Bu yazımızda; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre tutuklama kararının yüze karşı okunması, yani tefhim suretiyle kararın öğrenilmesi, gıyapta ve tebliğ suretiyle tutuklama kararının verilip verilemeyeceği ele alınacaktır.
Tutuklama; suçlu olduğu konusunda henüz kesin hüküm bulunmayan, ancak suç işlediğine dair kuvvetli suç şüphesi bulunan şüpheli veya sanığın kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, işlediği iddia edilen suç veya suçlarla ilgili adaletten kaçmasının veya delil karartmasının önüne geçilebilmesi amacıyla, hakim veya mahkeme tarafından geçici olarak sınırlandırılmasıdır. Tutuklamanın amacı; ceza muhakemesinde maddi hakikate ve adalete ulaşılabilmesi veya muhtemel bir mahkumiyet kararının infazının temini olabilir. Bu durumda bulunan kişiye tutuklu, içinde bulunduğu duruma ise tutukluluk denir[1].
Baştan ifade etmeliyiz ki; tutuklamanın ceza muhakemesinde bir koruma tedbiri olduğunu, bu tedbirin kişi hürriyeti ve güvenliğine kısıtlama getirdiğini, bu nedenle istisnai bir tedbir olup, bu tedbire ancak kuvvetli suç şüphesinin ve bir tutuklama nedeninin varlığı ile zorunlu hallerde ölçülü şekilde başvurulması gerektiğini, şüpheli veya sanık hakkında atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesi olsa dahi öncelikle CMK m.109 ila m.112’de düzenlenen adli kontrol tedbirinin uygulanması gerektiğini, özetle tutuklama tedbirinin bir amaç değil araç olduğunu öncelikle belirtmek isteriz.
Tutuklamanın maddi koşulları; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin bulunması ve Kanunda gösterilen tutuklama nedenlerinden birisinin gerçekleşmesidir. CMK m.100/2’de tutuklama nedenleri şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların olması, şüpheli veya sanığın delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme şüphesinin olması, tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunması gibi haller olarak gösterilmiştir.
Tutuklamanın hukukiliği ve şartları; Anayasa m.19/3, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.5 ve Ceza Muhakemesi Kanunu m.100 ve m.101’de düzenlenmiştir. Bu maddelerde gösterilen şartlar emredici özellik taşıyıp, Anayasa m.138/1 gereğince tüm hakimleri ve mahkemeleri bağlamaktadır. Nitekim Anayasa m.13 gereğince; Anayasada gösterilen özel sebepler ve yasal düzenleme olmadıkça, hiç kimsenin hak ve hürriyeti kısıtlanamayacağı gibi, bu kısıtlamaların demokratik toplum düzeni içinde olacağı, “ölçülülük” ilkesine aykırı olamayacağı, hiçbir kısıtlamanın temel ve hak hürriyetlerin özünü zedeleyemeyeceği ifade edilmiştir.
CMK m.101/1’de yer alan; “Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hakimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re’sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adli kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukuki ve fiili nedenlere yer verilir.” hükmü uyarınca, tutuklamanın mutlak surette başvurulması gereken zorunlu bir tedbir olmadığını, tutuklamaya yönelik istem yazısında da ilgili ve yeterli gerekçelerin gösterilmesinin zorunlu olduğunu ifade etmeliyiz. CMK m.101/2’ye göre; tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya tahliye isteminin reddine ilişkin kararların içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir. Bu bildirim aynı zamanda yüzyüzeliği ifade etmektedir. Tutuklama kararının şüpheli veya sanığa bildirilmesi hususu ise Anayasa m.19/4’de; “Yakalanan veya tutuklanan kişilere, yakalama veya tutuklama sebepleri ve haklarındaki iddialar herhalde yazılı ve bunun hemen mümkün olmaması halinde sözlü olarak derhal, toplu suçlarda en geç hakim huzuruna çıkarılıncaya kadar bildirilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Tutuklama kararına karşı kanun yoluna başvurma hakkı Anayasa m.19/8’de; “Her ne sebeple olursa olsun, hürriyeti kısıtlanan kişi, kısa sürede durumu hakkında karar verilmesini ve bu kısıtlamanın kanuna aykırılığı halinde hemen serbest bırakılmasını sağlamak amacıyla yetkili bir yargı merciine başvurma hakkına sahiptir.” şeklinde ifade edilmiş, bu düzenlemede tutuklanan kişilerin makul sürede yargılanmayı ve soruşturma ve kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakkı olduğu belirtilmiştir.
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 5. maddesinde kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında; suçlamalar konusunda derhal bilgilendirilme hakkı düzenlenmiş olup, İHAS m.5/2’ye göre; “Yakalanan herkese, yakalanma nedenleri ve kendisine yöneltilen her türlü suçlama konusu derhal/en kısa sürede ve anladığı bir dilde derhal bildirilecektir”. Bu fıkra hükmüne göre, yakalanan kişiye bildirimde bulunmada üç önemli unsur bulunulması gerektiği ifade edilmiştir. İlk olarak; kişiye yakalanmasının nedenleri ve kendisine yöneltilen her türlü suçlamanın konusu anlatılmalı. İkinci olarak, bu bilgilendirme en kısa sürede yapılmalı ve üçüncü olarak bu bilgilendirme kişinin anladığı dilde yapılmalıdır.
Konumuza dönecek olursak; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun sistematiğinde “tutuklamaya yönelik yakalama tedbiri” adı altında bir tedbir yöntemi bulunmadığını, gıyapta/yoklukta tutuklamanın kabul edilmediğini, eski düzenlemede gıyapta/yoklukta tutuklama olmakla birlikte şimdi de facto, “ifade amaçlı yakalama”, “tutuklama amaçlı yakalama” kavramlarının ortaya çıktığını, uluslararası alanda da Interpol yakalaması çıkarabilmek için tutuklama kararına ihtiyaç olduğunun söylendiği görülmekle, kaçak şahıs yurt dışında iken CMK m.199 dahil yakalama kararı çıkarabilmek mümkün olmakla birlikte, tutuklama mümkün gözükmemektedir.
Tutuklama kararının verilmesinden önce, şüpheli veya sanık ile müdafiinin huzurunda ifadesinin alınması gerektiği şüphesiz olduğu, kanaatimizce bu kuralın adli kontrol için de geçerli olduğu, yine ilk tutuklama aşamasında şüphelinin savunma hakkına saygı gösterilmesi gerektiği, tutuklama kararının verilmesine ilişkin işlemlerin yine yüzyüzelik kapsamında yüze karşı yapılması gerektiği tartışmasızdır.
Tutuklama kararı şüphelinin veya sanık ile müdafiinin huzurunda, usule uygun dinledikten sonra onların yüzüne karşı veya yokluklarında ve sonradan tebliğ ederek verilebilmektedir. Ancak bu husus, CMK m.108 uyarınca soruşturma aşamasında yapılan tutukluluğun devamına yönelik kararlarda uygulama alanı bulmalı, Cumhuriyet savcısının CMK m.101/1 uyarınca tutuksuz şüphelinin tutuklanmasını talep ettiğinde ise, şüphelinin sulh ceza hakimi sorgusundan sonra tutuklama kararının mutlaka yüzüne karşı okunmalıdır.
CMK m.108 uyarınca şüphelinin aylık tutukluluk incelenmesinde savunma hakkı müdafii veya şüpheli tarafından yerine getirilmekle, hakim tutukluluk durumu ile ilgili değerlendirme yapmak üzere çekildiğinde; müdafi ve şüpheli hazır durumda ise tefhim şeklinde, hazır değiller ise, örneğin o sırada müdafi duruşma salonunda çıkmış ve bir daha salona gelmemişse tebliğ şeklinde kararı ilan edilmelidir. Burada tebliğ veya tefhimin bu karara karşı gidilecek kanun yolu açısından önemi bulunmaktadır ki, başvuru süresi kararın tefhimi halinde tefhim tarihinden, tebliğ edilmesi halinde ise tebliğ tarihinden itibaren başlayacaktır.
Cumhuriyet savcısı tarafından tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanığın avukatı yoksa, yetkili merci tarafından şüpheli veya sanığın bir avukattan yardım alması gerektiği hatırlatılmalı/bildirilmeli ve şüpheli veya sanığın avukatı yoksa, hakim veya mahkeme, baro tarafından bir avukat atamalıdır. CMK m.101/3’ye göre; “Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanır.” şeklindeki hükümle bu durum ifade edilmiştir.
CMK m.103’de şüphelinin adli kontrol altına alınarak serbest bırakılması, CMK m.104’de ise şüpheli veya sanığın salıverilmesi istemlerine yer verilmiştir. CMK m.105’de ise, bu isteklerin ilgili merci tarafından karara bağlanırken uygulanacak yöntem düzenlenmiştir.
CMK m.105/1’e göre; “103 ve 104’üncü maddeler uyarınca yapılan istem üzerine, merciince Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra, üç gün içinde istemin kabulüne, reddine veya adli kontrol uygulanmasına karar verilir. 103’üncü maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesi uyarınca yapılan istemler hariç olmak üzere örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından bu süre yedi gün olarak uygulanır. Duruşma dışında bu karar verilirken Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşü alınmaz. Bu kararlara itiraz edilebilir”. Buna maddeye göre; CMK m.103 ve m.104’e konu istek üzerine verilecek karar, Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiin görüşü alındıktan sonra verilecektir, yani geri alma veya salıverme isteği bulunduğu takdirde hakimin yalnızca belgeleri incelemekle yetinmemesi ve mutlaka Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşünün alınması gerektiği ifade edilmiştir. Bu durumda; şüpheli, sanık veya müdafiinin görüşleri alınmadan, salıverilme isteklerine ilişkin karar verilemeyeceği, verilen kararlara karşı itiraz yolu açık olduğu, şüpheli veya sanığın, müdafiisi varsa, müdafiinin görüşü alınmasıyla yetinilebileceği söylenebilir.
Cumhuriyet savcısı veya sanığın salıverilme istekleri bulunmasa dahi CMK m.108’e göre en geç otuzar günlük süreler içinde tutukluluk durumunun gözden geçirilmesi gerekmektedir. CMK m.108/1’ göre: “Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk halinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hakimi tarafından 100’üncü madde hükümleri gözönünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir”. Soruşturma evresinde, şüpheli veya Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hakimi, otuzar günlük süreler itibariyle tutukluluk halinin devamının gerekip gerekmediğini inceler ve bu hususta bir karar verir. Sulh ceza hakiminin tutukluluk halinin devam edip etmemesine karar verirken, CMK m.100’ü gözetmesi, şüpheli veya müdafiini dinlemesi gerekmektedir. Örneğin, suçun delillerinin toplanması nedeniyle, şüphelinin artık bunları ortadan kaldırması olanaksız hale gelmiş olabilir, bu durumda sulh ceza hakimi tutukluluğa son vermelidir.
“Silahların eşitliği” ilkesi uyarınca; tutukluluğun devamına ilişkin Cumhuriyet savcısının görüşü, şüpheli veya müdafiine bildirilmesi gerekmekte olup, tutukluluğun devamına ilişkin kararlar da tıpkı tutuklama gibi gerekçeli olmalıdır. Tutuklama tedbirine kişilerin suçluluğu hakkında kuvvetli suç şüphesinin bulunmasının yanı sıra, bu kişilerin kaçmalarını, delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla başvurulabilir. Başlangıçtaki bu tutuklama nedenleri belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebilirse de; bu süre geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hala devam ettiğinin somut gerekçeleri ve aleyhe değişen durumla birlikte tutukluluğun devamı kararında gösterilmesi gerekir. Bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü takdirde, yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmelidir.
Tutuklama kararına itiraz ile CMK m.108’de düzenlenen tutukluluk kararının gözden geçirilmesi birbirinden farklıdır. Tutukluluk kararına itirazda verilen kararın doğru olmadığı, değiştirilmesi gerektiği belirtilmektedir. Buna karşılık tutukluluk durumunun gözden geçirilmesinde, gelişen ve değişen koşullar içerisinde, başlangıçta var olan tutukluluk koşullarının varlığını sürdürüp sürdürmediği, devam ediyorsa tutukluluk halinin devamına, bu sebepler ortadan kalkmışsa tutukluluk haline son verilmesine karar verilmesi istenmektedir. Bu nedenle maddede şüpheli veya müdafiinin dinlenmesi koşulu getirilmiştir.
Netice olarak; tutuklama kararının verilmesinden önce, şüpheli veya sanık ile müdafiinin huzurunda ifadesinin alınması gerektiği şüphesiz olup, kanaatimizce bu kuralın adli kontrol kararı için de geçerli olduğu, yine ilk tutuklama aşamasında da şüphelinin savunma hakkına saygı gösterilmesi gerektiği, tutuklama kararının verilmesine ilişkin işlemlerin yine yüzyüzelik kapsamında “silahların eşitliği” ilkesine uygun olarak yüze karşı yapılması zorunluluğu tartışmasızdır. Bununla birlikte; tutuklama kararının yüze karşı/vicahi olarak ilan edilmesi gerektiğinden, itiraz kanun yoluna başvurunun da bu kararın şüpheliye veya sanığa tefhimi tarihinden itibaren başlayacağını ifade etmeliyiz.
Özetle; ne olursa olsun yeni kanun döneminde yoklukta/gıyabi tutuklama imkanı kaldırıldığından, tutuklama tedbirinin mutlaka şüphelinin veya yüzüne karşı verilmesi, hükme tutukluluk adı ile bilinen hapis cezasına mahkumiyet kararı ile birlikte tutuklamanın da, sanık hakkında adli kontrol tedbirinin olmaması veya olup da sanığın bunu ihlal ettiğinin tespiti şartıyla verilmesi gerekir. Kesinleşmiş hapis cezasının infazı için çağrıya rağmen gelmeyen veya ceza süresi itibariyle hükümlüye davet gönderilemeyecek haller de dahil olmak üzere, gıyabi tutuklama değil, yakalama kararı çıkarılmalıdır. Nitekim infaz için yakalama kararı ilgili Cumhuriyet başsavcılığı tarafından çıkarılırken, bazı istisnalar hariç yakalama kararını hakim veya mahkeme verebilir. Uygulamada, tutuklama veya ifade veya sorgu amaçlı yakalama türlerine yer verildiği, hatta CMK m.98’in de tutuklamaya dönük yakalama şeklinde anlaşıldığı, fakat bunun doğru olmadığı, çıkarılan yakalama tedbirinin infaz edilmesinden sonra şüpheliye veya sanığa tanınacak savunma hakkına göre tutuklama veya adli kontrol tedbirinin gerekliliğine karar verilmesinin isabetli olacağı tartışmasızdır. Tutuklama tedbiri ile aynı şartlara sahip olan adli kontrol tedbirine de, şüpheli veya sanığın gıyabında karar verilmemeli ve hakkında adli kontrol tedbiri uygulanması düşünülen kişiye sorgu/savunma hakkı tanınmalıdır.
Prof. Dr. Ersan Şen
Stj. Av. Tamer Berk Bayraklı
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
------------
[1] Center/Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 12. Bası, İstanbul, 2014, s.355