12.09.2010 tarihinde Anayasa m.148’de yapılan değişiklikle, kişi hak ve hürriyetlerinin korunması konusunda Anayasa Mahkemesi’ne çok önemli bir yetki verildi. Herkes, Anayasa ile güvence altına alınmış ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ile bu Sözleşmeye ek Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu protokoller kapsamına giren temel hak ve özgürlüklerden herhangi birisinin kamu otoritesi tarafından ihlal edildiği iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilmektedir. Yasama işlemleri ile düzenleyici tasarruflar aleyhine doğrudan bireysel başvuru yapılmayacağı gibi, Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasa tarafından yargı denetimi dışında bırakılan işlemler de bireysel başvuru konusu yapılmaz. İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem veya ihmal için kanunlarda öngörülen idari ve yargı yollarının tümünün, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmesi gerekir.
 
Temel hak ve hürriyetlerinden birisinin ihlale uğradığı iddia edenlerin Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilmeleri, demokratik hukuk devletinde kişi hak ve hürriyetlerinin korunması açısından elde edilmiş ciddi bir başarıdır. Ancak bireysel başvuru hakkının kullanılmasına bağlı sonuçların da mümkün olduğu kadar hızlı elde edilmesi ve başvurularda 6216 sayılı Anayasa Mahkemesi’nin Kuruluşu ve yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 45 ila 48. maddelerinde gösterilen şartlara uyulması gerekir.
 
Anayasa Mahkemesi bugüne kadar, tutukluluk ve ifade hürriyetinin kısıtlanması gibi konularda yapılan bazı bireysel başvuruları oldukça hızlı inceleyip karara bağlamıştır. İhlale uğradığı iddia edilen kişi hak ve hürriyetlerinin korunması açısından, bireysel başvurunun bir an önce sonuca bağlanması çok önemlidir. Ancak her bireysel başvurunun en kısa sürede incelenip sonuçlandırılması, gerek eşitlik ilkesi ve gerekse hak arama hürriyetinin korunup, varsa ihlale derhal son verilebilmesi için zorunludur. Bugün birçok bireysel başvurunun uzun süredir Anayasa Mahkemesi’nde beklediği bilinmektedir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü m.71/2’ye göre, Anayasa Mahkemesi’nin bazı başvurular hakkında ivedilikle karar verilmesini gerekli görmesi ve bu başvuruları en kısa sürede sonuçlandırması mümkün gözükmektedir. Hatta bu noktada, işin ivediliği dikkate alınarak Adalet Bakanlığı’nın cevabının beklenmeksizin başvurunun esas yönünden değerlendirildiği görülmektedir. Acil meseleler için Anayasa Mahkemesi’nin izlediği bu yöntemin desteklenmesi gerekir. Bununla birlikte, ivedi inceleme ölçütlerinin somutlaştırılması, bu kapsama giren tüm başvurular hakkında aynı yönteminin izlenmesi ve “her hak ihlali iddiası önemlidir” kuralından hareketle, diğer başvurularının kabul edilebilirlik ve esas açılarından incelemelerinin de geciktirilmemesi gerekir. Bazı başvuruların uzun süre sonra incelenmesi ile makul sürenin aşılması halinde, başvurucunun mağduriyetinin arttığı ve bu mağduriyetin zamanında giderilmediği, eşitlik ilkesinin ihlale uğradığı ve hak arama hürriyetinin etkin kullanılamadığı görülebilmektedir. Belki başvuruların kabul edilebilirlik yönleri ile derhal ön incelemeye tabi tutulup, başvurular hakkında 6216 sayılı Kanunun 45 ila 48. maddelerinde aranan şartların kontrolü ve bu konuda geliştirilecek somut ölçütler vasıtasıyla esas inceleme için kabul edilemeyecek başvuruların elenmesi, sonuç bekleyen başvurucuların beklentilerinin netleştirmesi ve başvuru sayısının azaltılması mümkün olabilir.
 
Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvuruların yoğunluğu bilinmektedir. Mahkeme, hak ve hürriyetlerinin ihlal edildiğine inananlar tarafından bir umut kapısı olarak görülmektedir. Esasında bir hukuk devletinde, hak ve hürriyetlerin ihlal edildiği iddiası ile sürekli mahkemelere ve bu kapsamda Anayasa Mahkemesi’ne gidilmesi, kamu otoritesinin insan hak ve hürriyetleri karnesi bakımından çok olumsuzdur. Esas olan, kamu otoritesinin hak ihlali iddialarına sebebiyet vermemesi ve bu iddiaları baştan önlemesidir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi istatistiği de, yalnızca başvuru sayısı yönü ile değil, hak ihlali karar sayısı ile de kötü durumdadır. Bu durum, basit mantıkla kişinin her konuyu yargıya taşıma alışkanlığı olarak açıklanamaz. Bu tür bir anlayış, hak ve hürriyetler konusunda yaşanan ihlallere yüzeysel bakılmasına yol açar.
 
Yüksek Mahkemenin bireysel başvurular hakkında verdiği olumlu ve etkili kararların, kişi hak ve hürriyetlerinin korunup geliştirilmesine yaptığı ve yapacağı katkı tartışmasız bir gerçektir. Zaten bu maksatla da 12.09.2010 tarihinde Anayasada yapılan değişiklikle, Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru kabul edilmiştir.
 
Yeri gelmişken Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru ile ilgili gündemde olan iki konuyu kısaca açıklamak isteriz. Birincisi, Yüksek Seçim Kurulu kararlarına karşı Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruda bulunup bulunulamayacağı ve ikincisi de ifade hürriyetini sınırladığından bahisle twitter.com ile ilgili Anayasa Mahkemesi’nin 02.04.2014 tarihinde verdiği karara konu işlemde, kanunlarda öngörülen idari ve olağan yargı yollarının tümü ile tüketilip tüketilmediğidir.
 
1- Türkiye Cumhuriyeti’nde seçimlerin yönetim ve denetimi Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) aittir. YSK’nın Anayasa m.79/2’nin son cümlesine göre, “Yüksel Seçim Kurulu’nun kararlarına karşı başka bir mercie başvurulamaz”. YSK adından da anlaşılacağı üzere, seçimlerin yüksek yargı organıdır. 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun’un 132. maddesinin 4. fıkrasına göre, “Kurulun kararı kesindir. Aleyhine hiçbir mercie ve kanun yoluna başvurulamaz”. 6216 sayılı Kanunun 45. maddesinin 3. fıkrasına göre ise, “… Anayasanın yargı denetimi dışında bıraktığı işlemlerde bireysel başvurunun konusu olamaz”. Elbette kişi hak ve hürriyetlerini ihlal ettiği iddia edilen her türlü tasarruf ve eyleme karşı Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapılabilmelidir. Ancak bu başvurunun, süre, şekil, başvuruya açık olan tasarruf ve eylemler yönünden sınırlarının olduğu da bir gerçektir. Anayasa m.148/5’e göre, “Bireysel başvuruya ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir”. YSK’nın kararları açısından mesele nettir. Yukarıda sıraladığımız Anayasa ve kanunlar gereğince, YSK’nın kararlarına karşı Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz. Ancak bu engel, YSK’nın kararlarına karşı İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne başvuru yolunu kapatmaz. Temsili demokrasinin temeli olan, halkın iradesinin yönetime yansımasını amaçlayan seçme ve seçilme hakkının ihlal edildiğini iddia edenler, YSK’nın kararlarına karşı doğrudan İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne başvurabilirler.
 
2- Twitter.com’a erişimin toplu engellenmesine dair Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın (TİB) uygulamasının hatalı olduğunu, 5651 sayılı İnternet Kanunu’nun 8 ve 9. maddelerinde öngörülen toplu erişim engelleme gerekçelerine yer vermeyen yargı kararları ile sosyal paylaşım ağlarının kapatılmasının hukuka aykırı olacağını, TİB’in yargı kararına dayanmayan toplu erişim engelleme uygulamasını doğru olmadığını, bir yetki aşımı olarak değerlendirileceğini, bu aykırılığa işaret edip TİB’in hukuka aykırı tasarrufunu yürütmesini durduran idari yargı kararının derhal uygulanması gerektiğini, aksi halde “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesi ile ifade hürriyetinin özünün zedeleneceğini daha önce belirtmiştik.
 
Bu açıdan bakıldığında, Anayasa Mahkemesi’nin 02.04.2014 tarihinde verdiği ve başvurucuların Anayasanın 26. maddesi ile güvence altına alınan ifade hürriyetlerinin ihlal edildiğine dair kararının isabetli olduğunu söylemek isteriz. Hatta başvuru bireysel olduğu halde, internet sitesine erişimin herkese açıldığından bahisle Yüksek Mahkeme kararının sadece başvurucularla sınırlı uygulanması ve erişimin toplu engellenmesi kararının hukuka aykırı olduğuna, ihlal kararının başvurmayanları etkilememesi gerektiğine dair eleştirinin ise yerinde olmadığını ifade etmeliyiz. Elbette Anayasa Mahkemesi’nin bazı bireysel başvuru kararları, hem emsal ve hem de giderilen hak ihlalinin kapsamı olarak herkesi etkilemesi mümkün ve twitter.com’un erişime açılması örneğinde olduğu gibi bu kapsayıcı uygulama bazı durumlarda da kaçınılmazdır.
 
Anayasa Mahkemesi’nin İkinci Bölümü’nün 02.04.2014 tarihli kararı incelendiğinde; twitter.com’a erişimin toplu engellenmesi kararına karşı üç gerçek kişi tarafından başvuru yapıldığı, başvuru konusunun ifade hürriyetinin hukuka aykırı şekilde kısıtlandığına dair hak ihlali tespiti olduğu, Anayasa Mahkemesi’nin başvuruları Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 71. maddesinin 2. fıkrası uyarınca ivedi iş kabul etmek suretiyle başvurunun kabul edilebilirliği ve esas yönlerinden incelemeye aldığı, gerekçeli karar incelendiğinde başvurucuların hiçbir idari ve yargısal başvuru yolu kullanmaksızın doğrudan Anayasa Mahkemesi’ne başvurdukları, 24 ve 25.03.2014 tarihli başvurular sırasında, başvurucuların dışında Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı tarafından yürütmenin durdurulması istemi ile açılan iptal davasında, Ankara 15. İdare Mahkemesi tarafından 24.03.2014 tarihinde yürütmenin durdurulması kararı verildiği, Anayasa Mahkemesi tarafından, bu kararı TİB’in yedi gündür uygulamaya koyup erişim engeli kaldırmamasının, başvurucuların idare mahkemesine başvurmalarının etkili bir yol olmadığı sonucuna varılması için yeterli olduğu, yürütmenin durdurulması kararının uygulanması bakımından ilgili idari makama 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 28. maddesinin 1. fıkrasının 1. cümlesi ile tanınan otuz günlük sürenin son güne kadar beklenmesi gereken sürelerden olmadığı, tüm bu sebeplerle başvurucuların TİB’in adı geçen internet sitesine erişimi toplu engellenmesi kararına karşı mevcut idari ve yargısal başvuru yollarının tüketmesini beklenmesinde bir yarar beklenemeyeceği, aksine bu tür bir beklemenin başvurucular açısından başvurucuların mağduriyetini daha da arttıracağı gerekçeleriyle; “Düşünce açıklama ve yayma hürriyeti” başlıklı Anayasa m.26’nın 1. fıkrasında yer alan, “Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet, resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.” cümleleri ile İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin “İfade özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinde yer alan benzer hükmün güvencesi altında olan ifade hürriyetinin ihlal edildiğine ve bu ihlalin kaldırılması gerektiğine oybirliği ile karar vermiştir.
 
Yüksek Mahkemenin karar içeriğine ve sonucuna baktığımızda isabetli olduğu tartışmasızdır. Ancak Yüksek Mahkeme, Anayasa m.148/3-4-5 ve 6216 sayılı Kanunda gösterilen sınırların dışına çıkamaz. Çünkü Anayasa 138/1’e göre hakim ve dolayısıyla mahkeme, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak karar vermek zorundadır.
 
6216 sayılı Kanunun 45. maddesinin 2. fıkrası nettir. Bu hükme göre, “İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir”. Bu hüküm karşısında, somut olayda başvurucuların olağan yolları kullanmaksızın doğrudan Anayasa Mahkemesi’ne başvurduğu, başvurular anında başvurucuların idari yargı yoluna yapacakları başvuruların etkisiz olacağını gösteren bir emarenin olmadığı, 6216 sayılı Kanunun 45. maddesinde yer almayan, fakat İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi içtihatları ile gelişen “etkisiz iç hukuk yolu” ölçütünün somut olayda varlığı doğrulayan, gerek başvuruculardan ve gerekse başka kişilerden kaynaklanan bir iç hukuk yolunun tüketilmediği, bireysel başvuru dışında Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı tarafından tüketildiği söylenen idari yargı yolunun ise, henüz geçici yürütmenin durdurulması kararının TİB tarafından uygulanması aşamasında olup, bu karar üzerinden henüz bir haftalık sürenin geçtiği aşamada, bu yorumumuz kişi hak ve hürriyetleri aleyhinde görülse bile, Anayasa Mahkemesi tarafından verilen kararın 6216 sayılı Kanunun 45. maddesinin 2. fıkrasına aykırı düştüğünü ifade etmek isteriz. Hak arama hürriyeti ve yargı yolu serbestliği sınırsız değildir. Bir ihlal iddiası karşısında idari ve yargı başvuru yollarının kullanılmasında süre, şekil ve şartların kabul edildiği bir gerçektir. Anayasa Mahkemesi’ne yapılacak bireysel başvurunun, ancak olağan kanun yolları tüketildikten sonra gidilebilecek bir olağanüstü kanun yolu olarak Anayasa m.148’de düzenlendiği tartışmasızdır. Diğer kanun yolları tüketilmeksizin, bu idari ve yargı yollarının faydasızlığı ve etkisizliği tespit edilmeksizin Anayasa Mahkemesi’ne doğrudan yapılan başvuruların kabul edilebilirliği tartışmalı olacaktır.
 
Sonuç olarak; içerik ve sonucu isabetli, incelenip karara bağlanması usulü açısından tartışmalı olan Anayasa Mahkemesi kararında, Türkiye Cumhuriyeti açısından internet ve ifade hürriyeti ile ilgili kült bir karar olan 18.12.2012 tarihli Ahmet Yıldırım – Türkiye kararına atıf yapılmaması ile de çok ilginçtir. Bu kararda İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, Google Sites’a erişimin toplu engellenmesini ifade hürriyetinin ihlali olarak kabul etmiştir. Mahkeme, bir veya birkaç kişiye ait hukuka aykırı içeriğin internet sitesinden çıkarılmadığından bahisle erişimin toplu engellenmesini hak ihlali saymıştır. Google Sites’da da Devlet, Google Sites’da yer alan diğer siteleri, twitter.com’da hukuka aykırı içerikten sorumlu olmayan kullanıcıların hesaplarını engellediği şekilde toplu engellemiştir. Esasında devletler, bu tür uluslararası sosyal paylaşım siteleri ile internetin bilim – teknik yönünden geldiği aşama açısından çaresiz kalmıştır. Hukuk henüz bu gelişmeyi takip edememektedir. Bu durumda çare arayan Devlet, hukuka aykırı içeriği kaldırmayan “yer sağlayıcı” sıfatlı internet sitesine erişimi toplu engellemekte görmektedir ki, bu gerçekten sorunlu, “ceza sorumluluğunun şahsiliği” ilkesi ile ifade hürriyetinin özünü zedelemeye elverişli bir yöntemdir.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www. hukukihaber. net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)