TÜRKİYE CUMHURİYETİ |
ANAYASA MAHKEMESİ |
|
|
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
A. K. VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU |
(Başvuru Numarası: 2021/60306) |
|
Karar Tarihi: 19/11/2024 |
BİRİNCİ BÖLÜM |
|
KARAR |
|
Başkan |
: |
Hasan Tahsin GÖKCAN |
Üyeler |
: |
Recai AKYEL |
|
|
Yusuf Şevki HAKYEMEZ |
|
|
Selahaddin MENTEŞ |
|
|
İrfan FİDAN |
Raportör |
: |
Kemal ÖZEREN |
Başvurucular |
: |
|
|
|
|
|
|
|
Vekilleri |
: |
Av. Zuhal Merve ÖZFİDAN |
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru; tıbbi ihmal sonucu zarara uğranıldığından bahisle açılan tazminat davasında maddi tazminat talebinin reddedilmesi nedeniyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
2. Birinci başvurucu 4/10/2010 tarihinde Özel M.P. Hastanesinde (Hastane) sezaryen doğum yapmış ve üçüncü başvurucu fokomeli sendromu ile -sağ kol dirsek altından itibaren eksik- doğmuştur. Başvurucular söz konusu anomalinin oluşmasında doğumu gerçekleştiren A.C.Ş.nin kusurunun bulunduğunu ve Hastanenin de istihdam eden sıfatıyla sorumlu olduğunu belirterek tazminat davası açmıştır.
3. Dava dilekçesinde başvurucular; doğum öncesi kontrollerde bakım ve bilgilendirmenin eksik ve hatalı yapıldığını, bazı hastalıkların doğum öncesinde teşhis edilmesi hâlinde ana rahminde tedavi ya da rahim tahliyesi yapılabildiğini, teşhisin yapılmamış olması nedeniyle bu imkânın ellerinden alındığını ve bu ihmal ve kusur nedeniyle zarara uğradıklarını belirtmiştir. Ayrıca usulüne uygun aydınlatılmış onamın alınmadığını vurgulayan başvurucular A.C.Ş.nin ve Hastanenin özen borcunu yerine getirmediğini ifade etmiştir.
4. İstanbul Anadolu 8. Asliye Hukuk Mahkemesi (Mahkeme) tarafından konu ile ilgili ilk olarak Adli Tıp Kurumu Başkanlığı (ATK) 2. İhtisas Dairesinden bilirkişi raporu alınmıştır. 4/9/2015 tarihinde düzenlenen raporda birinci başvurucunun belli haftalarda gebelik takiplerinin yapıldığı, 19. haftada üçlü tarama testinin istendiği, 20. haftada üç boyutlu USG incelemesinin yapıldığı, bebekte bulunan kol anomalisinin nadir görülen bir gelişim anomalisi olduğu belirtilmiştir. Öte yandan bebeğin anne karnında sürekli pozisyon değiştirmesi nedeniyle mükerrer USG incelemelerine rağmen sağlıklı ekstremitenin değişik açılardan görüntülenmesi ile diğer ekstremite olarak değerlendirilmiş olmasının mümkün olabileceği ifade edilerek gebelik döneminde anomalinin tespit edilmesi hâlinde ise anne karnında tedavi edilemediği ve kesin tahliye endikasyonunun bulunmadığının tıbben bilindiği vurgulanmıştır. Netice itibarıyla A.C.Ş.ye atfı kabil bir kusur tespit edilemediği sonucuna varılmıştır.
5. Öte yandan başvurucular konu ile ilgili olarak A.C.Ş. hakkında İstanbul Tabip Odasına (Oda) disiplin şikâyetinde bulunmuştur. Odanın A.C.Ş. hakkında cezai bir işlem yapılmasına yer olmadığına karar vermesi üzerine birinci başvurucu anılan karara itiraz etmiştir. Bunun üzerine Türk Tabipler Birliği (TTB) Yüksek Onur Kurulu, Odanın kararının bozulmasına ve A.C.Ş.nin uyarma cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Kararda ilk olarak somut olaydaki fokomelinin ilgili hekim tarafından tespit edilememesinin kusur olarak kabul edilemeyeceği belirtilmiştir. Bununla birlikte sık gebelik takibi yapılan hastada eksiksiz bir takip yapıldığı izleniminin verilmemesi, yapılan izlemlerinin yüzde yüz sonuç vermediği bilgisinin hasta ile paylaşılması gerektiği vurgulanarak A.C.Ş.nin birinci başvurucuya bebeğin ayrıntılı ve eksiksiz ultrason muayenesinin yapıldığı izlenimi vererek kusurlu davrandığı sonucuna varılmıştır.
6. Yine Mahkeme tarafından ayrı bir bilirkişi incelemesi daha yaptırılmıştır. Bu inceleme sonucunda düzenlenen 14/12/2016 tarihli raporda da ilgili hekimin temel opstritetkik ultrosonografi ile fokomeliyi saptayamamasının meslekte özensizlik ve acemilik olarak nitelendirilemeyeceği belirtilmiştir. Bununla birlikte başvurucular tarafından Mahkeme dosyasına sunulan uzman doktor raporunda konu ile ilgili olarak A.C.Ş. tarafından yapılan ultrason incelemesinde sağ ön koldaki fokomelinin belirlenebilmesinin mümkün olduğu ancak detaylı bir inceleme yapılmamasından olsa gerek bu bulgunun atlandığı hususu bildirilmiştir.
7. Mahkeme 17/2/2016 tarihli ara kararı ile TTB'nin A.C.Ş.ye uyarma cezası verilmesine ilişkin kararına değinerek ATK'nın 4/9/2015 raporunun hüküm kurmaya yeterli ve kanaat verici nitelikte olmadığını belirtmiştir. Bu minvalde birinci başvurucuya uygulanan tedavide kusur ve özen eksikliği bulunup bulunmadığı hususunda ATK Genel Kurulundan yeni bir rapor tanzim etmesini talep etmiştir. ATK Genel Kurulu anılan ara karara istinaden 26/5/2016 tarihinde yeni bir rapor düzenlemiştir. Bahse konu raporda 4/9/2015 tarihli rapordaki tespitler tekrar edilerek A.C.Ş. tarafından birinci başvurucunun tüm gebelik muayenelerinde ve doğum esnasında gösterilmesi gereken özenin gösterildiği ve A.C.Ş.ye atfı kabil bir kusur bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Bununla birlikte gebelik döneminde bahse konu anomalinin tespit edilmesi hâlinde anne karnında tedavi edilemediği ve kesin tahliye endikasyonunun bulunmadığının tıbben bilindiği tekrar vurgulanmıştır.
8. Mahkeme 18/7/2017 tarihinde başvurucuların maddi tazminat taleplerinin reddine, Hastaneye yönelik manevi tazminat davasının reddine, A.C.Ş.ye yönelik manevi tazminat davasının ise kısmen kabulü ile birinci başvurucu için 5.000 TL, ikinci başvurucu için 5.000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar vermiştir. Kararda somut olayla ilgili alınan ATK raporlarından ve diğer bilirkişi raporlarından bahsedildikten sonra maddi tazminat talebi ile ilgili olarak başvurucuların uğradığı maddi zarardan davalıların sorumlu olmadığı ifade edilmiştir. Manevi tazminat ile ilgili olarak ise anomali taraması yapılan gebelik haftalarında birinci başvurucuyu ultrason ile muayene eden A.C.Ş.nin bu değerlendirmelerde birinci başvurucuya bebeğin ayrıntılı ve eksiksiz ultrason muayenesinin yapıldığı izlenimini verdiği, bebeğin sağ ön kolunun olmamasında birinci ve ikinci başvurucuda meydana gelen üzüntüden ve manevi zarardan kısmen de olsa A.C.Ş.nin sorumlu olduğu belirtilmiştir.
9. Mahkemenin bu kararına karşı başvurucular ve A.C.Ş. istinaf başvurusunda bulunmuştur. İstinaf dilekçesinde başvurucular Mahkeme kararının yanlış olduğunu, gebelik sürecinde konu ile ilgili aydınlatılmadıklarını, yargılama sonucunda A.C.Ş.nin kusurlu olduğunun tespit edilmiş olmasına rağmen hükmedilen manevi tazminatın son derece az olduğunu belirtmiştir. A.C.Ş. ise istinaf dilekçesinde birinci başvurucunun gebelik kontrolü için gelmesi gereken zamanlarda gelmediğini, sağlıklı bir bebek dünyaya geleceğine yönelik beyanlarda bulunmadığını, birinci başvurucuya gerekli bilgilerin verildiğini ifade etmiştir.
10. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 19. Hukuk Dairesince (Daire) 26/4/2018 tarihinde başvurucuların istinaf taleplerinin reddine, A.C.Ş.nin istinaf talebinin kabulüne ve Mahkeme kararının kaldırılması ile başvurucuların maddi ve manevi tazminat talepli davasının reddine karar verilmiştir. Kararda ilk olarak Mahkemenin AC.Ş.yi manevi tazminattan sorumlu tutup maddi tazminat talebinin reddine dair karar vermesi çelişki olarak değerlendirilmiştir. Gerekçede konu ile ilgili düzenlenen raporların incelendiği belirtilerek birinci başvurucunun gebeliği esnasında bebekteki biyolojik kusurun tespit edilememesinde A.C.Ş.nin kusurunun bulunmadığı, bununla birlikte bebekteki sağ kolun dirsekten aşağısının bulunmamasının onun yaşamsal faaliyetini ve zihinsel durumunu etkilemeyeceği, bebekteki bu anomalinin tespiti hâlinde bebeğin kürtaj ile alınmasının mümkün olmadığı ve bu anomalinin bebeğin kürtaj ile alınmasını gerektirir nitelikte bulunmadığı belirtilmiştir.
11. Başvurucular, bu karara karşı temyiz başvurusunda bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde başvurucular doğum öncesinde bakım ve bilgilendirmenin eksik ve hatalı yapıldığını, A.C.Ş. ve Hastanenin ihmal ve kusurları neticesinde zarara uğradıklarını, taraflar arasındaki sözleşme ilişkisinde özen borçlarını yerine getirmediklerini belirtmiştir.
12. Yargıtay 13. Hukuk Dairesi (Yargıtay) 9/12/2019 tarihinde Daire kararının bozulmasına karar vermiştir. Kararda bebeğin anne karnındaki durumunun teşhis edilerek anne babanın aydınlatılmasının hekimin yükümlülüğünde olduğunu, bebekteki anomalinin tespit edilerek ebeveyne bildirilmesinin ebeveynin hakkı olduğunu, bunun tespit edilip bildirilmemiş olmasının eksiklik olduğunu vurgulamıştır. Aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmemesinden A.C.Ş.nin sorumlu olduğunu kabul eden Yargıtay, başvurucuların bu yöndeki temyiz itirazlarını kabul ederek Daire kararının bozulması gerektiği sonucuna varmıştır.
13. Daire, Yargıtayın bozma kararına uyarak manevi tazminat yönünden başvurucuların talebinin kısmen kabulüne, birinci ve ikinci başvurucu için ayrı ayrı 20.000 TL manevi tazminatın A.C.Ş.den alınarak bu başvuruculara verilmesine, maddi tazminat taleplerinin reddine, Hastane adına açılan maddi ve manevi tazminat talepli davanın reddine 17/9/2020 tarihinde karar vermiştir. Kararda anomalinin tespitine ve ebeveynlerin bilgilendirilmesine yönelik yükümlülüğün A.C.Ş. tarafından yerine getirilmediğine yönelik sonuç ortaya konulmakla birlikte anomalinin meydana gelişinde A.C.Ş.nin ve Hastanenin bir kusurunun bulunmadığı vurgulandıktan sonra maddi tazminat talebi ile ilgili olarak bu yöndeki taleplerin anomaliyi doğumdan önce ebeveyne bildirmeme kusuruyla irtibatlandırılamadığını belirtmiştir.
14. Başvurucular, bu karara karşı temyiz başvurusunda bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde başvurucular, A.C.Ş.nin söz konusu anomaliyi zamanında tespit etmesi hâlinde anne karnında yapılacak müdahale ile bebeğin normal şekilde doğumunun sağlanıp sağlanmayacağı hususunun yargı yerlerince tartışılmadığını belirtmiştir. Bununla birlikte başvurucular, söz konusu anomalinin anne karnında tedavisinin mümkün olabilmesi hâlinde fokomelinin önceden tespit edilip bildirilmemesi şeklindeki kusur ile maddi zarar arasındaki illiyet bağının kurulmuş olacağını vurgulamıştır. Ayrıca başvurucular benzer bir olayla ilgili "17 haftalık bebeğe anne karnında ameliyat" başlıklı ve 29/6/2012 tarihli bir gazete haberini temyiz dilekçesinin ekinde sunmuştur.
15. Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 6/10/2021 tarihinde, 17/9/2020 tarihli Daire kararının usule ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle onanmasına karar vermiştir.
16. Başvurucular, nihai hükmü 4/11/2021 tarihinde öğrendikten sonra 2/12/2021 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
17. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
18. Öte yandan Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16/3/2005 tarihli kararına konu olayda somut olayla benzer nitelikteki bir uyuşmazlıkta daha önce bozma kararına direnme suretiyle verilen ilk derece mahkemesi kararında ıslah esas alınmak suretiyle hüküm kurulmasına olanak bulunup bulunmadığı incelenmiştir. Bahse konu uyuşmazlıkta elleri ve ayakları tam oluşmadan doğan bebekte ilgili hekimin kusurunun bulunup bulmadığının tespiti için ilk derece mahkemesi ATK raporu düzenlenmesine karar vermiştir. Söz konusu ATK raporunda hekimin tanı yanlışlığı nedeniyle 3/8 oranında kusurlu olduğu ve çocuğun yüzde 95 oranında meslekte kazanma gücünü yitirmiş sayılacağı yönünde bir belirleme yapılmıştır. Bu belirlemeden hareketle davacılar lehine manevi tazminatın yanında maddi tazminat da ödenmesine karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
A. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
19. Başvurucular, yargılamanın çok uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.
20. Anayasa Mahkemesi, olay ve olguları somut başvuru ile benzer nitelikte olan Veysi Ado ([GK] B. No: 2022/100837, 27/4/2023) kararında uygulanacak anayasal ilkeleri belirlemiştir. Bu çerçevede Anayasa Mahkemesi 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un geçici 2. maddesinde 28/3/2023 tarihli ve 7445 sayılı Kanun'un 40. maddesi ile yapılan değişikliğe göre 9/3/2023 tarihi (bu tarih dâhil) itibarıyla derdest olan, yargılamaların makul sürede sonuçlandırılmadığı iddialarıyla yapılan başvurulara ilişkin olarak Tazminat Komisyonuna başvuru yolu tüketilmeden yapılan başvurunun incelenmesinin bireysel başvurunun ikincil niteliği ile bağdaşmayacağı neticesine varmıştır. Somut başvuruda, anılan kararda açıklanan ilkelerden ve ulaşılan sonuçtan ayrılmayı gerektiren bir durum bulunmamaktadır.
21. Açıklanan gerekçelerle başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden incelenmeksizin başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
B. Maddi ve Manevi Varlığın Korunması ve Geliştirilmesi Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia
22. Başvurucular; somut olayla benzer nitelikteki bir durumun 17 haftalık hamile olan 22 yaşındaki bir kadının gebelik muayenesi sırasında ortaya çıktığını, bebekte dudak ve damak yarığı, parmaklarda şekli bozukluğu, ayak ve kollarda ampütasyona neden olan amniyotik band sendromunun saptandığını, ardından ameliyatla anne karnındaki bebeğin zarındaki amniyotik bandın alındığını ve bebeğin sağlıklı doğduğunu ifade etmiştir. Buna ilişkin 29/6/2012 tarihli gazete haberini bireysel başvuru formuna ekleyen başvurucular, bireysel başvuruya konu olayda da A.C.Ş.nin kusurunun sadece aydınlatma sorumluluğunu yerine getirmemekten ibaret olmadığını, zamanında tespit yapılmaması nedeniyle üçüncü başvurucunun engelli doğmasına sebep olmak olduğunu belirtmiştir. Ayrıca başvurucular benzer bir olayda Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 20/10/2004 tarihli olduğunu belirttikleri kararında davacıların maddi tazminat talebini de kabul ettiğini ifade etmiştir. Netice itibarıyla başvurucular maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
23. Adalet Bakanlığı görüşünde; mevcut başvuru ile ilgili Anayasa, mevzuat hükümleri, Anayasa Mahkemesi içtihadı hatırlatılarak, bunlarla birlikte somut olayın kendine özgü koşullarının da dikkate alınması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucular, bu görüşe karşı beyanlarında somut olayla ilgili yargılama sürecinden bahsetmiş ve önceki beyanlarını tekrar etmiştir.
24. Başvuru, maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında incelenmiştir.
25. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
26. Anayasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasında herkesin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip olduğu belirtilmektedir. Bu kapsamda anılan Anayasa hükmü ile kişinin maddi ve manevi varlığının bütünlüğü gerek kamusal yetkilerle donatılmış kişilerin gerekse özel kişilerin müdahalelerine karşı güvence altına alınmıştır (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 40).
27. Anayasa’nın 17. maddesinin amacı, esas olarak bireylerin maddi ve manevi varlığına karşı devlet tarafından yapılabilecek keyfî müdahalelerin önlenmesidir. Bunun yanı sıra devletin tıbbi müdahaleler nedeniyle kişilerin maddi ve manevi varlığını etkili olarak koruma ve maddi ve manevi varlığına saygı gösterme şeklinde pozitif yükümlülüğü de bulunmaktadır (Ahmet Acartürk, B. No: 2013/2084, 15/10/2015, § 49). Nitekim Anayasa’nın 56. maddesinde de belirtildiği üzere pozitif yükümlülük, sağlık alanında yürütülen faaliyetleri de kapsamaktadır (İlker Başer ve diğerleri, B. No: 2013/1943, 9/9/2015, § 44). Devlet, bireylerin yaşam hakkı ile maddi ve manevi varlıklarını koruma hakkı kapsamında ister kamu isterse özel sağlık kuruluşları tarafından yerine getirilsin sağlık hizmetlerini hastaların yaşamları ile maddi ve manevi varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirlerin alınabilmesini sağlayacak şekilde düzenlemek zorundadır (Ahmet Acartürk, § 51).
28. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı kapsamında hukuki sorumluluğu ortaya koymak için adli ve idari yargıda açılacak tazminat davalarında makul derecede dikkatli ve özenli inceleme şartının yerine getirilmesi gerekmektedir. Derece mahkemelerinin bu tür olaylara ilişkin yürüttükleri yargılamalarda Anayasa’nın 17. maddesinin gerektirdiği seviyede derinlik ve özenle bir inceleme yapıp yapmadıklarının ya da ne ölçüde yaptıklarının da Anayasa Mahkemesi tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir. Zira derece mahkemeleri tarafından bu konuda gösterilecek hassasiyet, yürürlükteki yargı sisteminin daha sonra ortaya çıkabilecek benzer hak ihlallerinin önlenmesinde sahip olduğu önemli rolün zarar görmesine engel olacaktır (Yasin Çıldır, B. No: 2013/8147, 14/4/2016, § 57; Tevfik Gayretli, B. No: 2014/18266, 25/1/2018, § 32).
29. Diğer taraftan belirtmek gerekir ki olaylara ilişkin delillerin değerlendirilmesi öncelikle idari ve yargısal makamların ödevidir. Aynı şekilde başvuru dosyasında bulunan tıbbi bilgi ve belgelerden hareketle bilirkişilerin vardığı sonuçların doğruluğu hakkında fikir yürütmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir (Mehmet Çolakoğlu, B. No: 2014/15355, 21/2/2018, § 47). Ancak kişinin maddi ve manevi varlığını koruma hakkı kapsamında yerine getirmek zorunda olduğu usul yükümlülüklerinin somut olayda yerine getirilip getirilmediğinin nesnel bir şekilde değerlendirilmesi için ilgili anayasal kurallar bağlamında derece mahkemelerinin kendilerine tanınmış takdir yetkileri çerçevesinde hareket edip etmediğinin denetlenmesi gerekir. Bu bağlamda derece mahkemelerince ulaşılan sonuca ilişkin gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı incelenmelidir (Murat Atılgan, B. No: 2013/9047, 7/5/2015 § 44).
30. Somut olayla ilgili olarak yürütülen yargılama safahatında ATK tarafından düzenlenmiş raporlarla birlikte bilirkişi incelemelerinden yararlanılmış ve nihai olarak Dairenin 17/9/2020 tarihli kararıyla Yargıtayın bozma kararıyla ortaya konulan belirlemelerden de hareketle bir sonuca varılmıştır. Tazminat davasına konu edilen olayın araştırılması neticesinde üçüncü başvurucudaki anomalinin meydana gelişinde A.C.Ş.nin ve Hastanenin bir kusurunun bulunmadığı tespit edildikten sonra ebeveynlerin bilgilendirilmesine yönelik yükümlülüğün A.C.Ş. tarafından yerine getirilmediğinden bahisle birinci ve ikinci başvurucu lehine manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir (bkz. § 13).
31. Başvurucuların maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı bağlamındaki şikâyetinin özü, A.C.Ş. hakkında yargı yerleri tarafından ortaya konulmuş olan üçüncü başvurucudaki fokomelinin önceden tespit edilip bildirilmemesi şeklindeki kusurun, üçüncü başvurunun anne karnında iken tedavi edilmesi imkânını da ortadan kaldırdığına yöneliktir. Belirtmek gerekir ki bireysel başvuru formunda başvurucuların hükmedilen manevi tazminat miktarı ile ilgili bir şikâyeti bulunmamaktadır. Bununla birlikte fokomelinin tespit edilmemesinin sadece manevi tazminat ödenmesi için değil maddi tazminat ödenmesi için de bir sebep olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucular, bu yöndeki iddialarını da hem temyiz dilekçesinin hem de bireysel başvuru formunun ekinde sundukları 2012 yılına ait gazete haberine dayandırmaktadır.
32. Öte yandan başvurucular tarafından ortaya konulan ve benzer durumdaki bir bebeğin anne karnında ameliyat edilmesi sonrasında sağ ve tam doğumun gerçekleştiğine yönelik bahse konu gazete haberine karşın 2015 yılında düzenlenen ATK 2. İhtisas Dairesinin ve 2016 yılında düzenlenen ATK Genel Kurulunun raporlarında gebelik döneminde söz konusu anomalinin tespit edilmesi hâlinde anne karnında tedavi edilemediği ve kesin tahliye endikasyonunun bulunmadığının tıbben bilindiği belirtilmiştir (bkz. §§ 4, 7). Ayrıca yargılama safahatında anne karnında tedavinin mümkün olduğuna yönelik herhangi bir bilimsel verinin diğer raporlarda da yer almadığı ve dahi bu nevi bir bilgi veya belgenin başvurucular tarafından da yargısal makamlara sunulmadığı görülmüştür. Öte yandan TTB tarafından A.C.Ş.ye verilen uyarma cezasının, A.C.Ş.nin birinci başvurucuya bebeğin ayrıntılı ve eksiksiz ultrason muayenesinin yapıldığı izlenimi vererek kusurlu davrandığı gerekçesiyle tesis edildiği vurgulanmalıdır (bkz. § 5).
33. Diğer taraftan başvurucuların bireysel başvuru formunda bahsettiği Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun kararına konu olan ve başvurucular tarafından benzer nitelikte olduğu ileri sürülen olayda ise ilgili hekimin 3/8 oranında kusuru bulunduğundan çocuğun yüzde 95 oranında meslekte kazanma gücünü kaybettiği yönünde bir tespit ATK raporu ile ortaya konulmuştur. Bu tespitten hareketle de yargısal makamlar maddi tazminat ödenmesine karar verilmiştir. Bakılmakta olan somut olayda ise bu nitelikte bir tespit bulunmamakla birlikte yalnızca ebeveynlerin bilgilendirilmesine yönelik yükümlülüğün A.C.Ş. tarafından yerine getirilmediği ortaya konulmuştur.
34. Bunun dışında başvurucuların esaslı iddia ve itirazlarının yargılamayı gerçekleştiren mahkemelerce dikkate alındığı, buna göre yargısal makamlar tarafından ayrıntılı somut tespitler içeren bilirkişi raporları tanzim edilmesinin istenildiği anlaşılmaktadır. Bu bağlamda yürütülen inceleme sonucunda başvurucuların manevi tazminat talebinin kabulüne, maddi tazminat talebinin ise A.C.Ş.ye yönelik ortaya konulan kusurla irtibatlandırılmış olmadığından reddine karar verilmiştir.
35. Sonuç olarak yargısal makamlar tarafından başvurucuların ileri sürdüğü iddialar araştırılarak, maddi vakayı aydınlatma yükümlülüğü yerine getirilmiş olup delillerin değerlendirilmesinde bariz takdir hatası veya açık keyfîlik oluşturan bir bulguya rastlanmamıştır. Bununla birlikte yargılama sürecinde bir avukat tarafından temsil edilen başvurucuların bilirkişi raporuna ve kararlara karşı kanuni yollara başvurabildiği, bu suretle meşru çıkarlarının korunması için söz konusu davaya gerekli olduğu ölçüde etkili katılımının sağlandığı, dava dosyasını inceleyip ayrıca bilgi ve belge sunabildiği, toplanan delillerden haberdar edildiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı bakımından kamu makamlarının pozitif yükümlülüklerini yerine getirdikleri kanaatine varılmıştır.
36. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 17. maddesinin birinci fıkrasında güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edilmediğine karar verilmesi gerekir.
III. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. 1. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
2. Maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
B. Anayasa’nın 17. maddesinde güvence altına alınan maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının İHLAL EDİLMEDİĞİNE,
C. Yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde BIRAKILMASINA,
D. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 19/11/2024 tarihinde, OYBİRLİĞİYLE karar verildi.