Ülkemiz, jeolojik ve topografik yapısı nedeniyle sık sık büyük can ve mal kayıplarına yol açan depremlerle karşı karşıya kalmaktadır. Aktif bir deprem kuşağında yer alan Türkiye, bugüne kadar birçok yıkıcı depremle sarsılmıştır. Bu felaketlerin etkilerini en aza indirmek amacıyla, yapı inşaatına dair çeşitli kurallar getirilmiş ve deprem yönetmelikleri oluşturulmuştur. İlk kez 1940 yılında yürürlüğe giren deprem yönetmeliği, bilimsel ve teknolojik gelişmeler, değişen ihtiyaçlar, mevcut binaların yetersizliği ve yaşanan tecrübeler ışığında bugüne kadar dokuz kez yenilenmiştir. En son 01.01.2019 tarihinde yürürlüğe giren Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği, yeni ve mevcut binaların deprem etkisi altında tasarımı, yapımı, değerlendirilmesi ve güçlendirilmesi için gerekli kuralları ve asgari koşulları belirlemiştir.

Depremin doğal bir afet olarak ortaya çıkmasının yanı sıra, idarenin alacağı önlemler ve uygulamalarla bu felaketin neden olacağı zararları önlemek veya en aza indirmek mümkündür. İmar planlarının bilimsel gerçeklere ve mevzuata uygun olarak hazırlanması, inşaatların bu plan ve projelere uygun olarak gerçekleştirilmesi ve yapıların amacına uygun şekilde, statik yapısı bozulmadan kullanılması büyük önem taşır. Bu hususlara uyulmaması durumunda, depremin yol açtığı yıkımlarda sorumlu kişi ve kurumların tazmin yükümlülüğü doğacaktır.

Türkiye'nin jeopolitik konumu ve deprem gerçeği göz önüne alındığında, bu doğa olaylarına karşı uygun yapılaşmanın bir zorunluluk olduğu aşikardır. Bir yapının inşası sırasında gerekli plan ve projelerin özenle hazırlanması, özellikle statik hesapların titizlikle yapılması ve kaliteli malzemeler kullanılarak inşa edilmesi şarttır. Tüm bu süreçlerin yürürlükteki mevzuata uygunluğunun denetlenmesi gereklidir. Bu çalışmada, deprem sonucu ortaya çıkabilecek zararlardan kamu idarelerinin, müteahhitlerin, fenni mesullerin ve diğer ilgili kişilerin hukuki sorumlulukları ele alınacak ve bu sorumluluğun kapsamı detaylandırılacaktır.

I. Deprem Nedeniyle Ortaya Çıkan Zarardan Hukuki Sorumluluğun Niteliği

Hukuki sorumluluk, bir kişinin başkasına verdiği zararı tazmin etme yükümlülüğüdür. Bu sorumluluk, iki ana kategoriye ayrılır: "Sözleşme sorumluluğu" ve "sözleşme dışı sorumluluk." Sözleşme sorumluluğu, taraflar arasında var olan bir sözleşmenin ihlalinden kaynaklanırken, sözleşme dışı sorumluluk, hukuka aykırı bir eylemle zarar verilmesi durumunda ortaya çıkar. Hukuki sorumluluk, ayrıca, "kusurlu sorumluluk" ve "kusursuz sorumluluk" olarak ikiye ayrılır. Deprem nedeniyle doğan zararlar söz konusu olduğunda, sorumluluğun niteliği ve türü bu kategorilere göre belirlenir.

A. Deprem Nedeniyle Ortaya Çıkan Zarardan İdarenin Sorumluluğu

Sorumluluk hukukunun tarihsel gelişim süreci içerisinde, kusur sorumluluğundan kusursuz sorumluluğa uzayan bir yol izlenmiştir. Bu süreç idare hukukuna da yansımış ve idarenin hem kusur sorumluluğu, hem de kusursuz sorumluluğu olduğu kabul edilmiştir.

1. İdarenin Kusursuz Sorumluluğu

İdare hukukunda kusursuz sorumluluk, kamu hizmetinin görülmesi sırasında kişilerin uğradıkları özel ve olağan dışı zararların idarece tazmini esasına dayanır. Başka bir anlatımla idare, yürüttüğü hizmetin doğrudan sonucu olan, idari faaliyet ile nedensellik bağı kurulabilen, özel ve olağan dışı zararları kusursuz sorumluluk ilkesi gereği tazminle yükümlüdür.

Kusursuz sorumluluk sebeplerinden olan “kamu külfetleri karşısında eşitlik” ya da diğer adıyla “fedakârlığın denkleştirilmesi” ilkesi, nimetlerinden tüm toplum tarafından yararlanılan idarenin eylem ve işlemlerinden doğan külfetlerin, sadece belli kişi veya kişilerin üstünde kalması durumunda, bu kişi veya kişilerin uğradığı zararların, kusuru olmasa dahi idarece, tazminini öngörmektedir (Danıştay Onuncu Daire,  04.11.2015, E: 2012/2512, K: 2015/4746) Risk sorumluluğundan farklı olarak burada, kazalardan kaynaklanmayan, diğer bir deyişle arızi nitelikte olmayan, önceden öngörülebilen zararların tazmini söz konusudur. İdari faaliyetin doğal sonucu olan bu zarar, etki alanı bakımından sınırlı, özel ve olağan dışı nitelik arz etmektedir.

Danıştay İdari Dava Dairleri Kuruluna (17.12.2009, E: 2008/11, K: 2009/3108) göre, deprem sonucunda oluşan bireysel zararlardan dolayı davalı idareleri kusursuz sorumluluk esaslarına göre tazminle sorumlu tutmaya hukuken olanak bulunmamaktadır. Zira bireysel olmayan o bölgede yaşayan için genel nitelikte olan deprem gibi doğal afetlerden doğan zararlar ilgili mevzuatı çerçevesinde devletçe ödenmektedir.

2. İdarenin Kusur Sorumluluğu

İdari yargıda genel olarak, hizmet kusurunun varlığı istikrar bulan yargısal kararlarda hizmetin kötü veya geç işlemesi yahut hiç işlememesi hallerinde kabul edilmektedir.

Kusur sorumluluğu, bir kimsenin hukuka aykırı ve kusurlu bir davranışla sözleşme dışında diğer bir kimseye vermiş olduğu zararın giderilmesini düzenleyen sorumluluk türüdür. Bu sorumlulukta kusur, sorumluluğun kurucu unsuru olarak düzenlenmiştir. Kusur sorumluluğunda bir zararı başkasına tazmin ettirmek, ancak zarar onun kusurlu bir fiilinden doğmuş ise mümkündür. Kusur sorumluluğuna doktrin ve uygulamada eş anlamda olmak üzere “haksız fiil sorumluluğu” veya “sübjektif sorumluluk” da denilmektedir.

3. İdare Dışındaki Sorumlular veya Depremin İdarenin Kusur Sorumluluğuna Etkisi

İdarenin hukuki sorumluluğunun doğabilmesi için, zarara sebep olan eylemin doğrudan idare tarafından gerçekleştirilmiş olması gerekmektedir. Zarar, zarar gören kişilerin veya üçüncü şahısların eylemlerinden ya da zorlayıcı sebeplerden (mücbir sebepler) kaynaklanıyorsa, idarenin sorumluluğu bulunmamaktadır. Mücbir sebep, failin kontrolü dışında gelişen, öngörülmesi ve engellenmesi mümkün olmayan olayları kapsar. Deprem, bu anlamda tipik bir mücbir sebep olarak kabul edilir. Ancak, eğer idarenin, mevzuata aykırı bir şekilde yapılaşmaya izin vererek zararı artırdığı tespit edilirse, bu durumda idare, artan zarardan dolayı kusuru oranında tazmin sorumluluğu taşıyabilir. Örneğin, deprem bölgesinde fay hattı üzerinde inşaat ruhsatı verilmesi durumunda, doğan zararın bir kısmından idare sorumlu tutulacaktır. Ancak, deprem sonucu tüm zararın idareye yüklenemeyeceği de açıktır. Ayrıca, zarar görenin kendi kusurlu eylemleri, zararın esas nedeni olarak belirlenirse, idare bu sorumluluktan tamamen kurtulabilir.

B. Deprem Nedeniyle Ortaya Çıkan Zarardan Müteahhidin Sorumluluğu ve Bunların Kaynağı

Deprem nedeniyle ortaya çıkan zarardan müteahhidin sorumluluğunu çeşitli hukuki müesseselerle incelemek mümkündür. Bunları, eser sözleşmesi yükümlülüğü, satıcının yükümlülüğü ve haksız fiil sorumluluğu olarak değerlendirmek mümkündür.

1.Eser Sözleşmesi Kapsamında Müteahhitin Yükümlülükleri

Müteahhit, sadece inşaatı gerçekleştiren taraf olarak yer alıyorsa, bu durum eser sözleşmeleri çerçevesinde ele alınmalıdır. Eser sözleşmesi kapsamında yüklenici, eser sahibine belirli bir bedel karşılığında eser meydana getirmeyi taahhüt eder. Bu tür sözleşmeler, karşılıklı borç yükleyen iş görme sözleşmeleri olarak nitelendirilir. Yüklenici, inşaatı yasal mevzuat, sözleşme hükümleri ve fen, teknik, sanat kurallarına uygun şekilde inşa edip zamanında tamamlayarak arsa sahibine teslim etme yükümlülüğü taşır.

Yüklenicinin özen borcunun kapsamı, sözleşme hükümleri ve ilgili yasal düzenlemeler ışığında belirlenir. Bu borç, yapıların sözleşmeye, fen ve teknik kurallara uygun olarak inşa edilmesini ve teslim edilmesini gerektirir ve aynı zamanda ayıba karşı tekeffül borcu olarak da devam eder (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 14.01.2020, E: 2017/254, K: 2020/6).

Türk hukukunda yapımcıların sorumluluğuna ilişkin özel bir düzenleme bulunmamakla birlikte, Borçlar Kanunu'nun 41. maddesi bu konuda uygulanabilir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 13.02.2002, E: 2002/114 K: 2002/84). Öğreti ve yargı uygulamaları da İsviçre hukukunda olduğu gibi, yapımcıların kusur sorumluluğunun, Borçlar Kanunu’nun 41. maddesi çerçevesinde değerlendirileceğini kabul etmiştir.

Bu bağlamda, müteahhit, üretim ve montaj hatalarından kaynaklanan yapım bozuklukları nedeniyle malı alan veya kullanan herkese karşı sorumludur ve bu tür hatalar sonucunda zarar görenlerin objektif nitelikteki zararlarını tazminle yükümlüdür. İsviçre Federal Mahkemesi de, malzeme seçiminde, imalat sürecinde ve denetiminde gerekli özeni göstermeyen yapımcının, piyasaya sürdüğü hatalı ürün nedeniyle başkalarına karşı sorumlu olacağını kabul etmiştir.

2. Müteahhidin Satıcı Olarak Yükümlülüğü

Müteahhit aynı zamanda satıcı ise, müteahhit alıcıya karşı Borçlar Kanunu’nun 217. maddesi delaletiyle aynı Kanunun 194 maddesi gereğince "satıcının ayıba karşı tekeffülü " hükümlerine göre sorumludur (Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 20.01.2014, E: 2013/16327, K: 2014/1302). Bu kapsamda müteahhit, binanın tekniğine uygun olmayan şekilde eksik ve kusurlu yapılmasından dolayı depremde oluşan zarardan sorumludur.

3. Müteahhidin Haksız Fiil Sorumluluğu

İmar Kanunu’nun 28. maddesi, yapı müteahhidine ağır bir sorumluluk yükler: Müteahhit, yapıyı, tesisatı ve malzemeleriyle birlikte, kanunlara, ilgili mevzuata, imar planına, ruhsata, projelere, standartlara ve teknik şartnamelere tam uyum içinde inşa etmek zorundadır. Bu yükümlülüklerin ihlali, yalnızca mevzuata aykırılık teşkil etmekle kalmaz, aynı zamanda müteahhidin kusurundan kaynaklanan haksız fiil sorumluluğunu da doğurur.

Müteahhidin kusuru, hukukun yasakladığı bir irade bozukluğu ya da eksikliği olarak tanımlanabilir. Bir ürün veya yapının, normal şartlar altında ve olağan kullanımı sırasında zarar verme potansiyeline sahip olması, ortada bir kusurun varlığına işaret eder. Tehlikeli bir ürünü piyasaya sürmek, yapımcının bu tehlikeyi bilerek yaratmış olduğunu gösterir. Eğer yapımcı, bu tehlikenin gerçekleşmesini önlemek için gerekli önlemleri almazsa ve bu durum zarara yol açarsa, zararın tazminiyle yükümlü hale gelir.

C. Diğer Kişilerin Haksız Fiil Sorumluluğu

Bir binanın inşaat süreci sadece müteahhidi içermemektedir, bunun yanı sıra şantiye şefi ve yapı denetim firmalarının da inşaat sürecinde sorumlulukları bulunmaktadır. Burada en temel olarak iki grup öne çıkmaktadır. Bunlardan birincisi şantiye şefi, diğer ise fenni mesuldür. Bunların inşaat süreci ile ilgili sorumlulukları ilerleyen bölümlerde açıklanacaktır. Bu sorumluluklara uyulmaması durumunda ortaya çıkan zarardan fenni mesul ve şantiye şefi de kusurları oranında sorumludurlar.

D. Müteselsil Sorumluluk

Yargıtay uygulamasında, deprem nedeniyle ortaya çıkan zarardan, bu zararın ortaya çıkmasında sorumluluğu olanların müteselsil sorumluluğu olduğu kabul edilmektedir (Örneğin Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi, 20.11.2008, E: 2008/2027, K: 2008/14382).

Müteselsil sorumluluk kuralına göre, olayda kusurlu olanların her biri zararın oluşmasına birleşen veya bağımsız hareket eden davranışları ile katkıda bulunduklarından, meydana gelen zararın tamamından dayanışmalı olarak sorumludurlar. Müteselsil sorumlulukta zarar görenin dilediği borçluya başvurma hakkı vardır (BK. m. 142); dilerse sorumlulardan birine, dilerse hepsine veya bir kısmına karşı dava açabilir. Müteselsil sorumlulukta kural olarak borçlulardan her biri borcun tamamından sorumludurlar (BK. m. 141).

Davacının, dava açtığı kişinin ödediği tazminatı, kusur oranlarına göre diğer sorumlulara karşı her zaman zararı rücu etme hakları vardır (Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi, 20.11.2008, E: 2008/2027, K: 2008/14382).

II. Deprem Nedeniyle Ortaya Çıkan Zarardan Hukuki Sorumluluğun Şartları

Sorumluluk hukukunun genel kuralı gereğince, bir kimsenin haksız eylem nedeniyle sorumlu tutulabilmesi için, öncelikle hukuka aykırı bir eylemin bulunması, bir zararın meydana gelmesi, zararın meydana gelmesinde kusurun bulunması ve haksız eylemle zarar arasında da uygun illiyet bağının olması gerekir. Bu unsurların tümünün bir arada bulunmadığı, bir veya birkaç unsurun eksik olduğu durumlarda, haksız fiilin varlığından söz edilemez. Şimdi sırasıyla bu hususları izah etmeye çalışalım.

A. Eylem

1. Merkezi İdarenin Eylemleri ve Sorumluluğu

İdari eylemlerden kaynaklanan zararın tazmini için açılan tam yargı davalarında, idarenin tazmin borcunun doğabilmesi için zararın, bu zarara neden olan eylemin ve zararla eylem arasındaki nedensellik bağının bulunması gerekir. Ayrıca, idare hukukuna özgü hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk esaslarına dayanılmalıdır.

Devletin, afetlerin önlenmesi ve zararların azaltılması amacıyla gerekli tedbirleri belirlemek, politikaları oluşturmak, bilimsel, teknik ve idari çalışmaları koordine etmek, ulusal ve uluslararası işbirliği projeleri geliştirmek, afet bölgelerini tespit ve ilan etmek, yapı teknikleri ve projelendirme esaslarını belirlemek, deprem katalogları ve haritaları hazırlamak gibi yetki ve sorumlulukları vardır.

Tam yargı davalarında, öncelikle hizmet kusurunun varlığı araştırılmalı; hizmet kusuru bulunmuyorsa, kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanabilirliği değerlendirilmelidir.

2. Yerel Yönetimlerin Sorumluluğu

Bilindiği üzere idare hukukunda idarenin sorumluluğu, kusursuz sorumluluk ve kusur sorumluluğu olmak üzere iki kapsamda değerlendirilmektedir.

3. Müteahhidin Deprem Nedeniyle Sorumluluğu

İmar Kanunu’nun 28. maddesine göre, yapı müteahhidi; yapıyı, tesisatı ve malzemeleriyle birlikte bu Kanuna, ilgili diğer mevzuata, uygulama imar planına, ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere, standartlara ve teknik şartnamelere uygun olarak inşa etmek, neden olduğu mevzuata aykırılığı gidermek mecburiyetindedir. Yapı müteahhidi, ilgili fenni mesullerin denetimi olmaksızın inşaat ve tesisatlarına ilişkin yapım işlerini sürdüremez, inşaat ve tesisat işlerinde yetki belgesi olmayan usta çalıştıramaz

4. Fenni Mesulün Sorumluluğu

Fenni mesul, inşaat ve tesisat işlerinde kullanılan malzemelerin kamu adına denetimini gerçekleştiren kişidir. İmar Kanunu’nun 28. maddesi, fenni mesule yapıların kanunlara, imar planlarına, ruhsata ve teknik şartnamelere uygun inşa edilmesini denetleme sorumluluğu yükler. Bu görevi yerine getirmeyen fenni mesuller, kanuni sorumluluktan kaçamaz. İmar Kanunu’nun 42. maddesi, ayrıca, ruhsata aykırı yapıları bildirmeyen fenni mesullere idari para cezası uygulanacağını düzenler.

4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun da fenni mesuliyetin kapsamını genişletir. Yapı denetim kuruluşları, inşaatların ruhsat ve mevzuata uygunluğunu denetlemek ve aykırılıkları idareye bildirmekle yükümlüdür. Bu yükümlülüklerini ihlal eden kuruluşlar ve görevliler, cezai yaptırımlarla karşılaşabilir.

Fenni mesul, yüklenici ile birlikte yapı sahibine karşı sorumlu olup, yapı denetimine tabi inşaatlarda, denetim firmaları da kusurları oranında sorumluluk taşır (Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi, 16.11.2020, E: 2020/2457, K: 2020/3939).

5. Şantiye Şefinin Sorumluluğu

Şantiye şefi; konusuna ve niteliğine göre yapım işlerini yapı müteahhidi adına yöneterek uygulayan, mühendis, mimar veya bunlara ilişkin teknik öğretmen veya tekniker diplomasına sahip teknik personeldir.

İmar Kanunu’nun 28. maddesine göre, şantiye şefi; yapıyı, tesisatı ve malzemeleriyle birlikte bu Kanuna, ilgili diğer mevzuata, uygulama imar planına, ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere, standartlara ve teknik şartnamelere uygun olarak inşa etmek, neden olduğu mevzuata aykırılığı gidermek mecburiyetindedir. Yapı müteahhidi ve şantiye şefi, ilgili fenni mesullerin denetimi olmaksızın inşaat ve tesisatlarına ilişkin yapım işlerini sürdüremez, inşaat ve tesisat işlerinde yetki belgesi olmayan usta çalıştıramaz.

B. Zarar

Zarar, bir kimsenin malvarlığındaki eksilmedir. Başka bir anlatımla zarar verici eylemden önceki malvarlığı ile eylemden sonraki malvarlığı arasındaki fark zarardır. Bu maddi zarar olabileceği gibi, manevi zararda olabilir.

1. Bağımsız Bölümde Meydana Gelen Hasar ve Tamamen Yok Olma

Depremde zarar gören arsa üzerindeki bağımsız bölümde hasar varsa ve bu bölüm kullanılabilir durumdaysa, zarar, bağımsız bölümün eski haline getirilmesi için gereken maliyetle sınırlıdır. Eğer bina yıkılmış ve bağımsız bölüm kullanılamaz hale gelmişse, bu durumda tazminat hesabında bağımsız bölümün değeri dikkate alınır. Ancak, bağımsız bölüm yıkılsa bile, arsa tapusu malikine ait olduğundan, arsa bedelinin tazmini söz konusu olmaz; sadece bağımsız bölümün inşaat maliyeti hesaplanarak tazminat kararlaştırılır (Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi, 02.07.2009, E: 2008/12976, K: 2009/8822).

Yargıtay kararlarına göre, zarar, haksız eylemin (depremin) meydana geldiği tarihte oluşur ve sorumluların tazmin sorumluluğu da o tarihte başlar. Bu nedenle, bağımsız bölümün inşaat maliyeti ile kullanılabilir ev ve ziynet eşyalarının bedeli, haksız eylemin gerçekleştiği tarihteki verilere göre belirlenmelidir (Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi, 02.07.2009, E: 2008/12976, K: 2009/8822).

2. Kullanılmış Ev ve Ziynet Eşyası

3. Destekten Yoksun Kalma

4. Manevi Zarar

Manevi tazminat, kişinin sosyal, fiziki ve duygusal kişilik değerlerinin zarar görmesi durumunda istenebilir.

C. İlliyet Bağı

1. Genel Olarak

Sorumluluğun temel koşulu, zararla ilgili davranış veya olay arasında bir sebep-sonuç ilişkisinin, yani illiyet bağının bulunmasıdır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 13.06.2019 tarihli ve E: 2017/11-124, K: 2019/657 sayılı kararında, "Uygun illiyet bağı, olayların olağan akışına ve hayat tecrübesine göre sebebin, meydana gelen sonucu yaratmaya elverişli olmasıdır. Bu bağ, sorumluluğu, zarar veren açısından öngörülebilir risklerle sınırlandırır. Hayatın olağan akışı ve tecrübesiyle öngörülemeyen zararlar, uygun illiyet bağı kapsamında sorumluluk doğurmaz," şeklinde tanımlanmıştır.

Bir bina, yapı yönetmeliklerine ve teknik koşullara uygun olarak inşa edilmişse ve yine de deprem nedeniyle yıkılmışsa, zararla hukuka aykırı eylem arasındaki uygun illiyet bağı kesildiğinden, davalıların sorumluluğuna gidilemez.

2. İlliyet Bağının Kesilmesi

İlliyet bağı; mücbir sebep, zarar görenin kendi kusuru veya üçüncü kişinin kusuru nedeniyle kesilebilir. Aynı zamanda sorumluluktan kurtulma sebebi olan bu üç sebep, sadece kusur sorumluluğunda değil, kusursuz sorumlulukta da kabul edilmektedir (Eren, s. 561.). Her üç neden açısından da, illiyet bağının kesildiği iddiası, sorumlu kişiler tarafından açıkça ispatlanmadıkça kabul edilmemelidir. Bu bakımdan sorumluluktan kurtulmak oldukça zorlaştırılmıştır.

a) Mücbir Sebep: Depremin Şiddeti Zarar Sorumluluğunu Ortadan Kaldırır mı?

Mücbir sebep, sorumlu ya da borçlunun kontrolü dışında gelişen, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü bir durum olup, borcun ihlâline kaçınılmaz olarak yol açar (Eren, s. 582 vd.). Şiddetli depremler durumunda, bina plan ve projelere uygun şekilde inşa edilmiş olsa bile, hasar görebilir. Bu durumda, aşırı şiddetli depremin, zarar ile müteahhidin eylemi arasındaki illiyet bağını kesip kesmeyeceği değerlendirilmelidir.

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 15.03.2018 tarihli ve E: 2016/7279, K: 2018/2541 sayılı kararında, "Kaçınılmazlık boyutlarında olmayan şiddetli depremin, mücbir sebep olarak kabul edilip, zararla illiyet bağını kestiği kabul edilemez," ifadesine yer verilmiştir. Bu ifade, kaçınılmazlık boyutunda bir deprem olması durumunda illiyet bağının kesilebileceğini ima etmektedir. Yani, bina fen ve tekniğe uygun inşa edilseydi dahi, yine de hasar görecekse, müteahhidin sorumluluğu ortadan kalkabilir.

Ancak, bu iddianın geçerliliği için, yapının kurallara uygun olarak inşa edilmiş olması ve sonradan yapılan değişikliklerin statik değerlere aykırı olmaması gerekir. Ayrıca, illiyet bağının kesildiğini ispat yükümlülüğü müteahhide aittir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'na göre, illiyet bağı, mücbir sebep, zarar görenin kusuru veya üçüncü kişinin kusuru nedeniyle kesilebilir; ancak bu durumlar, sorumlu kişiler tarafından açıkça ispatlanmadıkça kabul edilmemelidir.

b) Zarar Görenin Kendi Kusuru

Zarar görenin kendi kusuru, kişinin kendisine zarar veren bir davranışta bulunması anlamına gelir. Bu tür bir kusur, mantıklı bir kişinin kendi yararını korumak için kaçınması gereken bir eylemi ifade eder ve hukukta müterafik kusur olarak da adlandırılır. Ancak, zarar görenin kusuru her zaman illiyet bağını kesmez. Eğer zarar görenin kusuru ağır ise, illiyet bağı kesilir ve sorumluluk ortadan kalkar. Bu durumda, haksız fiilin koşulları gerçekleşmediği için tazminat söz konusu olmaz (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 17.10.2019, E: 2017/444 K: 2019/1083).

Eğer zarar gören ve diğer bir kişi (örneğin müteahhit) birlikte kusurlu ise, bu durumda ortak kusur söz konusudur. Ortak kusur, zarar görenin kusurlu davranışlarının zararın doğumuna veya artmasına katkıda bulunduğu durumları ifade eder. Ortak kusur varsa, hâkim, bu kusurun tazminata etkisini değerlendirir ve bunun bir "tenkis sebebi" mi, yoksa tazminattan tamamen vazgeçilmesine neden olabilecek bir durum mu olduğunu takdir eder (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 17.10.2019, E: 2017/444 K: 2019/1083). Eğer ortak kusur "tenkis sebebi" ise, tazminattan indirim yapılır. Eğer böyle bir durum yoksa, tazminatın belirlenmesinde bu konu ayrıca incelenir.

c) İmar Barışı

İmara aykırı ve kaçak yapılar için 2018 yılında, 7143 sayılı Kanun'un 16. maddesiyle 3194 Sayılı İmar Kanunu'na eklenen geçici 16. madde ile; afet risklerine hazırlık kapsamında ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı yapıların kayıt altına alınması ve imar barışının sağlanması amacıyla, 31.12.2017 tarihinden önce yapılmış yapılar için Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve yetkilendireceği kurum ve kuruluşlara 31.10.2018 tarihine kadar başvurulması, bu maddedeki şartların yerine getirilmesi ve 31.12.2018 tarihine kadar kayıt bedelinin ödenmesi halinde yapı kayıt belgesi verilebileceği hüküm altına alınmıştır.

Aynı maddede, yapı kayıt belgesinin yapının kullanım amacına yönelik olduğu, bu belgeye sahip yapılara talep halinde geçici olarak su, elektrik ve doğalgaz bağlanabileceği ve bu belgeyle alınmış yıkım kararlarının ve tahsil edilemeyen idari para cezalarının iptal edileceği belirtilmiştir. Bu düzenlemeden, imara aykırı olup yıkılması gereken yapıların kullanılmasına izin verildiği ve idare tarafından bu yapıların kullanımına olanak sağlandığı anlaşılmaktadır. Ayrıca, yapı kayıt belgesinin, yapının yeniden yapılmasına veya kentsel dönüşüm uygulamasına kadar geçerli olduğu, bu süre zarfında yapının depreme dayanıklılığının malik tarafından sağlanması gerektiği ifade edilmiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 10.06.2020 tarihli ve E: 2020/168, K: 2020/394 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, yapı kayıt belgesi, binayı iskân alınacak şekilde imara uygun hale getirmez ve yalnızca geçici bir statü sağlar. Bu nedenle, imar barışı kapsamında yapı kayıt belgesi alınmış olması, müteahhidin, şantiye şefinin ve fenni mesulün, bina yapımında imar mevzuatına ve projeye uygunluk yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz.

III. Deprem Nedeniyle Oluşan Zararın Tazmini İstemiyle Açılacak Davalar

Deprem nedeniyle ortaya çıkan zararın tazmini istemiyle açılacak davalarla ilgili hususlar, davanın kime karşı açıldığına göre değişmektedir.

A. Görevli Yargı ve Yetkili Mahkeme

Dava kamu idarelerine karşı açılacak ise bir tam yargı davası olarak idare yargıda, müteahhit, fenni mesul ve şantiye şefine karşı açılacak ise tazminat davası olarak adli yargıda açılması gerekir.

Kural olarak, bunların hepsine tek bir yargı yerinde dava açmaya imkân olmadığı gibi her iki yargı yerinde birden uygun yargı kolunda dava açmaya da engel bulunmamaktadır. Yani, aynı anda hem kamu idaresine karşı tam yargı davası, hem de müteahhit, fenni mesul ve şantiye şefine karşı tazminat davası açmanın önünde bir engel bulunmamaktadır. Böyle bir durumda bir yargı yerinde verilecek tazmin kararının ve tazminat miktarının diğer yargı yerinde açılacak davayı etkileyeceği açıktır (Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi, 14.02.2013, E: 2013/542, K: 2013/2505).

1. Tam Yargı Davaları

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesi, idari eylem ve işlemler nedeniyle kişisel hakları doğrudan zedelenenlerin tam yargı davası açabileceğini düzenler. Bu bağlamda, deprem nedeniyle uğranılan zararların tazmini için kamu idarelerine karşı açılacak davaların idari yargıda, tam yargı davası olarak görülmesi gerekmektedir. Kamu idarelerine karşı adli yargıda dava açılması mümkün değildir. Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi'nin 23.06.2005 tarihli ve E: 2004/12419, K: 2005/6863 sayılı kararında da belirtildiği gibi, kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında meydana gelen zararların, idare hukuku ilkeleri çerçevesinde hizmet kusuru veya idarenin başka bir nedenle sorumlu olup olmadığının incelenmesi gerektiğinden, bu tür davalara idari yargı bakmakla görevlidir.

Tam yargı davalarında yetki, 2577 sayılı Kanun'un 36. maddesi ile belirlenmiştir. Buna göre, idari sözleşmelerden doğanlar hariç, tam yargı davalarında yetkili mahkeme sırasıyla; a) Zararı doğuran idari uyuşmazlığı çözmeye yetkili, b) Zarar, bayındırlık ve ulaştırma gibi bir hizmetten veya idarenin herhangi bir eyleminden kaynaklanmışsa, hizmetin görüldüğü veya eylemin yapıldığı yer, c) Diğer durumlarda davacının ikametgahının bulunduğu yer idari mahkemesidir.

2. Tazminat Davaları

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 2. maddesi, malvarlığı haklarına ilişkin tüm davalarda görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi olduğunu belirtir. Deprem nedeniyle malvarlığında oluşan zararların tazmini için açılan haksız fiil davaları da bu kapsamda değerlendirildiğinden, bu tür davalar asliye hukuk mahkemesinde görülür. Kanunun 16. maddesi ise, haksız fiilden doğan davalarda yetkili mahkemenin, haksız fiilin işlendiği, zararın meydana geldiği, zararın meydana gelme ihtimalinin bulunduğu veya zarar görenin yerleşim yeri mahkemesi olduğunu belirtir. Ayrıca, genel yetki kuralı gereği, davalının yerleşim yeri mahkemesi de yetkilidir. Bu düzenlemeler, haksız fiil mağdurlarının hukuki korunma talebini kolaylaştırmayı amaçlar.

B. Süre: Dava Zamanaşımı

Türk Borçlar Kanunu’nun 72. maddesi, tazminat isteminin, zarar ve tazminat yükümlüsünün öğrenildiği tarihten itibaren iki yıl, her hâlde fiilin işlendiği tarihten itibaren on yıl içinde zamanaşımına uğrayacağını belirtir. Ancak ceza kanunlarında daha uzun zamanaşımı öngörülen durumlarda, o süre uygulanır. Tazminat davası açılabilmesi için, öncelikle bir zararın doğmuş olması gereklidir. Zamanaşımı süresi, zarar meydana gelmeden başlamaz. Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre, deprem nedeniyle oluşan zararların tazminine yönelik davalarda, zamanaşımı süresi depremin gerçekleştiği tarihte başlar (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 22.10.2003, E: 2003/603, K: 2003/594). Hukuka aykırı bir fiil, ancak bir zarara yol açtığında haksız fiil niteliği kazanır. Zarar doğmadan önce işlenmiş bir hukuka aykırılık, haksız fiil olarak nitelendirilemez ve bu nedenle zamanaşımı süresi başlamaz. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 4.3.2003 tarihli kararında da, binanın tamamlandığı tarihte değil, depremin gerçekleştiği tarihte suçun işlenmiş sayılması gerektiği vurgulanmıştır (E: 2002/9-314, K: 2003/15).

C. Sorumlulukların, Sorumluluk Oranlarının ve Zarar Miktarının Belirlenmesi İçin Bilirkişi Görevlendirilmesi

Binaların yıkılmasına yol açan hususların tespiti ve binaların yıkılmasında kusuru bulunanların kusur oranlarının belirlenmesi için konusunda uzman bilirkişilerden gerekçeli, açıklamalı, denetime elverişli rapor alınarak uygun sonuç çerçevesinde karar verilmesi gerekir

D. Tazminat

1. Zararda İndirim Yapılabilecek Haller

Tazminat hukukunda, zarar veren, sorumluluk şartları gerçekleştiğinde, zarar görenin malvarlığındaki eksilmeyi gidermekle yükümlüdür. Ancak, "tam tazmin" ilkesinin katı bir şekilde uygulanması, haksız ve adaletsiz sonuçlara yol açabilir. Bu nedenle, somut olayın özelliklerine göre tazminatta indirim yapılmasının hakkaniyete daha uygun olduğu durumlar mevcuttur.

Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 43 ve 44. maddeleri, bu bağlamda hakime tazminatın miktarını ve kapsamını belirleme yetkisi verir. 43. madde, tazminatın hal, mevkiin icabı ve kusurun ağırlığına göre belirlenmesini öngörürken; 44. madde, indirim yapılmasını gerektiren durumları düzenler. Tazminatın miktarı, haksız fiilin işleniş biçimi ve kusurun ağırlığı gibi unsurlar dikkate alınarak belirlenir. Hakim, bu değerlendirmeyi denetime açık bir şekilde yapmalıdır. Nitekim bu ilkeler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 17.03.2010 tarihli kararında da kabul edilmiştir (E: 2010/4-130, K: 2010/161).

a) Zarar Görenin Kusuru

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 17.10.2019 tarihli E: 2017/444 K: 2019/1083 sayılı kararına göre, zarar görenin kusurlu davranışları ağır nitelikte değilse, haksız fiil faili doğan zarardan sorumlu olacaktır. Ancak, bu durumda zarar görenin kusurlu davranışları, hükmedilecek tazminat miktarında indirim yapılmasına veya tazminat isteminin tamamen reddine yol açabilir. Bu tür bir durumda, hâkim, ortak kusurun tazminata etkisini değerlendirirken, bunun yalnızca bir "tenkis sebebi" mi yoksa tazminattan tamamen vazgeçilmesine neden olabilecek bir durum mu olduğunu belirlemek zorundadır. Hâkim, bu takdir yetkisini kullanırken, hak ve adalete uygun bir sonuca varmalıdır. Bunun için, öncelikle yasanın amacının iyi anlaşılması gerekir. 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 44/1. maddesi, “hiç kimse kendi kusurundan yararlanamaz” ilkesine dayanmaktadır. Bu ilke, hak ve adalet düşüncesine de uygun düşmektedir. Dolayısıyla, zarar görenin kendi davranışıyla zararın oluşmasına neden olduğu durumlarda, bu zarar başkasına yüklenmemeli ve zarar görenin payı ayrılarak, zarar verenin sorumlu olacağı miktar tespit edilmelidir (Oser-Schönenberger, Borçlar Hukuku, Recai Seçkin çevirisi s.409).

b) Zarar Sorumluluğunda Depremin Şiddeti Nedeniyle İndirim

Türk Borçlar Kanunu’nun 51/1 maddesine göre; “Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler." Davacıların oluşan zararı, müteveffanın bulunduğu binanın deprem nedeniyle yıkılması sonucu doğmuştur. Kaçınılmazlık boyutlarında olmayan (kaydedilen deprem şiddetinin ne kadar önlem alınırsa alınsın, yapı ne kadar sağlam yapılırsa yapılsın zararın doğacağının muhakkak olduğu seviyede olmaması hali), şiddetli gerçekleşen depremin mücbir sebep olarak kabul edilip, zararla illiyet bağını kestiği kabul edilemez ise de; ne zaman ve hangi büyüklükte olacağı öngörülemeyen ve gerçekleştiğinde büyük bir yıkıma sebebiyet veren, bölgede herkesi etkileyen en büyük doğal afet olduğu da kabul edilmek zorundadır. Ayrıca, bölgenin birinci derecede deprem kuşağında yer aldığı ve oluşan depremin şiddet büyüklüğü de gözden kaçırılmamalıdır. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 15.03.2018 tarihli ve E: 2016/7279, K: 2018/2541 sayılı kararı