ayrıca istenen hukukî himâyenin gerçekten amacına ulaşabilmesi ve yapılan başvurunun etkili bir başvuru olması için de toplumun gerçekleri ile Kanunlarda yer alan hükümlerin birbiriyle uyuşması, hayatın gerçekleriyle bağdaşmayan ve neredeyse bütün alacak davalarında uygulanan bu hükmün ilgili hukukî merciilerce ortadan kaldırılması gerekmektedir.
Dolayısıyla mahkemelerce verilen hükümlerin en önemli ferîlerinden olan faiz alacaklarını içeren bu kanun maddesinin alım gücünü korumadığı için mahkemelere yapılan başvuruları ne kadar tatmin edici şekilde çözüldüğü bir kez daha gözden geçirildiği takdirde, bu Kanun maddesinin Anayasamızın 2. Maddesinde yer alan demokratik, sosyal bir hukuk devleti olmaya ilişkin ilkelere aykırı olduğu sonucuna ulaşılacaktır.
C. Anayasa'nın 5. Maddesi Bakımından Yapılan Değerlendirme:
Anayasamızın 5. Maddesinde, ''Devletin temel amaç ve görevi''nin sosyal hukuk devletiyle ve adaletle bağdaşmayacak engelleri ortadan kaldırmak olduğu belirtilmiştir. Mevduat faizlerinin %40 olduğu, tüketici kredi faizlerinin ortalama %42 olduğu, bankalar tarafından alınan ek hesap faiz oranlarının%53 olduğu, TÜFE'nin yıllık %67.77 olduğu ve ÜFE'nin yıllık %44.22 olduğu, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunun'daki ticari işlere uygulanacak olan avans faizi oranının yıllık %48 olduğu, devletin vatandaşlardan olan alacaklarına uygulanan gecikme faizi ve gecikme zammının ise yıllık %42 olduğu bir durumda; mahkemeler aracılığı ile alınacak olan alacaklara %9 faiz uygulanması; mahkemeler tarafından etkin hukukî korunma talep eden kişilerin taleplerinin karşılanamamasına, mülkiyet hakkının ihlâl edilmesine ve Anayasanın temel ilkeleri ile hâkimin hukuka uygun olarak vicdani kanaatine göre hüküm vermesi gerektiğine ilişkin ilkeye aykırı olacaktır. Bu durum da devletin sosyal hukuk devleti ve adaletle bağdaşmayacak engelleri ortadan kaldırması gerektiğine ilişkin Anayasa ilkesine aykırı olacaktır. Bu sebeple 3095 sayılı Kanun'un 1. Maddesi Anayasa'nın 5. Maddesine aykırıdır.
D. Anayasa'nın 10. Maddesi Bakımından Yapılan Değerlendirme:
6183 sayılı Kanun'a dayanılarak çıkarılan 7782 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararı gereğince Devletin vatandaşlardan olan kamu alacaklarına yıllık %42 gecikme faizi/zammı uygulanırken vatandaşların devletin hizmet kusuru sebebiyle uğradıkları zararların tazmini için açtıkları davalarda yıllık %9 faiz uygulanması hakkaniyete ve Anayasamızın eşitlik ilkesini ifade eden 10. Maddesine aykırıdır.
E. Anayasa'nın 13. Maddesi ve 35. Maddesi Bakımından Yapılan Değerlendirme:
Anayasamızın 13. Maddesinde; temel hak ve hürriyetlerin özlerine dokunmadan, anayasanın ruhuna uygun olacak şekilde, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine uygun olarak sınırlandırılabileceği yazmaktadır.
Günümüzde açılan tazminat davaları yıllarca sürebilmektedir. Mahkeme tarafından verilen hüküm ile davacı tamamen haklı olsa bile alacaklara yıllık %9 faiz uygulanması sebebiyle verilen hükümler çoğunlukla vicdanları tatmin etmekten uzak kalmaktadır.
Anayasamızın 35. Maddesinde herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğuna ve mülkiyet hakkının ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlandırılabileceği belirtilmiştir. Tazminat davalarında talep edilen parasal istemlerin faizinin de İHAM ve AYM tarafından verilen içtihatlarda mülkiyet hakkının kapsamı içerisinde kaldığı belirtilmiştir [AYM Kararı için Bkz: Akel Gıda San. ve Tic. A.Ş. Başvurusu, No. 2013/28, 25/2/2015, para. 33, 36 (Aktaran: Prof. Burak Gemalmaz, Mülkiyet Hakkı El Kitabı,s. 84. ve AİHM Kararı için bkz: Abdullah Dökmeci Başvurusu, No. 2013/3822, 30/4/2014 Komisyon Kararı Yayımlanmamıştır. (Aktaran: Gemalmaz, Burak, a.g.e.s. 159) ].
Faiz alacaklarının mülkiyet hakkı kapsamında kaldığı kabul ediliyor ve özellikle tazminat davalarında yargılamaların bu kadar uzun sürdüğü bir ülkede faiz uygulamak suretiyle alacaklıların veya zarar görenlerin alım gücünü koruyacak mekanizmalar getirilmiyor ise, ortada Anayasal bir hak olan mülkiyet hakkını açıkça ihlal eden bir kanun maddesinin söz konusu olduğundan bahsetmemek elde değildir.
Ayrıca her ne kadar herhangi bir kanunda yer almasa da, tazminat davalarında genelde mahkemeler; özellikle taşınmazların değerini davaların açıldığı tarihteki değerleri esas alarak hesaplamaktadır (AYM, E.2022/83, K.2023/69, 05/04/2023 §24).
Bu durumda, davacılar alacaklarına her yıl için sadece %9 faiz uygulanması sebebiyle mağdur olmaktadırlar. Taşınmazın davanın açıldığı tarihteki değerinin esas alınması içtihatlar ile getirilmiştir ancak bu uygulamanın getirdiği hak ihlâlini engelleyecek bir yolun olmaması Anayasamızın mülkiyet hakkını güvence altına alan 35. maddesine aykırıdır.
Bu zararlarının karşılanması için ek dava açılmasına yönelik bir görüş de gerçeklerle bağdaşmaz, ek dava sonucunda verilecek hükmün de zararı karşılamama ihtimali bulunmaktadır. Paranın alım gücünü korumak için açılan ek davalarda hükmedilen tazminatların da asıl davada tazmini istenilen zararı karşılamayacağı durumlarda, sonsuza kadar ek davaların devam edeceği bir paradoks ortamı oluşur ve mahkemelerin bu kadar zor, uzun zaman alacak şekilde çözdüğü tazminat davaları, hak ihlallerinin kaynağı olmaya devam eder. Dolayısıyla 3095 sayılı Kanun'un 1. maddesi Anayasamızın 35. maddesinde yer alan ''herkesin mülkiyet hakkına sahip olduğuna, mülkiyet hakkının ancak kamu yararı gereklerine uygun olarak sınırlandırılabileceğine'' ilişkin ilkeye de aykırıdır. Gerçekten de, Anayasamızın 13. maddesinde ilgili Kanunlar'ın hakkın özüne dokunmamak suretiyle, ölçülülük ilkesine rîayet ederek ve ancak Kanun'da yer alan sebeplerle sınırlandırılabileceği yazmaktadır. Hâlbuki başvurumuza konu Kanun maddesinde kamu yararının nasıl korunduğu belirtilmediği gibi, ölçülülük ilkesine ve hakkın özüne aykırı olarak alım gücünü korumayacak şekilde faiz alacakları sınırlandırılmaktadır.
F. Anayasa'nın 36. Maddesi Bakımından Yapılan Değerlendirme:
Anayasanın 36. Maddesinde herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu düzenlenmiştir. Bu hakkın unsurları: a) Kanunî, Bağımsız ve Tarafsız Bir Mahkeme Tarafından Yargılanma, b) Makûl Süre İçinde Yargılanma, c) Alenî Surette Yargılanma, d) Hakkaniyete Uygun Olarak (Adîl) Yargılanma hakkı şeklinde doktrinde ifade edilmiştir (Pekcanıtez Usûl Akkan, M., Korkmaz, H. T., Özekes, M. & Pekcanıtez, H. (2017). Pekcanıtez Usul - 3 Cilt, Medenî Usûl Hukuku. On İki Levha Yayıncılık, §8 Medeni Usul Hukukuna Hâkim Olan İlkeler, s. 848 vd. Dinamik kitap).
Adil yargılanma hakkının unsurlarından olan makûl sürede yargılanma hakkına tazminat davalarında çoğu zaman rîayet edilmesi mümkün olamamaktadır. Tazminat içeren uyuşmazlıkların mahkemeler tarafından çözümlenmesi çoğu zaman uzun sürebilmektedir.
Ayrıca idarî yargıda salt idarî eylemler sebebiyle uğranılan zararlardan kaynaklı tazminat davalarında hiçbir zaman 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesi uyarınca yapılan başvurulara olumlu cevap vermedikleri gibi, genel olarak uyuşmazlıkların kısa sürede çözümlenmesi için etkin olarak uygulanan herhangi bir alternatif uyuşmazlık çözüm yolu getirilmemiştir. Bu sebeple açılan tam yargı davalarında çoğu zaman mâkul sürede yargılanma hakkının ihlali söz konusu olabilmektedir.
Her ne kadar bir yargılamada silahların eşitliği ilkesinin uygulanması bakımından usûli bakımdan taraflar hiçbir dezavantajlı duruma getirilmeden bir yargılama yapıldığında adîl yargılanma hakkına aykırı bir durumun olmadığı düşünülse de; mahkeme tarafından verilecek olan nihaî karara uygulanacak faiz ile alım gücü arasında devasa farkların olması halinde hakkaniyete uygun bir yargılamanın yapıldığından bahsedilemez. Gerçekten de sürecin tüm usûlî prosedürlere uygun olduğu varsayılsa dahi, verilecek olan hükmün zararları karşılamaktan uzak olduğu bir durumda alım gücünü koruma bakımından herhangibir mekanizmanın olmaması büyük mağduriyetlere sebebiyet verecektir.
Munzam zararın giderilmesi için ek dava açılması gibi yollara başvurulmasının kabul edilmesi de, zaten uzun süren yargılamalardan dolayı ek davalara da ek davaların açılmasına sebebiyet verecek ve yaraların sarılmasını engelleyecektir.
Dolayısıyla adil yargılanma hakkı; sadece prosedürel anlamda yargılamanın tüm önemli kurallara uygun olması değil, aynı zamanda verilecek hükmün de tarafları ve toplumun adalete olan inancını tatmin edecek şekilde olması gerektiği durumlarda da göz önünde bulundurulmalıdır. Nitekim Prof. Dr. Sibel İNCEOĞLU tarafından yazılan Adil Yargılanma Hakkı El kitabında, ''İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi tarafından, bir bağlayıcı kesin hükmün taraflardan birinin aleyhine olarak işlevsiz hale gelmesi mahkeme hakkını hayalî hâle getirir.'' ifadesinin kullanıldığı görülmektedir (Hornsby/Greece, Appl. No: 18357/91, 19.03.1997, § 40. (Aktaran: Prof. Dr. Sibel İnceoğlu: Adil Yargılanma Hakkı Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi - 4, s. 37).
Bir kararın mahkeme tarafından verildikten sonra tamamen işlevsiz hâle getirilmesi ile, davanın sonunda hükmedilen tazminat miktarının; davanın iki veya üç sene gibi bir sürede tüm prosedürlerden geçerek tamamlandığı varsayımında bile, davanın açıldığı tarihteki alım gücü anlamında büyük oranda değer kaybetme riskinin olması sebebiyle kısmen işlevsiz hale getirilmesi arasında adîl yargılanma hakkının ihlalînin ağırlığı bakımından fark olsa da, esasında adil yargılanma hakkının her iki durumda da ihlal edildiği görülecektir.
Adil yargılanma hakkına rîayet edilen bir ülkede; hiç kimsenin, ''Her ne kadar davayı kazanmış ve haklı çıkmış olsam da, sadece yargılama uzun sürdüğü için zararım giderilmedi ve elimde haklılığımı ispata yarayan bir belge olmasına rağmen zararım karşılanmadı.'' dememesi gerekmektedir. Eğer böyle bir düşünce toplumun geneline yayılırsa mahkemeler tarafından yapılan yargılamaların adîlliğine gölge düşer.
Sonuç olarak, 3095 sayılı Kanun'un 1. Maddesinde yer alan yıllık %9 faiz uygulanmasına ilişkin hüküm; Anayasa'mızın 36. Maddesinde yer alan adil yargılanma hakkına da aykırıdır.
G. Anayasa'nın 125. Maddesinin son fıkrası ve 138. Maddesi Bakımından Yapılan Değerlendirme:
Anayasamızın 125. Maddesinin son fıkrasında idarenin kendi eylem ve işlemlerînden kaynaklanan zararları ödemekle yükümlü olduğu, 138. maddesinde ise hâkimin hukuka ve vicdanına göre karar vermesi gerektiği yazmaktadır.
Uğranılan zararın tazmin edilmesi ile hâkimin vicdanına göre karar vermesini bir madalyonun iki yüzüne benzetilebilir. Açılan bir davada verilen hüküm, haksızlığa maruz kalan kişinin zararını karşılamıyorsa bu hüküm hâkimin hukuka ve vicdanına göre karar veremediğini de gösterir. Kişinin zarara uğradığı kabul edilmesine rağmen verilen hüküm zararı karşılamıyorsa vicdani kanaate uygun olduğu da söylenemez. Mahkemelerin daha efektif koruma sağlaması için bu sakıncaların mutlaka giderilmesi gerekmektedir.
İlgili Kanun hükmünün süregelen uygulamasından dolayı o şekilde karar vermekten başka bir çaresi olmayan mahkemeler %9 faize hükmetmektedirler. Anayasa'ya, toplumun gerçeklerine, hakkaniyete ve hâkimin vicdanına uymayan bu Kanun hükmünün verilecek kararları etkisizleştirdiği izahtan varestedir.
Dolayısıyla ilgili Kanun maddesi, Anayasamız'da yer alan idarenin kendi eylem ve işlemlerinden kaynaklanan zararlar ödemekle yükümlü olduğuna ilişkin ilkeyle hâkimin hukuka ve vicdani kanaatine uygun karar vermesine ilişkin ilkeye aykırıdır.
H. Anayasa'ya Aykırılık ile İlgili Genel Değerlendirme:
3095 sayılı Kanunun ilgili hükmü; borçlarını ödemekten ziyade erteleyip enflasyon karşısında erimesine sebebiyet vermek isteyenlerin kötü niyetli davranışlara olanak tanımakta, yargıya güvenin azalmasına sebebiyet vererek kendiliğinden hak alma düşüncesini yaygınlaştırmakta, kamu düzeninin bozulmasına ve kişi güvenliğinin zedelenmesine sebebiyet vermekte, borçlu yararına ve alacaklı zararına sonuçlar doğurmak suretiyle ekonomik ve sosyal yaşamı olumsuz etkilediği gibi Hukuk devleti ilkesini de zedelemektedir (AYM, E.1997/34, K.1998/79, 15/12/1998).
Kişilerin uğradıkları zararların karşılanması için başvurdukları mahkemelerin verdikleri hükümleri anlamsız hale getirerek hukuk devletinin bir alt ilkesi olan hukukî güvenlik ilkesini ve etkili başvuru hakkını zedeleyen; yıllık TÜFE'nin %67.77, ÜFE'nin %44.22, ticari alacaklara avans faizinin %48, devletin vatandaştan olan alacakları için uygulanan yıllık gecikme faizi ve gecikme zammının %42 olmasına ve Anayasamızda devletin amaç ve görevinin sosyal hukuk devleti ve adaletle bağdaşmayacak engelleri ortadan kaldırmak olduğunun belirtilmesine karşın, bahsi geçen Kanun maddesi ile yasal faiz oranının yıllık sadece %9 olarak uygulanmasına sebebiyet veren, %24 olarak güncellense dahi günümüz ekonomik koşullarında yeterli giderimi sağlayamayacak olan; sıradan bir vatandaşın uğradığı zararların tazmin edilmesinde tatmin edici bir alım gücü koruması mekanizması olmaması yönüyle eşitlik ilkesine aykırı düzenlemeler barındıran; mahkemeler tarafından uğranılan bir zararların tazmini istemiyle açılan davalarda, davanın açıldığı tarihteki değeriyle hükmedilmesi ve bu alacaklara yıllık sadece %9 faiz uygulanması neticesinde mülkiyet hakkının özünü zedeleyen ve mülkiyet hakkını Anayasa'ya aykırı şekilde kamu yararı gözetilmeksizin sınırlandıran; mahkemelerin verdikleri kararları işlevsiz hale getirmesi bakımından adîl yargılanma hakkını zedeleyen, idarelerin eylemleri sebebiyle uğradıkları zararların adil bir şekilde ve zarara uğrayan kişinin aldığı paranın alım gücünü koruyacak şekilde almasını engelleyen ve hâkimin verdiği kararı Anayasa'ya, Hukuka ve vicdanî kanaate uygun olarak vermesini engelleyen 3095 sayılı Kanun'un 1. Maddesinin 1. ve 2. fıkrası Anayasa'ya aykırıdır.
- Nitekim Anayasa Mahkemesinin aynı Kanun'un aynı maddesine ilişkin olarak verdiği 15.12.1998 tarih ve E:1997/34 ve K:1998/79 sayılı İptal Kararı da bu yöndedir:
Kararın ''2- Yasa'nın 1. Maddesiyle 2. Maddesinin Birinci ve İkinci Fıkralarının İncelenmesi'' başlıklı kısmı şöyledir:
Anayasa'nın 2. maddesindeki hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa'ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasakoyucunun da uyması gereken temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğu bilincinde olan devlettir.
Anayasa'nın 5. maddesinde, "Devletin temel amaç ve görevleri ...; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır." denilmektedir. Buna göre Devlet, bireyin yaşamını kolaylaştırmak, insan onuruna yaraşır bir ortam yaratmakla yükümlüdür.
3095 sayılı Yasa'nın 1. ve 2. maddelerinin birinci fıkralarında, yasal ve temerrüt faiz oranı senelik % 30 olarak belirlenmiş, maddelerin ikinci fıkralarında da belirli koşulların gerçekleşmesi durumunda, bu oranın % 80'ine kadar artırma ve eksiltme yetkisi Bakanlar Kurulu'na verilmiştir.
Bakanlar Kurulu bu yetkiye dayanarak 1.1.1998 gününden geçerli olmak üzere % 30 oranını % 50'ye çıkarmıştır. Bu artırmaya karşın, yasal ve temerrüt faiz oranları banka mevduat faiz oranlarının çok gerisinde kalmıştır.
Hazine'nin iç borçlanma aracı olarak kimi zaman çıkardığı tahvil ve bonolara ödediği faizler de yasal faiz oranının çok üzerinde gerçekleşmiştir. Dövizin Türk lirası karşısında kazandığı yıllık değer de yasal faiz oranlarının çok üstünde olmuştur.
Hazine Müsteşarlığı verilerine göre 1984-1998 yıllarının 14 yıllık ortalama artışı Toptan Eşya Fiyat Endeksi'ne göre % 65, Tüketici Fiyat Endeksine göre % 68'dir. T.C. Merkez Bankası'nca belirlenen ağırlıklı mevduat faiz oranları 1992 yılında % 74,24, 1993 yılında % 74,68'dir.
Enflasyon ve buna bağlı olarak oluşan döviz kuru, mevduat faizi, hazine bonosu ve devlet tahvili faiz oranlarının sabit yasal ve temerrüt faiz oranlarının çok üstünde gerçekleşmesi borçlunun yararlanması alacaklının zarara uğraması sonucunu doğurmuştur. Bu nedenle, borçlu, süresinde borcunu ödememekte, yargı yoluna başvurulduğunda da yargı sürecini uzatma gayreti göstermekte, böylece yargı mercilerindeki dava ve takipler çoğalmakta, yargıya güven azalmakta, kendiliğinden hak almak düşüncesi yaygınlaşarak, kamu düzeni bozulmakta kişi ve toplum güvenliği sarsılmaktadır.
İtiraz konusu kuralların borçlu yararına, alacaklı zararına sonuçlar doğurması, ekonomik ve sosyal yaşamı olumsuz yönde etkilediği gibi Hukuk Devleti ilkesini de zedelemektedir.
Açıklanan nedenlerle, Yasa'nın incelenen kuralları Anayasa'nın 2. ve 5. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
- Ayrıca Anayasa Mahkemesi tarafından 5/4/2023 tarihinde; ''4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 24/4/2001 tarihli ve 4650 sayılı Kanun’un 5. maddesiyle değiştirilen 10. maddesine 11/4/2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun’un 6. maddesiyle eklenen, "Kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılamaması hâlinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren kanuni faiz işletilir." şeklindeki dokuzuncu fıkranın Anayasa’nın 2., 5., 35. ve 46. maddelerine aykırılığının ileri sürülerek iptaline karar verilmesi'' istemiyle açılan bir davada iptal kararı verilmiştir (AYM, E.2022/83, K.2023/69, 05/04/2023).
Bu kararın ilgili kısımları şöyledir:
(...)
21. Anayasa Mahkemesinin gerek norm denetimi kapsamında gerekse de bireysel başvuru kapsamında verdiği çeşitli kararlarında alacakların da mülkiyet hakkı kapsamında olduğu, devlet tarafından alacakların geç ödenmesi hâlinde enflasyon oranları altında olmayan bir faiz ödenmesinin bireyin hakları ve kamu düzeni bakımından önem taşıdığı belirtilmiştir (AYM, E.1997/34, K.1998/79, 15/12/1998; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/87, 19/12/2013, § 52; Akel Gıda San. ve Tic. A.Ş., B. No: 2013/28, 25/2/2015, § 46; Abdulhalim Bozboğa, B. No: 2013/6880, 23/3/2016, § 58; Ferda Yeşiltepe [GK], B. No: 2014/7621, 25/7/2017, § 29).
22. 4/12/1984 tarihli ve 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun’un 1. maddesinde “Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanununa göre faiz ödenmesi gereken hallerde, miktarı sözleşme ile tespit edilmemişse bu ödeme yıllık yüzde oniki oranı üzerinden yapılır. Cumhurbaşkanı, bu oranı aylık olarak belirlemeye, yüzde onuna kadar indirmeye veya bir katına kadar artırmaya yetkilidir.” hükmüne yer verilmiştir. Buna göre kanuni faiz yüzde yirmi dördü aşamamaktadır.
23. İtiraz konusu kuralla geç ödenen kamulaştırma bedeli için sadece kanuni faiz ödeneceği belirtilmiştir. Enflasyon nedeniyle uğranılacak ve kanuni faizi aşan zararlarla ilgili herhangi bir düzenlemeye ise yer verilmemiştir. Özellikle yüksek enflasyonist dönemlerde devletin kamulaştırma nedeniyle borçlu olduğu tutar ile alacaklı hak sahibi tarafından nihai olarak alınan tutar arasındaki enflasyon nedeniyle oluşan değer kayıplarını gidermek mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla hak sahibinin kamulaştırılan taşınmazının bedelini gerçek karşılık ölçütüne uygun olarak aldığından da söz edilemez.
24. Öte yandan idare tarafından açılan kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil davasında kamulaştırma bedeli dava tarihi itibarıyla belirlenmektedir. Ancak itiraz konusu kuralla faizin başlangıç tarihi yargılamanın dördüncü ayının sona erdiği tarih olarak belirlenmiştir. Bu durumda kamulaştırma bedelinin fiilen tahsis, kamulaştırılmış sayılma ve kamulaştırmaya esas rayiç bedelin belirlendiği tarihten daha sonraki bir tarihte ödenmiş olacağı ve bedelin belirlendiği tarihle faizin başlangıç tarihi arasındaki dört aylık bir sürede hak sahibinin enflasyon etkisiyle makul olanın ötesinde bir ekonomik kaybının oluşabileceği açıktır.
25. Bu itibarla anılan anayasal ögeleri dikkate almayan ve gerçek karşılık anayasal ölçütünü karşılamayan kural, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen, sınırlamanın Anayasa’nın sözüne aykırı olamayacağı hükmüne aykırılık teşkil etmektedir.
26. Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 13., 35. ve 46. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.
VI. KARAR :
Yukarıda açıklanan gerekçelerle;
- Anayasa’nın 152. maddesi ile 6216 sayılı Kanun'un 40. Maddesi gereğince, 04/12/1984 tarihli 3095 sayılı Kanuni Faiz Ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun'un 21/04/2005 tarih ve 5335 sayılı Kanun'un 14. Maddesiyle değiştirilen 1. Maddesinde yer alan: ''(1) Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanununa göre faiz ödenmesi gereken hallerde, miktarı sözleşme ile tespit edilmemişse bu ödeme yıllık yüzde oniki oranı üzerinden yapılır.
(2)Cumhurbaşkanı, bu oranı aylık olarak belirlemeye, yüzde onuna kadar indirmeye veya bir katına kadar artırmaya yetkilidir.'' ibarelerinin; Anayasa'nın 2. Maddesine, 5. Maddesine, 10. Maddesine, 13. Maddesine, 35. Maddesine, 36. Maddesine, 125. Maddesinin son fıkrasına, 138. Maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle ANAYASA'NIN 152/1. MADDESİ UYARINCA ANAYASA MAHKEMESİNE BAŞVURULMASINA,
- Dosyada bulunan belgelerin onaylı birer örneğinin Anayasa Mahkemesi Başkanlığına gönderilmesine,
- Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davanın geri bırakılmasına,
- Anayasa Mahkemesince bu kararın tebliğinden itibaren beş ay içinde karar verilmezse yürürlükteki kanun hükümlerine göre uyuşmazlığın sonuçlandırılmasına,
- Kararın bir örneğinin bilgi amacıyla taraflara tebliğine, 11/01/2024 tarihinde karar verildi.
>> İlgili AYM kararı için TIKLAYINIZ





