Bu yazımızda; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu m.157’de düzenlenen dolandırıcılık suçunun maddi unsuru olan hileye değinerek, Yargıtay kararları doğrultusunda, uygulamada dolandırıcılık suçunun konu olduğu yargılamalarda sıkça karşılaşılan hukuki ihtilaf nitelendirmesinin anlamı ve kapsamı değerlendirilecektir.

1- Dolandırıcılık Suçunun Maddi Unsuru Olarak Hile

Dolandırıcılık suçu, bir kimseyi hileli davranışlarla aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak olarak tanımlanmaktadır. Madde gerekçesinde; dolandırıcılık suçunun oluşması için birden fazla fiilin gerçekleşmesi gerektiği, bu hareketlerden ilkinin hile olduğu, bu hilenin etkisiyle yarar elde edildiği, suçun icrai veya ihmali davranışla gerçekleşebileceği, dolandırıcılık suçunun işlenişi sırasında hileli davranışlar ile kişilerin aldatıldığı, aldatıcı nitelikteki hareketlerle, kişiler arasındaki ilişkilerde var olması gereken iyiniyet ve güvenin ihlal edildiği, bu suretle de kişilerin iradesinin etkilendiği ve irade özgürlüğünün ihlal edildiği belirtilmiştir.

Dolandırıcılık suçunda mağdurun iradesi hileli davranışlarla yanıltılmaktadır. Dolandırıcılık suçunun oluşması için; failin hileli davranışlarda bulunması, mağdurun aldatılması ve bu aldatma sonucunda mağdurun malvarlığında zarar doğarken, failin veya başa bir kişinin yarar elde etmesi gerekir.

Bir fiilin hile sayılabilmesi için, bir şekilde gerçeğin gizlenmiş olması veya farklı gösterilmiş olması, gerçekleşmeyeni gerçekleşmiş, gerçekleşeni gerçekleşmemiş gibi göstermek veya gerçekleşene başka unsurlar eklemek gerekir[1]. Mağdur hile sebebiyle rıza göstermeyeceği bir konuya rıza göstermekte, yapmayacağı bir şeyi yapmaktadır.

765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu m.503’de dolandırıcılık suçu; “Her kim, bir kimseyi hulüs ve saffetinden bilistifade kandıracak mahiyete sanialar veya hileler yaparak hataya düşürüp o kimsenin veya aharın zararına kendisine veya başkasına haksız bir menfaat temin ederse üç aydan üç seneye kadar hapis ve elli liradan aşağı olmamak üzere ağır cezayı nakdi ile cezalandırılır.” şeklinde tanımlanmakta idi. Görüldüğü üzere; eski düzenlemede dolandırıcılık suçunun oluşması için, hilenin kişiyi kandıracak nitelikte olması gerektiği belirtilmektedir. Ancak yeni düzenlemede böyle bir ifade kullanılmamıştır. Bu sebeple, her türlü hileli davranışın dolandırıcılık suçunu oluşturup oluşturmayacağı tartışma konusudur.

Ancak yine de basit aldatma içeren, kolay anlaşılabilir hareketlerin dolandırıcılık suçunun icrasında yeterli görülmeyeceği söylenebilir. Burada geçen hile, mağduru esaslı hataya düşürecek derecede olmalı, hatta mağduru basiretli tacir olan bakımından ise, hilenin nitelikli bir hal arz etmesi gerekir.

TCK m.157/1’de hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp ibaresine yer verildiğinden, öncelikle ortada hileli hareket olmalı ve bu hileli hareketin de somut olayda mağduru aldatmaya elverişli olması, yani aldatması gerekir. Bir başkasının bu hileli hareketten aldanmaması veya bilgi sahibi olduktan sonra nasıl aldandığını sorgulayıp, ah aptal kafam demesi sonucu değiştirmez. Sonuç olarak; eski Kanunda yer alan kandıracak mahiyete sanialar veya hileler yaparak hataya düşürüp ibaresine yeni Kanunda yer verilmemekle birlikte, yeni Kanunda da hileli davranış ve mağdurun aldanması unsurları yer aldığından, eskisi kadar kuvvetli olmasa bile hileli hareketin somut olayda ve mağdurun özelliklerine göre mağduru hataya düşürüp aldatmaya elverişli olması gerekir.

Doktrinde; yalan söylemek hilenin unsuru olsa da, soyut, kaba yalan değil, nitelikli ve kandırmaya elverişli, ustalıklı yalanın dolandırıcılık suçunu oluşturacağı ifade edilmektedir[2]. Hilenin aldatma kabiliyeti, fail ve mağdurun olaydaki durumuna, mağdurun kişisel özelliklerine bakarak, yani subjektif kıstas ile tespit edilecektir.

Hile belirli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, failin düzenlediği ortamın mağdurun denetim gücünü kırarak, mağduru istediği şekilde yönlendirebilmelidir. Denetleme ve araştırma imkanı varken basit bir yalana aldanıldığı durumda dolandırıcılık suçu oluşmaz.

Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin 27.06.2024 tarihli, 2021/39526 E. ve 2024/8822 K. sayılı kararında; “Dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için ise; failin bir kimseyi kandırabilecek nitelikte hileli davranışlarla hataya düşürüp, onun veya başkasının zararına, kendisine veya başkasına yarar sağlaması gerekmektedir. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte birtakım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır.” şeklindeki açıklamaları ile hilenin yoğun olması gerektiği belirtilmiştir[3]. Yerleşik Yargıtay içtihadı da bu yöndedir.

2- Hukuki İhtilaf ile Dolandırıcılık Suçu Ayırımı

Toplumumuzda; sözleşmenin ifa edilmediği, yani aldığı mal karşılığında ücretin ödenmediği veya ücret ödenmesine rağmen malın teslim edilmediği olaylarda, kişilerin “dolandırıldım” şeklinde ifade ettikleri durum aslında basit bir sözleşmeye aykırılık veya sebepsiz zenginleşmedir. Esasında burada, aldatmaya konu olduğu söylenen fiilin ve işlemin icrasından önce ortada failde tespit edilmiş dolandırıcılık kastı olmadığı gibi, iş ve işlem Özel Hukuk çerçevesinde başlayan nisbi bir ilişki olup, taraflar akdettikleri sözleşmeyle karşılıklı olarak riskler üstlenmiştir. Bununla birlikte; edimini yerine getirmeyen kişinin baştan itibaren ödememe veya edimini yerine getirmeme iradesi varsa, o halde dolandırıcılık gündeme gelebilir.

Failin başlangıçtan itibaren aldatma, dolandırıcılık kastı ile hareket etmeksizin, sadece verdiği sözü veya hukuki bir ilişkide edimini yerine getirmemesi gibi durumlarda dolandırıcılık suçundan söz edilemez. Bunun yanında; çeşitli hileli hareketlerle mağdurun iradesinin yönlendirildiği, mağdurun güvenmesinin sağlandığı, ancak başlangıçtan itibaren mağdurun istemeyeceği bir sonucun planlandığı durumlarda dolandırıcılık suçu gündeme gelecektir.

Yargıtay 11. Ceza Dairesi’nin 25.06.2024 tarihli, 2021/36428 E. ve 2024/8421 K. sayılı kararında; “Katılanın yeni şirket kurduğu ve şirket faaliyetlerini eşinin yürüttüğü, katılanın bankaların kredi vermemesi nedeniyle ev sahibi olan sanık ...’den yardım talep ettiği, sanığın da kabul ettiği, ancak çekilen kredinin 30.000,00 TL’sinin kendisi tarafından, 10.000,00 TL'sinin sanık ... tarafından alınacağını katılana beyan ettikleri, katılanın bu beyanları kabul ederek sanık ...’in tanıdığı olan sanık ...’in çalıştığı bankadan kredi çektiği, katılanın çekilen 50.000,00 TL krediden 40.000,00 TL'sini sanıklara verdiği, karşılığında sahteliği iddia olunmayan çeki ciroladığı, kredinin ödenme aşamasında aralarında ihtilaf yaşandığı, bu aşamadan sonra sanık ...’in dosyada fotokopisi bulunan 15.000,00 TL bedelli senedi düzenleyerek almış olduğu kredi karşılığında verdiği, sanıklar Sadiye ve Figen’in de suçlamaları kabul etmedikleri, olayda katılanın en baştan itibaren basiretli tacir gibi davranmadığı, sanıkların, katılanın denetimini engelleyip, iradesini sakatlayacak şekilde hileli davranışlarda bulunmadıkları, kullandırılan kredinin katılan tarafından cirolanan çek karşılığında verildiği ve ihtilafın kredinin ödenmesi sırasında yaşanması karşısında katılan ile sanıklar arasındaki tüm uyuşmazlığın hukuk mahkemelerinde çözümü gerektiren nitelikte olduğu, dolayısıyla sanıkların üzerine atılı suçun unsurları oluşmadığı gerekçesiyle, beraat kararı verilmesi suretiyle istinaf başvurusunun düzeltilerek esastan reddine karar verilmiştir.” açıklamalarına yer verilmiştir.

Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 24.03.2021 tarihli, 2017/33539 E. ve 2021/3470  K. sayılı kararında; “Sanığın araba satışı için arabam.com isimli internet sitesine ilan verdiği, katılanın sanığı arayarak araba satışı konusunda sanıkla anlaştığı, sanığın banka hesabına 500 TL kapora gönderilmesini istediği, katılanın sözkonusu parayı göndermesi üzerine aracın satışı ve teslimi hususunda görüşmek üzere Polatlı'da buluşmaya karar verdikleri ancak sanığın buluşma yerine gelmediği gibi bu tarihten sonra katılanın sanığa ulaşamadığı, bu suretle sanığın üzerine atılı suçu işlediğinin iddia edildiği somut olayda; sanığın başlangıçtan itibaren dolandırıcılık kastıyla hareket ederek, internet üzerinden araç ilanı vererek haksız menfaat temin ettiğinin anlaşılması karşısında; nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediğine ilişkin mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiş,” açıklamalarına yer verilmiştir.

Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 11.03.2021 tarihli, 2017/29667 E. ve 2021/2855 K. sayılı kararında; “suç tarihinde galerici olan sanık ... ile katılan ... arasında, suça konu aracın 19.250 TL bedel ile satımına ilişkin 16/04/2012 tarihli oto satış sözleşmesi düzenlendiği, sanık ...’ın aracın bedeli olarak katılanın kendisine ödediği 19.250 TL parayı aldığını beyan ettiği ve sanığın borcu inkar etmediği, taraflar arasındaki uyuşmazlığın araç alım satımına dayalı hukuki ihtilaf mahiyetinde olduğu, sanıkların katılandan karşılıksız menfaat temin etmeye yönelik hileli davranışlarla hareket ettiklerine dair her türlü şüpheden uzak, kesin, somut ve inandırıcı delil bulunmadığı, atılı suçun unsurları itibariyle oluşmadığı anlaşılmakla, sanıkların üzerine atılı eylemlerin sabit olmaması ve taraflar arasındaki ilişkinin hukuki ihtilaf mahiyetinde olması nedeniyle beraatlerine hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde hatalı değerlendirme ile mahkumiyetlerine hükmedilmesi,” bozma sebebi yapılmıştır.

Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 05.10.2020 tarihli, 2017/35576 E. ve 2020/9335 K. sayılı kararında; “Katılanın fırınlara un pazarlama işi ile iştigal ettiği, sanıkların kendilerine ait fırınları olduklarını söyleyerek katılandan 232 torba un aldıkları, aldıkları unun paralarını ödemeyerek katılana ait unları başkalarına sattıkları, katılanı sürekli oyaladıkları ve daha sonra sanıkların katılanın telefonlarını açmadıkları ve ortadan kayboldukları iddia edilen olayda; sanıkların, katılandan un aldığı, sonrasında katılana aldıkları unların parasını ödemedikleri, sanık ...’in katılandan aldığı unları inkar etmeyerek, sürekli vereceğini söyleyip olayı hukuki ihtilaf gibi gösterdiği ancak herhangi bir ödeme yapmadıkları anlaşılmakla, sanıkların baştan itibaren dolandırıcılık kastı ile hareket edip haksız menfaat temin etmek suretiyle uzlaştırma kapsamında kalan dolandırıcılık suçundan mahkumiyetlerine hükmedilmesi gerektiği gözetilmeksizin, hukuki ihtilaf gerekçesiyle sanıkların beraatine hükmedilmesi”, bozma sebebi yapılmıştır.

Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 11.06.2020 tarihli, 2019/2547 E. ve 2020/5475 K. sayılı kararında; “ sanıkların şirket yetkilisi ve bu şirket adına hareket eden kişiler olarak bu faaliyetleri sırasında fikir ve eylem birliği içinde nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediklerinin iddia edildiği olayda; katılan ...’ün savcılıkta verdiği beyanında, sanıkların başlangıçta ödeme yaptıklarını, çeklerle ilgili tedbir kararı alındığını öğrendiğinde görüştüğü sanıkların geçici maddi sıkıntı yaşadıklarını, ihaleye girmeme riski nedeniyle bu yola gittiklerini belirtince malzeme vermeye devam ettiğini, bir kısım ödemenin de yapıldığını beyan ettiği dikkate alındığında, sanıkların başlangıçtan itibaren dolandırıcılık kastıyla hareket ettiklerinin tespit edilememesi karşısında, tebliğnamedeki bozma istemli düşünce benimsenmemiştir.” açıklamalarına yer verilmiştir.

Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 17.10.2017 tarihli, 2017/1782 E. ve 2017/20522 K. sayılı kararında; “Sanıklardan...’ın şirketinin diğer üç sanığın traktör şirketlerinin bayisi pozisyonunda olduğu ve aralarında ticari alışverişin bulunduğu, bu kapsamda sanık ...'ın gerçek bir mal alımı olmadığı halde mal almış gibi düzenlenen fatura karşılığı diğer sanıkların şirketine çek verdiği ve bu çekin katılan şirkete temlikinden sonra, katılan şirket tarafından ödeme için bankaya ibrazı üzerine ...'ın çeke karşılık mal almadığına dair hukuki başvurularda bulunarak çeki ödemediği ve sanıkların iştirak halinde atılı suçları işlediği iddia edilen olayda; sanıkların çek alışverişini kabul ettikleri ve çekin dayanağı olan faturanın da gerçek bir mal alım satımına dayandığı gözetildiğinde taraflar arasındaki ilişkinin alacak verecek ilişkisine dayalı hukuki mesele arz etmesi nedeniyle mahkemenin beraate ilişkin hükümlerinde bir isabetsizlik görülmemiştir.” açıklamalarına yer verilmiştir.

Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 03.10.2017 tarihli, 2017/773 E. ve 2017/19330 K. sayılı kararında; “sanığın, iş ortağı olan ve birlikte hareket ettiği ...’ın hacizli evini ihale evveli zarar edilmemesi için haricen satmaya çalıştığı, evin bu durumunun baştan beri katılan tarafından bilindiği, katılanın evi sonradan almak istememesi nedeniyle alım satım ilişkisinin iptal edildiği ve katılanın önceden sanığa verdiği 4000 TL masraf parasının ödenip ödenmemesi hususunun hukuki mesele olduğu gözetildiğinde olayda dolandırıcılık suçunun unsurlarının oluşmadığından bahisle mahkemenin beraate ilişkin hükmünde bir isabetsizlik görülmemiştir.” açıklamalarına yer verilmiştir.

Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 31.10.2016 tarihli, 2014/7575 E. ve 2016/8155 K. sayılı kararında; “Sanığın... Ltd. Şti.’nin ortağı olduğu katılandan şirket adına mal satın aldığı, aldığı bu mallara karşılık... Bankası... Şubesindeki şirket adına bulunan hesaptan keşide etmek suretiyle katılana verdiği, suça konu çeklerin karşılıksız çıkması ve sanığın imza yetkisinin bulunmadığı iddia olunan olayda; Sanığın şirketin kardeşi ile birlikte ortağı olduğu, daha öncesinde aynı şekilde çek keşide edip imzaladığının ve ödendiğinin ancak son verilen çeklerin karşılıksız çıktığının, sanığın çek keşide etme yetkisi sebebiyle ihtilaf olmadığının katılan beyanıyla sabit olduğu bu nedenle taraflar arasındaki ilişkinin hukuki sorun niteliğinde olduğu, sanığın dolandırıcılık kastıyla hareket etmediği bu nedenle mahkemenin söz konusu gerekçesiyle sanığın beraatine hükmedilmesinde bir isabetsizlik görülmemiş, eksik inceleme nedeniyle bozma talep eden tebliğnamedeki görüşe iştirak edilmemiştir.” açıklamalarına yer verilmiştir.

Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 05.05.2016 tarihli, 2013/31243 E. ve 2016/4475 K. sayılı kararında; “Sanık ...'ün diğer sanık .... oğlu olduğu, birlikte aynı iş yerinde çalıştıkları, sanık ...'ün imza yetkisi olmamasına rağmen 31/06/2006 keşide tarihli 5.000 TL değerinde - 31/07/2006 keşide tarihli 7.500 TL değerinde - 31/10/2006 keşide tarihli 20.000 TL değerinde çekleri imzalayarak katılana verdiği ve çek meblağlarının halen ödenmediği, bu itibarla sanıkların üzerlerine atılı suçları işledikleri iddia edilen olayda; sanıkların zarar verme bilinç ve iradesi ile hareket etmedikleri, uyuşmazlığın hukuki ihtilaf niteliğinde olduğu, bu nedenle sanıkların suç işleme kastının bulunmadığı gerekçesiyle atılı suçun yasal unsurlarının oluşmadığından mahkemece sanıkların beraatına yönelik kabulde bir isabetsizlik görülmemiştir.” açıklamalarına yer verilmiştir.

Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 21.01.2016 tarihli, 2013/21903 E. ve 2016/667 K. sayılı kararında; “Müşteki B.. Ç..’a kendisini askeri doktor S..... Ç... olarak tanıtan sanığın, doktor olan müştekinin tayininin D...... çıkması üzerine, uygun mobilya alınması konusunda kendisine yardımcı olacağını söyleyerek, müştekiden toplam 4.100 TL aldığı, sonrasında müşteki adına mobilya almak için katılana ait mobilya mağazasına gittiği, burada çalışan tanık G.. G..'e de kendisini doktor olarak tanıttıktan sonra, bir doktor arkadaşına mobilya baktığını söyleyerek, 4.000 TL değerinde mobilyalar satın aldığı, karşılığında 100 TL parayı kapora ve 4.000 TL bedelli senet verdiği, katılan tarafından mobilyaların müştekiye teslim edildiği ancak sanığın, müştekiden mobilyalar karşılığı aldığı parayı katılana vermeyip, senet bedelini ödemesi istenildiğinde eşyaların müştekiye teslim edildiğini, senet bedelinin de müşteki tarafından ödenmesi gerektiğini söyleyerek herhangi bir ödemede bulunmadığı, sanığın, başlangıçtan itibaren dolandırıcılık kastı ile hareket edip, katılanı ikna etmeye yönelik olmak üzere ileride ödememe düşüncesi ile senet vermek suretiyle katılanı dolandırdığı ve üzerine atılı suçu işlediği anlaşılmakla, atılı suçtan mahkumiyeti yerine yazılı şekilde beraatine karar verilmesi,” bozma sebebi yapılmıştır.

Yargıtay 23. Ceza Dairesi’nin 14.05.2015 tarihli, 2015/1341 E. ve 2015/1606 K. sayılı kararında; “Kuyumculuk işiyle iştigal edip işlerinin bozulması nedeniyle işyerini kapatan ve 31.12.2007 tarihinde maliyedeki vergi kaydını sonlandıran sanığın, ödeme güçlüğünü bildiği halde katılanlardan araç satın alarak katılanlara 10.03.2008, 04.02.2008 ve 15.02.2008 keşide tarihli çekleri verdiği, satın aldığı araçları hızlı bir şekilde ve düşük fiyata sattığı, çeklerin karşılıksız çıkması nedeniyle ödemelerden kurtulmak amacı ile kaçtığı, bu suretle sanığın başlangıçtan itibaren dolandırıcılık kastı ile hareket ettiğinden eylemlerinin dolandırıcılık suçunu oluşturduğundan TCK’nın 158/1-f maddesi uyarınca cezalandırılması gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması,” bozma sebebi yapılmıştır.

Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 09.07.2014 tarihli, 2012/21202 E. ve 2014/13789 K. sayılı kararında; “Sanığın, katılanlara ... plakalı Tata marka pikabı haricen satıp 100 TL’yi nakit 13.000 TL muhtı bir senet aldıktan sonra katılanın aracın motorundaki suyun donmuş olması nedeniyle arızalanıp servise götürdüklerinde 5.000 TL tamir ücreti çıkması üzerine servis ücretini ödeyip senedini iade etmek suretiyle aracı geri alacağını söyleyerek ... plakalı araca binip servisten ayrılıp katılanlara ait senedi ve 100,00 TL’yi iade etmediği iddia edilen olayda sanığın üzerine atılı suçların yasal unsurlarının oluşmadığı, gerek servis ücretinin ödenmemesi, gerekse senet bedelinin ödenmemesi ve aracın teslimine ilişkin hususların ayrı ayrı hukuki mesele boyutunda kaldığı ve dolandırıcılık suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı, gözetilmeksizin mahkumiyet hükmü kurulması,” bozma sebebi yapılmıştır.

Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 06.10.2011 tarihli, 2011/24030 E. ve 2011/3570 K. sayılı kararında; “Sanığın müştekiye kendisini işadamı, müteahhit olarak tanıtıp, ... semtlerinde kendisi tarafından yapıldığını bildirdiği iki inşaatı da göstermek suretiyle güven uyandırdıktan sonra, müştekiye ait iki adet evin bedeli karşısında kendisine dubleks daire vermeyi taahhüt ettiği, bu dairelerin satışını ilişkin müşteki tarafından noterce düzenlenen vekaletname verilip sanığın bu evleri satarak parasını da aldığı halde vaat ettiği dubleks daireyi vermemek suretiyle dolandırdığı iddia edilmiş olup, sanık ve müdafin savunmaları ve dosya içeriğinden, sanık ve müştekinin olaydan önce tanışıp görülmeleri, müştekinin rızasıyla sanığa iki evinin satışı için 03.07.2007 tarihli vekaletname verip, sanığın da aynı tarihli 125.000.TL bedelli senedi teminat olarak düzenleyip müştekiye vermesi, borcunu da kabul etmesi, müştekinin icra yoluyla senedi tahsile koyması, ayrıca da sanık müdafin 06.01.2010 günlü esasa ilişkin savunmasında sanığın ... İnşaat adli bir şirketin ortağı olduğuna, şirketin kuruluşu, adresi, imza sirkülerine dair belgeler ibraz etmesi ve İstanbul 4. İcra memurluğunun 2007/13206 sayılı dosyasında bu şirkete ait kat karşılığı inşaat sözleşmesinin bulunması karşısında;

Öncelikle savunmaya dair bu evrakların üzerinde durulup belgelerdeki bilgilerin doğru olup olmadığı ilgili kurumlardan sorulup, yine müştekiye gösterdiği iddia olunan inşaatlarında gerçekte sanık ya da ortağı olduğu şirket tarafından yapılıp yapılmadığı araştırıldıktan sonra sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve taktiri gerekirken eksik soruşturmayla ve dolandırıcılık suçunun unsuru olarak hileli davranışların neler olduğu ve mağdurun ne surette hataya düşürüldüğü karar yerinde tartışılmadan yazılı gerekçelerle mahkumiyet kararı verilmesi”, bozma gerekçesi yapılmıştır (Daire kararından sonra ilk derece mahkemesi tarafından, olayın hukuki ihtilaf olduğu gerekçesi ile verilen beraat kararı verilmiş, bu karar da aynı Dairenin 18.4.2016 tarihli, 2016/44 E. ve 2016/3535 K. sayılı kararı ile onanmıştır).

Yukarıda yer verdiğimiz Yargıtay kararlarında da görüldüğü üzere, dolandırıcılık suçunun oluşması için failin baştan itibaren dolandırıcılık kastını gösteren delilin bulunması gerekir. Failin; mağdurun güvenini kazanmak, mağdurun iradi olarak karar vermesini etkilemek için plan dahilinde hareket etmesi, mağdur ile kurduğu sözleşmesel ilişkinin başından itibaren sadece menfaat elde edip, edimini yerine getirmeme iradesinin bulunması, mağdura zarar vermeyi istemesi hallerinde dolandırıcılık suçu gündeme gelecektir. Bunun yanında; fail ile mağdur arasında gerçekleşen bir alıveriş bulunduğu konusunda ihtilaf bulunmaması, edimin sonradan yerine getirilmesi için çaba gösterilmesi, borcun inkar edilmemesi, hileli hareketlerde bulunmayıp sadece edimin ifasının geciktirilmesi durumlarında dolandırıcılık suçundan bahsedilemez.

Karşımıza çıkan bir örnek olayda; aralarında ticari ilişki bulunan failin, mağdura olan borcuna karşılık olarak kendi kullanımında bulunmasına rağmen, akrabasının üzerine kayıtlı olan (plakasının failin kendi isim ve soy isminin baş harflerinden ibaret olan) aracını mağdura devrettikten sonra, aracın eski maliki olan failin akrabası tarafından aracın ücretinin ödenmediği gerekçesi ile dava açılıp araca tedbir koyulması, failin baştan itibaren aracını devretme iradesinin bulunmaması, aslında borcunu ifa etmemek için hileli hareketlerle aracın devrini yapması, mağdurun aralarındaki ticaretten duyduğu güvenle bu teklifi kabul etmesi karşısında, fiilin dolandırıcılık suçunu oluşturduğu söylenmelidir.

Sonuç olarak; dolandırıcılık suçunun oluşup oluşmadığı, her somut olayın kendi içinde değerlendirilmesi ile tespit edilebilir. Gerçekten de, kişinin menfaat elde ettikten sonra ortadan kaybolması, kişiye hiçbir şekilde ulaşılamaması, hileli hareketlerle karşısındakine güven tesis edip, iradesini menfaat elde etmek için yönlendirmesi hallerinde dolandırıcılık suçunun unsurlarının oluşacağı ifade edilmelidir.

Prof. Dr. Ersan Şen

Av. Alperen Gözükan

(Bu makale, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi makalenin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan makalenin bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

-------------

[1] Hasan Tahsin Gökcan - Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu Şerhi 4. Cilt, 2021, Adalet, Ankara, s.5747.

[2] Gökcan - Artuç, a.g.e., s.5748.

[3] Yargıtay 11. CD., E. 2021/22753 K. 2024/7858 T. 6.6.2024 sayılı kararı.