Adalet ve hakikat, toplumun ortak bağlarıdır." John Locke

“Adil bir topluma sahip olmanın tek yolu, ona ulaşmak için sürekli çalışmaktır.” Amartya Sen

Hakikat araştırması hemen her zaman şu soru biçimini alabilir: “Gerçekte…fikri nedir? İşte bu üç noktanın yerine “hukuk”, “özgürlük”, “ahlak”, şimdi de “adalet” ve daha bir yığın sözcüğü koyabilirsiniz. Soruya en iyi tanım ve doğru olanı bulup çıkarmak egemen olmaktadır. Tanımlar ve anlam analizleri özel bir yer tutmamaktadır: Tanım teorinin genel yapısını oluşturmak için yalnızca bir vasıtadır. Her halde, maddi bir adalet teorisini tamamen mantıki hakikatler ve tanım üzerine geliştirmek olanaksızdır. Adalet sorunları, insanların potansiyel olarak çatışan taleplerde bulunabildiği koşullarda ortaya çıkar- özgürlük, fırsatlar, kaynaklar vb.- ve biz bu tür çatışmaları çözmek için her bir kişinin neye hak kazandığını belirleyerek adalete başvururuz.  Bu doğrultuda beliren sorular şunlardır: Adalet ne üretiyor? Belli bir toplum nasıl adil/gayri adil olabilir? Adil bir toplumun katılımcı bir üyesi olmanın bir değeri var mıdır? Demokratik bir vatandaş ne zaman adalete başvuru gereğine programlanmıştır? 1

Adalet herkese ait olanı vermek konusunda devamlı ve istikrarlı bir iradedir. Digest I, I, IO, pr.

Eflatun, adaleti, her biri gerekeni, borçlu olunanı vermektir. Kuşkusuz, adaletsizlik durumundan türettiğimiz talepler ya da ilkeler adalet fikrini kavramlaştırmamıza olanak sağlamaktadır. Adalet ve adaletsiz- lik iki karşıt terim olmasına karşın iki karşıt kavram değildir. Adaletsizlik terimi bir durumu, adalet terimi ise, bir fikri (insan tasarımını), genel bir talebi veya bir üst ilkeyi dile getirmektedir.

Eflatun’un Devlet isimli diyalogunda Sokrates’le adalet üzerine olan tartışmasında, Thrasymachus özetle şöyle demektedir: “Adalet güçlünün işine gelendir...tiranlık, demokrasi, aristokrasi gibi değişik yönetim düzenleri vardır...Her yönetim, kanunlarını işine geldiği gibi koyar.  Demokrasi, demokrasiye uygun kanunlar, tiranlık tiranlığa uygun kanunlar...Bu kanunları koyarken kendi işlerine gelen şeylerin, yönetilenler için de doğru olduğunu söylerler; kendi işlerine gelenden ayrılanları da kanuna, adalete aykırı diye cezalandırırlar...Güç yönetende olduğuna göre, adalet güçlünün işine gelendir...” (338d, 339a)2

Adalet ne üretiyor? Belli bir toplum nasıl adil/gayri adil olabilir? Adil bir toplumun katılımcı bir üyesi olmanın bir değeri var mıdır? Demokratik bir vatandaş ne zaman adalete başvuru gereğine programlan- mıştır?

Felsefenin en eski sorularından biri olan “adalet nedir? sorusu ulusların kalkınması/refahı ve barış olgusu ile adalet arasında görülen bağlantı nedeniyle her zamankinden daha fazla önemli görülmektedir. İnsan düşüncesinin bir tasarımı olan bu kavramı belirlemede “reddetme suretiyle belirleme yöntemine” geçmeden önce farklı düşünsel fırınlarda üretilmiş adalet kavramı çeşitlemesine aşağıda yer verilmiştir.

Romalı hukukçu (düşünür, hatip ve yönetici) Marcus Tullius Cicero (MÖ. 106-43) kusurlu hukuku, hukuk olarak kabul etmemektedir. İyi hukuk-kötü hukuk, doğru yasa-yanlış yasa diye bir ayrım olamaz. Bir şey ya hukuksaldır ve yasadır ya da değildir.

Cicero, “Yasalar Üzerine” adlı eserinde, “Ulusların geleneklerinde/kanunlarında olan her şeyin adil olduğuna inanmak aptallıktır. Bu kanunlar müstebit/zorba hükümdarlar tarafından yürürlüğe konmuş olsa adil olurlar mıydı? …kanun koyma sürecinde doğru aklın/mantığın uygulanması. Bu ilkeyi bilmeyenler, bir yerlerde yazılı olsa da olmasa da Adalet’ten yoksundur.”

“Peki ya zararlı, kötü ve hatta kötülüğü hastalık gibi bulaşıcı bazı yasalara ne demeli? İşte bunları gerçekte yasa olarak isimlendiremeyiz. Nasıl ki, öldürücü bir zehiri, iyileştirici bir karışımla aynı düşünüp, ikisine de ilaç diyemezsek, böylece, bir devletin her çeşit yazılı hükümleri, tahrip edici (zararlı) nitelikte olmalarına karşın, benimsendi ve güçle uygulatıldı diye yasa olamazlar, hukuk olamazlar. Hukuk doğru ve yanlış arasındaki ayrımdır. Hukuk her şeyin en eskisi olan doğanın kararıdır.” (Yasalar 2.11).

Cicero, hukuk ve adalet ilişkisinde, şimdiki pozitif hukuk ve doğal hukuk arasındaki bir ayrıma dikkati çekiyor.

“Adaletin orijini yasadır. O ise doğanın bir gücü, zeki bir insanın zihni ve aklı; adalet ve adaletsizliğin ölçütüdür.***Yalnız adaletin ne olduğunu saptarken hareket noktamız, hukuk yazılı olmadan veya devlet bile kurulmadan asırlar önce varlık kazanan o en yüksek yasa olmalıdır.” (Yasalar 1,19)

Bu nedenle, akıl, insanı doğru şeyi yapmaya ve yanlıştan kaçınmaya yönelttiği için ilgili insani bir yasa olmaksızın da eylemin hukuka aykırı olabileceği anlamı olacağı ortaya çıkmaktadır.

“En büyük aptallık kurumlarca vazedilen her şeyin veya bir ülke yasalarının adil olduğuna inanmaktır… Tek bir adalet vardır. Bu insan toplumunu birlikte tutar ve tek bir yasa ile tesis edilmiştir. Bu yasa emreden ve yasaklayan doğru akıldır. Yazılı olan veya olmayan bu yasayı onaylamayan bir insan haksızdır.” (Yasalar 1.42)

Yöneticiler doğal hukuka aykırı yasalar/emirlerle halkı yönetmeye kalktıklarında, O’na göre, “yöneticilere başkaldırmak hukuka uygundur.”

Doğal hukuk düşüncesine göre, gezegenler dünyası, yıldızlar ve uyduların ilişkilerini yöneten doğa yasaları olduğu gibi insanların sosyal ve siyasal ilişkilerini yöneten doğa yasaları da olmalıdır. İnsan aklının, insanlara rehberlik eden bu doğa yasalarını keşfedip formüle edebileceği var sayılmaktadır (Akılcı doğal hukuk). İşte, belirlendiğinde, adalet, doğa kurallarına uyumlu insan ilişkilerinin konumu olarak tanımlanabilir. Zaman ve mekân boyutundan bağımsız olan doğa yasaları, insan aklı gibi her zaman ve her yerde aynıdırlar. İşte, adalette öyledir. Bir kere keşfedildiğinde üniversal ve değişmez bir formül verebilmektedir.

Aristoteles’in Adalet ve Hakkaniyet Anlayışı

“Adaletin eşitlik olduğu düşünülür; öyle ama eşitler için, herkes için değil. Eşitsizliğin de adil olduğu düşünülüyor; öyle ama eşit olmayanlar için, herkes için değil”. Aristotle, Politics 128o ag (trans. Robinson).

Adalet ve hakkaniyet/nesafet yasa dışında olmayıp; yasa içinde mündemiçtirler. İşte yasa özel bir davada insani bir uygulamaya kavuşturulabilir: “Hakkaniyetin doğası da yasaların, mutlaklıklarından dolayı hatalı oldukları yerlerde, hataları düzeltmektir.” O’na göre, hakkaniyet yasalara amalgam edilmiştir. Yasaya amalgam edildiğinden, Eflatun’un ön gördüğü "free judge”a ihtiyaç yoktur. O’na göre, geniş anlamda adalet, “eksiksiz erdemdir, çünkü erdemin uygulanmasından ibarettir. Eksiksizdir, çünkü adil olan erdemini yalnız kendisi için değil, aynı zamanda komşuları için de uygular; zira birçok kişi kendi sorunlarında erdemini uygulayabilir; ama komşuları ile olan ilişkilerinde uygulayamaz.” Dar anlamda adalet ise, “ölçülü”, “ılımlı olmak” demektir. Bu sonuncu anlamdaki adaletin iki türü vardır:

1. Dağıtıcı adalet, paylaşılan şeylerin dağıtımı ile ilgilidir; her ferde yetenek ve değerine göre düşenin ne olduğunu belirleyen adalettir.

2. Düzeltici/Denkleştirici adalet ise, insanlar arasında yapılan işlemlerde düzeltici bir rol oynar-tazminat hukukunda zarar verenin neden olduğu zararı tazmin etmesi, suç işleyenin hak ettiği cezayı görmesi bu adaletin gereğidir.2 

Genel karşıtı özel adalet: 1) Genel Adalet 2) Özel adalet. Zina yapan birinin karşılığında kazanç elde etmesi-adaletsizlik; zina yapan birinin para kaybetmesi-ahlaksızca bir davranış.

Dağıtıcı adalet: 1) İradi (Satış sözleşmesi, faiz, taahhüt, borç akdi) 2) Gayri iradı (hırsızlık, zina, zehir- lenme v.s. oluşan dağıtım)

Düzeltici adalet (Ödeşmeci adalet): Cezalara ve yaptırımlara ilişkin bulunmaktadır. Adli eşitliğe ilişkin olurken adaletsizlik eşitsizliğe ilişkin bulunmaktadır. ‘Hukuk tarafları eşit olarak görmektedir’ (1132a4). Hâkim şeyleri eşitlemek üzere ceza yaptırımı uygulamakta ve mütecavizden elde ettiği kazanımı almaktadır.

Değişim olarak adalet (ekonomik adalet): Orantılılığa dayalı karşılıklılık. Aristotle buna örnek olarak inşaat müteahhidi ile ayakkabı imalatçı örneğini vermektedir.

Siyasi adalet: Kişiler adil davranmamasına karşılık adaletsiz olmayabilirler örneğin cinsel arzusuna ram olarak zina yapan kişinin durumu.3

Adalet nedir? Doğası oldukça girift bir kavramdır.

Karakter/alışkanlık-meziyet etrafında toplanan deyişlere tanık olunmaktadır. Türkçe deyimler/ atasözleri: Adalet ile zulüm bir yerde durmaz. Adalet olmayınca bir yerde, insan düşer o yerde her derde. Adalet erdemlerin kraliçesidir.

Aristoteles’e göre, dağıtıcı ve düzeltici adalet vardır.

1. Hukuka itaat eden-hukuka uyarlı davranan kişi: adil insan;

2. Meziyet abidesi-öteki kişilere davranışlarda sergilenen tutum ve davranış;

3. Dağıtımda adalet/orantılılık=Dağıtıcı adalet;

4. Düzeltici adalet: Onarım;

5. Karşılıklılık: Farklı türden bir fair play;

6. Hakkaniyet(equity): Takdirle yasalardaki sertliğin giderilmesi/esnek bir tedbire yönelmedir.

Eflatun-Devlet

Bazen, bir uygulama, siyaset veya kurumun, onu ikame etmek, değiştirmek ve adil olana erişmeyi sağlamasak da adil olmadığını söyleriz.

Adil olmayanlar, güçleri ve zekâları ile bu adaletsizliklerden sorumlu olmadıklarında, adil olanlardan her zaman daha mutludurlar.

Dünyada ne kadar yiyecek, içecek ve güç varsa, sağlığını yitirmiş bir insana bunların hiçbir yararı olmadığı gibi ruh sağlığı bozulmuş bir insana da bu avantajlar bir yarar sağlamaz. Bu nedenle, Traçamus'un adil olmayanlar, adil olanlardan daha mutludur deyişi yanlıştır.

Adalet, akılla sergilenen rasyonel, mutlak bir fikir değildir. İnsan doğasına ait bir duygudur. İnsan faaliyeti her zaman sosyal karakteri ve bireysel otonomisi olmak üzere iki duygu egemenliği altındadır. İkincisi gerçekte adalet duygusudur.

Adalet sağladığı standartlarla alternatif kararları test edebilme olanağı sağlamaktadır: Adalet hem felsefi anlamda bir “değer”, hem de sosyolojik anlamda bir sistem ölçütü olmaktadır.4

Toplumda olası/gerçekten çatışan çıkarlar ortaya çıktığında, toplumsal düzen adına adalet gereklidir. Çıkar çatışması olmayan yerde adalete gerek duyulmaz. Çıkar çatışması, çıkarlar arasında bir tercih yapılmasında ortaya çıkmakta ve kişiler duygusal etkenler bağlamında belirlenen bir değer yargısıyla adaletsizlik algısına kapılmaktadırlar.

Tartışma, “adaletsiz” bir hukuk sisteminin olamayacağı değil; fakat bunun nasıl bir adalet olduğu tartışmasıdır.

Özel bir kararın “adaleti”, belli bir adalet teorisi veya açıklamasına göre değerlendirilmektedir. Örneğin şu davayı ele alalım: (B), (A)’nın hayatını kurtarırken bedeninde kalıcı bir zarara maruz kalıyor. Ve (A) bu fedakârlık karşılığı (B)’ye yaşam boyu aidat vaadinde bulunuyor.

J. Rawls-Bir Adalet Teorisi

Böyle bir vaadin infazına ilişkin bir karar yarar açısından irdelenebilir. Yalnız, özel bir kararın “adaleti”, değerlendirme için seçilen adalet dilinden (örneğin etkililik, yarar, servetin artırılması, egoizm, Kantçı ahlak felsefesi, J.Rawls’in iki adalet ilkesi) ayrılamaz. 

Bugün XX. Yüzyıl siyaset felsefesinin en meşhur eseridir.  Esere damgasını vuran iki ilkesi (gerçekte üç ilkesi): 1) “Özgürlük ilkesi” 2) “Fark ilkesi” ile “adil fırsat ilkesi”dir.  Fark ilkesi, toplumda gelir ve refahın dağılımıyla ilgilenir. 

Birinci ilke. Her kişinin adil bir toplumda, tümü için benzer bir hürriyetler projesi ile uyumlu tamamen yeterli eşit temel hürriyetler projesinde eşit bir hakka sahip olmasıdır. İkinci ilke. Sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin iki koşula hizmet etmesidir: Birincisi, toplum üyelerinden en az avantajlı olanlara en büyük yararın sağlanması ve ikincisi, görevler ve makamların hakça fırsat eşitliği koşullarında herkese açık olmasıdır.  Yalnız birinci ilkenin ikinci ilke üzerinde önceliği vardır. Yoksul olanların maddi koşullarını geliştirmek üzere siyasi özgürlüğü örneğin varlıklı olanların oy haklarını sınırlamaya izin verilmemektedir.

Rawls, “başlangıç durumu” olarak bilinen varsayımsal bir sözleşme yöntemini kullanmıştır. İnsanlar çıkarlar yüzünden taraf tutukları için sıklıkla adalet üzerine anlaşamazlar. Zengin olduğumu bilseydim, vergilendirmeye karşı çıkabilirdim; yoksul olduğumu bilseydim fazlasıyla vergilendirme tarafını tutabilirdim. Kim haklı, zengin olan mı, yoksa fakir olan mı?  İnsanları etki altında bırakan şeyleri sıyırıp atalım, yani bunu tasavvur edelim. Rawls herkesi düşünmeye davet ettiği soru: Nerede olacağımız hakkında hiç bilgimiz olmadığında, ne türden bir topluma girmek güvenli olacaktır? “Bilgisizlik örtüsü” (veil of ignorance) altında bu insanlar toplumu nasıl tasarlar, insanlar ne türden adalet ilkeleri üzerinde anlaşırlardı? Bu süreçte kendi lehimize önyargılı olmaya itecek her şeyden kendinizi arındırmalısınız. İstenilecek ülke İsveç/İsviçre tasarımı şeklinde olacaktır.

Haklar kozlardır. Bazı haklar göz ardı edilemez. Ne miktarda olursa olsun, iyilik masum bir insanın idamını veya hapse girmesini haklı gösteremeyecektir. 1970’lı yıllarda saldırı dalgası sonuçsallığa ve özelde de yararcılığa yöneltildi. Yararcılık, insana saygıyı buharlaştırdı; J. Rawls göre de yararcılık ciddi ölçüde kişiler arası farklılığı göz önüne almadı. Öte yandan, bireysel hakların da ihmal edilmesi yanında eşitlik de ihmal edildi.5 

J.Rawls’a göre, bir şeyin iyi olması onun haklı olmasına dayalı olduğunu belirtiyor. Diğer bir deyişle, sonuca endeksli bir yaklaşım değildir.  Sözleşmeden, anayasa, kurumlar, yasalar ve usuller gibi adalet ilkeleri çıkarıldı. Bu sözde Sözleşme cahillik peçesi arkasında toplanan kişiler arasında yapıldı. Sözleşmeyi yapanlar ilerdeki konumlarından habersiz idiler. Tarafsız gözlemci ve yargıçlık çoğu felsefecilerin teorileri bakımından önemli bir bileşen olmuştur.  Cahillik peçesi fikri ise özgün değildi. Bu fikir ilk önce 1953 yılında Harsanyi tarafından geliştirildi.

Rawls’ın Sosyal Adalet Kavramı

Adalet soyut bir fikir olarak ele alınabileceği gibi dünyadaki adaletsizlikleri azaltmaya yönelik tasarımlar için dayanak olacak pratik bir formül (adalet teorisi) olarak da ele alınabilir. İşte bu bağlamda adalete özgü normatif ve ampirik yaklaşımlara değinelim. Adaletin normatif doğası belirgindir. Normatif disiplinlerin amacı normatif standartları analiz ve açıklamak, özel davalara özgü makul ve adil çözümler geliştirmek ve adil karar yapımı için ölçütler ve usuller algılamaktır. Normatif yaklaşımlarda nihai odak, evrensel nitelikte geçerli çözümler bulunması olabilir. Adalet saiki evrensel ise de adalet üzerine farklı görüşlerin varlığı tartışmasız sosyal bir olgudur.

Bu olgu, tarihsel değişimler, kültürel farklılıklar, kamusal alanda/yargıda olduğu kadar özel alanda görülen tartışma ve ihtilaflarda belirgindir. Tartışma ve ihtilafların iki farklı konusu vardır:  

a. Hangi ilke veya adalet ilkesi uygulamasının doğru olacağı?

b. Bir ilkenin doğru uygulamasının ne olduğudur? 

Bir toplumdaki kıt nesnelerin dağıtımı söz konusu olduğunda, (a) eşitlik, hakkaniyet, ihtiyaç veya öteki bir ilkenin uygulanmasının doğru olup olmadığı ve (b) dağıtımın kimlere yapılması gerektiği tartışıla- bilir.

Birinci konu ilke (veya ilkeler) seçimi, ikincisi ise onun uygulanmasıdır.

Sonuçta Rawls'un kendisi, kitabının ( A Theory of Justice ) iddialı başlığına rağmen, ana hatlarını çizdiği şeyin en iyi ihtimalle modern bir liberal devletin temel kurumsal yapısına uygulanan bir sosyal adalet teorisi olduğunu fark etti. 

Adalet ve Eşitlik

Eşitlik kesin olarak adalet fikrinin temelini oluşturmaktadır. Eşitlik farklı biçimde belirtilmektedir: İnsanlar için eşit paylar veya bu olanaksız olduğunda tüm eşit insanlar için eşit fırsatlar anlamına gelebilir. Seçenek olarak, Aristotle’a göre, tüm eşit insanlar için eşit paylar ve eşit fırsatlar anlamındadır. Bu ikinci görüşte, insanların farklı olduğu ve özel bireysel farklılıkların eşit olmayan tahsisleri haklı göstereceğini ve kaynaklar, haklar, görevler v.s.’nin dağıtımının da eşitsizlikler olabileceğini içermek- tedir.  Bu anlamda eşitlik aynı statüde olanlar, aynı tür vasıflara, ihtiyaçlara, geleneksel haklara v.s. için eşit pay almalarını içermektedir.

Eşitlik, bireyin ancak diğeriyle bir arada (kolektif) iken anlam taşıyan temel sosyal bir gereksinimidir. Kendisiyle eşit sayılmak istenen başkalarının varlığı zorunludur. Burada algılanan insanın insana eşdeğer olmasıdır. Hobbes’a göre, eşitlik bizatihi iyiliğinden değil; barışa giden yolda önemli bir kural olduğundandır. Adalete olan ihtiyaç da kesin bir bulgu ve bir bakıma her adalet, içsel olarak sosyal niteliklidir. Serbest pazar ekonomisti Milton Friedman, toplumdaki çarpıcı eşitsizliği ifade ederken, yine iki asır öncesi Adam Smith’in, Laise-faire ekonominin babası olarak, “kendi zamanındaki zenginler ve güçlülerin duyarsızlığı yanında onların kendilerinden aşağıda olanları hakir görmesine (dost yaratıklar olarak görmemesine) karşı nefretini ifade etmiştir. Akla gelen soru, bu eşitsizliklerin neden halen var olduğudur?

Sayılar yalnızca tek boyutlu olduğundan eşit (2+3=5) olabilirse de insanlar, fazlaca boyutlu oldukların- dan onlar arasındaki eşitliğin tanımı daha çok sorunlara gebe bir nitelik arz etmekte ve sonuçta keyfilik ister istemez ortaya çıkmaktadır. Bu bağlamda herkesin tatmin edilmesi mümkün olmadığı gibi abartılı bir eşitlik talebinin daha büyük eşitsizliklere gebe olacağı da unutulmamalıdır. Ülkeye özgü sosyo-ekonomik veriler karşısında, eşitlik kavramına da artık kanunlar önünde eşitlikten öte bir anlam verilme- si, yoksunluk içinde olanlara karşı pozitif bir ayrımcılığı içermesi egemen olmalıdır. Yalnız bu süreçte “bedel”de irdelenmeli, farklı sonuçları elde etmedeki bedel farklılıkları karşılaştırılarak “her ne pahasına olursa olsun adaletin, adalet olmadığı” göz önüne alınmalıdır. 

Eşit tretman kavramı Yunus Emre ve Srimad Bhagavatano diliyle bu kadar güzel ifade edilebilir:

 “Cümle yaratılmışa,

Bir göz ile bakmayan

Halka müderris ise,

 Hakikatte asidir.”

“Hepsinde tek bir Kendiliği görerek,
Tüm varlıklara aynı gözle bakmayı öğrenin”.
Srimad Bhagavatano

Bu eşitsizliklerin neden halen var olduğudur? Bunlara bir son vermek için insanlık neden birlik ve beraberlik içinde olmuyor? Bu konuda en tutarlı açıklama belki de M. Friedman’dan gelmiştir:

“Outcome’in eşitliği anlamında, eşitliği hürriyetin önüne geçiren bir toplum ne eşitliği ve ne de hürriyeti elde edebilecektir. Bu süreçte, eşitliği sağlama için kullanılan güç, hürriyeti bertaraf edecek ve iyi niyetlerle oluşturulan güç kendi menfaatlerini geliştirmek üzere kullanan insanların eline geçecektir.”

Geleneksel olarak, adalet ve adaletsizlik bir sürecin karakteristiğidir. Nitekim, adil yargılanma hakkı olası adaletsizliği gidermek üzere normlaştırılmıştır. Adil yargılanma sonucu verilen hüküm için beraat ve mahkûmiyet söz konusu olmaksızın “adalet yerini buldu” deyişi kullanılmaktadır. Aksi halde, adil olmayan yargılamadan söz edilmektedir.

John Rawls, “ayrım ilkesi” (difference principle) ile kıt mallar (güç, para, sağlık olanakları) dağıtımındaki eşitsizliklerin ancak toplumdaki en az avantajlı sınıfın üstünlüğünü artırmaya hizmet etmesi halinde meşru görmektedir. O’na göre, önemli olan bu sınıfın büyüklüğüdür. Eğer toplumun % 50’si, daha fakir bir kesimi temsil ediyor ise, büyük eşitsizlikler meşru görülebilir. Diğer bir anlatımla, dağıtım biçimsel fırsat eşitliği teorisine dayatılmamalıdır.  Rawls’a göre, “yararcılar” insan arasında ayrım yapmayarak hata etmektedirler.

Doğada adil davranan için bir ödüle yer verilmemektedir. Adil olanda olmayan da yağmurdan/kardan ıslanmakta ve fakat adalet işleyen bir süreç olarak kendi kümülatif ödülünü her fırsatta yaratmaktadır: Hürriyet, dayanışma ve karşılıklı güven ortamının yaratıldığı hususunda herkes birleşmektedir.

Doğa, özel bir adalet teorisini aklımıza monte etmemiştir.6 Etmiş olsaydı, haklarımız üzerine fazlaca fikir ayrılığına düşmezdik. Kuşkusuz, insanların ahlak konusundaki güçlü inançları, insanları adalet arayışına itmekte ve doğru şeyler yapmak adına bizleri motive etmekte ise de gereksinme duyduğumuz belirgin adalet ilkelerini sağlayamamıştır. Böylece, bizler oldukça az güvenilir ve oldukça fazla hata içeren rasyonelliğimizi kullanarak bu ilkeleri keşfetmek arayışındayız. İşte bu nedenle, sonuçta farklı adalet teorileri gelişmektedir.

Düşünün bir anayasa mahkemesi üyesi 70.000 ₺ alırken bir sanatçı ayda 2,000,000 ₺ kazanıyor! Bu adil mi midir?

Eğer hukuk, adalet, etik ve sosyo-ekonomik koşullarla değil de yalnızca emirlerle şekillenmekte ise, nasıl oluyor da egemen güçler aynısını irade edebilmektedirler? Yanıtı ise, ekonomik yapı ve sosyal koşullarda benzerlik, tarihsel ve dini inanç birlikteliği veya müşterek adli gelenek gibi etmenlere yollama şeklinde olacaktır. Yalnız, bunlar eğer geçerli bir açıklama ise, hür ve zincirsiz egemen güç ve irade nereden kaynaklanmaktadır? sorusu haklı olarak gündeme gelmektedir. Amartya Sen, adalete bakışında iki anlamlı “mukayeseli” bir yaklaşımı yeğlemiştir: Birincisi, yetkin bir adalet teorisi olmaksızın X ve Y gibi iki farklı durum adaletinin karşılaştırılabileceği ve kısmi bir sıralamanın yararlı olabileceğine (X, Y ve Z’den daha iyi ise, Y ve Z’den hangisinin daha iyi olduğunu bilmek için beklemeksizin X’in seçilebileceği); ikincisi ise, makul, farklı adalet ilkelerinin varlığına işaret etmektedir.

Bu ikinci anlamı sergilemek üzere, A. Sen, bir hikâyeyi dile getirmektedir: Üç çocuk bir flüte sahiplenmek için tartışırken, Ayşe, aralarında yalnızca kendisinin flüt çaldığı için aletin kendisine verilmesini; Ali, hayatında hiç oyuncağı olmadığını ve flütün tek oyuncak olacağı için kendisine verilmesini; Fatma ise flütü yapmak üzere aylarını harcadığını ve flütü kendisinin hak ettiğini dile getirmiştir. Bu durumda flüt kime verilmelidir? Sen’e göre, her adalet teorisi, böyle çatışan ilkelerin kabulü ile start almalıdır.

J.Rawls’a göre, “Adalet ilkeleri bir cahillik peçesi arkasında seçilir. Bu, ilkeler seçilirken kimsenin doğal şans veya sosyal koşulların rastlantısı sonucu avantajlı veya dezavantajlı duruma düşmemesini sağlar. Tümü aynı biçimde konumlandırılmış olduğundan hiçbiri kendi durumu lehine olan ilkeleri tasarlayamayacağından adalet ilkeleri, adil bir anlaşma ve pazarlığın sonucudur.”

J. Rawls. Bir Adalet Teorisi (Çev.Vedat Ahsen Coşar), phoenix, 2017

L. Duguit-Adalet Fikri

İnsanın sosyal bir varlık olarak ötekilere karşı sorumluluk duygusu vardır; bu da sosyallik duygusudur. Adalet, akılla sergilenen rasyonel, mutlak bir fikir değildir. İnsan doğasına ait bir duygudur. İnsan faaliyeti her zaman sosyal karakteri ve bireysel otonomisi olmak üzere iki duygu egemenliği altındadır. İkincisi gerçekte adalet duygusudur.

Duguit, kendi öğretisini pozitif ve realist olarak karakterize etmektedir. Sosyal dayanışmanın yarattığı yükümlülük (devoir). Değerlerin geçerliliği oluşumu ve koşulu: Teorik ve pratik dünya. Teorik dünya bakımından biyolojik/fiziki dünya ayrımında, fiziki sonsuzluk bilinmediğinden biyolojiyi esas almakta; değer, amaçtan kaynaklanmaktadır. Pratik açıdan bakıldığında değer gerçeklerde saklı bulunmaktadır.

Abraham Lincoln, bir gün Meclise giderken yol kenarında çamur içinden çıkmaya çalışan bir domuz yavrusunu gördüğünde, arabasını durdurup, çamurun içinden domuz yavrusunu kurtarıyor. Şoförün ‘elbiseniz çamurlandı’ demesi üzerine ‘ben yapılması gerekenini yaptım’ diyor. Ondan başkasının yararlanması beni ilgilendirmiyor. Kant’da bunu söylemiyor muydu?  Para-pul mu, şöhret mu mutluluk, huzur getiriyor; yoksa ahlaki davranmanın daha kalıcı bir mutluluk sağlayıcı ajan olduğudur?  Mal-mülk, servet mutluluk getirir mi? Midenizin çapı belli? On parmağınız var, her parmağınıza pırlanta taşlı yüzük taksanız çok sakil olmaz mı?

Psikolojik araştırma adaleti üç farklı düzeyde açıklamaktadır. İlki, bireysel düzey, bireyin "içindeki" adalete odaklanmakta ve insanların adalete önem verip vermediklerini, neden ve hangi koşullar altında önemsediklerini ve ne zaman önemsemediklerini açıklayabilecek bireysel ihtiyaçları, endişeleri ve güdüleri tartışmaktadır. İkincisi, kişilerarası düzey olup, bireyler arasındaki adalete odaklanıp, dağıtımsal, usuli, etkileşimsel ve cezalandırıcı adaleti tartışma konusu olurken, üçüncüsü, gruplar arası düzeyde, şirketler, uluslar veya kültürler gibi sosyal gruplar veya sosyal "kategoriler" arasındaki adaletle ilgili çatışmalara odaklanmaktadır.7 Adalet ve adaletsizlik iki karşıt terim görüntüsü vermesine karşın, iki karşıt kavram değildir. Adalet terimi bir fikri/tasarımı, genel bir istemi, adaletsizlik terimi ise bir durumu ifade etmektedir. Adaletsizlik hissinin ezelden beri var olduğu görülmekte, şempanzeler ve Capuchin maymunlarının (beyaz yüzlü Güney Amerika maymunu) adil dağıtılmayan yiyecekler karşısında keskin bir adaletsizlik hissi sergiledikleri, araştırmacılarca, gözlenmiştir.

Her adaletsizlik bazı şeylerdeki dengesizliktir. Dolandırıcının dolca vita yaşarken mağdurun sefalet içinde bulunması somut bir örnektir. Bozulan bir dengenin restore edilmesi ve korunması hedeflenmektedir. Hukuk tarihinde, en kötüsünden en iyisine doğru dört biçimde adalet gösterisine tanık olunmaktadır. En yüksek adalet derecesi uzlaşma/sağaltım iken (kanı kanla değil; kanı suyla temizlerler) en düşük derecesi ise öç almadır. İşte bu analiz tam olarak “siyah veya beyaz” dan çok bir derecelendirme sorunudur.

Boyutları şöyledir:

- Kısas/ödeşme/öç almak-Göze göz sonuçta herkesin körleştiği bir dünyaya yönelimi içermekte;

- Sistematik değer boyutu-Hukuk önünde eşitlik veya eşit tretmanı kapsamakta;

- Tazmin/hakkaniyet- Karşılıklılık (quid pro quo) ilkesinin egemen olması ve her halde bir elmaya karşılık bir otomobilin söz konusu olmaması; ve

- Herkese hak ettiğinin verilmesidir.

Varoluşçu anlamda, “demokratik bir vatandaş, ne zaman adalete başvuru gereğine programlanmıştır?” diye sorduğumuzda ise, hiç kuşkusuz, doğrudan veya dolaylı olarak adaletsizce bir eylemin etkisini gören, işiten veya okuyanın adalete sarıldığı görülmüştür. Her adaletsizlik bazı şeylerdeki dengesizliktir. Dolandırıcının dolca vita yaşarken mağdurun sefalet içinde bulunması somut bir örnektir. Bozulan bir dengenin restore edilmesi ve korunması hedeflenmektedir. Hukuk tarihinde, en kötüsünden en iyisine doğru dört biçimde adalet gösterisine tanık olunmaktadır. En yüksek adalet derecesi uzlaşma/sağaltım iken (kanı kanla değil; kanı suyla temizlerler) en düşük derecesi ise öç almadır. İşte bu analiz tam olarak “siyah veya beyaz” dan çok bir derecelendirme sorunudur.

İnsanlar arasında kendi gözüyle gören ve kendi yüreğiyle hissenler çok azdır.”
Albert Einstein

Her zaman bir adaletsizlik hissi olacaktır.  Adaletsizlik duygusunun insanlardan başka primatlarda da mevcut olması, derin biyolojik köklere işaret ediyor.  Adaletsizlik, bir başkasına adaletsizlik içeren veya birinin haklarını ihlal eden her türlü eylem için geçerlidir. Gerçekte J.S.Mill’ın belirttiği gibi, “adalet diğer çoğu ahlaki vasıflar gibi karşıtı ile daha iyi tanımlanmaktadır”. Bu bağlamda "adaletin" anlamı, yinelersek, bir durum olmayıp, bir süreç; bir koşul değil, bir eylem olmaktadır. Adalet, yine bu doğrultu- da adaletsizlik duygusunu doğuran şeyi düzeltmek veya bu duygunun doğmasına engel olma yolunda aktif bir süreç olarak algılanmalıdır.

Boyutları:

- Kısas/ödeşme/öç almak-Göze göz sonuçta herkesin körleştiği bir dünyaya yönelimi içermekte;

- Sistematik değer boyutu-Hukuk önünde eşitlik veya eşit tretmanı kapsamakta;

- Tazmin/hakkaniyet- Karşılıklılık (quid pro quo) ilkesinin egemen olması ve her halde bir elmaya karşılık bir otomobilin söz konusu olmaması; ve

- Herkese hak ettiğinin verilmesidir.

Sonuçta adaletin bir düşünce olduğu unutulmamalıdır. Adalet ve hakkaniyet ilkeleri aynı zamanda usule ilişkin, cezalandırıcı ve onarıcı adaletin de merkezinde yer almaktadır. Bu tür ilkelerin tarafsız, tutarlı ve güvenilir kararlar üreten usulleri sağlaması beklenir. Burada odak noktası, adil bir sonuca ulaşılabil- mesi için belirlenmiş kuralların adil bir şekilde uygulanmasıdır. Adil usuller, alınan kararların meşruiyeti ve bireylerin bu kararları kabul etmesi açısından merkezi öneme sahiptir.

Hem hukuki işlemler bağlamında adil usullerin sağlanması için, bu usulleri yürüten üçüncü tarafın tarafsız olması gerekir. Bu, uygun bilgilere dayanarak dürüst ve tarafsız bir karar vermeleri gerektiği anlamına gelmektedir. Örneğin, hâkimler tarafsız olmalı ve taraflardan birine haksız avantaj sağlayacak herhangi bir önyargı sergilememelidir.  

Kişiler adalet talep ederken (veya haksızlığa uğradıklarını söylerken, kendi ifadeleriyle haklarını isterken) neyi dile getirmeye çalışıyorlar? Yerli yersiz neyi talep etmektedirler? “Adaletin” anlamı nedir? Adalet bir gerçek mi, yoksa bir düşünce mi?  Biçimleri çok seven insanlar için adalet insan mükemmel- liğinin bir biçimi midir?

Hukuk sonunda adaleti gerçekleştirmelidir. Adalete, onu gerçekleştirmeye yönelmeyen bir hukuktan söz etmek, estetik değeri amaç edinmemiş bir sanat ya da hakikate sırt çevirmiş bir bilimden söz etmek kadar anlamsızdır.

Adalet soyut bir fikir olarak ele alınabileceği gibi dünyadaki adaletsizlikleri azaltmaya yönelik tasarımlar için dayanak olacak pratik bir formül (adalet teorisi) olarak da ele alınabilir.8 Kuşkusuz, bir adalet teorisi öteki teoriler gibi aynı yöntem kurallarına tabidir.

Adalet üzerine Chomsky, Elders ve Foucault arasında geçen tartışmada, Foucault, “adalet fikrinin gerçekte belli bir siyasi ve ekonomik gücün bir enstrümanı veya o güce karşı bir silah olarak farklı toplum türlerinde yaratıldığını ve çalıştığını” dile getirmiştir. O’na göre, “adalet kavramının kendisi, herhalde, sınıflı bir toplumda ezilen sınıf tarafından ve bir farklılık nedeni olarak ortaya konulan bir taleptir.”9

“Kim olduğumuzu sürekli yaptığımız şeyler belirler.

Kalite bir eylem değil, bir alışkanlıktır. Aristo

Adalet Formülü

Özel ilişkileri veya özel davaları çözümlemek, karara bağlamak için bir doğal hukuk formülü veya belirli bir değerler hiyerarşisi var mıdır? Kuşkusuz, aklını kullanan insan için böyle bir formül veya belirli bir hiyerarşi yoktur. Hür ve yetkin bir akıl, ahlaki seçimler ve kararlar vermek durumunda kaldığında hazır yanıtları kitabın dizininde bulamayacağını bilir.10 Hiç kuşkusuz, duygunun çıkışı ve adaletin pratik işlevinde aklın rolü vazgeçilmezdir. Adalet, adaletsizlik duygusu11 yaratacak şeyin ıslahı veya önlenmesi aktif sürecidir. İşte kuramsal olarak “doğru ve adil” olan doğal hukukun gerçek yaşamda yetersiz kalması karşısında süreç olarak algılanan adaletin ne derece isabetli olduğu aşağıda sergilenmektedir.

Tek tek her alanda bile, girift bir bağlama bir cetvelle yaklaşılamaz.  Ahlaki bakımdan yargılayan kişinin, tıpkı bir mimarın girift yivli bir sütunu düz bir cetvelle ölçmeye kalkışmaması gibi basit ve katı bir kurallar dizini pratik durumun karmaşıklıklarına uygulanamaz. Bunun yerine, tıpkı mimarın, sabit ve değişmez olmayan, taşın biçimine göre bükülebilen esnek bir metal şerit kullanması gibi girift bir ahlaki durum içine girdiğiniz zaman, tüm güç/melekelerinizin açık ve karşılık vermeye hazır durumda olması, kendimizi bu tikel durumun girift, muhtemelen özgün ve tekrarlanamaz taleplerine göre biçimlendir-meye hazır olmamız gerekmektedir” (Aristoteles). 

Adalet, çoğu tanımlama girişimlerinin belgelediği üzere, bir formül içine hapsedilmeğe isteksizdir. Belli bir zaman ve mekân için anlamlı olan örneğin sosyal Darwinizm diye adlandırılan “güçlü olanın yaşam hakkı” gibi adalet anlayışlarından hiçbiri geçerliliğini koruyamamıştır. 

1920’li yıllarda, Nazi ve Faşist mahkemelerin yaptıklarına bir tepki olarak doğal hukukun yeniden sahneye çıkışına tanık olunmuştur: Hâkimler tam bir pozitivist olarak hareket ettiler. Bir kırsal yöre hâkimi olan Dr. Lothar Kreyssig dışında hiçbir hâkim istifa etmeyi veya o hukuka karşı gelmeyi aklına getirmedi. Nazi devrinde Alman mahkemelerince hükmedilen 80.000 idam cezasından % 80’ı infaz edildi. İşgal altındaki Polonya’da dili bilip bilmedikleri araştırılmaksızın Polonyalı ve Musevi sanıkların duruşmaları Almanca yürütüldü. Bu olgular pozitivizme karşı haklı bir tepki yarattı ve bundan da doğal hukuk düşüncesi yararlandı. Bu bağlamda da şu iki soru haklı olarak sorulmaktadır:

1. İtalya ve Almanya’daki hâkimlerin doğal hukukta eğitim görmelerine (doğal hukuk bilgisinin ahlaki güçlerin adaletsizliğe karşı gelmesi için varlığına) karşın bunu pozitif hukukun ıslahında neden kullanmadıkları?

2. Pozitivizmin idamesi mi, yoksa, doğal hukuka avdet edilmesi mi isabetli olacaktır?

Bu bağlamda merkezi soru doğal hukukun nasıl insanî olabileceğidir: 1) Kişilerin kendilerine ve topluma zararlı olmadığı sürece istediklerini yapmakta hür olması (doğal otonomi); 2) Hükümetle- rin/ceza adaleti ajanlarının illegal tutum ve davranışlarına karşı güvence sağlanması (silahların eşitliği12) ve 3) Doğal hukukunun pozitif hukuk için rehber ve test kaynağı olmasıdır. Bu konum kişinin ortaya koyduğu iradi bir seçimdir ve J. Frank’ın belirttiği gibi “insan ‘olması gerekeni’ doğada bulmuyor; onları oraya yerleştiriyor.”

Doğal hukuk, fizyolojik anlamda dürtüsele de karşıdır. İhlali halinde kendi cezasını vermekte; kendile- rini cezalandırmaktadır. Nitekim, Sokrat, ensest ilişkisinin doğal hukuku ihlal ettiğini belirtti.

Amartya Sen'in 2009'da yayınlanan "Adalet Fikri" adlı kitabı,13 adaletin geleneksel kavramlarına meydan okuyor ve adil bir toplum yaratma konusunda yeni bir bakış açısı sunuyor. Amartya Sen, birçok geleneksel teorinin önerdiği gibi adaletin yalnızca dağıtım ve adaletle sınırlı olmaması gerektiğini savunur. Bunun yerine, yetenekler, özgürlükler ve kurumların işleyişi de dahil olmak üzere birden fazla boyutu kapsayan daha geniş bir adalet anlayışı önerir. Sen, kapsamı genişleterek insan hayatlarının karmaşık gerçekliklerini yakalamayı ve bireylerin fırsatları ve refahındaki önemli farklılıkları ele almayı amaçlamaktadır. Sen'in temel iddialarından biri, adaletin yalnızca ekonomik veya maddi dağıtımla sınırlı olmaması gerektiğidir. Geleneksel teoriler genellikle kaynakların adil dağılımına öncelik verir veya soyut ilkelere odaklanır, bireylerin somut deneyimlerini ve yeteneklerini ihmal eder. Özünde, yetenekler yaklaşımı odağı insanların kaynaklara ve mallara erişimini ölçmekten, bireylerin gerçekte ne yapabildiğini ve ne olabildiğini incelemeye kaydırır. İnsan gelişimine katkıda bulunan ve bireylerin toplumun aktif üyeleri olarak işlev görmesini sağlayan çok çeşitli faktörleri dikkate almanın önemini vurgular.

“Pratik akıl yürütmenin temeli olarak hizmet edebilecek bir adalet teorisi, yalnızca mükemmel derecede adil toplumların karakterizasyonunu hedeflemek yerine, adaletsizliğin nasıl azaltılacağına ve adaletin nasıl geliştirileceğine karar vermenin yollarını içermelidir; bu, günümüz siyaset felsefesinde birçok adalet teorisinin baskın bir özelliğidir.”

O’na göre adil bir toplum inşa etmek için bazı çıkarımlar şunlardır:

- Hukukun üstünlüğü ve adalete eşit erişim,

- İnsan haklarının korunması,

- Fırsat eşitliği,

- Sosyal güvenlik ağları ve refah sistemleri,

- Katılımcı demokrasi ve kapsayıcı karar alma,

- Çevresel sürdürülebilirlik, ve

- Yolsuzlukla mücadele ve hesap verebilirliği sağlamadır.

Bu çıkarımlar, adil bir toplum yaratmada kurumsal tasarım ve reformun önemini vurgular. Adalet, eşitlik ve insan hakları ilkelerini destekleyen kurumlar kurarak ve sürdürerek toplumlar, tüm üyeleri için daha fazla adalet, kapsayıcılık ve refaha doğru çabalayabilir.14 Demokratik bir toplumda kamu kurumları ancak ve ancak kurum dışındaki bireylerin beklentilerini karşılamaları durumunda varlıklarını ve faaliyetlerini sürdürebilirler.15

Sonuçta adalet soyut bir fikir olarak ele alınabileceği gibi dünyadaki adaletsizlikleri azaltmaya yönelik tasarımlar için dayanak olacak pratik bir formül (adalet teorisi) olarak da ele alınabilir. Kuşkusuz, bir adalet teorisi öteki teoriler gibi aynı yöntem kurallarına tabidir. Hukuk sonunda adaleti gerçekleştirmelidir. Adalete, onu gerçekleştirmeye yönelmeyen bir hukuktan söz etmek, estetik değeri amaç edinmemiş bir sanat ya da hakikate sırt çevirmiş bir bilimden söz etmek kadar anlamsızdır.16

Matematiğin hayatın her alanına sızma alışkanlığı vardır ve buna hukuk ve adalet alanı da dahildir. İster mahkemede istatistiğin kullanılması ister DNA kanıtlarının değerlendirilmesi ister yapay zekanın ceza adaleti sistemindeki potansiyel rolü olsun, ilgili konuların matematiksel olarak anlaşılması, gerekli olmasa da faydalı olabilir.

Prof. Dr. Mustafa Tören Yücel

----------------

1 Michael J. Sandel Adalet Yapılması Gereken Doğru Şey Nedir? Eski Kitaplar (Çev.M.Kocaoğlu), 2022, s.41: “Bir toplumun adil olup olmadığını sormak, hak ettiğimiz gelirin, sorumlukların ve hakların, güçlerin ve fırsatların, makamların ve rütbelerin nasıl dağıtıldığını sormaktır”.

2 Plato’s Republic-Theory of Justice/Adalet Teorisi YouTube; ayrıca bkz. Disparities and Discrimination in the European Union’s Criminal Legal Systems, January 2021.

2 Bkz. Nicomachean Ethics" Book V – Justice

3 Aristoteles: Nicomahean Etics Book V-Justice.  Nikomakhos’a Etik (Çev.S.Babür) Ayraç  Yayınevi, Ank.,1998.

4 Stephen A. Smith-Rights, Wrongs, and Injustices: The Structure of Remedial Law, Oxford University Press, 2019. Legisprudence ve yaptırımların öğretide fazlaca işlendiği ve fakat kararların fazlaca irdelenmediğine dikkatleri çeken kitabın belirli çarelere ilişkin incelemesinde yer alan dört ana tema şöyledir: Birincisi, bireyler yardım istediklerinde mahkemelerin ne yapması gerektiği sorusu (ıslah hukukunun odağı), bireylerin günlük yaşamlarında birbirlerine nasıl davranmaları gerektiği sorusundan (maddi hukukun odağı) farklıdır. İkincisi, çareler emrettikleri eylemlerin gerçekleştirilmesi için ayırt edici nedenler sağlar; özellikle kurallar veya yaptırımlar tarafından sağlananlardan farklı nedenler sunarlar. Üçüncüsü, telafi hukukunun maddi hukukla karmaşık bir ilişkisi vardır. Bazı çareler haklara-tehditlere, bazıları haksızlıklara, bazıları da adaletsizliklere tepkidir. Dahası, çözüm yolları bu olaylara farklı şekillerde tepki verir: Çözüm yollarının çoğu yalnızca asli görevleri kopyalarken, diğerleri asli görevleri değiştirir ve bazıları tamamen yeni görevler yaratır. Dördüncüsü, telafi hukuku genel ilkelerle, yani 'yasal' ve 'adil' telafiler arasındaki geleneksel ayrımları ortadan kaldıran ilkelerle desteklenir. Ayrıca yargıya egemen olan gerekçesiz karar olgusu için bkz. Taha Akyol. “Yargı ne yapıyor?!” Karar 29/12/2023; Reşat Çetinkaya.  “AİHM VE AYM Kararları Işığında Gerekçeli Karar Hakkı” TAAD, Yıl 15, Sayı 57, Ocak 2024. Venedik Komisyonu’nun HSK raporu (Türk yargısı bağımsızlığı için öneriler) Hâkimler ve savcıların, yargı sisteminin farklı seviyelerinde meslektaşları tarafından seçileceği bir sistemin kurulmasını sağlamak amacıyla ilgili Anayasal ve yasal düzenlemelerin değiştirilmesi; doğal üyeler Adalet Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarının HSK’dan çıkarılması, HSK Başkanı’nın, üyeler tarafından seçilen tarafsız bir figür olması, HSK’nın tüm kararlarına karşı yargı denetimi sağlanması. Rapor için bkz.

 https://www.venice.coe.int/webforms/documents/default.aspx?pdffile=CDL-AD (2024) 041-e

5 John Rawls'un Hakkaniyet Olarak Adalet Teorisi için ayrıca bkz. Harry Brighouse. Adalet (Çev. Raşit Çelik) Epos Yayınları, 2014, ss.45-86.

6 Eski Hindistan’da “balık adaleti”nde, deniz yaşamında büyük balıklar küçük balıkları özgürce, kimse onları durdurmaksızın her zaman yutabilir, dünya böyle olmamalıdır. Ne var ki, tüm tedbirlere ve güvencelere karşın küçük balıklar risk içinde iseler adaletten söz edilemez.

7 Social Psychology and Justice, Edited by E. Allan Lind, Routledge, 2020. When Pursuit of Justice creayes Injustice, YouTube

8 Dr. Fikret Zengin. Artı Gerçek- “Bauer, eşitlikçi, eşitleyici bir beynimiz olmasının, onun komünist olduğu anlamına gelmediğini açıklarken, bir dereceye kadar eşitsizliğin tolere edilebileceğini; ancak belli bir sınırın ötesinde, kaynakların eşitsiz dağılımını büyük bir adaletsizlik olarak tanımlar. Büyük refah karşısındaki aşırı yoksulluk, dışlanma ve adaletsizliğin ve bunun da kaçınılmaz sonucunun saldırganlık olduğunu belirtiyor.”

9 Bkz. F. Elders. “Human Nature: Justice versus Power” Reflexive Water: The Basic Concepts of Mankind, London: Souvenir Press, 1974, ss.135-97.

10 “Tek tek her alanda bile, girift bir bağlama bir cetvelle yaklaşılamaz.  Ahlaki bakımdan yargılayan kişinin, tıpkı bir mimarın girift yivli bir sütunu düz bir cetvelle ölçmeye kalkışmaması gibi basit ve katı bir kurallar dizini pratik durumun karmaşıklıklarına uygulanamaz. Bunun yerine, tıpkı mimarın, sabit ve değişmez olmayan, taşın biçimine göre bükülebilen esnek bir metal şerit kullanması gibi girift bir ahlaki durum içine girdiğiniz zaman, tüm güç/melekelerinizin açık ve karşılık vermeye hazır durumda olması, kendimizi bu tikel durumun girift, muhtemelen özgün ve tekrarlanamaz taleplerine göre biçimlendirmeye hazır olmamız gerekmektedir” (Aristoteles). Adaletin nesnel ve öznel koşulları için Bkz. J.Rawls, A Theory of Justice 1973, pp.126-130; Ortega Y Gassset. Tarihsel Bunalım ve İnsan Metis Yayınları, 1992, s.97.

11 Adaletsizlik duygusunun ezelden beri var olduğu görülmektedir. Şempanzeler ve Kapuçin maymunlarının adil dağıtılmayan yiyecekler karşısında keskin bir adaletsizlik duygusu sergiledikleri, araştırmacılarca, gözlenmiştir. Ayrıca bkz. M.T. Yücel. “Adaletsizlik Duygusu” Ceza Adaletine Özgün Sorunlar, Adalet Yayınevi, 2023, ss.71-88.

12 Taraflara aynı “silahların” sağlanması dahi, sanık aleyhine bir durumun ortaya çıkmasını önleyemez. Bir tarafta profesyonel olan ve yıllardan beri edindiği deneyim ile ceza yargılama hukukunu tüm ayrıntıları ile bilen Cumhuriyet Savcısı, karşısında ise, itiyadı ve mesleki suçlular dışında ceza yargılaması hukuku ve uygulaması konusunda çok az bilgi ve deneyimi olan sanık yer almaktadır.  Ne var ki, adil bir yargılama yapılabilmesi için temel koşul, sanığa sahip olduğu hakların öğretilmesidir. Ancak bu hakların de facto kullanılması sonucu “şeriatın kestiği parmak acımaz” (actus curiae neminem gravabit). Ayrıca Bkz. M.T.Yücel. “Hukukun Sosyal Teorisi” TBB Dergisi Sayı 52 (Mayıs/Haziran 2004) ss.118-133. Soner Yalçın. “Masumiyet karinesi” Sözcü (31 Ekim 2024). Mustafa T. Yücel. https://www.hukukihaber.net/usul-adaleti-ve-psikolojik-gerçekler

13 Amartya Sen:T he idea of justice YouTube

14 https://www.opendemocracy.net/en/amartya-sen-and-idea-of-justice/ Ayrıca bkz. Manuel Ramos Maqueda ve Daniel L. Chen. The Role of Justice in Development: Empirical Evidence, ss.3-9-World Bank Group, 2021. Dünya çapında 142 ülke ve yargı bölgesini değerlendiren 2024 WJP (Dünya Adalet Projesi) Hukukun Üstünlüğü Endeksine göre, Ceza davalarında 107. sırada Türkiye’nin puanı 0,34 iken 1. sıradaki Danimarka’nın puanı 0,87; hukuk davalarında 122. sırada Türkiye’nin puanı 0,40 iken 1. sıradaki Danimarka’nın puanı 0,84’dür.

15 Bkz. Avrupa Konseyi ve Türkiye Cumhuriyeti Yargıtay Başkanlığı. Yüksek Performanslı Mahkeme Çerçevesi, 2021. Adalet açığı-Dünya genelinde yaklaşık 5 milyar insanın karşılanmamış adalet ihtiyacı olduğu tahmin ediliyor. Bunlar arasında günlük sorunları için adalet elde edemeyenler, kanunun sağladığı fırsatlardan mahrum bırakılanlar ve aşırı adaletsizlik koşullarında yaşayanlar yer alıyor.

Adalet açığı, en azından bir karşılanmamış adalet ihtiyacı olan kişi sayısı olarak anlaşılabilir. Bunlar hem günlük sorunlar hem de ciddi adaletsizlikler için nihayetinde ihtiyaç duydukları adaleti alamayan kişilerdir. Dünya Adalet Projesi (WJP') tahminine göre,

- 1,5 milyar kişi, medeni, idari veya cezai adalet sorunları için adalet elde edemiyor. Bunlar suç mağdurları ve işleyen kurumlar ve adalet sistemleriyle bağlamlarda yaşayabilen, ancak günlük adalet sorunlarını çözmede engellerle karşılaşan medeni ve idari adalet ihtiyaçları olan kişilerdir.

- Yasanın sağladığı fırsatlardan dışlanan 4,5 milyar kişi. Bunlar, varlıklarını korumalarına ve hakları olan ekonomik fırsatlara veya kamu hizmetlerine erişmelerine olanak tanıyan kimlik belgeleri, arazi veya konut mülkiyeti ve resmi çalışma düzenlemeleri gibi yasal araçlardan yoksun kişilerdir.

- Aşırı adaletsizlik koşullarında yaşayan 253 milyon insan. Bunlara vatansızlar, modern köleliğin kurbanları ve yüksek düzeyde güvensizliğin olduğu kırılgan eyaletlerde yaşayan insanlar dahildir.  Bkz.World Justice Project. Measuring the Justice Gap, 2019.

16 Opening of the Courts of Ontario 2024 / la rentrée des tribunaux de l’Ontario pour 2024 Youtube