1. GENEL OLARAK TIBBİ MALPRAKTİS
Hastaların sağlık hizmeti gördüğü kurum ve kuruluşlarda sağlık profesyonellerinin uygulaması sırasında vücut bulan ve hastanın zarar görmesine sebep olan hatalı ve kusurlu uygulamalar doktor hatası (tıbbi malpraktis) olarak tanımlanmaktadır. Bir başka deyişle tıbbi malpraktis, tabibin tedavi esnasında güncel standart uygulamaları yapmama durumu, beceri noksanlığı yahut hastanın tedavisini vermemesiyle gelişen zarar biçiminde tanımlanabilir. Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın 13. maddesine göre tıbbi malpraktis, bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle bir hastanın zarar görmesidir. Dünya Tabipler Birliği de tıbbi malpraktisi hekimin tedavi sırasında standart uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastaya tedaviyi vermemesi ile oluşan zarar şeklinde tanımlanmıştır. Bu hatalı uygulama hastalığın teşhisi, tedavisi ve hastanın bakımı aşamalarının üçünde de yapılabilmektedir. Tıbbi standartlara uygun olmayan her tıbbi müdahale tıbbi malpraktis olarak tanımlanabilir.
Tıbbi malpraktis, komplikasyondan farklı olup bu kavramla karıştırılmamalıdır. Komplikasyon hekimin tıbbî müdahaleyi gerçekleştirirken her şeyi doğru yapmasına rağmen yine de istenmeyen sonuçların ortaya çıkması olup; komplikasyonun iyi ve doğru yönetilmiş olması kaydıyla, istenmeyen sonucun ortaya çıkmasında tıp ilminin genel kurallarının kusurlu ihlâli söz konusu olmadığından, hekimin sorumluluğu doğmayacaktır. Unutulmamalıdır ki hekimin tazminat sorumluluğu kusur sorumluluğuna dayanmaktadır. Buna göre zararın oluşmasında sağlık profesyonelinin kusurunun bulunması şartı aranmaktadır.
Bu çalışmada Doktor Hatasından ( Tıbbi Malpraktis) Kaynaklanan Tazminat Davası ile tıbbi malpraktisin hukuki ve cezai sorumluluğu genel hatlarıyla ele alınacaktır.
2. TIBBİ MÜDAHALEYİ GERÇEKLEŞTİREBİLECEK KİŞİLER
Tıbbi müdahale gerekli eğitim ve lisans şartına sahip sağlık profesyonellerince yapılabilir. 1219 sayılı 1219 Tabâbet ve Şu’abatı San’atlarının Tarz-ı İcrâsına Dâir Kânuna göre hekimler, diş hekimleri, ebeler, sağlık memurları, sünnetçiler ve hasta bakıcılar tıbbi müdahalede bulunabilecek kişilerdir. Buna göre tıbbi müdahalenin hukuka uygun olmasının önemli şartlarından biri mezkur kanunun hükmüne göre yetkili bir kişi tarafından yapılmasıdır.
3. DOKTOR UYGULAMA HATASI(TIBBİ MALPRAKTİS) TAZMİNAT DAVASI
a. Genel Olarak
Sağlık profesyonelleri, tıbbın gereklerine göre teşhis koymak ve tedavi ile devam eden süreci tıp kurallarına uygun yürütmek zorundadır. Tıbbi müdahalenin belli ölçüde risk içermesi dolayısıyla; müdahale hastanın faydasına olsa bile, hastanın rızasının alınmadan uygulanması ve hekimin yalnızca kendi insiyatifiyle müdahalede bulunması, kural olarak, hukuka aykırı olacaktır. Bununla beraber hekim, tıbbi müdahaleyi yaparken “tıbbi standartlar “ olarak adlandırılan ve tıp biliminin bulunduğu gelişim aşamasında hekimlerin geneli tarafından kabul edilip uygulanan standartlara uymakla yükümlüdür. Hekimden beklenen, olağanüstü dikkat ve özen olmayıp ortalama tıbbi bilgiye sahip hekimin göstereceği dikkat ve özendir. Nitekim tıbbi malpraktis sonucu doğan sorumluluk da kusura dayalı genel sorumluluktur. Bu sebeple sağlık profesyonelinin kusurlu olması gerekmektedir.
İşte bu tıbbi standartlara aykırı olarak gerçekleştirilen tıbbi müdahale sonucunda hastanın(mağdurun) tıbbi malpraktis ve davası dediğimiz tazminat davası açma hakkı gündeme gelecektir. Tıbbi malpraktis sonucu doğacak sorumluluk kusura dayalı genel sorumluluk Tıbbi malpraktis sonucu zarar uğrayan hasta, zararını karşılamak için müdahalenin kamu hastanesinde gerçekleşmesi durumunda idare mahkemelerinde tam yargı davası açabilmekteyken; müdahale özel hastanede gerçekleşmişse hukuk mahkemelerinde maddi ve manevi tazminat davası açabilecektir.
b. Davanın Tarafları
Tıbbi malpraktis davalarında husumetin yönlendirilmesi, malpraktisin meydana geldiği sağlık kuruluşunun türüne göre farklılık göstermektedir. Bu durum, tazminat taleplerinin hangi tarafa yöneltileceğini belirleyen önemli bir faktördür. Kamu hastanelerinde, devletin sağlık hizmeti sunduğu kurumlarda yapılan tıbbi müdahaleler sonucu meydana gelen malpraktis hallerinde, dava yöneltilebilecek taraf, genellikle ilgili idare veya Sağlık Bakanlığı'dır. Kamu hastaneleri, devletin doğrudan sorumluluğunda olduğu ve kamu görevlileri tarafından işletildiği için, bu tür davalarda öncelikle ilgili idarenin sorumluluğu gündeme gelir. Bu durumda, mağdurun dava açabilmesi için önce idareye başvuruda bulunması gerekir. Başvurunun ardından, idareye karşı tam yargı davası açılabilecektir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, tazminat taleplerinin sadece tıbbi hatanın mağdura verdiği zararlarla sınırlı kalmayıp, idarenin sorumluluğunu da içerdiğidir.
Özel sağlık kuruluşlarında gerçekleşen tıbbi malpraktis davaları ise, daha farklı bir husumet yönlendirmesi gerektirir. Özel hastaneler, tıp merkezleri, bağımsız çalışan doktorlar gibi özel sağlık hizmeti veren kuruluşlarda, malpraktis nedeniyle açılacak tazminat davalarında, davalı taraflar genellikle doğrudan malpraktisi gerçekleştiren hekim, sağlık kuruluşu (hastane, tıp merkezi vb.) ya da sağlık sigorta şirketleri olabilmektedir. Buradaki fark, özel sağlık kuruluşlarının ticari bir işletme olarak faaliyet gösteriyor olmalarıdır. Bu nedenle, malpraktis davalarında, zarar gören kişi tıbbi hatanın failleri arasında yer alan doktoru ve/veya hastanenin kendisini dava edebilir. Ayrıca, özel sağlık sigortası kapsamında tıbbi hizmet alan kişilerin, sigorta şirketine de başvurması söz konusu olabilir. Sigorta şirketi, tıbbi malpraktis sonucu oluşan zararları teminat kapsamı çerçevesinde karşılayabilir.
Kamu ve özel sektör arasındaki bu fark, dava açılacak mercilerin belirlenmesinde çok önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle kamu hastanelerinde, idare hukuku ile ilgili kurallar devreye girerken, özel sektördeki davalarda söz konusu olan husumet genellikle medeni hukuk ve ticaret hukukuyla daha yakından ilişkilidir. Bu ayrım, tazminat taleplerinin doğru taraflara yönlendirilmesi açısından kritik önem taşımaktadır. Ayrıca, malpraktis davalarında sorumluluk belirleme noktasında, uzman bilirkişi raporları, tıbbi prosedürlerin ve hukuki sorumlulukların detaylı bir şekilde incelenmesi, dava sürecinin sağlıklı işlemesi adına büyük önem taşır.
Özetle, tıbbi malpraktis davalarında, husumetin yönlendirilmesi sağlık kuruluşunun kamu ya da özel olmasına göre belirlenir ve her bir durumda uygulanacak hukuki süreç farklılık gösterebilir. Kamu hastanelerindeki davalarda, sorumlu taraf idare olurken, özel hastaneler ve bağımsız doktorlarda dava, doğrudan tıbbi müdahaleyi gerçekleştiren doktor veya sağlık kurumuna yöneltilebilir.
c. Tazminat Sorumluluğunun Hukuki Niteliği
Doktor-hasta ilişkisinin her aşamasında tıbbi standartların ihlali, malpraktis (doktor hatası) nedeniyle tazminat sorumluluğu doğurur. Doktorun sorumluluğu, genellikle ‘haksız fiil’, ‘vekalet sözleşmesi’, ‘eser sözleşmesi’ ya da ‘vekaletsiz iş görme’ hükümleri çerçevesinde şekillenir. Kamu hastanelerinin sorumluluğu ise, sağlık hizmeti sunumunda meydana gelen kusurlar nedeniyle hizmet kusuru kapsamında ele alınır. Özel hastaneler ve sağlık kuruluşlarının sorumluluğu ise, ‘hasta kabul sözleşmesi’ esas alınarak, özel hukuka dayalı kusurlu davranışlar üzerinden belirlenir.
i. Bağımsız Çalışan Hekim ile Hasta Arasındaki İlişkinin Hukuksal Niteliği
Herhangi bir kurum ya da kuruluşa bağlı olmadan, mesleğini serbest olarak sürdüren hekimin sorumluluğunun sebepleri vekâletsiz iş görme, haksız fiil ve sözleşme olarak şekillenmektedir. Hasta ile hekim arasındaki arasındaki ilişki, hastanın onayının aranmadığı acil durumlar hariç olmak üzere, çoğunlukla vekalet sözleşmesi olmakla beraber, bazı durumlarda da eser sözleşmesi ilişkisidir. Vekalet sözleşmesi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 502. madde ve devamında düzenlenmektedir. Buna göre vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekalet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır. Tıbbi müdahalede doktor vekil olup vekalet veren ise hastadır. İşte tıbbi müdahaleyi uygulayan hekim, müdahalede bulunurken gerekli özen ve dikkati göstermekle yükümlüdür. Önemle belirtmek gerekir ki vekil vekâlet görevini yerine getirirken yöneldiği sonucun elde edilememesinden değil, gerekli özen ve dikkati göstermemekte sorumludur. Dolayısıyla müvekkil kusuru dahilinde sorumlu tutulabilecektir.
Bazı durumlarda hasta ile hekim arasındaki ilişki eser sözleşmesi olarak da tanımlanabilmektedir. Eser sözleşmesi, yüklenicinin bir eser meydana getirmeyi, iş sahibinin de bunun karşılığında bir bedel ödemeyi üstlendiği sözleşmedir. Örneğin estetik operasyonlar, takma diş veya takma kol yapılması gibi durumlar eser sözleşmesi hükümlerine tabiidir.
ii. Özel Hastane ile Hasta Arasındaki İlişkinin Hukuksal Niteliği
Özel sözleşme ilişkisi hasta ile hekim arasında değil, kural olarak hasta ile hastane arasında kurulmaktadır. Bu sözleşme herhangi bir şekil şartına bağlı olmayıp zımni irade açıklamasıyla dahi kurulabilir. Bu sözleşmeler hastaneye kabul sözleşmesi olarak adlandırılmaktadır. Bu tür sözleşmeler hukuki nitelik itibariyle hukukumuzda karma sözleşme olarak adlandırılmaktadır. Sözleşme çoğunlukla birden fazla edimi içermektedir. Buna göre hasta hastaneye başvurarak sağlık hizmeti talep eder, hastane ise bu hizmeti sunmayı kabul eder. Bu doğrultuda, hastaneye kabul sözleşmesi kapsamında hastane; teşhis, tedavi, bakım gibi tıbbi hizmetleri sağlama borcu altına girerken, hasta da bu hizmetlerin karşılığı olan ücreti ödeme yükümlülüğü altına girer.
Bu sözleşme ilişkisi, unsurlar itibarıyla hizmet sözleşmesi, vekâlet sözleşmesi ve eser sözleşmesi gibi çeşitli sözleşme türlerinin özelliklerini bir araya getirdiğinden, karma sözleşme olarak nitelendirilir. Örneğin teşhis ve tedavi edimi vekâlet sözleşmesinden; ameliyat gibi somut sonuç doğuracak tıbbi müdahaleler ise eser sözleşmesinden izler taşır.
Ayrıca özel hastane ile hasta arasındaki bu sözleşme ilişkisi, Borçlar Kanunu hükümlerine tabi olup, tarafların hak ve borçlarını da bu çerçevede belirler. Hasta, hizmetin ayıplı olması veya kusurlu bir tıbbi müdahale sebebiyle zarara uğrarsa, özel hastane hem sözleşmesel sorumluluk hem de haksız fiil sorumluluğu çerçevesinde sorumlu tutulabilir.
iii. Kamu Kamu Hastaneleri ile Hasta Arasındaki İlişkinin Hukuksal Niteliği
İdarenin, asli fonksiyonları kapsamında ifa ettiği kamu hizmetinin icrası sırasında meydana gelen ve söz konusu hizmetle illiyet bağı kurulabilen zararların tazmin sorumluluğu, genel kural gereği kendisine atfedilmektedir.
Devlet hastanelerinde meydana gelen malpraktis olayları, idare hukukunun çerçevesinde değerlendirilmekte olup, idare, kamu hizmeti sunarken gerçekleştirilen tıbbi hatalar nedeniyle ortaya çıkan zararlardan sorumludur. Devlet hastanelerindeki doktor-hasta ilişkisi, özel sağlık kuruluşlarında var olan vekalet sözleşmesi veya eser sözleşmesi türünde bir sözleşmesel ilişkiyi barındırmaz. Bu bağlamda, devlet hastanesinde gerçekleştirilen her türlü tıbbi müdahaleden doğan zararlar, doğrudan devletin sorumluluğundadır. Devletin bu sorumluluğu, idarenin hizmet kusuru ilkesine dayalı olarak belirlenmekte olup, söz konusu zararlar idari yargı mercii olan idare mahkemelerinde, "tam yargı davası" adı altında çözüme kavuşturulmaktadır.
Tam yargı davalarında idarenin sorumluluğu aranırken özellikle, zarar, kusur, illiyet bağı ve hukuka aykırılık unsurlarının incelenmesi ile belirlenir. Bu davaların açılabilmesi için, önce idareye başvuru yapılması zorunludur. İdareye başvurunun reddedilmesi veya 30 gün içinde yanıt alınamaması durumunda, dava açılabilir. Devlet hastanelerinde tıbbi malpraktisten kaynaklanan zararlar, hizmet kusuru esasına dayanarak tazmin edilir. Ancak, hekimlerin, komplikasyonlar dahil olmak üzere her istenmeyen sonucun sorumluluğunu üstlenmeleri hukuken beklenemez. Tıbbi müdahale sırasında, modern tıp bilimi ile uyumsuzluk ya da hastanın aydınlatılmış onamının alınmaması gibi durumlar, hukuka aykırılığı oluşturur ve tazminat ödenmesine yol açabilir.
İdarenin sorumluluğu esas olarak hizmet kusuru ile ilişkilendirilirken, kusursuz sorumluluk halleri de istisnai olarak gündeme gelebilir. Ancak önemle vurgulamak gerekir ki, tıbbi malpraktisin incelenmesinde, her somut olayın kendi özelinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Devlet hastanelerinde tıbbi malpraktis nedeniyle açılan davalarda, zarara yol açan eylemin idarenin kusurundan kaynaklandığı tespit edilmesi durumunda, devletin tazminat ödeme yükümlülüğü doğar.
Son olarak, devlet hastanelerinde çalışan doktorların şahsi kusurlarından kaynaklanan tazminat ödemelerinin, kamu personeline rücu edilmesi mümkündür. Bu husus, 15.06.2022 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan "Sağlık Meslek Mensuplarının Tıbbi İşlem ve Uygulamaları Nedeniyle Soruşturulmasına ve İdarece Ödenen Tazminatın Rücu Edilmesine Dair Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik" ile düzenlenmiştir.
ç. Tıbbi Malpraktise Bağlı Maddi ve Manevi Tazminat Talepleri
Tıbbi malpraktis, yalnızca bedensel zararların değil, aynı zamanda psikolojik ve manevi travmaların da doğmasına yol açabilmektedir. Bu durum, hukuk sistemimizin çözüm üretmeye çalıştığı önemli bir sorundur. Maddi ve manevi tazminat, tıbbi hatalar sonucu doğan zararların karşılanması adına iki ayrı kategoride değerlendirilir. Her iki tazminat türü de, asla zenginleşme amacını gütmez, bilakis yalnızca mağdurun eski durumuna getirilmesi ve uğradığı kayıpların telafi edilmesi amacını taşır. Tazminat, zarar görmüş kişinin kaybettiği değerleri geri kazandırmayı hedefler. Hukuken, tazminat talebinde bulunurken, zararın ötesine geçerek kazanç sağlamaya yönelik taleplerin hukuka aykırı olduğu çok net bir biçimde vurgulanmaktadır.
Tıbbi malpraktis nedeniyle talep edilen maddi tazminat, pratikte uzman bilirkişiler tarafından yapılan incelemeler ve hesaplamalar ile belirlenir. Bu hesaplamalar, yalnızca zarar görenin fiziksel kayıplarını değil, aynı zamanda tüm ekonomik kayıplarını da kapsar. TRH 2010 tablosu günümüzde maddi tazminat hesaplamalarında esas alınan temel kaynaktır. Geçmişte, PMF 1931 tablosu kullanılıyor olsa da, Türkiye’deki sağlık koşullarına daha uygun ve adil bir çözüm sunduğu kabul edilen TRH 2010 tablosu artık yerleşik bir içtihat halini almıştır. Yargıtay, bu tabloyu bedensel zararların giderilmesinde bir ilk adım olarak kabul etmektedir.
Bununla birlikte, maddi tazminat taleplerinin hesaplanmasında yalnızca bedensel kayıplar göz önünde bulundurulmaz. Hastanın tedavi sürecinde yapmış olduğu tıbbi harcamalar, bakım masrafları, iş gücü kaybı gibi unsurlar da dikkate alınarak tazminat hesaplanmalıdır. Bilirkişilerin bu süreçteki rolü çok kritik olup, hesaplamaların objektif ve uzmanlık gerektiren değerlendirmelerle yapılması gerekmektedir. Aksi takdirde, tazminat miktarları adil olmaktan çıkar, hukukun gerektirdiği adalet ölçütlerine uyulmamış olur.
Manevi tazminat, tıbbi malpraktis nedeniyle meydana gelen bedensel zararın yanı sıra, kişinin manevi bütünlüğüne verilen zararların da giderilmesi amacı güder. Manevi tazminatın miktarının belirlenmesinde, davayı gören hâkimin takdir yetkisi geniştir. Zira, manevi zararların ölçülmesi ve telafisi, nesnel bir ölçüm metoduna dayandırılamaz. Her bir vakada, zararın kişiye özel etkileri ve yaşanan olayın niteliği dikkate alınarak değerlendirme yapılır. Kişinin yaşadığı acının, kederin, ızdırabın büyüklüğü ve yoğunluğu, yalnızca somut olay ve zarar görenin durumu ışığında şekillenir.
Tıbbi hataların yarattığı manevi zararlar, genellikle yalnızca bedensel bir kayıptan ibaret olmayıp, aynı zamanda psikolojik ve duygusal travmalara yol açmaktadır. Bu bağlamda, zarar gören kişinin yaşadığı ruhsal çöküntüler, travmalar, uzun süreli psikolojik etkiler, manevi tazminat miktarını etkileyen önemli unsurlardır. Bununla birlikte, manevi tazminat tutarının belirlenmesinde, özel bir ölçüt bulunmaması nedeniyle hâkimin takdir yetkisi, bu konuda büyük önem taşır.
Tüm bu değerlendirmeler ışığında, tıbbi malpraktis davalarında tazminatın hukuki temeli, zararın giderilmesi ilkesine dayanır. Zenginleşme amacı güdülerek yapılan talepler, hukuk sistemimizce hukuka aykırı kabul edilmektedir. Tazminat, mağdurun kaybettiklerini telafi etme amacını güder, ne bedensel, ne de manevi kayıplarının ötesine geçilmesi söz konusu olamaz. Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarında bu noktada herhangi bir istisna bulunmamaktadır. Tazminat, her halükarda, zararının telafi edilmesine yönelik bir onarım aracı olarak kabul edilir
d. Görevli ve Yetkili Mahkeme
Devlet hastaneleri ve diğer kamu sağlık kurum ve kuruluşları nezdinde meydana gelen zararlardan dolayı açılacak olan maddi ve manevi tazminat talepli tam yargı davaları, dava konusu idari işlemi veya idari sözleşmeyi yapan idari merciin bulunduğu yerdeki idare mahkemesinde açılmalıdır.
Özel hastaneler ve diğer özel sağlık kurum ve kuruluşları nezdinde gerçekleşen tıbbi malpraktis nedeniyle açılacak olan tazminat davalarında genel olarak tüketici mahkemeleri görevli ise de, doktorun sigorta şirketine karşı açılacak davalarda görevli mahkeme ticaret mahkemeleridir.
Özel hastane vb kurumlarda gerçekleşen tıbbi müdahaleden kaynaklı davalarda yetkili mahkeme konusuna gelince 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 6. maddesinin 1. fıkrası gereğince genel yetkili mahkeme davalı gerçek veya tüzel kişinin, davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesidir. Davalıların birden fazla olması durumunda davalılardan herhangi birinin yerleşim yeri mahkemesi de yetkilidir. Ayrıca aynı Kanunun 10. maddesi uyarınca sözleşmeden doğan davalarda, sözleşmenin ifa edileceği yer mahkemesinin de yetkili olacağı düzenlenmiştir. Bütün bunların yanında 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanununun 73. maddesinin 5. fıkrası uyarınca tüketicinin yerleşim yeri mahkemesi de yetkilidir.
e. Dava Zamanaşımı Süresi
Tıbbi malpraktis davalarında, davanın açılacağı kurumun kamu veya özel hukuk tüzel kişisi olup olmaması, önemli bir hukuki etkiye sahiptir. Kamu hastanelerine – bunlar devlet hastaneleri, üniversite hastaneleri, eğitim ve araştırma hastaneleri ile aile sağlığı merkezlerini kapsamaktadır – karşı açılacak tazminat davaları özel bir düzenlemeye tabidir. Bu tür davalarda, davacı, öncelikle idareye yazılı başvuru yapmak zorundadır. Başvuru, zararın ve hatanın öğrenildiği tarihten itibaren en geç bir yıl içinde ve her halükârda olayın gerçekleşmesinden itibaren beş yıl içinde yapılmalıdır. Başvurunun reddedilmesi ya da başvuruya 30 gün içinde cevap verilmemesi durumunda, idareye karşı 60 gün içinde tam yargı davası açılması gerekmektedir. Burada önemli bir husus, ceza hukuku çerçevesinde öngörülen uzun zamanaşımı sürelerinin, idareye karşı açılacak davalarda geçerli olmayacağıdır.
Özel sağlık kuruluşlarına veya bireysel olarak hekimlere karşı açılacak malpraktis davalarında ise, uygulanacak zamanaşımı süresi, davanın hukuki niteliğine göre değişiklik göstermektedir. Haksız fiil esasına dayanan taleplerde, zarar görenin zararı ve sorumluyu öğrendiği tarihten itibaren iki yıl içinde, ancak her durumda fiilin gerçekleşmesinden itibaren on yıl içinde dava açılabilir. Ancak, eylemin suç teşkil etmesi durumunda, ceza kanunları uyarınca daha uzun bir zamanaşımı süresi söz konusu olabilir ve bu durumda ceza zamanaşımı süresi uygulanır.
Vekalet sözleşmesi çerçevesinde, özel hastaneler veya doktorlar aleyhine açılacak tazminat davalarında ise, zamanaşımı süresi beş yıl olarak belirlenmiştir. Bu durum, tıbbi müdahale ile zarar gören hastalar için geçerlidir. Benzer şekilde, eser sözleşmesi çerçevesinde gerçekleştirilen estetik operasyonlar, protez uygulamaları ya da kozmetik müdahaleler için de beş yıllık bir zamanaşımı süresi öngörülmektedir. Ancak, söz konusu işlemi gerçekleştiren hekimin ağır kusuru söz konusu ise, bu durumda zamanaşımı süresi yirmi yıla kadar uzar.
Vekaletsiz iş görme kapsamında, hastanın onayı alınmadan yapılan tıbbi müdahalelerde ise, zamanaşımı süresi on yıl olarak belirlenmiştir. Bu süre, hastanın rızası olmadan yapılan her türlü tıbbi müdahale için geçerlidir.
Sonuç olarak, tıbbi malpraktis davalarında, özellikle sözleşmeye aykırılık temelinde açılacak davalarda, ceza hukukuna özgü zamanaşımı sürelerinin uygulanamayacağı unutulmamalıdır. Hem kamu hem de özel sağlık kuruluşlarına yönelik davalarda, davacının zamanaşımı süresini doğru şekilde hesaplaması, hak kaybı yaşanmaması açısından büyük önem taşımaktadır.
f. Zorunlu Arabuluculuk ve İdari Başvuru Şartı
Tıbbi malpraktise ilişkin özel hukuk uyuşmazlıklarında dava somut olaya göre tüketici mahkemesi veya ticaret mahkemelerinde açılabilir. Her iki durumda da zorunlu arabuluculuk dava şartıdır. Bu nedenle dava açılmadan önce arabuluculuk süreci işletilmelidir.
g. Cezai Sorumluluk
Eylemin kasten veya taksirle işlenmesine göre tıbbi malpraktisin ceza hukuku kapsamındaki değerlendirilmesi değişkenlik göstermektedir. Gerekli dikkat ve özenin gösterilmemesi sebebiyle meydana gelen zararda taksirli suç gündeme gelirken, bilerek ve isteyerek hastaya zarar verilmesi durumunda ise kasıtlı suç gündeme gelecektir.
Tıbbi müdahaleden kaynaklanan zararlarda büyük çoğunlukla müdahalenin sonucuna göre taksirle yaralama veya taksirle öldürmeye sebebiyet verme suçu gündeme gelmektedir. Taksirli suçlarda soruşturma yürütülmesi şikayet şartına tabi iken suçun bilinçli taksirle işlenmesi durumunda ise şikayet aranmamaktadır. Cezai soruşturma açısından bir başka önemli konu ise tıbbi müdahaleyi gerçekleştiren hekimin özel hastane veya kamu hastanesinde çalışması hususudur. 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanuna göre kamu hastanesinde çalışan hekim hakkında soruşturma yürütülebilmesi için idari izin şartı bulunmaktadır. Özel hastanede çalışan hekimler için için ise herhangi bir izin şartı bulunmaksızın resen veya şikayet üzerine soruşturma yürütülebilmektedir.
KAYNAKÇA
Baran Doğan Hukuk Bürosu. (t.y.). Doktor Hatası (malpraktis) Tazminat Davası nedir? Baran Doğan Hukuk Bürosu. https://barandogan.av.tr/blog/tazminat-hukuku/malpraktis-doktor-hatasi-tazminat-davasi-nedir.html
Değdaş, U. C. (2018). Hatalı Tıbbi Uygulamadan (malpraktis) Doğan Hukuki ve Cezai Sorumluluk. Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1(6).
Delil Avukatlık. (t.y.). Malpraktis: Hekim, doktor, tıbbi muayene hatası ve tazminat. Delil Avukatlık. https://www.delilavukatlik.com/post/malpraktis-hekim-doktor-tibbi-muayene-hatasi-tazminat#viewer-7j2g3
Çelik, Ç. A. (2022). Tazminat ve Alacak Davaları. Seçkin Yayıncılık.
Eren, F. (2024). Borçlar Hukuku Genel Hükümler (29. baskı). Legem Yayıncılık.
Hancı, İ. H. (2006). Malpraktis: Tıbbi Girişimler Nedeniyle Hekimin Ceza ve Tazminat Sorumluluğu. Seçkin Yayıncılık.
Hızal, Sevinç Arslan / Soyer Güleç, Sesim. (2016). Kamu Hastaneleri Birliği Yöneticilerinin Tıbbi Organizasyondan Kaynaklanan Ceza sorumluluğu. I. Uluslararası Katılımlı Ulusal Tıp Hukuku Kongresi (Vaka Tartışmalı), Ed: Hakan Hakeri / Cahid Doğan, İstanbul, ss. 147-155.
Lexpera Yayıncılık. (t.y.). Malpraktis ve tazminat sorumluluğu. On İki Levha Yayıncılık. https://www.lexpera.com.tr/literatur/kitaplar/malpraktis-ve-tazminat-sorumlulugu-9786254323560
Polat, O. (2015). Tıbbi Uygulama Hataları. Seçkin Yayınevi.
Yılmaz, K. (2014). Defansif tıp, Hekimin Tıbbi Uygulamalarda Sorumluluktan Kaçması Durumunda Ortaya Çıkan Problemler. Seçkin Yayınları.