Dijital çağın en güçlü araçlarından biri olan sosyal medya, bireylere seslerini duyurma ve düşüncelerini ifade etme özgürlüğü sunarken, aynı zamanda nefret söylemi gibi zararlı içeriklerin de hızla yayılmasına zemin hazırlamaktadır. Bu durum, ifade özgürlüğü ile nefret söylemi arasında hassas bir sınır çizilmesini zorunlu kılmaktadır. Hukukun bu iki kavram arasında nasıl bir denge kurduğu ve sosyal medya kullanıcılarının hangi sınırlar içinde sorumlu tutulabileceği ise günümüzde giderek daha fazla tartışılmaktadır. Bu yazıda, ifade özgürlüğü ve nefret söylemi kavramları incelenecek; sosyal medya bağlamında bireylerin hukuki sorumlulukları değerlendirilecektir.

İfade Özgürlüğü ve Nefret Söyleminin Tanımı ile Hukuki Dayanaklar

İfade özgürlüğü, bireylerin düşüncelerini açıklama, savunma ve yayma hakkını ifade eder. Bu hak, demokratik toplumların temel taşlarından biridir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 26. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. maddesi, bu özgürlüğü güvence altına almaktadır. Ancak bu özgürlük mutlak değildir. Kamu düzeni, başkalarının hakları veya toplumun genel ahlakı gibi sebeplerle sınırlanabilir.

Öte yandan, nefret söylemi, bir kişi ya da gruba yönelik; ırk, etnik köken, din, cinsiyet, cinsel yönelim gibi farklılıklar üzerinden düşmanlık, ayrımcılık veya şiddet çağrısı içeren ifadelerdir. Türk Ceza Kanunu'nun 216. maddesi, halkı kin ve düşmanlığa tahrik eden ifadeleri suç saymakta ve bu tür söylemler cezai yaptırımlara tabi tutulmaktadır.

Bu bağlamda, ifade özgürlüğü ile nefret söylemi arasında çizilmesi gereken sınır oldukça hassastır. Hukukun temel görevi ise bu sınırı adil bir şekilde belirlemek ve uygulamaktır.

Sosyal Medyada Nefret Söylemi ve Hukuki Sorumluluk

Sosyal medya, bireylerin özgürce düşüncelerini paylaşabildiği bir alan olmakla birlikte, zaman zaman nefret söyleminin de hızla yayıldığı bir platforma dönüşebilmektedir. Irkçı, cinsiyetçi veya dini ayrımcılık içeren ifadeler, çoğu zaman ifade özgürlüğü adı altında paylaşılmakta; ancak bu durum hem bireyleri hem de toplumu tehdit eden ciddi sonuçlar doğurmaktadır.

5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi Hakkında Kanun’a göre, sosyal medya kullanıcıları, paylaşımları nedeniyle hukuki ve cezai sorumluluk taşıyabilir. Hakaret, tehdit, halkı kin ve düşmanlığa tahrik gibi suçlar, dijital ortamda işlense dahi cezasız kalmamaktadır. Bu nedenle bireylerin sosyal medyada ifade özgürlüğünü kullanırken sınırları ve sorumlulukları bilmesi büyük önem taşımaktadır.

Yakın zamanda bazı ünlü oyuncuların ve sosyal medya fenomenlerinin sosyal medya platformlarında “boykot” ifadeleri kullanmaları nedeniyle gözaltına alınması ya da tutuklanması, ifade özgürlüğü sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğine dair yeni tartışmaları beraberinde getirmiştir. Bu olaylar, sosyal medya paylaşımlarının sadece bireysel bir görüşten ibaret olmadığını; aynı zamanda hukuki sonuçlar doğurabileceğini açıkça göstermektedir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta, bu paylaşımların gerçekten nefret söylemi içerip içermediğinin objektif şekilde değerlendirilmesidir. Aksi halde, ifade özgürlüğü üzerindeki baskılar artabilir ve demokratik haklar zedelenebilir.

 Sonuç – Değerlendirme ve Kapanış

İfade özgürlüğü, demokratik bir toplumun temel değerlerinden biri olsa da, bu özgürlüğün nefret söylemine dönüşmemesi için dikkatli bir denge kurulmalıdır. Sosyal medya kullanıcılarının yalnızca haklarını değil, aynı zamanda sorumluluklarını da bilmesi gerekmektedir. Hukukun görevi ise bu dengeyi sağlamak, nefret söylemiyle mücadele ederken ifade özgürlüğünü koruyabilmektir. Bu çerçevede, hem bireylerin bilinçlenmesi hem de yasal düzenlemelerin etkin uygulanması, dijital ortamda daha adil ve güvenli bir ifade alanı yaratmanın anahtarıdır.

Dilara Özden

Av. Dilara ÖZDEN