I. Giriş
Bilindiği üzere, iddianamenin kabulü ile kamu davası açılır ve kovuşturma evresi başlar (CMK m.175/1). Ceza muhakemesi sistemimizin bir gereği olarak Cumhuriyet savcısı, iddianamenin sonuç kısmında şüphelinin sadece aleyhine olan hususları değil, lehine hususları da ileri sürer (CMK m.175/5). Hukuk sistemimizde, her ne kadar Cumhuriyet savcısının; soruşturmayı açıp yürüten, tamamlayan, iddianame adlı itham belgesini hazırlayan ve kovuşturmada taraf sıfatı ile suçlamada bulunan süje olduğu kabul edilse de, maddi hakikate ve adalete ulaşmaya çabaladığı için ve CMK m.160/2’nin bir yansıması olarak davanın sadece tarafı değil, tarafsız bir süjesi olma özelliği gözardı edilmemelidir. Cumhuriyet savcısı hazırladığı iddianamenin sonuç kısmında; işlenen suç dolayısıyla ilgili kanunda öngörülen ceza ve güvenlik tedbirlerinden hangilerine hükmedilmesinin istediğini, suçun tüzel kişinin faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, ilgili tüzel kişi hakkında uygulanabilecek güvenlik tedbirini açıkça bildirmek zorundadır (CMK m.175/6).
Duruşmada delillerin ortaya koyulmasından sonra da kendisine söz verilen (esasa ilişkin mütalaa) ve iddia makamında yer alan Cumhuriyet savcısı (CMK m.216/1) yine tarafsızlığının bir gereği olarak sanığın, hem lehine ve hem de aleyhine olan hususları ortaya koyar ve ortaya koyulan deliller sanığın beraatını gerektiriyorsa, iddianamenin aksine sanığın beraatına karar verilmesini talep eder. Bunun sebebi, iddianamenin yeterli şüphe üzerine düzenlenmesi ve delillerin de o an Cumhuriyet savcısı tarafından ancak yeterli şüpheyi gösteren delil seviyesinde değerlendirilmesine dayanmaktadır. Bununla birlikte; duruşmada ortaya koyulan ve ayrıntılı olarak tartışılan deliller, Cumhuriyet savcısı açısından iddianameden farklı bir kanaatin oluşmasına sebep olabilir. Bunun bir sonucu olarak; Cumhuriyet savcısının duruşmada delillerin tartışılması aşamasında, iddianamedekinden farklı bir kanaat ortaya koymasına ve talepte bulunmasına engel bulunmamaktadır.
Uygulamada; duruşmada iddia makamında yer alan Cumhuriyet savcısı veya savcılarının duruşmada sözlü veya yazılı, duruşmadan önce de CMK m.216/1’de öngörülen duruşmada sözlülük usulüne aykırı olarak dosyaya yazılı sundukları mütalaalarını, duruşmanın devamı sürecinde, yani sonraki celsede veya celselerde değiştirdikleri görülmektedir. Bu değişiklikler; bazen aynı savcı, bazen duruşmanın sonraki celsesine katılan Cumhuriyet savcısı tarafından yapılabilmektedir.
Bu çalışmamızda, duruşmada delillerin değerlendirilmesi aşamasında mütalaasını sunan Cumhuriyet savcısı veya savcılarının sonraki duruşma celselerinde bu mütalaasını değiştirebilmesinin mümkün olup olmadığı ele alınıp değerlendirilecektir.
II. Cumhuriyet Savcısının Duruşmada Sunduğu Mütalaasını duruşmanın devamında değiştirmesi mümkün müdür?
Esas itibariyle “duruşmanın bütünlüğü” ilkesi gereğince, duruşmanın bir celsede tamamlanması gereklidir (CMK m.190/1). Bir celsede tamamlanabilen duruşmada; Cumhuriyet savcısı da esasa ilişkin mütalaasını bir kez sunmakta ve sunulan bu mütalaa ile bunun öncesinde varsa katılan ve avukatının beyanları ile sanık ve müdafiinin savunmalarını dikkate alan mahkeme tarafından hüküm verilmektedir. Ancak uygulamada çoğunlukla duruşmanın bir celsede bitebilmesi mümkün olmamaktadır. İddia makamında yer alan Cumhuriyet savcısının delillerin tartışılması çerçevesinde mütalaasını sunmasından sonra çeşitli sebeplerle duruşmaya ara verilebilmekte ve birden fazla duruşma celsesi gerçekleştirilebilmektedir. Bunlardan bir kısmında sonraki celselerde dosyaya yeni deliller girmekte, bazılarında ise sadece usuli eksiklikler sebebiyle duruşma uzamakta, birden fazla ertelenmekte (ara verilmekte) ve bu süreçte dava dosyasına CMK m.207 gereğince yeni delil de girmemektedir. Bu süreç sonunda önceki celselerden birisinde mütalaasını sunan Cumhuriyet savcısı yeniden kendisine söz verildiğinde; bazen önceki mütalaasını tekrar etmekte, bazen de öncekinden farklı bir mütalaa açıklamakta ve sonraki mütalaasında öncekinden farklı taleplerde bulunabilmektedir. Örneğin; beraat yerine mahkumiyet veya tam tersi yönde Cumhuriyet savcısının mütalaa verdiği görülebilmektedir. Cumhuriyet savcısı; daha hafif bir cezalandırma talep etmişken, sonrasında daha ağır bir cezalandırma veya “Delillerin tartışılması” başlıklı CMK m.216/1-2’den aldığı yetkiye bağlı olarak, duruşmaya giren savcı değişsin veya değişmesin, işin esası ile ilgili tam tersi yönde delil tartışması yapabilmekte, yani mütalaasını değiştirmekte ve hatta çok farklı yeni taleplerde bulunabilmektedir.
Bu tür değişikliklerin pek çoğunda iddia makamında yer alan Cumhuriyet savcısı önceki mütalaasına hiçbir atıf yapmamakta, hiçbir gerekçe göstermemektedir. Mahkemeler de bunlardan hangi gerekçeyle, hangisine değer tanıdığına ilişkin açıklama yapmaksızın hüküm kurmakta, ortada değişen veya yeni delil olmadığı halde, neden mütalaasını değiştirdiğini de Cumhuriyet savcısına sormadığı gibi, çoğunlukla da Cumhuriyet savcısı değiştiğinde yeni gelen Cumhuriyet savcısının farklı mütalaa verebildiği görülmektedir. Bu mütalaa değişikliği; bazen sanığın ve bazen de müşteki katılan tarafın lehine olsa da, esasen delillerin tartışılması yönünden iddia makamında yer alan Cumhuriyet savcısının da şüphesinin devam ettiğini, bilhassa mahkumiyet yönünde net bir sonuca varamadığını ortaya koyar.
Bu tür uygulamalar hatalıdır.
Cumhuriyet savcısının mütalaasını ortaya koymasının ardından duruşmanın ertelenmesi ve bu süreçte dosyaya yeni delil girmesi, bu yeni delillerin Cumhuriyet savcısının kanaatinin değişmesine sebep olması halinde değişiklik gerekçesini göstermek suretiyle elbette aynı duruşmanın önceki celselerinde ortaya koyulmuş mütalaadan farklı bir mütalaa verilmesi mümkündür. Bu durumda, dosyaya giren ve duruşmada ortaya koyularak tartışılan yeni deliller Cumhuriyet savcısının kanaatini değiştirmiş olabilir.
İkinci bir ihtimalde ise, Cumhuriyet savcısı önceki celselerde yaptığı bir değerlendirme hatasını fark edebilir. Bu halde de Cumhuriyet savcısı yaptığı hatayı ve kanaatini değiştirmenin gerekçesini açıklamak suretiyle mütalaasını değiştirebilir.
Bunun dışında; dosyaya yeni delil veya delil değerlendirme vasıtası girmeksizin, duruşmada yeni bir delil ortaya koyulmak suretiyle tartışılmaksızın, mağdur, sanık, tanık gibi muhakeme süjelerinin inandırıcı ve kabul edilebilir şekilde beyanını değiştirip veya ikna edici nitelikte dosyaya yeni bir bilirkişi raporu veya uzman mütalaası girip de davanın seyrini değiştirmeksizin, Cumhuriyet savcısının aynı duruşmanın önceki celselerinde verdiği mütalaayı değiştirmesinde makul ve kabul edilebilir bir gerekçe olmalıdır. Makul ve kabul edilebilir gerekçe gösterilmeksizin esas hakkında mütalaanın içeriğinin ve sonucun değiştirilmesi uygun olmayıp, bu tür mütalaa değişiklikleri dosya ve sanığın hukuki durumu bakımından tereddüdü, kararsızlığı, yani şüphenin/kuşkunun giderilemediğini gösterir.
Denilebilir ki Cumhuriyet savcısı mütalaasını değiştirmesine bir engel mi bulunmaktadır? Yukarıda belirttiğimiz şartların oluşması halinde bir engel bulunmamakla birlikte, mütalaadan sonra hiçbir yeni delil ortaya koyulmaksızın veya ortaya koyulmuş delillerde değişiklik olmaksızın, özellikle de hiçbir gerekçe göstermeksizin yapılacak değişiklikler, en basit hali ile iddia makamının dosyanın incelenmesine ve delillerin değerlendirilmesine ilişkin göstermesi gereken özen ve ciddiyetle bağdaşmaz. Cumhuriyet savcısı; her ne kadar iddia makamı olarak itham eden ve sanığın suçluluğunu kanıtlamaya çalışan konumunda olsa da, maddi hakikate ve adalete ulaşma hedefi nedeniyle kendisinden beklenen, tarafsız olması, gerek mağdur, suçtan zarar gören ve katılan, gerekse sanığın haklarını da koruması, dolayısıyla kendisinden beklenen tarafsızlığına ve objektifliğine şüphe düşürmemelidir.
Böyle durumda, bir sorun da hükmü kuracak olan mahkeme açısından ortaya çıkmaktadır. Mahkeme; Cumhuriyet savcısına mütalaasını değiştirmesinin gerekçesini sorma yetkisine sahip olmamakla birlikte, Cumhuriyet savcısının her iki mütalaasına da hükmünde atıf yapması ve bunlardan hangisindeki talepleri hangi sebeple kabul etmediğini veya kabul ettiğini gerekçeli kararında açıklamalıdır. Esasen mahkeme böyle bir değerlendirmeyi; sadece Cumhuriyet savcısının mütalaası açısından değil, sanık ve müdafiinin savunması, hatta müdahil ve avukatının delil tartışması bakımından da yapmalıdır. Mahkeme; gerek mütalaadaki ve gerekse savunmadaki bütün talepleri tek tek ele alarak, bunlardan hangisine değer verdiğini veya hangisini kabul etmediğini gerekçeli kararında açıklamalıdır. Benzer usul, katılanın ve avukatının beyan ve talepleri için de geçerlidir. Gerekçenin anlam ve önemi de buradadır. Mahkeme; yargıladığı olaya ilişkin kabulünü hangi gerekçelere dayandırdığını açıklamanın yanında, iddia ve müdafaa taraflarının taleplerine değer verip vermediğini ve bunlardan hangisini niçin kabul edip etmediğini de gerekçeli kararında ayrıntılı biçimde açıklamalıdır (CMK m.230). Ancak uygulamada mahkemeler; bu tür bir gerekçelendirme yapmadıkları gibi, duruşmada mütalaasını değiştiren Cumhuriyet savcısının hangi mütalaasını ve hangi gerekçeyle kabul ettiğine veya ikisini birden kabul etmediğine ilişkin bir açıklama yapmadıkları görülmektedir.
III. Cumhuriyet Savcısının Değişmesi Halinde Yeni Cumhuriyet Savcısının İlk Mütalaadan Farklı Mütalaa Vermesi Mümkün müdür?
Belirtmeliyiz ki; iddia makamında yer alan Cumhuriyet savcısının değişmesi ve yeni Cumhuriyet savcısının duruşmada yer alması halinde de yukarıda yer verdiğimiz prensipler geçerli olup, öncekinin yerini alan Cumhuriyet savcısı da kanaatini değiştirmeyi haklı kılacak nitelikte duruşmada yeni delil ortaya koyulup tartışılmadıkça, önceden ortaya koyulan delillerde değişiklik olmadıkça veya önceki esas hakkında mütalaada bir hata saptanıp, bunun gerekçeleri gösterilmedikçe Cumhuriyet savcısının mütalaasını değiştirmesi doğru değildir.
Uygulamada; aynı Cumhuriyet savcısının mütalaasını değiştirmesine nazaran, iddia makamında değişiklik olması halinde, yeni Cumhuriyet savcısı tarafından önceki mütalaadan farklı bir mütalaa verilmesine daha sık rastlanmaktadır.
Sırf Cumhuriyet savcısının değişmesi, öncekinden farklı bir mütalaa verilmesini haklı kılmamalı ve değişiklik gerekçesi yapılamamalıdır. Bir hata veya eksik veya yeni delil veya yeni delil değerlendirme vasıtası varsa, bunlar esasa müessirse, elbette değişmeyen savcı veya değişen, yani yeni gelen savcı iddia makamını ve savcılık makamını temsilen “delillerin tartışılması” olarak adlandırılan esas hakkında mütalaasının içeriğinde, gerekçesinde ve sonuç kısmında bazı değişikliklere gidebilir.
Bu görüşümüzün gerekçesi, Cumhuriyet başsavcılığının bir bütün olmasına ve iddia makamında yer alan Cumhuriyet savcısının da Cumhuriyet başsavcılığını temsilen orada bulunmasına dayanmaktadır.
Nitekim 5235 sayılı Adli Yargı ilk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un (Mahkemeler Kanunu/Mah. K.) üçüncü bölümü Cumhuriyet başsavcılığına ayrılmıştır. Adli Yargının idari yönü Cumhuriyet başsavcılığı olup (Mah. K. m.16 vd.), Cumhuriyet başsavcılığını temsil görevi de Cumhuriyet başsavcısına aittir (Mah. K. m.18/1). Cumhuriyet başsavcı vekilleri ile Cumhuriyet savcılarının görevleri arasında, Cumhuriyet başsavcısı tarafından verilen görevleri yerine getirmek bulunmaktadır (Mah. K. m.19/1, m.20/1).
Belirtildiği üzere; Cumhuriyet savcısı duruşmaya, Cumhuriyet başsavcılığını temsilen katılmaktadır (Mah. K. m.22).
Cumhuriyet savcılarının yürüttükleri işler bakımından özerkliğinden söz edilebilirse de mutlak bağımsızlığından bahsetmek mümkün değildir[1]. 5235 sayılı Kanunda yer alan bazı hükümler bu görüşümüzü haklı kılmaktadır. Örneğin; Cumhuriyet başsavcısının iş bölümü yapma yetkisi, ağır ceza mahkemesi Cumhuriyet başsavcısının ve asliye ceza mahkemesi Cumhuriyet başsavcısının diğerleri üzerinde gözetim ve denetim yetkisinin varlığı (Mah. K. m.18), Cumhuriyet başsavcısının verdiği görevleri yerine getiren Cumhuriyet başsavcı vekillerinin Cumhuriyet savcılarının adli ve idari görevlerine ilişkin işlemlerini inceleyip Cumhuriyet başsavcısına bilgi vermesi (Mah. K. m.19), duruşmalara katılacak Cumhuriyet savcısını görevlendirme yetkisinin varlığı (Mah. K. m.22) bu görüşümüzü desteklemektedir. Bu çerçevede; başsavcı bir olaya ilişkin soruşturma ve kovuşturma faaliyetini bizzat üstlenebileceği gibi, başsavcılık bünyesinde görev yapan Cumhuriyet savcısını da görevlendirebilir. Hatta başsavcı veya yetkili kıldığı başsavcı vekili süreç içerisinde dosyayı ve davayı yürüten Cumhuriyet savcısından alıp, başka bir Cumhuriyet savcısını görevlendirebilir[2].
5235 sayılı Kanunun 18. maddesine 17.06.2021 tarih ve 7328 sayılı Kanunun 2. maddesiyle eklenen, “Cumhuriyet başsavcısı, Cumhuriyet savcılarının soruşturmayı sonlandıran kararları arasında oluşabilecek farklılıkların giderilmesi ile bu kararların kanuna uygunluğunun denetlenmesi hususlarında görevli ve yetkilidir.” hükmü görüşümüzü haklı kılmaktadır.
Duruşmada iddia makamında yer alan Cumhuriyet savcısı, Cumhuriyet başsavcılığını temsilen yer almaktadır. Duruşmaya; Cumhuriyet başsavcılığını temsilen bir veya birden fazla Cumhuriyet savcısı katılabileceği (Mah. K. m.22) gibi, duruşmanın ertelenmesi halinde, aynı Başsavcılık bünyesindeki başka bir Cumhuriyet savcısının duruşmaya katılması da mümkündür.
Bu durumun bir sonucu olarak; duruşmaya katılan Cumhuriyet savcısının duruşmada açıkladığı mütalaa Cumhuriyet başsavcılığı adına sunulmakta olup, Cumhuriyet başsavcılığını da bağlamaktadır[3]. Bu sebeple; duruşmanın bir celsesine katılan Cumhuriyet savcısının mütalaasını sunmasının ardından, duruşmaya katılan başka bir Cumhuriyet savcısının yukarıda açıkladığımız şartlar gerçekleşmeksizin ve hiçbir gerekçe göstermeksizin, duruşmaya katılan öncesi Cumhuriyet savcısının sunduğu mütalaayı değiştirmesi ve farklı bir mütalaa sunması mümkün olmadığı kanaatindeyiz.
Ayrıca belirtmek isteriz ki; görüşümüzün bir sonucu olarak mahkemenin, duruşmada mütalaasını sunan Cumhuriyet savcısının talebi doğrultusunda hüküm kurması halinde bu hükme karşı duruşmaya katılan Cumhuriyet savcısının kanun yoluna başvurması mümkün olmadığı gibi, aynı Cumhuriyet başsavcılığındaki Cumhuriyet başsavcısı veya Cumhuriyet başsavcı vekillerinden birisinin de kanun yoluna başvuramaması gerektiği kanaatindeyiz. Bununla birlikte, uygulamada bu yola başvurulduğu görülmektedir.
Şayet Cumhuriyet savcısının duruşmadaki mütalaasının denetlenmesi isteniyorsa; bunun sonradan değil, önceden yapılması gerekir, yani Cumhuriyet savcısının mütalaasını sunması öncesinde Cumhuriyet başsavcılığınca bunun tartışılması ve ortak bir görüş olarak duruşmada sunulması gereklidir.
IV. Sonuç
Cumhuriyet savcısının duruşmada ortaya koyduğu mütalaayı; bu mütalaanın ortaya koyulmasından sonra duruşmaya devam edilip yeni deliller ortaya koyularak tartışılması veya önceki delillerde değişiklik olması sonucunda Cumhuriyet savcısının kanaatinin değişmesi, Cumhuriyet savcısının mütalaasında yaptığı bir hatayı fark etmesi gibi hallerde gerekçelerini göstermek suretiyle öncekinden farklı bir mütalaa vermesi mümkün olmakla birlikte, duruşmada hiçbir yeni delil ortaya koyulmaksızın veya önceki delillerde değişiklik olmaksızın gerekçesiz biçimde önceki mütalaanın değiştirilmesinin mümkün olmadığı kanaatindeyiz.
Duruşmada mütalaayı sunan Cumhuriyet savcısının değişmesi halinde de duruşmaya yeni katılan Cumhuriyet savcısı açısından da aynı prensibin geçerli olduğu düşünmekteyiz. Sırf farklı bir Cumhuriyet savcısının duruşmaya katılmasının kendisine gerekçesiz biçimde önceki mütalaayı değiştirme hakkını vermemektedir.
Aksine uygulamalar; Cumhuriyet savcısının, duruşmada ortaya koyulan delilleri titizlikle ve ciddiyetle değerlendirmesi açısından şüphelere yol açabileceği gibi, tarafsızlığı yönünden de şüphelerin oluşmasına neden olabilecektir.
Cumhuriyet savcısının gerekçesini göstermek suretiyle mütalaasını değiştirmesi halinde de mahkeme, gerekçeli kararında bu mütalaalardan hangisine ve hangi gerekçeyle değer atfettiğini veya her ikisine birden değer tanımadığını açıklamalıdır. Aksine uygulamalar, dürüst yargılanma hakkı kapsamında yer alan gerekçeli karar hakkı şartına aykırıdır.
V. Son Sözler ve Uygulamaya Dönük Tespitlerimiz
Uygulamada esas hakkında mütalaa olarak bilinen ve davanın sonuçlanma aşamasına geldiğini gösteren, esasen “Delillerin tartışılması” başlıklı CMK m.216’da öngörülen usule göre hareket edilerek, mahkeme tarafından davanın “Delilleri takdir yetkisi” başlıklı CMK m.217’ye göre bitirilmesi, bu sırada sözlü yargılama usulüne riayet edilmesi gerekirken, genellikle Cumhuriyet savcısı dahil tarafların esas hakkında beyan, esas hakkında mütalaa ve esas hakkında savunma adı altında süreler istediği, hatta bunu birden fazla celseye uzatabildikleri, böylece “Ara verme” başlıklı CMK m.190/1’in ihlal edildiği, hatta esasla ilgili beyan, iddia ve savunmaların duruşmadan önce yazılı sunulabildiği, tarafların delilleri tartışması usulünün kovuşturmada zorunlu olduğunun ötesine geçilerek, delil tartışmasına girmeyen tarafa ısrarla süre verildiği, Cumhuriyet savcısı yönünden bu konuda daha esnek hareket edildiği, esas hakkında mütalaa verilmediğinde birden fazla kez ve esas hakkında mütalaa alıncaya kadar duruşmanın ertelendiği,
Cumhuriyet savcısının değiştiği ve yerine geçici görevli savcı geldiğinde yine delil tartışması yapılmayarak, yani esas hakkında mütalaa verilmeyerek davanın uzadığı, tüm bunların özellikle sanığın aklanma ve makul sürede yargılanma haklarını ihlal ettiği,
Cumhuriyet savcısının “Delil ve olayın geç bildirilmesi” başlıklı CMK m.207’ye göre sonradan bir delilin ortaya koyulmasını isteyebileceği, ancak ilk sunduğu mütalaadan sonra bu yapılmışsa da, bu yeni delilin tartışılmasının gerektiği, bu delil tartışmaya açılmadan doğrudan esas hakkında mütalaaya konu edilemeyeceği, duruşmada doğrudan ortaya koyulmasının gerektiği,
CMK m.216’ya göre esas hakkında beyanların sunulması, yani delillerin tartışılması yönünden taraflara süre verilmesine dair bir hükmün bulunmadığı, fakat uygulamada, hem savcı ve hem de sanık ile müdafii yönünden makul sürelerin verildiği, gerek makul sürede davanın bitirilmesi ve gerekse tutukluluk ile adli kontrol tedbirleri dikkate alınarak delillerin tartışılması sürecinin uzatılmamasında isabet bulunduğu, he ne kadar amaç maddi hakikate ve ulaşılması kapsamında CMK m.216’da ve m.217’de öngörülen usullerin en iyi ve titiz şekilde uygulanmasının sağlanması olsa da, “adaletin geciktirilmemesi ve bir an önce davanın sonuçlandırılması” kuralından da sapılmaması gerektiği,
Çelişmeli yargılamada tartışmaların sözlülük esasıyla yapılacağı, bunun yerine yazılı beyan, mütalaa ve savunma usulünün ceza muhakemesinde yerinin olmadığı kabul edilse bile, uygulamada bu yöntemden ziyadesi ile sapıldığının görüldüğü, o kadar ki mülga 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun mahkemeye re’sen delil toplama yetkisi veren m.237/3’e benzer bir hüküm 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 206. ve 207. maddelerinde yer almadığı halde, bu kurala da maddi hakikate ve adalete ulaşma gerekçesi ile eksiklik gördüğü yerlerde mahkemelerin birçok durumda savcı yerine sanık aleyhine, ama bazı durumlarda da sanık lehine talep olmadan, kendiliğinden delil toplanmasına ve dosyaya koyulmasına karar verebildiği,
Görülmektedir.
Prof. Dr. Ersan Şen
Prof. Dr. Ali Kemal Yıldız
(Bu makale, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi makalenin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan makalenin bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
---------------
[1] Centel, Nur / Zafer, Hamide; Ceza Muhakemesi Hukuku, Bs. 22, Beta Yayınevi, 2024, İstanbul, s.143; Şahin, Cumhur / Göktürk, Neslihan; Ceza Muhakemesi Hukuku, Bs. 14, Seçkin Yayınevi, 2023, Ankara, s.117; Ünver, Yener / Hakeri, Hakan; Ceza Muhakemesi Hukuku, Bs. 23, Adalet Yayınevi, 2024, Ankara, s.215.
[2] Ünver/Hakeri, s.219.
[3] Şahin/Göktürk, s.117.