Temelini düşünce ve ifade özgürlüğünden alan basın özgürlüğü, ulusal ve uluslararası alanda korunmaktadır. Basın özgürlüğünün kullanımı esnasında, başka hak ve özgürlükler ihlal edilebilmektedir. Bunlardan birisi de kişilik haklarıdır.

Kişilik hakkı mutlak bir haktır[1] , bu nedenle, hak sahibi herkesten bu hakkın ihlal edilmemesini talep edebilir ve bu hakkı herkese karşı ileri sürülebilir[2] . Türk Medeni Kanunu’nda kişilik hakkı kavramı belirtilerek genel bir düzenleme yapılmıştır ancak kanunlarımızda kişilik hakkına ilişkin bir tanımlama mevcut değildir. Kişilik hakkının konusunu oluşturan manevi kişisel değerler; kişinin şeref ve haysiyeti, ismi, resim ve sesi ile hayat alanıdır. Kişiler özgürlüklerinin, şeref ve haysiyetlerinin, isimlerinin, resimlerinin, özel hayatlarının, saygınlıklarının her türlü saldırıdan korunmasını talep etme hakkına sahiptir[3] .

Kişilik hakkı, kişiliği oluşturan değerlerin tümü üzerindeki hakkı belirtmek üzerine kullanılan bir deyimdir[4] . Çalışmamızın konusunu oluşturan, kişilik hakları, TMK kapsamında koruma altına alınmış ve bu hakların ihlal edilmesi durumunda, hak sahibine manevi tazminat talep etme imkânı verilmiştir. Manevi tazminat, zarar görenin kişilik değerlerinde iradesi dışında meydana gelen eksilmenin giderilmesi, tazmin ve telafi edilmesidir[5] .

Gelişen teknoloji ile basının gücünün artması ve geniş kitlelere erişmesi sonucu, basın yolu ile kişilik hakkı ihlalleri, günümüzde sık rastlanan bir sorun haline gelmiştir. Demokratik bir toplumun gereği olan basın özgürlüğü ile kişilik hakkı arasında hassas bir denge kurmak gerektiğinden, basın özgürlüğü ve kişilik hakkı ihlalleri arasında çatışan menfaatlerin söz konusu olduğu söylenebilir. Basın yoluyla kişilik hakkı ihlallerinde meydana gelen zarar genellikle manevi zarar olmaktadır.

BASIN AÇIKLAMASININ UNSURLARI ve HUKUKA UYGUNLUK NEDENLERİ

1. Basın Açıklamasının Unsurları

Günümüzde öğretide ve yargı kararlarında kişilik hakkı karşısında basın özgürlüğünün korunması ancak basılmış eserde vücut bulan basın açıklamasının hukuka uygun olması ile mümkündür. Yukarıda belirtilen ve habercilik bakımından zamanlılık, yakınlık, önemlilik, ilgi çekme ve sonuç olarak tespit edilen unsurlar, hukuken doktrin ve Yargıtay kararları ile şekillenmiştir. Buna göre; gerçeklik, insan ilgisini çekme, kamu yararı bulundurma, güncellik ve fikri bağ bir haberde bulunması gereken unsurlardır.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin bir kararına göre; “...Bunun için temel ölçüt, kamu yararıdır. Yayın, salt toplumun yararı gözetilerek yapılmış olmalıdır. Toplumun çıkarı dışında hiçbir kişisel çıkar, gerçeklerin yanlış olarak sunulmasına neden olmamalıdır. Haber olduğu biçimi ile verilmeli ve kişisel katkı yer almamalıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, yayında kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli ve haber verilirken özle biçim arasındaki denge de korunmalıdır. Bu ilke ve kurallar gözetilmeden yapılan yayın hukuka aykırılığı oluşturur ve böylece kişilik hakları saldırıya uğramış olur.”[6] .

Yukarıda verilen Yargıtay kararından ve doktrinden yola çıkılarak, bir basın açıklamasının hukuka uygun haber niteliğinde olabilmesi için aranacak şartları şu şekilde belirleyebiliriz:

2. Gerçeklik

Gerçeklik, habere yahut eleştiriye konu olayın gerçek olmasını ifade eder[7] . Verilen bir habere konu olan içerik, gerçeğe uygun olmalıdır. Burada gerçeklik ile ifade edilmek istenen, haberin yayımlandığı sırada mevcut olay ile ilgili somut duruma uygunluk taşımasıdır. Gerçek bir olaya dayanmayan açıklamalar haber adı altında yayımlanmış olsa dahi gerçek durumu yansıtmadığından bir haberin taşıması gereken unsurlara sahip olduğu söylenemez. Bu gerçeklik, görünen gerçeklik ile sınırlıdır. Nitekim Yargıtay bir kararında o anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından basının sorumlu tutulamayacağına hükmetmiştir[8] .

Bu noktada basının araştırma yükümlülüğüne değinmek gerekir zira basın mensuplarının mesleği aynı zamanda araştırmacı kimliği de içerisinde barındırır. Dolayısı ile görünen gerçekliğin yeterli olduğu görüşü eleştirilebilir. Doktrin düşüncesine ve yerleşik uygulamaya göre açıklamanın gerçeğe uygunluğunu ispat yükü açıklamada bulunana düşer[9] . Yargıtay bir kararında yayının gerçeğe uygunluğunu kanıtlama yükümünün (beyine külfeti) yayından sorumlu bulunanlara düşeceğine hükmetmiştir[10] .

3. İnsanın İlgisini Çeken Olay ve Kamu Yararı

Toplumsal ilgi uyandıran, kamuoyunu üzerinde düşünmeye ve tartışmaya sevk eden, belli bir sorunun aydınlanmasına ve buna çözüm yollarının gösterilmesine hizmet eden olayların açıklanmasında kamu yararı vardır[11] . Basın özgürlüğü her zaman değil, ancak ve ancak kamu yararı unsuru varsa basın için bir ayrıcalık oluşturur[12] .

Yargıtay bir kararında kamu yararı kavramına şu şekilde değinmiştir; “…Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da, daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır…”[13] .

4. Güncellik

Haberin güncel olması, somut olayın açıklandığı tarihlerde kamu yararının bulunması esasına dayanır[14] . Üzerinden zaman geçmiş ve güncelliğini yitirmiş bir olayın haber olarak verilmesi durumunda kamu yararından söz edilemez. Güncel olmayan bir haberin yayımlanması durumunda, kişilik hakkı ile haber verme hakkı çatıştığında, kişilik hakkına üstünlük tanınacaktır. Güncelliğini yitirmiş bir olayın haber olarak verilmesi ancak kamu yararının mevcut olduğu ve o olayın yeniden gündeme taşınmasının gerekli olduğu durumlarda söz konusu olabilir.

5. Haberde Özle Biçim Arasındaki Dengenin Korunması

Gerçek ve güncel bir haberin bütünü dikkate alındığında, haberin verilişinde gerekli ve yararlı bilgiler mevcut olmalıdır. Haberde özle biçim arasındaki dengenin korunup korunmadığının tespitinde kullanılan ifadelerin orta düzeydeki bir okuyucu üzerinde ifade ettiği anlama bakılır. Bir olayın açıklanmasında kullanılan dil ve sözcükler orta düzeydeki bir okuyucu üzerinde başka bir anlama gelecek şekilde yer almamalıdır[15] .

Hukuka Uygunluk Nedenleri

Bir kişinin onur, şeref ve saygınlığına yapılan saldırılar hiç kuşkusuz onun toplum içindeki durumunu sarsacak ve hakkında yersiz birçok düşüncelerin doğmasına ve söylentilere sebep olacaktır[16] . Bu hallerde kişilik hakkına hukuka aykırı bir saldırının mevcut olduğu söylenebilir. Basın yoluyla kişilik hakkının ihlalinde hukuka aykırılık unsuru karşımıza, yapılan bir basın açıklaması ile kişiliği koruyan normların ihlal edilmesi şeklinde çıkar. Bu nedenle, öncelikle kişilik hakkını koruyan normların bilinmesi gerekir. Bu husus ayrı bir çalışma konusu arz edeceğinden, burada kısaca korunan kişilik haklarının neler olabileceğinden bahsedilecektir.

Kişiliği koruyan normlardan ilki, MK 24 üncü maddesidir. MK 24 üncü maddesinde, hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimsenin hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebileceği belirtmiş ve devamında hukuka aykırılığa ilişkin bir düzenlemeye yer vermiştir. MK 24 üncü maddesinin 2 nci fıkrasına göre; “Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır”. Görüldüğü üzere Medeni Kanun, kişilik haklarının ihlalinde hukuka aykırılığı kural, hukuka uygunluk nedenlerini ise istisnai olarak belirlemiştir.

Bu başlık altında hukuka uygunluk nedenlerini, basın yoluyla kişilik haklarına saldırılar bakımından değerlendirmek gerekir. Ancak basın yoluyla kişilik haklarının ihlalinde MK 24 üncü maddesinde belirtilen üstün nitelikte bir özel yarar hukuka uygunluk nedeninin doğması oldukça güçtür[17] . Bu nedenle bu kısımda yalnızca kişilik hakkı zedelenenin rızası, üstün nitelikte kamu yararı ve kanunun verdiği yetkinin kullanımı sebeplerine değinilecektir.

1. Rıza

MK 23 üncü maddesine göre, “Kimse, hak ve fiil ehliyetlerinden kısmen de olsa vazgeçemez. Kimse özgürlüklerinden vazgeçemez veya onları hukuka ya da ahlâka aykırı olarak sınırlayamaz.” Kişilik hakkına saldırı teşkil etmesine rağmen bir basın açıklamasının hukuka uygun olabilmesi için, gösterilen rıza bu kapsamda olmalıdır. Vazgeçilemeyen varlıklara yönelik saldırılara ilişkin verilen rızalar, hukuka aykırı olduğundan basın yoluyla kişilik hakkına yapılan saldırıyı hukuka uygun hale getirmeyecektir. Rızanın basın açıklamasından önce verilmesi gerekir. Basın açıklaması sonrası verilecek rıza fiili hukuka uygun hale getirmeyecek yalnızca dava hakkından vazgeçme olarak yorumlanabilecektir[18] . Kişilik hakları kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan olup bunlara ilişkin rızanın geçerlilik arz edebilmesi için tam ehliyetli kişi tarafından verilmesi gerekmektedir.

2. Üstün Nitelikte Kamu Yararı

Kanun koyucu tarafından her türlü kamu yararı, hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilmemiş, yalnızca üstün nitelikteki kamu yararının fiili hukuka uygun kılacağı belirtilmiştir. O halde üstün nitelikteki kamu yararının mevcudiyetinin araştırılmasında, yararların tartılması ilkesinin uygulanması gerekir.

Basın yoluyla kişilik haklarına saldırılarda, saldırıya ilişkin yarar kişiliğin korunmasına ilişkin yarara kıyasla daha üstün nitelikte ise, fiili hukuka uygun hale getirir. Peki üstün nitelikte kamu yararı nasıl tespit edilecektir? Bir basın açıklamasının üstün nitelikte kamu yararına yönelik olması onun özel hukuk alanında basın özgürlüğünden yararlanması ile eş anlamlıdır[19] . Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına göre basın özgürlüğü ile kişilik hakkının karşı karşıya geldiği durumlarda, hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması beklenilemez[20] . Basının üstün nitelikte kamu yararının örneklerinden birisi haber verme hakkıdır. Haber verme hakkı kamu yararı taşıyan bir olayı, topluma haber vermek, bildirmektir[21] . Yine de üstün kamusal yararın somut olaya göre değerlendirilmesinin yerinde olacağı kanaatindeyiz. Kişinin toplumdaki yeri, haberin veriliş amacının kamu yararına hizmet etmek oluşu, kamuoyuna sunuluş biçimi gibi birçok etken üstün nitelikte kamu yararı olup olmadığını belirlemekte etkili olacaktır.

3. Kanunun Verdiği Yetki

İlke olarak ilgililerin rızası dışında, kişisel haklara karşı müdahaleler korunmalıdır. Eğer kişilik haklarına, kamunun bilgilendirilmesi, toplumsal güvenlik ve asayişin sağlanması gibi durumlar için zorunlu ise kanunda koşulları ve sınırları açıkça belirtilmek üzere müdahale edilmesi mümkündür. Yargıtay bir kararında, hukukça korunan haklı bir çıkarın elde edilmesi için hareket edildiği sırada, bir başkasının kişilik hakkı zarar görse dahi, artık kişilik hakkı üzerindeki hukuki himayenin başkalarının hak ve özgürlüğü yararına ortadan kalkacağını ifade etmiştir[22] .

Basın yoluyla kişilik haklarına saldırıda hukuka uygunluk nedeni olarak kanunun verdiği yetkinin kullanılması durumuna bazı hallerde rastlanabilir. Örneğin iflas kararının gazetede ilanı, mahkeme kararlarının ilanı gibi basın açıklamalarında hukuka aykırılık yoktur[23] .

MANEVİ TAZMİNAT DAVASI

Manevi tazminat “manevi zarara uğrayanı tatmin için bir vasıta” şeklinde tanımlanabilir. Manevi tazminat, kişinin maddi olarak ölçümleyemeyeceği değerlerin ihlali ile meydana gelen zararların telafisini ifade etmektedir. Bu değerler Medeni Kanun kapsamında kişilik haklarıdır. Kişilik haklarına, kişinin hayatı, sağlığı, vücut bütünlüğü, resmi, şeref ve saygınlığı, özel hayatı gibi değerler girmektedir. Kişilik haklarının ihlalinde manevi tazminat talebinden hem TMK md. 24 hem de TBK md. 49 söz etmektedir[24] . TMK 24 üncü maddesi “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” hükmünü ihtiva eder. Bu durumda, bir kişinin, bir başkasının mutlak hakkı olarak kabul edilen kişilik hakkını ihlal etmesi, TMK md.24/II’de düzenlenen hususlar söz konusu olmadıkça hukuka aykırıdır[25] . Yine TBK 49 uncu maddesine göre “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.”

TBK’nın ‘Haksız Fiilden Doğan Borç İlişkileri’ kısmında yer alan 58 inci maddesi “Kişilik Hakkının Zedelenmesi” başlıklı olup, “Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.” hükmünü ihtiva eder. TBK m.58 daha çok onur ve saygınlığa (şeref ve haysiyete) tecavüz hallerinde uygulanma imkânı bulacaktır (tıpkı yerini aldığı Eski BK m.49 gibi)[26] . TMK md.24 ve kişilik haklarını düzenleyen başkaca hükümler özel hüküm olarak kabul edilirken; TBK md.58 hükmü özel durumlar dışında kalan hallerde uygulama alanı bulacak genel hüküm olarak değerlendirilmektedir[27] .

TBK’nın 58 inci maddesi uyarınca manevi tazminat talebi için öncelikle bir kimsenin kişilik hakkına hukuka aykırı bir saldırı bulunmalıdır. İkinci olarak açık bir kanun hükmü bulunmadıkça, kişilik hakkı saldırıya uğrayan ile zarar gören aynı kişi olmalıdır. Üçüncü olarak bir manevi zarar mevcut olmalıdır. Hukuka aykırı saldırı ile manevi zarar arasında nedensellik bağı bulunmalıdır. Sorumlu kişinin sorumlu olmasını gerektiren kusuru yahut bir kusursuz sorumluluk hali bulunmalıdır.

Basın yolu ile kişilik haklarına saldırılardan doğan hukuki sorumluluğun kaynağı yukarıda bahsedilen hükümlerdir ancak bu hükümler kişilik haklarının korunması ile ilgili genel hüküm niteliğindedir.

Manevi tazminatın amacının, kişilik hakkı ihlalinden kaynaklı zararın tazmini olduğu görüşümüzden hareket ile basın yoluyla kişilik hakkına saldırılardan kaynaklı manevi tazminat davasını, yukarıdaki açıklamalarımız ışığında değerlendireceğiz.

Davanın Konusu ve Şartları

Basılmış eserler yoluyla kişilik hakkının ihlalinde, Borçlar Kanunu’nun haksız fiil hükümleri uygulanır. Dolayısı ile haksız fiilde bulunması gereken unsurlar, basın yoluyla kişilik hakkının ihlali fiilini meydana getiren eylemler bakımından da bulunması zorunlu unsurlardır. Bu unsurlar olmadan haksız fiilden kaynaklı tazminat sorumluluğu doğmayacaktır.

Borçlar Kanunu’nun 49 uncu maddesi haksız fiilin unsurlarını belirleyen, çatı nitelikteki maddedir. O halde buna göre; fiil, hukuka aykırılık, kusur, zarar ve illiyet bağı haksız fiilin unsurları olarak belirlenebilir.

Bir basılmış eserden kaynaklanan maddi veya manevi zarardan sorumluluğun şartlarının oluşabilmesi için bu beş şartın bir arada bulunması gerekir.

SONUÇ

Demokratik bir toplumun vazgeçilmez unsurlarından birisi de düşünce ve ifade özgürlüğünün bir yansıması olan basındır. Elbette basın özgür olmalıdır. Ancak her özgürlük gibi basın özgürlüğü de sınırsız değildir. Zaman zaman basın özgürlüğü ile kişilik değerleri karşı karşıya kalmakta ve bu iki değer yarışmaktadır. Bu durumlarda basın özgürlüğünün sınırlarını, hem kişiye hem de basına zarar vermeden çizmek önem arz eder. Bu nedenler ile gerek Yargıtay’ın yerleşik içtihatları ile gerekse kişilik haklarını düzenleyen genel hükümler ile birtakım unsurlar ve sınırlamalar getirilmiştir.

Basın yolu ile ihlal edilen kişilik hakları arasında en sık rastlanan hususlar şeref, haysiyet ve özel yaşam varlıklarına yönelen saldırılardır. Basın açıklamaları belirli sınırları aştığı takdirde kişilik haklarına zarar verici mahiyette olabilir. Bunun için bu sınırlara ve kriterlere uyulması gerekmektedir. Bu noktada basının manevi tazminat sorumluluğunun bulunmaması için bir hukuka uygunluk nedeni olan haber verme hakkını kullanmış olması gerekmektedir. Haber, gerçeklik, güncellik, kamu yararı ve özle biçim arasındaki denge unsurlarını taşıyorsa hukuka uygun olacaktır ve bu durumda basının haber verme hürriyeti ve hakkından söz edilebilecektir. Ancak belirtilen unsurlardan birinin eksikliği halinde haber hukuka aykırı gelecek ve haber verme hakkından söz edilemeyecektir.

-------------------------

[1] Mustafa Dural/ Tufan Öğüz, Türk Özel Hukuku Cilt II Kişiler Hukuku, 12. Basıdan 13. Tıpkı Basım, s.95

[2] Dural/Öğüz, a.g.e., s. 103

[3] Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 24. Bası, İstanbul, Yetkin Yayımları, 2019 s. 802

[4] M.Kemal Oğuzman/ M. Turgut Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. 2 İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2016, s. 263

[5] Eren, a.g.e, s.772-773.

[6] Y. 4. HD, 01.04.2019. T., 2019/257 E., 2019/1894 K. sayılı kararı (www.kazanci.com - Çevrimiçi Erişim Tarihi: 20.12.2019)

[7] Pınar Bahar Doğan, “Çatışan İki Değer: Haber Verme Hakkı ve Kişilik Hakkı”, Ankara Barosu Dergisi, 2014/4, s. 488

[8] HGK T. 06.05.2009, E. 2009/4-100, K. 2009/103; “…Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O an için o olay veya konu ile ilgili olan, görünen bilinen herşeyi araştırmak, incelemek ve olayları olduğu biçimi ile yayınlamalıdır. Bu işlevi ile gerek yazılı ve gerekse görsel basın, somut gerçeği değil, o anda belirlenen ve var olan ve orta düzeydeki kişilerce de yayının yapıldığı biçimi ile kabul edilen olguları yayınlamalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan, gerçek olmadığı anlaşılan olayların ve olguların yayınından basın sorumlu tutulmamalıdır.” (Benzer karar için bkz. Yargıtay 4. HD. T. 12.02.2002, E. 2001/10293, K. 2002/1611)

[9] Özek, a.g.e., s. 276.

[10] Y. HGK, T. 07.07.2010, E. 2010/4-377, K. 2010/365 sayılı kararı (www.kazanci.com - Çevrimiçi Erişim Tarihi: 31.12.2019)

[11] Ömer Faruk Tüfek, Basın Yoluyla Kişilik haklarının İhlali ve Bu İhlale Karşı Özel Hukuk Ceza Hukuku ve İ.H.A.S. Koruması, 2. Tıpkı Bası, Adalet Yayınları, Ankara 2007. s. 124

[12] Ahmet Mithat Kılıçoğlu, “Basın Özgürlüğünün Suistimali”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1993/3-4, s. 386

[13] Y. 4. HD, 15/05/2018. T., 2016/529 E., 2018/4185 K. sayılı kararı (www.kazanci.com - Çevrimiçi Erişim Tarihi: 17.12.2019)

[14] Erol Çetin,  Basın Hukuku, 4. Baskı, Seçkin Yayınları, Ankara 2008, s. 381

[15] Çetin, a.g.e., s. 392

[16] Y. 4. HD, 29.11.1977. T., 1976/12714 E., 1977/11212 K. sayılı kararı (www.kazanci.com - Çevrimiçi Erişim Tarihi: 17.12.2019)

[17] Kılıçoğlu; a.g.m., s. 388

[18] Kılıçoğlu, a.g.m., s. 379

[19] Kılıçoğlu, a.g.m., s. 380

[20] Doğan, a.g.m., s. 485

[21] Tüfek, a.g.e., s. 50.

[22] Y. 4. HD. 08.09.1982 T., 6084 E., 7436 K. (www.kazanci.com - Çevrimiçi Erişim Tarihi: 17.12.2019)

[23] Kılıçoğlu, a.g.m., s.378

[24] Kılıçoğlu, a.g.e., s. 386

[25] Hüseyin Hatemi / Emre Gökyayla; Borçlar Hukuku Genel Bölüm, 4. Baskı, İstanbul, Vedat Kitapçılık, 2017, s.116

[26] Oğuzman/Öz, a.g.e., C.II., s. 252

[27] Oğuzman/Öz, a.e., C. II., s. 252