TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

HAKAN DAĞ BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/32671)

 

Karar Tarihi: 28/11/2024

BİRİNCİ BÖLÜM

 

KARAR

 

 

Başkan

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Yılmaz AKÇİL

Raportör

:

Murat BAŞPINAR

Başvurucu

:

Hakan DAĞ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, Bölge Adliye Mahkemesi kararının sanığa tebliğ edilmemesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 9/10/2020 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasının gerekmesi nedeniyle kabul edilebilirlik hususu karara bağlanmadan, şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına 25/4/2024 tarihinde karar vermiştir.

5. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir.

6. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

8. Kars Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık), Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle başvurucu hakkında soruşturma başlatmıştır.

9. Soruşturma neticesinde Başsavcılık, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle 12/4/2018 tarihli iddianame düzenlemiştir. İddianamede başvurucunun ardışık aranmaya ilişkin HTS kayıtları ve tanıkların anlatımları neticesinde atılı suçu işlediği iddia edilmiştir.

10. İddianamenin kabulü ile açılan dava, Kars 2. Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) görülmeye başlanmıştır.

11. Mahkeme 6/3/2020 tarihli celsede başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olma suçundan 6 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası ile mahkûmiyetine ve hükmen tutuklanmasına karar vermiştir.

12. Başvurucu müdafiinin bu karara karşı yaptığı istinaf kanun yolu başvurusu, dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesinin (Daire) 10/6/2020 tarihli kararıyla esastan reddedilmiştir.

13. Dairenin kararı başvurucu müdafii adına tebliğe çıkarılmış olup, anılan tebligat "Dağıtım saatinde iş yeri yetkilisi hazır bulunmadığından aynı iş yerinde daimi işçisi olduğunu beyan eden [S.Ö.] imzasına tebliğ yapıldı." şerhiyle 1/7/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir.

14. Başvurucu müdafii, Daire kararına karşı 29/7/2020 tarihli dilekçesiyle temyiz talebinde bulunmuştur.

15. Temyiz başvurusu, Dairenin 10/8/2020 tarihli kararı ve "söz konusu kararın 1/7/2020 tarihinde sanık müdafi Av. [N.A.]ya bizzat kendi imzasıyla tebliğ edildiği, sanık müdafi tarafından verilen 29/7/2020 tarihli dilekçeyle Dairemiz kararına yönelik 15 günlük yasal süreden sonra temyiz isteminde bulunulduğu" gerekçesiyle on beş günlük yasal süresi içinde yapılmadığı belirtilerek reddedilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan sanık Hakan DAĞ hakkında Karsı 2. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda sanığın mahkumiyetine ilişkin verilen 6/3/2020 tarih 2018/574 esas, 2020/161 karar sayılı hükmün, sanık müdafi tarafından istinaf edilmesi üzerine dosyanın incelemesini yapan Dairemizin 10/6/2020 tarih ve 2020/374 esas, 2020/1096 karar sayılı ilamıyla istinaf isteminin esastan reddine karar verildiği, sözkonusu kararın 1/72020 tarihinde sanık müdafi Av. [N.A.ya] bizzat kendi imzasıyla tebliğ edildiği, sanık müdafi tarafından verilen 29/7/2020 tarihli dilekçeyle Dairemiz kararına yönelik 15 günlük yasal süreden sonra temyiz isteminde bulunulduğu anlaşılmakla,

5271 Sayılı CMK'nın 291/1.maddesindeki onbeş günlük yasal süresi içinde yapılmayan temyiz isteminin aynı Kanunun 296/1.maddesi uyarınca REDDİNE..."

16. Başvurucu müdafii, Dairenin 10/6/2020 tarihinde verdiği esastan ret kararının yöntemince tebliğ edilmediğini yapılan tebligat ile temyiz talebinin reddi kararının içeriğinin de çelişkili olduğunu belirterek 17/8/2020 tarihinde eski hâle getirme talebinde bulunmuştur. Başvurucu müdafii yine aynı gerekçelerle bu kez Dairenin verdiği temyiz talebinin reddi kararına karşı 27/8/2020 tarihinde temyiz kanun yoluna başvurmuştur. Başvurucu da bulunduğu ceza infaz kurumu aracılığıyla verdiği 16/9/2020 ve 22/9/2020 tarihli dilekçeleriyle temyiz kanun yoluna başvuru için gerekçeli kararla birlikte dosya içeriğinin kendisine tebliğini talep etmiştir.

17. Yargıtay 16. Ceza Dairesi 9/3/2021 tarihinde yaptığı incelemeyle temyiz talebinin reddi kararının onanmasına karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

"Erzurum Bölge Adliye Mahkemesinin 10.6.2020 tarih 2020/374 Esas, 2020/1096 sayılı gerekçeli kararının 1.7.2020 tarihinde sanık müdafinin daimi işçisi olduğunu beyan eden kişinin imzasına tebliğ edildiği, sanık müdafinin yasal süresinden sonra 29.7.2020 tarihinde söz konusu kararı temyiz ettiği, Bölge Adliye Mahkemesince 10.8.2020 tarihinde verilen ek karar ile temyiz talebinin reddine karar verildiği, sanık müdafiinin 24.8.2020 tarihinde kendisine tebliğ edilen bu kararı 27.8.2020 tarihinde temyiz ettiği anlaşılmakla, sanık müdafinin temyiz istemlerinin CMK'nın 296/1 maddesi gereğince reddine dair ek kararın usul ve yasaya uygun bulunduğundan ONANMASINA,"

18. Başvurucu; hakkında verilen mahkûmiyet hükmüyle ilgili düzenlenen müddetnamenin kendisine 10/9/2020 tarihinde tebliğ edildiğini belirterek 9/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. İlgili Mevzuat

19. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun "Kararların açıklanması ve tebliği" kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

"(1) İlgili tarafın yüzüne karşı verilen karar kendisine açıklanır ve isterse kararın bir örneği de verilir.

 (2) Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.

 (3) İlgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar, kendisine okunup anlatılır."

20. 5271 sayılı Kanun’un "Kanun yollarına başvurma hakkı" kenar başlıklı 260. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır."

21. 5271 sayılı Kanun’un "Avukatın başvurma hakkı" kenar başlıklı 26. maddesi şöyledir:

"Avukat, müdafiliğini veya vekilliğini üstlendiği kişilerin açık arzusuna aykırı olmamak koşuluyla kanun yollarına başvurabilir."

22. 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun "Vekile ve kanuni mümesile tebligat" kenar başlıklı 11. maddesinin 6/6/1985 tarihli ve 3220 sayılı Kanun'un 5. maddesi ile değiştirilen (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulu Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır."

2. Yargıtay Kararları

23. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun (Genel Kurul) 29/5/2024 tarihli ve E.2024/2-209, K.2024/168 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

"Nitelikli hırsızlık suçundan sanığın mahkûmiyetine ilişkin Kayseri 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 17.02.2021 tarihli ve 1441-396 sayılı hükmün, sanık ve müdafii tarafından istinaf edilmesi üzerine Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesince dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, sanık ve müdafiinin yokluğunda 19.04.2021 tarih ve 1025-1048 sayı ile istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği,

Gerekçeli kararın sanık müdafiine 26.04.2021 tarihinde tebliğ edildiği, müdafiin temyiz isteminde bulunmadığı,

İncelemeye konu suç yanında başkaca suçlardan da ceza infaz kurumunda bulunan sanığın 24.05.2021 tarihinde gerekçeli kararın kendisine tebliği üzerine 26.05.2021 tarihli dilekçesi ile hükmü temyiz ettiği anlaşılmaktadır.

V. GEREKÇE

Uyuşmazlık konusuyla ilgili sağlıklı bir değerlendirme yapılabilmesi için ilgili yasal düzenlemelerin tarihi süreç içindeki görünümüne değinmek gerekmektedir.

Bu bağlamda mülga [4/4/1929 tarihli ve] 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 'Kararın tefhim ve tebliği' başlıklı 33. maddesi;

'Alakadar tarafın yüzüne karşı ittihaz edilen kararlar kendisine tefhim olunur ve isterse kararın bir sureti de verilir.

Diğer kararlar tebliğ olunur.

Alakadar olan taraf mevkuf ise tebliğ edilen varaka talebi halinde kendisine okunup anlatılır.',

'Tebligat usulleri' başlığını taşıyan 35. maddesi ise; 'Hukuk muhakeme usullerinin tebligata dair olan hükümleri ceza işlerinin tebligatında dahi caridir.'

Şeklinde düzenlenmiştir.

Konuya ilişkin mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 124. maddesinin ilk hâlinde de; 'Vekil vasıtasile cereyan eden davalarda tebliğ behemehal vekile yapılır.' hükmüne yer verilmiştir.

1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu'nda da; 7201 sayılı Tebligat Kanunu ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun tebligata dair hükümlerinin kaldırılmış ve tebligatın bu kanuna göre yapılmasının hükme bağlanmış bulunması sebebiyle CMUK'un 35. maddesinin değiştirildiği ve tebligatın bahse konu kanun hükümlerine göre yapılacağı ifade olunmuştur.

Bu doğrultuda CMUK'un 21.05.1985 tarihli ve 3206 sayılı Kanun'un 9. maddesi ile değiştirilen 35. maddesi; 'Tebligat, 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılır.' hükmüne yer vermiştir.

7201 sayılı Kanun'un 'Vekile ve kanuni mümessile tebligat' başlıklı 11. maddesinin değişiklikten önceki hâli; 'Vekil vasıtasiyle takibedilen işlerde tebligat vekile yapılır. Kanuni mümessilleri bulunanlara veya bulunması gerekenlere yapılacak tebligat kanunlara göre bizzat kendilerine yapılması icabetmedikçe bu mümessillere yapılır.' olarak düzenlenmiş,

Tebligat Kanunu Lâyihası ve Muvakkat Encümen Mazbatası (1/105) Esbabı Mucîbesi'nin ilgili bölümünde ise; ' ... Lâyihanın 11 nci maddesinin birinci fıkrası, vekil vasıtasiyle takibedilen işlerde tebligatın vekile yapılmasını âmirdir. Ancak buradaki (vekil) tâbiri, münhasıran avukatları değil, bunlar ve müvekkili namına işi takip salâhiyetini haiz olan kimseleri de şümulü içine almaktadır. Bu fıkranın mukabili halen, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 124 ncü maddesidir.

Maddenin ikinci fıkrası, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 120 nci maddesinin birinci cümlesinin, maksada uygun hale getirilmiş ve vuzuh verilmiş şeklidir. Bu fıkradaki (Kanuni mümessil) tâbiri, veli, vasi, kayyım gibi kimseleri ifade eder. Fıkra metninde üç ihtimal derpiş edilmiştir: 1. Tebligat kanuni mümessili bulunanların şahıslarına değil, mümessillerine yapılacaktır. 2. Kanuni mümessili olmayıp da bulunması gerekenlere, meselâ, velisi bulunmıyan bir küçüğün vasisinin olması gerektiğine göre, evvelâ usulü dairesinde kanuni mümessil tâyini cihetine gidilecek ve tebligat kanuni mümessile yapılacaktır. 3. Eğer tebligat; kanunlara göre, mümessili bulunan bizzat şahsına yapılması icabederse, meselâ, temyiz kudretini haiz küçük veya mahcurların münhasıran şahsa merbut hakların istimali mevzuu bahsolursa, tebligat mümessile değil, onun temsil ettiği kimsenin adresine çıkarılır.' açıklamalarına yer verilmiştir.

15.06.1985 tarihli ve 18785 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 06.06.1985 tarihli ve 3220 sayılı 11.2.1959 Tarih ve 7201 Sayılı Tebligat Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine ve Bu Kanuna Bir Madde Eklenmesine Dair Kanun'un 5.maddesi ile7201 sayılı Kanun'un 11. maddesinin birinci fıkrası; 'Vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır. Vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir. Eğer tebligat birden fazla vekile yapılmış ise, bunlardan ilkine yapılan tebliğ tarihi asıl tebliğ tarihi sayılır. Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır.' şekilde değiştirilmiş,

Değişikliğe ilişkin madde gerekçesi ise; '...Ceza 'Muhakemeleri Usulü Kanununun' Kararların tefhim ve tebliği' başlığını taşıyan 33 üncü maddesinde, ilgililerin yüzüne karşı verilen kararların tefhim olunacağı ve diğer kararların tebliğ edileceği esası kabul edilmiştir.

Görülüyor ki, her hükmün ilgiliye bildirilmesi, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun ana ilkelerinden birini oluşturmaktadır. Kanun koyucu bu konuda çok hassas davranmış, ilgililerin kanunî haklarını kullanabilmeleri için sanıkların karar ve hükümlerden haberdar edilmelerini öngörmüştür. Hal böyleyken, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun eski 124 üncü maddesinin mukabili olan Tebligat Kanununun 11 inci maddesinde geçen 'Vekil' kavramı çoğu zaman müdafi kavramıyla aynı mahiyette telâkki edilmekte, bu sebeple ceza yargılamasında, tebligat bakımından birbirinden farklı uygulamalara ve hatalı sonuçlar doğmasına sebep olmaktadır.

Bilindiği gibi, hukuk yargılamasındaki 'Vekil' ile ceza yargılamasındaki 'Müdafi' kavramları birbirinden farklıdır.

Vekil, müvekkilden ayrı ve bağımsız bir statüye sahip değildir, bağımlıdır. Temsil ettiği kişinin talimatıyla hareket eder ve onun yokluğunda onun yerine geçer. Müdafi ise, sadece ceza davasında söz konusudur.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 25.12.1978 gün ve 427/507 sayılı kararında da belirtildiği üzere, duruşma vekil için değil sanık için yapılmaktadır. Akıbeti de sanığın özgürlüğü veya malî durumu ile kısacası şahsı ile ilgili bulunmaktadır.

Bu itibarla, ceza davalarında kararların sanıklara tebliğ edilmesine gerek görmemek, müdafiine yapılan tebliği geçerli saymak adalet ilkeleriyle bağdaştırılamıyacak bir durumdur.

İşte, yukarıda 'belirtilen görüşlerin ışığı altında uygulamaya açıklık getirmek için 11 inci maddenin birinci fıkrası yeniden düzenlenmiş ve ... Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmesine ilişkin hükümleri saklı tutulmuştur.' olarak açıklanmıştır.

CMK'nın 'Kararların Açıklanması ve Tebliği' başlıklı 35. maddesi;

'(1) İlgili tarafın yüzüne karşı verilen karar kendisine açıklanır ve isterse kararın bir örneği de verilir.

(2) Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.

(3) İlgili taraf serbest olmayan bir kişi veya tutuklu ise tebliğ edilen karar, kendisine okunup anlatılır',

'Tebligat usulleri' başlığını taşıyan 37. maddesi ise; '(1) Tebligat, bu Kanunda belirtilen özel hükümler saklı kalmak koşuluyla, ilgili kanunda belirtilen hükümlere göre yapılır. ...'

Biçiminde düzenlenmiştir.

Gerek yukarıda yer verilen yasal düzenlemeler gerek bu düzenlemelerin tarihi süreç içinde geçirdiği değişiklikler ve gerekse anılan kanunların madde gerekçeleri birlikte değerlendirildiğinde şu sonuçlara ulaşılabilir:

1. Hem CMUK hem de CMK'da kararların tebliği usulüne dair doğrudan bir düzenlemeye yer verilmemiş ve fakat bu hususta önce hukuk muhakeme usullerinin tebligata dair olan hükümlerine, bilahare de 7201 sayılı Kanun hükümlerine atıf yapılmakla yetinilmiştir.

2. 7201 sayılı Kanunu yürürlüğe girene dek 1086 sayılı Kanun'un tebligata dair 124. maddesi gereğince 'vekil vasıtasile cereyan eden davalarda tebliğ behemehal vekile' yapılmıştır.

3. 19.02.1959tarihli ve 10139 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7201 sayılı Kanun'un 62. maddesi ile 1086 sayılı Kanun'un 81. maddesinin ikinci fıkrası ile 10. faslının birinci kısmı yürürlükten kaldırılmıştır.

4. 7201 sayılı Kanun'un meriyet kazandığı 19.02.1959 tarihinden, anılan Kanun'un 11. maddesini de değiştiren 3220 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 15.06.1985 tarihine (CMUK'un 35. maddesini değiştiren 3206 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 21.05.1985 tarihi itibarıyla) kadar da 7201 sayılı Tebligat Kanun'unun 11. maddesinin ilk hâli gereğince 'vekil vasıtasiyle takibedilen işlerde tebligat vekile' yapılmıştır.

5. Böylece;

a. 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesini de değiştiren 3220 sayılı Kanun'un yürürlüğe girdiği 15.06.1985 tarihinden itibaren anılan madde, vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılacağına dair genel kuralın istisnasını; 'Ancak, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümleri saklıdır.' şeklinde sarahatle belirtmesine, işbu değişiklikle ilgili madde gerekçesinde de vekil/müdafi kurumlarının farkına da işaret edilerek; '... Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 25.12.1978 gün ve 427/507 sayılı kararında da belirtildiği üzere, duruşma vekil için değil sanık için yapılmaktadır. Akıbeti de sanığın özgürlüğü veya malî durumu ile kısacası şahsı ile ilgili bulunmaktadır.

Bu itibarla, ceza davalarında kararların sanıklara tebliğ edilmesine gerek görmemek, müdafiine yapılan tebliği "geçerli saymak adalet ilkeleriyle bağdaştırılamıyacak bir durumdur.

İşte, yukarıda 'belirtilen görüşlerin ışığı altında uygulamaya açıklık getirmek için 11 inci maddenin birinci fıkrası yeniden düzenlenmiş ve ...Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun, kararların sanıklara tebliğ edilmesine ilişkin hükümleri saklı tutulmuştur.' denilmesine,

b. CMUK'un 'Kararın tefhim ve tebliği' kenar başlıklı 33. maddesinin, alakadar tarafın gıyabında ittihaz edilen kararlarla ilgili; 'Diğer kararlar tebliğ olunur.' şeklindeki tebligatın muhatabının işaret edilmesi bakımından daha muğlak ve genel olduğu söylenebilecek ikinci fıkrasına karşılık gelen CMK'nın 'Kararların Açıklanması ve Tebliği' başlıklı 35. maddesinin 2. fıkrasının; 'Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur.' hükmünün apaçıklığına, kararların öncelikle ve doğrudan 'ilgili'sinin sanık olduğunda ve müdafii olsa bile aynı Kanun'un 260. maddesinin 1. fıkrası gereğince ayrıca kanun yoluna başvuru hakkını kullanabileceğinde kuşku ve tartışma bulunmamasına, Hukuk Genel Kurulunun 10.07.1940 tarihli ve 7-75 sayılı İçtihadı Birleştirme kararının 1086 sayılı Kanun'un tebligata dair 124. maddesinin tatbik edildiği döneme ilişkin olarak alınmasına rağmen anılan maddede öngörülen; 'vekil vasıtasile cereyan eden davalarda tebliğ behemehal vekile yapılır.' amir hükmüne istinaden oluşan uygulama, zikredilen yasal değişiklikler göz ardı edilerek sürdürüle gelmiştir.

6. a. Somut olay yönünden yargılama ve hüküm tarihi itibarıyla Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Özel Dairelerce, gıyapta verilen hükmün kendisini bir müdafi aracılığıyla temsil ettiren sanığa da ayrıca tebliğinin zorunlu olmadığı kabul edilmekte iken Ceza Genel Kurulu 24.02.2022 tarihli ve 573-119 sayılı, 17.05.2023 tarihli ve 49-277 sayılı, 27.09.2023 tarihli ve 336-483 sayılı kararlarında, uygulamanın kanuni temelleri ile örtüşmeyen problemli yönüne işaret ederek sonuçları itibarıyla iş bu içtihatla aynı düşünceyi benimsemekle birlikte, gerekçeli karar kendisine tebliğ edilmeyen sanığın, süresinde kanun yoluna başvurmayan müdafiine yapılan tebligat tarihine göre süresinden sonra verdiği kanun yolu başvuru dilekçesinin; CMK'nın 'Eski hâle getirme' kenar başlıklı 40. maddesi kapsamında, kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişinin, eski hâle getirme isteminde bulunabileceğine (1.fıkra), kanun yoluna başvuru hakkı kendisine bildirilmemesi hâlinde de kişinin kusursuz sayılacağına (2.fıkra) ilişkin düzenleme gereğince eski hâle getirme talebi olarak kabul edilmesi gerektiği gerekçesine dayanmıştır. Oysa esasen yukarıda yapılan açıklamalar muvacehesinde kanun yoluna etkin başvuru hakkını kullanabilme bağlamında, kanunun amir hükmüne rağmen gerekçeli karar kendisine tebliğ edilmediği için süresinde kanun yoluna müracaat edemeyen sanığın, kanun yolu süresini kaçırdığından bahsetme imkânı yoktur. Zira temyiz istemi süresi, CMK'nın 291. maddesinin 1. fıkrası uyarınca hükmün gerekçesiyle birlikte tebliğ edildiği tarihten başlayacağından, başlamayan sürenin kaçırılması mevzubahis olamaz. Gerekçeli kararın -sadece- müdafie tebliğ edilmiş olması da bu gerçeği değiştirmez.

b. Bir ceza yargılaması kurumu olarak müdafiin, ceza usul hukukumuz içindeki yerinin vekillikten farklı bir statü olarak belirlenmesi ve yargılama faaliyetinin doğası ile ilgili düzenlemeler itibarıyla savunmayı/sanığı temsil fonksiyonuna nazaran yardımcı rolünün baskın olması gerçeği de nazara alındığında, gerekçeli kararın sanığa tebliğinin sadece bilgilendirme amaçlı olduğuna ve buna başkaca anlam ve hukuki sonuç yüklenemeyeceğine dair bir yorum ve kabulün kanun yoluna etkin başvuru hakkının özüne yargı mercilerince yapılmış bir müdahale sonucunu doğuracağı açıktır.

7. Temyiz mahkemesi, karardaki tüm hukuka aykırılıkların bir defada tespit edilmesi suretiyle hukuk güvenliği ve kesin hükmün otoritesinin korunmasını teminen temyiz davasına konu kararın ilgililerine bildirilip bildirilmediğini denetlemekle yükümlüdür. Ancak Anayasa'nın 36 ve AİHS'nin 6. maddeleri ile Ek 7 numaralı Protokol'ün 'Cezai Konularda Temyiz Hakkı' başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrası gereğince kanun yoluna etkin başvuru hakkı bağlamında, 'mahkeme tarafından ceza gerektiren bir suç nedeniyle mahkûm edilen herkese, mahkûmiyetinin veya hükmolunan cezanın yüksek bir mahkeme tarafından yeniden incelenmesini sağlamak...' , devletin/yargı mercilerinin pozitif yükümlülüğü arasındadır. Bu cümleden olarak, usul hükümleri yorumlanırken, esas itibarıyla maddi gerçeğe ve adalete etkin ve makul sürede erişmekte bir vasıta olan normlara, bir değer olarak adalete ve nihayet mahkemeye erişim hakkının özüne müdahale oluşturacak bir anlam yüklemek kabul edilebilir bir yaklaşım olamaz. Yargılama faaliyetinin -bir bütün halinde- çatışan haklar arasında adil bir denge kurma sanatı olduğu da gözetilerek, yasada öngörülen usul ve şartlara uygun olarak müdafi tarafından yapılan kanun yolu başvurusu bulunan durumlarda, kural olarak makul sürede yargılanma ve/veya devletin davaları makul sürede ve en az masrafla sonuçlandırma görev ve hakları birlikte değerlendirildiğinde gerekçeli kararın sanığa da tebliğ edilmemesinin bir tevdi-mahalline iade sebebi yapılmasının maksada uygun düşmeyeceği açıktır. Burada belirleyici kriter, kanun yoluna başvuru hakkının olaysal olarak doğrudan ya da müdafii marifetiyle etkin biçimde kullanılıp kullanılmadığıdır.

8. Şu hâle göre, ceza yargılaması neticesinde verilen (gerekçeli) kararın, kural olarak hem ilgilisine/sanığa, hem de varsa müdafie ayrı ayrı tebliğ edilmesi gerekir. Müdafie tebliğ, her hâlükârda yasal zorunluluktur. Yasada öngörülen usul ve şartlara uygun olarak müdafi tarafından yapılan kanun yolu başvurusu bulunan durumlarda, kanun yoluna başvuru hakkının etkin biçimde kullanılmadığına dair yasal ve olgusal temellere dayanan bir itiraz bulunmadıkça ayrıca sanığa da tebliğe ihtiyaç yoktur. Ancak somut olayda da vuku bulduğu üzere, gerekçeli karar tebliğ edilen müdafiin, öngörülen usul ve şartlara uygun olarak kanun yolu başvurusunda bulunmadığı hâllerde gerekçeli karar kendisine tebliğ edilmeyen sanığa da tebliğ mazbatası çıkarılarak kanun yolu süresinin, tebliğ tarihinden ya da kararı öğrendiğini beyan ettiği tarihten itibaren başlatılması gerekir.

Son olarak ifade etmek gerekir ki, 15.06.1949 tarihli ve 4-11 sayılı içtihadı birleştirme kararı da gözetildiğinde, yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalan içtihat değişikliklerinin kural olarak geriye yürümeyeceği, henüz kesin hükümle neticelenmemiş, devam eden yargılamalarda uygulanabileceği yönünde istikrar kazanan uygulamanın süreceğinde bir tereddüt bulunmamalıdır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Nitelikli hırsızlık suçundan sanığın mahkûmiyetine ilişkin Kayseri 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 17.02.2021 tarihli ve 1441-396 sayılı hükmün, sanık ve müdafii tarafından istinaf edilmesi üzerine Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesince 19.04.2021 tarih ve 1025-1048 sayı ile istinaf başvurusunun esastan reddine karar verildiği, gıyapta verilen hükmün yalnızca sanık müdafiine 26.04.2021 tarihinde tebliğ edildiği, müdafiin temyiz isteminde bulunmadığı, karar tarihi itibarıyla incelemeye konu suç yanında başkaca suçlardan da ceza infaz kurumunda bulunan sanığın bu kez 24.05.2021 tarihinde gerekçeli kararın kendisine tebliği üzerine 26.05.2021 tarihli dilekçesi ile hükmü temyiz ettiği, inceleme yapan Özel Dairece, sanığın temyiz isteminin süre yönünden reddine karar verildiği anlaşılan olayda sanığın 26.05.2021 tarihli temyiz isteminin süresinde olduğunun kabulü gerekir."

24. Genel Kurulun 14/9/2021 tarihli ve E.2021/6-13, K.2021/392 sayılı; 29/3/2023 tarihli ve E.2022/6-599, K.2023/192 sayılı; 27/9/2023 tarihli ve E.2023/6-336, K.2023/483 sayılı; 29/11/2023 tarihli ve E.2023/10-234, K.2023/633 sayılı ile 26/12/2023 tarihli ve E.2023/10-380, K.2023/707 sayılı kararlarının yanı sıra, Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 15/3/2023 tarihli ve E.2022/13460, K.2023/1061 sayılı 13/7/2023 tarihli ve E.2023/1486, K.2023/5066 sayılı kararları ile Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 20/6/2022 tarihli ve E.2022/13891, K.2022/3692 sayılı ve 5/10/2022 tarihli ve E.2022/23751, K.2022/5542 sayılı kararlarında da temyiz kanun yoluna başvuru süresinin başladığı tarihin belirlenmesi açısından somut olaylarda kararın sanıklara da tebliğ edilmesi veya bu tarihin kararın sanıklar tarafından öğrenildiğinin beyan edildiği tarih olarak kabul edilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.)

B. Uluslararası Hukuk

25. İlgili uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Hüseyin Volkan Kurt [GK], B. No: 2019/42687, 8/3/2023, §§ 23-29.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

26. Mahkemenin 28/11/2024 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

27. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğunu belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucunun açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları ve Bakanlık Görüşü

28. Başvurucu; istinaf dairesi kararının talep etmesine rağmen kendisine ve hatta müdafisine de tebliğ edilmediğini, temyiz hakkını kullanamadığını belirterek bu durumun adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

29. Bakanlık görüşünde, başvuruda öncelikle 6216 sayılı Kanun ve İçtüzükte belirtilen kabul edilebilirlik şartlarının karşılanıp karşılanmadığının incelenmesi gerektiğini, mahkemeye erişim hakkının ihlal edilip edilmediği konusunda yapılacak incelemede ise Anayasa ve mevzuat hükümleri doğrultusunda somut olayın kendine özgü koşullarının gözönüne alınması gerektiğini belirtmiştir.

30. Bakanlık görüşü başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne ilişkin beyanda bulunmamıştır.

2. Değerlendirme

31. Anayasa’nın "Hak arama hürriyeti" kenar başlıklı 36. maddesi şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.

Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.”

32. Anayasa Mahkemesi, olayların başvurucu tarafından yapılan hukuki nitelendirmesi ile bağlı olmayıp olay ve olguların hukuki tavsifini kendisi takdir eder. Başvurucunun iddialarının mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmesi gerektiği değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

33. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı

34. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "...ile adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni (Sözleşme) yorumlayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

35. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

36. Mahkeme kararlarının hukuka uygun olup olmadığına yönelik uyuşmazlığın çözümlenmek üzere bir yargı makamı önüne taşınması kanun yoluna başvurma olarak nitelendirilmektedir. Anayasa'nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Adil yargılanma hakkı bir mahkeme kararına karşı üst yargı yollarına başvurabilmeyi güvence altına almamakla birlikte gerek suç isnadına bağlı yargılamalarda gerekse medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin yargılamalarda istinaf veya temyiz gibi kanun yollarına başvurma imkânı tanınmış ise bu kanun yolları yönünden de adil yargılanma hakkı kapsamındaki güvencelerin sağlanması gerekir (Hasan İşten, B. No: 2015/1950, 22/2/2018, § 37).

37. İstinaf kanun yolu başvurusunun esastan reddine ilişkin Daire kararının o tarihte hükme bağlı tutma kapsamında ceza infaz kurumunda bulunan başvurucuya tebliğ edilmemesi ve başvurucu müdafiinin Dairenin temyiz talebinin reddine ilişkin karara yönelik 17/8/2020 tarihli eski hâle getirme talebine ilişkin olarak Yargıtay ilamında herhangi bir değerlendirme yapılmamış olmasının mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil ettiği açıktır.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

38. Adil yargılanma hakkının görünümlerinden biri olan mahkemeye erişim hakkı, mutlak bir hak olmayıp bu hakkın sınırlandırılması mümkündür. Ancak mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulurken Anayasa'nın temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına ilişkin genel ilkeleri düzenleyen 13. maddesinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir.

39. Anayasa'nın "Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması" kenar başlıklı 13. maddesi şöyledir:

"Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz."

40. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşullara uygun olmadığı takdirde Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, haklı bir sebebe dayanma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik Ölçütüne İlişkin Genel İlkeler

41. Temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması rejimini düzenleyen Anayasa'nın 13. maddesinde hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceği temel bir ilke olarak benimsenmiştir (kanunilik şartına başka bağlamlarda dikkat çeken kararlar için bkz. Sevim Akat Eşki, B. No: 2013/2187, 19/12/2013, § 36; Tuğba Arslan [GK], B. No: 2014/256, 25/6/2014, § 82; Hayriye Özdemir, B. No: 2013/3434, 25/6/2015, §§ 56-61; Halk Radyo ve Televizyon Yayıncılık A.Ş. [GK], B. No: 2014/19270, 11/7/2019, § 35; Hamit Yakut [GK], B. No: 2014/6548, 10/6/2021, § 76; Atilla Yazar ve diğerleri [GK], B. No: 2016/1635, 5/7/2022, § 100).

42. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).

43. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa'da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56; Tuğba Arslan, § 96; Fikriye Aytin ve diğerleri, B. No: 2013/6154, 11/12/2014, § 34).

44. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği ölçüde hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun niteliği de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).

45. Mahkemelerin yorumlarının ve uygulamalarının kanunun açık lafzıyla çeliştiği veya kanun metni dikkate alındığında bireyler tarafından öngörülmesinin mümkün olmadığı sonucuna ulaşıldığı hâllerde yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı kanaatine varılması mümkündür (bazı farklılıklarla birlikte bkz. Ziya Özden, B. No: 2016/67737, 19/11/2019, § 59; Ramazan Atay, B. No: 2017/26048, 29/1/2020, § 29; Wısam Sulaıman Dawood Eaqadah [GK], B. No: 2021/2831, 15/2/2023, § 81). Dolayısıyla kanunilik ölçütü açısından Anayasa Mahkemesince yapılması gereken, incelemeye konu kuralların yargı organlarınca yapılan yorumlarının, kişilerce öngörülebilecek belirlilikte olup olmadığının veya kanunun açık lafzıyla çelişip çelişmediğinin tespit edilmesidir (bazı eklemelerle birlikte bkz. Mehmet Demircioğlu [GK], B. No: 2020/35797, 14/9/2023, § 33).

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

46. Somut olayda istinaf dairesi, ilk derece mahkemesinin kararını istinafa taşıyan başvurucu müdafii adına tebligat çıkartmış olup ayrıca başvurucu(sanığa) adına kararı tebliğ etmemiştir. Ceza Dairesi, 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesi uyarınca temyiz süresinin Dairenin esastan ret kararının başvurucu müdafiine tebliğ edildiği 1/7/2020 tarihinde işlemeye başladığını değerlendirmiş, dolayısıyla başvurucu müdafiinin Daire kararına karşı 29/7/2020 tarihinde yaptığı temyiz talebini süre yönünden reddetmiştir (bkz. § 15).

47. 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesinde 3220 sayılı Kanun'la yapılan değişiklikle o tarihte yürürlükte olan 4/4/1929 tarihli ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun, kararların sanıklara tebliğ edilmesine dair hükümlerinin hangi nedenle tebligatın vekile yapılmasına dair genel kuraldan saklı tutulduğu hususuna, anılan Kanun'un Genel Kurul kararlarında da aktarılan gerekçesinde yer verilmiş, buna göre 3220 sayılı Kanun'la yapılan değişiklik gerekçesinde de ceza davalarında kararların sanıklara tebliğ edilmesine gerek görülmeyerek müdafiine yapılan tebligatı geçerli saymanın adalet ilkeleriyle bağdaşmayacağı vurgulanmıştır (bkz. § 23). Buradan hareketle 1412 sayılı Kanun'dan sonra yürürlüğe giren 5271 sayılı Kanun'da da 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesinde yer alan genel kuralın aksine, kanun yolu başvuruları açısından kararların ilgililere de tebliğini öngören kurallar bulunduğuna dikkat çekilmelidir (bkz. § 19). Öte yandan, kararların sadece müdafiye tebliğ edilip müdafinin yasal süre içerisinde temyiz kanun yoluna başvurmadığı ve sanıkların sonradan temyiz talebinde bulundukları durumlarda Yargıtay da içtihadında 3220 sayılı Kanun'un gerekçesiyle uyumlu olarak temyiz kanun yoluna başvuru süresinin başladığı tarihin kararın sanık tarafından öğrenildiği tarih olduğunu, bu bağlamda kararın sanığa da tebliğ edilmesi gerektiğini değerlendirmektedir (bkz. §§ 23-24).

48. Gelinen noktada, 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilk cümlesinde vekâletle takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılacağı belirtilmişse de aynı fıkranın dördüncü cümlesinde bu kuralın istisnası olarak kararların sanıklara tebliğini öngören 1412 sayılı Kanun hükümleri saklı tutulmuştur. Ayrıca anılan istisnanın getirildiği 3220 sayılı Kanun'un gerekçesinde kararların sanıklar yerine vekile tebliğiyle yetinilmeyeceği vurgulanmıştır. Buna ek olarak 1412 sayılı Kanun'dan sonra yürürlüğe giren, somut olaya dair muhakeme sürecinde ve hâlen yürürlükte olan 5271 sayılı Kanun'da da kararların ilgilisine tebliğini öngören düzenlemelere yer verilmiş, 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesinin 3220 sayılı Kanun'un gerekçesiyle uyumlu olarak yorumlanıp kanun yolu başvurularına ilişkin süreler açısından kararların taraflara da tebliğ edilmesi gerektiği kabul edilmiştir.

49. Öte yandan Daire tarafından yapılan tebligat belgesi incelendiğinde "Dağıtım saatinde iş yeri yetkilisi hazır bulunmadığından aynı iş yerinde daimi işçisi olduğunu beyan eden S.Ö. imzasına tebliğ yapıldı." şerhiyle 1/7/2020 tarihinde tebliğ edildiği belirtilmiştir(bkz. § 13). Dairenin 10/8/2020 tarihli kararında ise "söz konusu kararın 1/7/2020 tarihinde sanık müdafi Av.[N.Y.ye] bizzat kendi imzasıyla tebliğ edildiği, sanık müdafi tarafından verilen 29/7/2020 tarihli dilekçeyle Dairemiz kararına yönelik 15 günlük yasal süreden sonra temyiz isteminde bulunulduğu" ifade edilerek müdafinin temyiz talebi on beş günlük yasal süresi içinde yapılmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir(bkz. § 15). Daire, temyiz talebine ilişkin kararın gerekçesinde tebligat belgesinin içeriğiyle ilgili çelişkiye düşmüştür. Başka bir anlatımla tebligat belgesine göre müdafinin işyeri adresine çıkarılan tebligatta daimi çalışan ismine tebliğ edildiğinin belirtilmesine karşın, kararda bizzat müdafii imzasına tebliğ edildiği gerekçelendirilmiştir. Ayrıca anılan kararla, tebligatın yapıldığı kişi hususunda oluşturulan çelişki nedeniyle oluşan bu durumla ilgili müdafiinin eski hâle getirme talebine(bkz. § 16) yönelik Yargıtay ilamında(bkz. § 17) bir değerlendirme de yapılmamıştır.

50. Dolayısıyla 7201 sayılı Kanun'un 11. maddesi, 3220 sayılı Kanun'la yapılan değişikliğin gerekçesi ile 5271 sayılı Kanun hükümleri birlikte değerlendirildiğinde, ceza davalarında istinaf ve temyiz kanun yollarına başvuru sürelerinin başladığı tarihin belirlenmesi açısından kanun koyucunun iradesinin bu başvurulara konu kararı varsa müdafiinin/vekilin yanı sıra asıl olarak ilgili tarafın da öğrendiği tarihin dikkate alınması yönünde olduğu anlaşılmaktadır. Buna karşılık somut olayda kanun yollarına başvuruyla ilgili kuralın Ceza Dairesince yapılan yorumunun, kişilerce öngörülebilecek belirlilikte olmadığı ve kanunun lafzıyla çeliştiği görülmektedir. Bu durumda açık kanunî düzenleme ve kanun gerekçesine rağmen Ceza Dairesinin 29/7/2020 tarihli temyiz talebinin -16/9/2020 tarihli talebine karşın başvurucuya bu karar anılan tarihte tebliğ edilmediği için- kararın başvurucu müdafiine tebliğ edildiği 1/7/2020 tarihinde temyiz süresinin başladığına dair değerlendirmesi sonucu başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelen müdahalenin kanuni dayanağının bulunmadığı sonucuna varılmıştır.

51. Açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 36. maddesinde güvenceye bağlanan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

52. Başvurucu ayrıca avukatı hazır olmadan duruşmaların yapıldığını ve talep ettiği belgelerin kendisine verilmediğini belirterek savunma hakkının kısıtlandığını ileri sürmüştür. Başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden kararda varılan sonuç ve uygun görülen giderim dikkate alınarak ileri sürdüğü diğer şikâyetleri hakkında kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek olmadığına karar verilmesi gerekir. Ayrıca başvurucu; mahkeme kararı olmaksızın telefon görüşmelerinin dinlenilerek kayıt altına alındığını, bu tape kayıtları nedeniyle özel hayata ve aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun temyiz hakkını kullanamaması nedeniyle yukarıda mahkemeye erişim hakkının ihlali sonucuna ulaşılmış olduğundan hukuka aykırı delillerin değerlendirildiği iddiasına yönelik bu şikâyetlerinin uygun görülen giderim olan yeniden yargılanma aşamasında Mahkemece değerlendirilebileceği anlaşılmakla bu aşamada ayrıca bir incelenmesine gerek görülmemiştir.

VI. GİDERİM

53. Başvurucu; ihlalin tespiti ve yargılamanın yenilenmesi talebinde bulunmuştur.

54. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasında düzenlenen bireysel başvuruya özgü yeniden yargılama kurumunun özelliklerine ilişkin kapsamlı açıklamalar için bkz. Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

55. Belirli bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilen delilin davayla ilgili olup olmadığına karar verme yetkisi kural olarak yargılamayı yürüten derece mahkemelerine aittir (Orhan Kılıç [GK], B. No: 2014/4704, 1/2/2018, § 44). Bu bağlamda somut olayda başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olup olmadığı yönünde karar vermek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Anayasa Mahkemesince verilen ihlal kararı, sanığın beraat ettiği anlamına gelmediği gibi ihlal kararının gereklerinin yerine getirilmesi amacıyla yapılacak yeniden yargılama neticesinde sanık hakkında mutlaka beraat kararı verilmesi gerektiği anlamına da gelmemektedir. İhlalin sonuçlarını gidermek üzere gereken işlemler yerine getirildikten sonra yapılacak değerlendirmede mahkemenin mevcut belgelerle birlikte delillerin takdir biçimine göre benzer veya farklı bir sonuca varması mümkündür.

VII. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Başvurucunun adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Diğer ihlal iddiaları yönünden İNCELENMESİNE GEREK OLMADIĞINA,

E. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak üzere Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesine (E.2020/377, K.2020/1096) iletilmek üzere Kars 2. Ağır Ceza Mahkemesine (E.2018/574, K.2020/161) GÖNDERİLMESİNE,

F. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 339. maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca tahsil edilmesi mağduriyetine neden olacağından adli yardım talebi kabul edilen başvurucunun yargılama giderlerini ödemekten TAMAMEN MUAF TUTULMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 28/11/2024 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.