MUHDESATIN TANIMI
Muhdesat, sözlük anlamıyla sonradan yapılmış; sonradan meydana gelmiş şeyler; yeni şeyler demektir. 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Takyitler, sınırlı ayni haklar ve muhdesat” başlıklı 19. maddesinin 2. fıkrasında; “Taşınmaz mal üzerinde malikinden başka bir kimseye veya paydaşlarından birine ait muhdesat mevcut ise bunun sahibi, cinsi, ihdas tarihi ve iktisap sebebi belirtilerek tutanağın ve kütüğün beyanlar hanesinde gösterilir.” hükmüne yer verilmiştir.
Tapulama ve Kadastro Paftalarını Yenileme Yönetmeliği’nin “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinde de muhdesat, “Arsa ve arazi üzerinde malikinden başka bir kimse veya paydaşlardan birisi tarafından yapılan yapı, tesis veya dikilen şeyler…” olarak tanımlanmıştır.
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 22.12.1995 tarih ve E:1994/1, K:1995/3 sayılı kararında;“… Bir taşınmaz üzerine bina yapılması veya ağaç dikilmesinin muhdesat sayılması gerektiği tartışmasızdır.
yabani ağaçların ( delicelik ve menengiçlerin ) aşılanması suretiyle meyveli hale dönüştürülmesi durumunda, bunları muhdesat kabul etmek gerekir. İçtihat aykırılığının bu şekilde giderilmesi uygun bulunmuştur…” gerekçesiyle yabani ağaçların (Deliçelik ve Menengiçlerin) aşılanarak meyve ağacı haline dönüştürülmesi durumunda, bunun 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 19/2. maddesinde öngörülen ve tutanağın ve kütüğün beyanlar hanesinde gösterilmesi gereken bir "muhdesat" olarak kabul edilmesi gerektiğine karar vermiş ve söz konusu bu karar bu konuda dayanak ve yol gösterici olmuştur.
Muhdesat; yeniden meydana getirilmiş şey demektir. Diğer bir anlatımla, tesbiti yapılan taşınmaz üzerinde malikten başka bir kimseye veya paydaşlardan birine ait olan yapı ve tesisler ile bağ ve bahçe gibi dikilen şeyleri ifade eder. (Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 01.12.1995 tarih ve E:1995/5481, K:1995/13805 sayılı kararı)
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 30.5.2011 tarih ve E:2016/16596, K:2016/14831 sayılı kararında;“… aidiyetinin tespiti istenen demir direk ve tel örgünün bütünleyici parça niteliğinde olmayıp her zaman için sökülüp götürülebilen ve taşınmazdan ayrılması mümkün olan eşya ( teferruat ) niteliğinde oldukları kuşkusuzdur. Dosya arasında bulunan davaya konu yere dair fotoğraflardan da tespiti istenen demir direk ve tel örgünün muhdesat niteliğinde olmadığı…” gerekçesiyle hükmün ilgili kısmını bozmuştur.
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 29.6.2021 tarih ve E:2020/1280, K:2021/5612 sayılı kararında;“… dosyaya ibraz edilen bilirkişi raporuna göre; tespiti istenen sulama sistemi, hareketli küpeşte, cam balkon, tel çit, elektrik direği, parke taşları, sökülüp götürülebilir olması nedeniyle dolgu ve stabilize serilmesi, dolgu ve stabilizenin makine ile sıkıştırılması ise iyileştirici ve tamamlayıcı mahiyette olması nedeniyle muhdesat niteliğinde değildir…” gerekçesiyle Bölge Adliye Mahkemesi kararını bozmuştur.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 24.10.2022 tarih ve E:2021/5716, K:2022/6164 sayılı kararında;“… dava konusu kavak ağaçlarının niteliği itibariyle, belli bir süre arz üzerinde kaldıktan ve belli bir büyüme süresine geldikten sonra kesilecek ağaç türlerinden olması, ticari maksatla dikilen ve olgunlaştığında yani bir süre sonra kesilip yararlanılmak üzere dikilen kavak ve söğüt gibi ağaçların taşınmazın mütemmim cüz'i yani tamamlayıcı parçası niteliğinde kabul edilmemesi, kavak ve söğüt gibi ağaçların ise muhdesat niteliğinde olmaması, taşınır hükümlerine tabi mal niteliğinde olması nedeniyle, mahkemece, talebe konu kavak ağaçları yönünden, davanın reddine dair karar verilmesi gerekirken, kavak ağaçları ile ilgili kabul kararı verilmesi de usul ve yasaya aykırıdır…” gerekçesiyle hükmün bu kısmını bozmuştur.
İLGİLİ MEVZUAT
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun “Beyanlar” başlıklı 1012/2, 3. maddesine göre, taşınmaz mülkiyetine ilişkin kamu hukuku kısıtlamalarının beyanlar sütununa yazılması ve bu sütuna yazılabilecek diğer hususlar tüzükle belirlenir. Özel kanun hükümleri saklıdır. Tapu Sicili Tüzüğü'nün 60. maddesine göre de, kütüğün beyanlar sütununa, mevzuatın yazılmasını öngördüğü hususlar tarih ve yevmiye numarası belirtilerek yazılır. Söz konusu yasal düzenlemelere göre, her beyanın tapu kütüğünün beyanlar sütununda gösterebilmesi mümkün değildir. Bunun için, Türk Medeni Kanunu'nda ya da özel kanunlarda bu konuda bir hükme yer verilmiş olması veya Tapu Sicil Tüzüğü'nde bir düzenleme yapılmış olması gerekir. Mevzuatın yazılmasına izin vermediği bir belirtme kütüğün beyanlar sütununda gösterilemez.
Türk Medeni Kanunu'nda düzenlenen, taşınmazın heyelan bölgesinde kalması ( mad. 710 ), geçit hakkı ( mad. 748 ), toprağın iyileştirilmesi ( mad. 755 ), eklentiler ( mad. 1012/1 ) ile özel yasalar arasındaki 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunu'nun 41. maddesi, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun değişik 7. maddesi, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 11. maddesi, 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun 12. maddesi, 6361 sayılı ... Kiralama, ... ve ... Şirketleri Kanunu'nun 22. maddesi, 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemleri Düzenleyen Yasa uyarınca hak sahibine tahsis beyanları,1163 Sayılı Kooperatifler Kanunu'nun 15. maddesi, 2924 sayılı Orman Köylüsünün Desteklenmesine Dair Kanun'un 7. maddesi ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 19/II. maddesi tapunun beyanlar sütununa şerh verilmesine imkan veren yasal düzenlemelerden bir kısmıdır.( Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 04.10.2021 tarih ve E:2021/4908, K:2021/9978 sayılı kararı)
3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Takyitler, sınırlı ayni haklar ve muhdesat” başlıklı 19. maddesinin 2. fıkrasında; “Taşınmaz mal üzerinde malikinden başka bir kimseye veya paydaşlarından birine ait muhdesat mevcut ise bunun sahibi, cinsi, ihdas tarihi ve iktisap sebebi belirtilerek tutanağın ve kütüğün beyanlar hanesinde gösterilir.” hükmüne yer verilmiştir.
Tapulama ve Kadastro Paftalarını Yenileme Yönetmeliği’nin “Tanımlar” başlıklı 4. maddesinde de muhdesat, “Arsa ve arazi üzerinde malikinden başka bir kimse veya paydaşlardan birisi tarafından yapılan yapı, tesis veya dikilen şeyler…” olarak tanımlanmıştır.
MUHDESATIN HUKUKİ NİTELİĞİ
Tespit davası, kendine özgü davalardan olup dava sonucunda istihsal edilecek ilamın icra ve infaz kabiliyeti bulunmamaktadır. Bunun doğal sonucu olarak da bu davaların uygulama alanı sınırlıdır.
Yukarıda anılan 22.12.1995 tarihli ve 1/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında da vurgulandığı üzere Eşya Hukukunda "muhdesat" kavramından bir arazi üzerindeki arz malikinden başkasına veya bir paydaşa ait yapı ve tesisler ile bağ ve bahçe şeklinde dikilen ağaçları anlamak gerekir. Muhdesat, sahibine arazi mülkiyetinden ayrı bağımsız bir mülkiyet ya da sınırlı bir ayni hak sağlamaz. Mahkemenin kabul ettiğinin aksine muhdesat sahibinin hakkı sadece kişisel bir haktır. Bu hakkın hukuki mahiyeti ve nasıl kullanılacağı ise Türk Medeni Kanununun 722, 723, 724 ve 729. maddelerinde açıklanmıştır.
Bir kişi lehine muhdesatın tespitine ve bunun kütüğün beyanlar hanesine yazılmasına 3402 sayılı Kadastro Kanununun 19. maddesinin 2. fıkrası olanak sağlamaktadır. Gerçekten, anılan hüküm uyarınca; "taşınmaz mal üzerinde malikinden başka bir kimseye veya paydaşlardan birine ait muhdesat mevcut ise bunun sahibi, cinsi, ihdas tarihi ve iktisap sebebi belirtilerek tutanağın ve kütüğü beyanlar hanesinde gösterilir." Bu tür bir hakkın zemin üzerindeki binanın veya ağaçların yok olması gibi bazı nedenlerle ortadan kalkacağı kuşkusuzdur. Diğer taraftan, Türk Medeni Kanununun 1012. maddesi hükmü gereğince de kaydın terkini kütükte hak sahibi görünen bütün ilgililerin rızaları ile mümkündür. Muhdesat belirtmesi, Türk Medeni Kanununun 684. maddesine sınırlama getirerek muhdesat konusu ile arazinin bütünleşmesine engel olduğundan, arazi sahibinin mülkiyet hakkını ileri sürmek suretiyle ve muhdesat bedelinin hak sahibine ödenmesi koşuluyla mahkemeden terkin talebinde bulunulması da olanaklıdır. (Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 04.5.2011 tarih ve E:2011/4632, K:2011/6060 sayılı kararı)
Dava konusu zeytin ağaçları, kadastro tespiti sırasında 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 19. maddesi hükmü gözönünde tutularak beyanlar hanesinde gösterilmiştir. Beyanlar hanesinde gösterilen muhdesata ilişkin bu hak, kişisel hak niteliğinde olmakla birlikte, lehine kurulan kişi yönünden yararlanma hakkı sağlar. (Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 08.5.2008 tarih ve E:2008/1994, K:2008/2553 sayılı kararı)
Taşınmaz üzerindeki kalıcı yapı, ağaç gibi bütünleyici parça niteliğindeki muhdesatların taşınmazın arzından ayrı bir mülkiyetinin varlığından söz edilemez. Açıklanan bu ilke ve esaslara göre, kural olarak muhdesatın arz malikinden başkasına aidiyetinin tespiti istenemez. (Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 09.3.2020 tarih ve E:2016/12318, K:2020/2289 sayılı kararı)
Genel olarak, muhdesatın beyanlar hanesinde gösterilmesi hususu kişiye herhangi bir hak vermez. Sadece eylemli (fiili) durumun belirtilmesi demek olup muhdesat sahibi yararına sürekli ve ayni bir hak meydana getirmez.
Muhdesatı meydana getiren ile arz sahibi arasında doğabilecek çekişmede, muhdesat sahibinin hakkını kaybetmemesi bakımından, onu güvenceye almak olduğu hususunda uygulama ve öğreti görüş birliği içerisindedir. Bir başka söyleyişle bu beyan sadece aleniyet ve kanıtlama kolaylığı sağlar.
DAVA AÇMA EHLİYETİ
Bilindiği üzere ve kural olarak; tespit davalarında tespit davası açanın hukuki yararının varlığı gerekir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 106. maddesinin 2. fıkrasında “tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı bulunmalıdır.” denilmektedir. 6100 sayılı Kanununun 114. maddesinin (h) bendine göre, davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması dava şartıdır. Aynı Kanunun 115. maddesi uyarınca mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır ve dava şartı noksanlığının tespiti halinde davanın usulden reddine karar verir. Öğretide ve Yargıtay'ın devamlılık gösteren uygulamalarında, taşınmaz hakkında derdest ortaklığın giderilmesi davasının, kentsel dönüşüm uygulamasının ya da kamulaştırma işleminin bulunması gibi istisnai durumlarda muhdesatın tespiti davasının açılmasında güncel hukuki yararın bulunduğu kabul edilmektedir.(Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 10.11.2022 tarih ve E:2021/6460, K:2022/6813 sayılı kararı)
Ayrıca, tespit davaları eda davalarının öncüsüdür, bu nedenle eda davası açılmasının mümkün olduğu hallerde, tespit davası açılmasında hukuki yararın bulunmadığı kabul edilmektedir. Hukuki yararın bulunması dava şartı olup, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülebileceği gibi, hakim tarafından da re'sen gözetilir. Hukuki yararın bulunmadığının tespiti halinde davanın, dava şartı yokluğu gerekçesiyle usulden reddine karar verilmelidir. (HMK 114/1-h, 115 m. ) Başka bir deyişle; tespit davası ile istenen hukuki koruma eda davası ile tamamen elde edilebilecekse, o zaman davacının ayrı bir tespit davası açmakta hukuki yararı olamaz. Tespit davalarının dinlenebilmeleri için genel dava koşullarından başka tespit davalarının kendine özgü koşulları olarak nitelendirilen iki özel koşula daha ihtiyaç bulunduğu kabul edilmektedir. Biri hukuki ilişki diğeri hukuki yarar olup, bu da yakın bir tehlikenin var olmasını, tehlikenin zarar meydana getirebilecek nitelikte bulunmasını ve tespit hükmünün bu tehlikeyi ortadan kaldıracak nitelikte olmasını içerir. (Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 21.9.2021 tarih ve E:2021/3401, K:2021/934 sayılı kararı)
Konya Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesi 02.5.2019 tarih ve E:2019/270, K:2019/299 sayılı kararında; “… somut olay incelendiğinde dava konusu taşınmaz malikleri arasında halen derdest bir ortaklığın giderilmesi davası olmadığı gibi, kentsel dönüşüm veya kamulaştırma uygulaması bulunduğuna dair bir iddia veya delil de ileri sürülmediği anlaşılmaktadır. Dava konusu taşınmazda hissedar olan davalılardan İ. E. hakkında icra takibinin olmasının eldeki davayı ikamede hukuki yararın bulunduğu anlamına gelmez. Davacının, eda davası açma imkanı var iken tespit davası açmakta, 6100 sayılı Kanunun 114/ (1)-h maddesine göre dava şartlarından olan ve aynı Kanunun 115. maddesi uyarınca resen gözetilmesi gereken hukuki yarar şartının bulunmadığı anlaşılmaktadır…” gerekçesiyle Mahkeme ilamını kaldırmış ve davayı usulden reddetmiştir.
Sakarya Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesi 09.01.2020 tarih ve E:2019/822, K:2020/37 sayılı kararında;“… davacı dava konusu 122 ada 118 parsel sayılı taşınmazda tapu kayıt maliki değildir. Yine, dava konusu taşınmaza ilişkin, derdest ortaklığın giderilmesi davası, kentsel dönüşüm uygulaması ya da kamulaştırma işlemi bulunmamaktadır. Dava konusu taşınmazda davalı borçlu hakkında icra takibinin olmasının da eldeki davayı ikamede hukuki yararın bulunduğu anlamına gelmez…” gerekçesiyle istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir.
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 03.3.2020 tarih ve E:2016/13090, K:2020/2096 sayılı kararında; “…derdest ortaklığın giderilmesi davası, kentsel dönüşüm uygulaması veya kamulaştırma işlemi bulunmadığına göre davacının muhdesatın tespiti istemi bakımından hukuki yararının bulunmadığı…” gerekçesiyle hükmü bozmuştur.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 06.4.2022 tarih ve E:2021/4216, K:2022/2603 sayılı kararında; “… dava konusu 28292 ada 10 parsel sayılı taşınmazda davalı borçlu ..., ... ile 1/2'şer paylı malik olup alacaklının 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 121. maddesi uyarınca borçluya ait hisse hakkında ortaklığın giderilmesi davası açmasında hukuki yarar bulunmamaktadır.
Yukarıda belirtildiği üzere ortaklığın giderilmesi davası açmasında hukuki yararı olmayan davacının evleviyetle muhdesatın aidiyetinin tespitini istemesinde de hukuki yararının bulunduğu kabul edilemez…” gerekçesiyle hükmü bozmuştur.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 09.01.2023 tarih ve E:2021/7658, K:2023/17 sayılı kararında; “…Vasiyetnamenin tenfizi davası, muhdesat aidiyetinin tespiti davası açabilmek için gerekli güncel hukuki yararın bulunduğu istisnai hâller arasında sayılmamıştır…” gerekçesiyle hükmü bozmuştur.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 22.11.2023 tarih ve E:2022/5109, K:2023/5622 sayılı kararında;
“…tenkis davalarında murisin terekesinin aktif ve pasif varlıklarıyla bir bütün olarak tespit edilmesi; net tereke belirlenip ... tenkis oranının saptanması gerekmektedir. Davacının muhdesatın aidiyeti tespiti yönünde mahkemece verilen yetki üzerine eldeki davayı açtığı da nazara alındığında davacının dava açmakta hukuki yararı bulunduğu açıktır…” gerekçesiyle Bölge İdare Mahkemesi kararını kaldırarak ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur.
Diğer taraftan, hukuki yararın davanın açıldığı tarih itibariyle mevcut olması yeterli olmayıp dava sonuçlanıncaya ve karar kesinleşinceye kadar hukuki yararın devamı gerekir.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 15.02.2022 tarih ve E:2021/4749, K:2022/1096 sayılı kararında; “… dava konusu 2823 ada 10 parsel sayılı taşınmazın güncel tapu kaydına göre, davacı ve davalının paylarını 29.04.2021 tarihinde, dava dışı A... Turizm Sanayi Ticaret Anonim Şirketi'ne sattıkları anlaşılmıştır. Taraflar artık taşınmazda paydaş olmadıkları gibi, açılan ortaklığın giderilmesi davasında da taraf sıfatları kalmamıştır…” gerekçesiyle Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi kararını bozmuştur.
Yargıtay 7.Hukuk Dairesi Esas:2022-5892 Karar:2023-5969 05.12.2023 tarihli kararında:
“Muhdesat iddiası hakkında daha öncesinde beyanda bulunma fırsatı verilmeyen ve ilk defa ileri sürüldüğü 19.03.2021 tarihli oturumda bu iddiaya karşı da çıkmayan davalı ...’in hem yasal süresindeki kabul beyanı, hem de ortaklığın giderilmesi dava dilekçesinde taşınmaz üzerine davacının iki adet bina yaptığını ikrar etmesine göre dava açılmasına neden olmadığı,
Davalının harç ve yargılama giderinden sorumlu tutulamayacağı,
Muhdesat iddiasının ortaklığın giderilmesi davasında kabul edilmesi ile eldeki davada hukuki yararın kalmadığı,
Hal böyleyken dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilip harç ve giderlerin davacı üzerinde bırakılması gerekirken yazılı şekilde karar verilmesinin hatalı olduğu gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına ve davanın usulden reddine karar verilmiştir.”
DAVA AÇMA SÜRESİ
Muhdesatın aidiyetinin tespiti davası açısından mevzuatımızda genel bir hak düşürücü süre öngörülmemiştir. Yani, muhdesatın aidiyetinin tespiti davası açma hakkı herhangi bir süreyle sınırlandırılmamıştır.
Ancak, kadastro tespitinden önce oluşturulmuş bir muhdesat var ise buna yönelik tespit davası açılması halinde 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3 maddesi gereğince 10 yıllık hak düşürücü süre söz konusu olmaktadır.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 22.6.2010 tarih ve E:2010/1499, K:2010/3990 sayılı kararında;“…dava konusu muhdesatların kadastro tespitinden önce meydana getirildikleri ve muhdesatların üzerinde bulunduğu 89 ada 15 parsel sayılı taşınmazın tespitinin kesinleştiği gün ile davanın açıldığı gün arasında 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/3. maddesi hükmünde sözü edilen kamu düzenine ilişkin, 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği anlaşılmaktadır…” gerekçesiyle hükmü bozmuştur.
Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 27.3.2017 tarih ve E:2015/9817, K:2017/2374 sayılı kararında; “… davalılardan biri 12.02.2015 tarihli celsede taşınmaz üzerinde evinin bulunduğunu beyan etmiştir. Bu durumda muhdesatın kime ait olduğu hususunda paydaşların beyanı alınarak bu hususta bütün paydaşlar ittifak etmiyor ise, yukarda açıklandığı şekilde öncelikle bu uyuşmazlığın giderilmesi için o muhdesatta hak iddia eden paydaşa görevli mahkemede dava açmak üzere uygun bir süre verilmesi, verilen süre içerisinde dava açıldığı takdirde sonucunun beklenmesi, açılmadığı takdirde o konuda uyuşmazlık yokmuş gibi davaya devam edilmesi…” gerekçesiyle hükmü bozmuştur.
Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi 22.5.2019 tarih ve E:2018/2575, K:2019/455 sayılı kararında; “… Aynı taşınmaz üzerinde bulunan armut ve fındık ağaçlarına gelince; armut ve fındık ağaçlarının 1992 yılında veya daha öncesinde dikilmiş olduğunun kabulü gerekir. Esasen davacı bizzat kendisi keşif sırasında fındık ağaçlarını 1987-1988 yıllarında diktiğini beyan etmiştir. O halde, 125 ada 9 parselin kadastro tespitinin 06.12.1993 tarihinde yapıldığı dikkate alındığında, armut ve fındık ağaçları bakımından davacının talebinin 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 19/II. maddesi kapsamında kaldığı, ne var ki, 125 ada 9 parselin kadastro tespitinin kesinleştiği 28.08.1997 tarihinden, eldeki davanın açıldığı 12.10.2016 tarihine kadar 3402 Sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3. maddesi gereğince 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği görülmektedir…” gerekçesiyle istinaf başvurusunu kısmen kabul ederek davanın bu kısmı yönünden dava şartı yokluğundan reddine karar vermiştir.
İSPAT YÜKÜMLÜLÜLÜĞÜ
Muhdesat aidiyetinin tespiti davalarında ispat yükü davacı taraf üzerinde olup davacı taraf muhdesatı kendi adına ve hesabına meydana getirdiğini her türlü delille kanıtlayabilir.
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 16.3.2020 tarih ve E:2016/10109, K:2020/2635 sayılı kararında; “…Davacı, taşınmaz üzerinde bulunan su kuyusu ve kuyu içindeki dalgıç pompanın aidiyetini de talep etmiş ise de, yargılama sırasında dinlenen davacı tanıkları ...,...., taşınmaz üzerinde bulunan kuyuyu kimin açtırdığını bilmediklerini beyan etmiş, diğer davacı tanıkları ise kuyu hakkında herhangi bir bilgi vermemiştir. Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden dava konusu taşınmazda yer alan kuyunun davacı tarafından yapıldığına dair her türlü şüpheden uzak somut bir delil yer almamakla birlikte davacı tanıkları da bu hususu ispatlayacak herhangi bir beyanda bulunmamıştır…” gerekçesiyle hükmü bozmuştur.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 03.10.2022 tarih ve E:2022/2295, K:2022/5745 sayılı kararında;“… davacı dava konusu taşınmaz üzerinde bulunan yapının kendisi tarafından meydana getirildiği iddiasını ispatlamak için tapu kaydı, muhdesatın yapımına ilişkin belgeler, ortaklığın giderilmesi dosyası, taşınmazın satışına ilişkin yazılı sözleşme, tanık, bilirkişi, yapının yapımı sırasında satılan taşınmazlara ait kayıtlar, yemin vs. delile dayanmıştır. Mahkemece, davacı tarafın bildirdiği delillerin tamamı toplanmadan, özellikle davacının yapının yapımı sırasında sattığını veya yapıyı yapan müteahhide temlik ettiğini ileri sürdüğü taşınmazlara ait kayıtlar eksiksiz bir şekilde getirtilmeden ve davacı dava dilekçesinde yemin deliline dayandığı halde davacının yemin teklif etme hakkı olduğu hatırlatılmadan karar verilmiştir…” gerekçesiyle hükmü bozmuştur.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 22.5.2023 tarih ve E:2022/847, K:2023/2751 sayılı kararında;“… davacının ise murise binanın kendi adına yapımı için para gönderdiğine ilişkin iddiasını somut bilgi ve tarihe dayanmayan tanık beyanları dışında ispatlayamadığı ve böylece dava konusu muhdesatın hiçbir şüpheye yer verilmeyecek şekilde davacı tarafından meydana getirildiğinin tespit edilemediği…” gerekçesiyle Bölge Adliye Mahkemesi kararını kaldırarak ilk derece Mahkemesi kararını bozmuştur.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 07.6.2023 tarih ve E:2023/404, K:2023/3156 sayılı kararında;“…Toplanan deliller ve dinlenen tanık beyanlarından davacılar ile davalı ... ve diğer davalıların murisi H. tarafından dava konusu muhdesatın yapılmasında emek ve ekonomik katkısının bulunduğu ancak yapılan katkı sebebiyle tazminat talebi de bulunmadığı, bu hususun bu davaya konu edilemeyeceği bu yönden sebepsiz zenginleşme gereğince eda davasının açılabileceği, taşınmaz üzerinde bulunan muhdesatın fiili kullanım şeklinin uzun zamandan beri süregeliyor olması muhdesatın davacılar tarafından meydana getirildiği sonucunu doğurmayacağı gibi davaya konu taşınmaz üzerindeki muhdesatın davacılar tarafından kendi nam ve hesabına ve kendi kazancı ile yapıldığının da ispatlanamadığı anlaşılmaktadır…” gerekçesiyle hükmü bozmuştur.
ÖRNEK KARARLAR
Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 28.01.1993 tarih ve E:1992/4670, K:1993/603 sayılı kararında;“… krokide ( B ) harfi ile gösterilen kırmızı renkli kalemle boyalı kuyu olarak kullanılan, kuyunun muhdesat sayılamayacağı nedeni ile tapunun iptaline dair isteğin reddine karar vermek gerekirken, kabulüne karar verilmesi de doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle hükmü bu gerekçeyle de bozmuştur.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 01.12.1995 tarih ve E:1995/5481, K:1995/13805 sayılı kararında; “…Dava konusu palamut ağaçlarının davacı tarafından yetiştirilmediği, kendiliğinden yetiştiği dosya içeriğinden anlaşılmaktadır…” gerekçesiyle hükmü bozmuştur.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 27.12.1995 tarih ve E:1994/450, K:1995/1156 sayılı kararında; “…Somut olayda 125 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan menengiç ağaçlarının 5-8 sene önce davalı tarafından aşılama yapılarak fıstık ağacı haline dönüştürüldüğü saptanmış durumdadır…” gerekçesiyle direnme kararını bozmuştur.
Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 27.5.2002 tarih ve E:2002/3515, K:2002/3688 sayılı kararında; “… Olayımızda: Davaya konu taşınmazlar üzerinde bulunan elma ağaçlarının davacı K. ile davalı H. E.'ye ait olduğuna dair tapu da şerh olmadığı gibi taraflar arasında da ittifak bulunmamaktadır. Bu durumda taşınmazın muhdesatla birlikte satışına ve satış bedelinin paydaşlara payları nisbetinde verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olmuştur…” gerekçesiyle hükmü bozmuştur.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 01.3.2004 tarih ve E:2004/293, K:2004/629 sayılı kararında; “…tespiti istenen muhdesatın üzerinde bulunduğu 587 parselde kayıtlı taşınmazın Karayollarınca kamulaştırma işlemine tabi tutulduğu dosya kapsamı ile belirlendiğinden davacının dava açmakta hukuki yararı bulunduğu kuşkusuzdur. Bu nedenle temyiz itirazları yerinde ise de, 587 parsel sayılı taşınmazın orman niteliği ile Hazine adına kayıtlı bulunduğu, ormanlar üzerindeki işgal ve faydalanmanın konusu itibariyle suç teşkil ettiği, bu nedenle taşınmaz üzerine yapılan yapılar ve dikilen ağaçlar için muhdesat tespiti istenilemeyeceği …” gerekçesiyle davacının temyiz istemini reddederek sonucu itibariyle hükmü onamıştır.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 07.02.2005 tarih ve E:2005/142, K:2005/255 sayılı kararında; “…Aidiyetinin tesbiti istenen muhdesatların üzerinde bulunduğu taşınmazın türü kumluk olarak belirlenmiştir. Esasen bu olgu tarafların kabulünde olduğu gibi dosya içeriğiyle de belirlenmiştir. Davacının aidiyetinin tespitini istediği kavak ağaçlan kibrit sanayiinde kullanıldığından belli bir süre içerisinde kesilmesi zorunludur. Bu nedenlerle kavak ağaçlarının muhdesat olarak kütüğün beyanlar hanesinde gösterilmesine yasal olanak yoktur.
Gerçekten bu olgu Yüksek Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun kararlarında da benimsenmiştir. Kural olarak kumluk niteliğindeki taşınmazlar kamunun yararlanmasına terk ve tahsis olunan bu nedenlerle özel mülkiyete konu olamayacak yerlerdendir. Öte yandan bu nitelikteki taşınmazlar üzerinde bulunan muhdesatların aidiyetinin tespiti istenemeyeceği gibi dava da açılamaz…” gerekçesiyle hükmü bozmuştur.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 23.02.2006 tarih ve E:2006/463, K:2006/459 sayılı kararında;“… Dava ve temyize konu üçüncü katın yapımına başlandığı tarihte, davacının, henüz 14-15 yaşlarında bulunduğu, henüz ergin olmayan bu yaştaki çocuğun müstakil ya da bağımsız iş yapıp gelir elde etmesi dava ve temyize konu muhdesatları kendi adına tek başına meydana getirmesi hayatın olağan akışına aykırı olduğu gibi davacının 29.04.2004 günlü keşif tutanağına geçirilen usulün 151. maddesi hükmü ile belgelendirilen bu nedenle kendisini kayıtsız koşulsuz bağlayan beyanı karşısında, üçüncü katın miras bırakan babası adına ve ona ait gelirlerle yaptırıldığının "meydana getirildiğinin" kabulü gerekir …” gerekçesiyle hükmü bozmuştur.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 30.5.2008 tarih ve E:2008/2525, K:2008/2391 sayılı kararında;“…dava ve temyize konu binanın kadastro tesbit gününde taşınmaz üzerinde bulunduğu davacı tarafın eski yığma taş yapının zemin ve taşıyıcısı sistemini aynen koruyup ahşap bölümlerini yıkarak mevcut bina üzerine hasır beton atıp üzerine ikinci bir kat yaptığı, üzerini de oluklu çatıyla kapatarak mevcut binanın şeklini de değiştirip iyileştirici giderler yaptığı, yeni bir muhtesat meydana getirmeyip binanın yeni yapılan bölümleri ile eskiden yapılan alt kısmının ayrı ayrı kullanılan bölümler olmayıp tek haneden ibaret olduğu anlaşılmaktadır…” gerekçesiyle hükmü bu kısım yönünden bozmuştur.
Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 30.5.2011 tarih ve E:2011/5110, K:2011/6987 sayılı kararında; “…Dava konusu 833 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydı incelendiğinde taşınmazın 4.4.2002 tarihinde davalı tarafından satın alındığı anlaşılmaktadır. Davalı davaya konu ağaçların dikildiği ve kuyunun açıldığı tarihten çok sonra taşınmazı temlik ettiğinden muhdesat bedelinin davalıdan istenilmesi mümkün değildir...” gerekçesiyle hükmü bozmuştur.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 20.6.2013 tarih ve E:2013/3743, K:2013/11640 sayılı kararında; “…muhdesat aidiyetinin tespitine dair davalarda muhtesatın kaçak yapı olup olmamasının sonuca etkisi bulunmadığının kabulü gerekir.
Öte yandan davaya konu muhdesatın 3. katının davacı tarafından kendi nam ve hesabına meydana getirildiği dosyada toplanan delillerle belirlenmiştir.
Hal böyle olunca; taraflar arasında derdest ortaklığın giderilmesi davasının bulunduğu ve dolayısıyla davacı tarafın görülen davayı açmakta hukuki yararının olduğu, yine toplanan delillerle 38866 ada 13 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki muhdesatın davaya konu 3. katının davacı tarafından meydana getirildiğinin kanıtlanmış olduğu…” gerekçesiyle hükmü bozmuştur.
Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 22.3.2018 tarih ve E:2016/1815, K:2018/2165 sayılı kararında; “… Somut olayda; 6360 sayılı Kanun'un 1/1. maddesiyle ... Belediyesi'nin Büyükşehir Belediyesi olduğu, 1/3. maddesiyle köylerin mahalle olarak bağlı bulundukları ilçenin belediyesine katıldıkları anlaşıldığından, mahkemece davaya konu taşınmazda aynen taksimin mümkün olup olmadığının ilgili belediyeden sorularak, gelen cevabi yazı sonucuna göre hüküm verilmesi gerekirken, bu hususun üzerinde durulmadığı anlaşılmaktadır.
Kabule göre de, 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2012/297 Esas, 2014/144 Karar sayılı dosyasında, 926 parsel sayılı taşınmazda bulunan 6.518,00 TL.'lik yapının ...'e ait olduğunun tespitine karar verildiği anlaşıldığına göre, yukarda açıklanan ilkeler doğrultusunda oranlama yapılmak suretiyle muhdesata isabet eden kısım muhdesat sahibi paydaşa, geri kalan bedelin ise payları oranında paydaşlara dağtılımasına karar verilmesi…” gerekçesiyle hükmü bozmuştur.
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 16.3.2020 tarih ve E:2016/13948, K:2020/5282 sayılı kararında; “…Aidiyetinin tespiti istenen ve Mahkemece kabulüne karar verilen tel örgü sisteminin taşınmazın bütünleyici parçası niteliğinde olmayıp ( mütememim cüz ) her zaman için sökülüp götürülebilen ve taşınmazdan ayrılması mümkün olan eşya ( teferruat ) niteliğinde oldukları kuşkusuzdur…” gerekçesiyle hükmü bozmuştur.
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 14.4.2021 tarih ve E:2019/1369, K:2021/3522 sayılı kararında; “…muhdesatın tespiti davalarında Yargıtayın ve Dairemizin kökleşmiş içtihatlarına göre muhdesatın pay gösterilmek suretiyle yapıldığından bahisle hüküm kurulması mümkün olmayıp muhdesatın tamamının davacı tarafça yapıldığı ispatlanamadığından davacının eda davası açması gerekirken tespit davası açmakta hukuki yarar bulunmadığından davanın reddine karar verilmesi gerekmektedir. Ayrıca davayı kabul edenler yönünden ise ortaklığın giderilmesi davasında satış aşamasında bu kabul beyanlarının gözetilmesi gerekecektir… “gerekçesiyle Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi kararını bozmuştur.
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 16.6.2021 tarih ve E:2021/443, K:2021/5191 sayılı kararında; “…Mahkemece, kamulaştırmaya ilişkin evraklar ve kroki de eklenerek, dava konusu muhdesatların yer aldığı taşınmazların kamulaştırmaya konu olup olmadığının belirlenmesi, fen bilirkişi tarafından düzenlenen bilirkişi raporu ve krokisindeki muhdesatlar, kamulaştırma krokisi ile çakıştırılarak, muhdesatların bulunduğu bölümün kamulaştırılıp kamulaştrılmadığının tespit edilmesi ve bu hususları gösterir teknik bilirkişiye uygulama ve denetime elverişli basit kroki düzenlettirilmesi, ondan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek elde edilecek sonuca göre dava konusu taşınmazlar üzerinde bulunan muhdesatlar ile ilgili infazda kuşku oluşturmayacak şekilde karar verilmesi…” gerekçesiyle karar düzeltme talebini kabul ederek daire kararını kaldırıp Mahkeme hükmünü bozmuştur.
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 04.10.2021 tarih ve E:2021/4908, K:2021/9978 sayılı kararında; “…mahallinde yapılan keşif sonucunda dosyaya ibraz edilen bilirkişi raporlarına göre, seranın, sökülebilir nitelikte yapı olması nedeniyle muhdesat niteliği yoktur…” gerekçesiyle Bölge Adliye Mahkemesi kararını düzelterek onamıştır.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 06.9.2022 tarih ve E:2022/615, K:2022/4886 sayılı kararında;“… Bütünleyici parça niteliğinde olmayıp her zaman için ana taşınmazdan sökülüp götürülebilen ve taşınmazdan ayrılması mümkün olan eşyalar teferruat niteliğinde olup, bu nitelikteki eşyalar yönünden muhdesat aidiyeti davası açılamayacağı önceki bozma ilamında belirtilmiş olmakla birlikte, çardağın sökülebilir olduğu yönündeki davalıların iddiası incelenmeyip eksik araştırmayla karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle hükmü kısmen bozmuştur.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 11.4.2023 tarih ve E:2023/1515, K:2023/2112 sayılı kararında; “…her ne kadar Mahkemece, dava konusu 387 ada 133 parsel sayılı taşınmazın kamulaştırma kapsamında kalmasına rağmen üzerinde davacılar tarafından meydana getirilen ekonomik değere sahip bir muhdesat bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de, dava tarihi itibarıyla var olan ağaç ve yapıların yargılama aşamasında ortadan kaldırıldığı görülmektedir.4. Her dava açıldığı tarihteki koşullara göre değerlendirilmelidir (28.11.1956 tarih 15/15 Sayılı İ.B.K ).5. Taraflar arasındaki ihtilafın dava tarihindeki şartlara göre çözümlenmesi gerekir 6. Hâl böyle olunca iddia ve savunma çerçevesinde, dava konusu (ve hakkında kamulaştırma bedelin tespiti ve tescil davası açılan ) 387 ada 133 parsel üzeride ( dava tarihi itibarıyla ) var olan ağaç ve yapılar hakkında dosya kapsamına uygun bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş bu sebeple hüküm bozulmuştur…” gerekçesiyle ilgili bentler bakımından hükmü bozmuştur.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 11.5.2023 tarih ve E:2022/6098, K:2023/2530 sayılı kararında; “…taşınmaz üzerindeki muhdesata konu yapının harabe nitelinde olması sebebiyle davacı tarafından onun "yaşanabilir hale getirilmesine" ilişkin faaliyetini, bir iyileştirme faaliyetinden ziyade yapının tekrar inşası şeklinde nitelendirmek yanlış olmayacaktır…” gerekçesiyle Mahkeme kararını bozmuştur.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 11.5.2023 tarih ve E:2022/1287, K:2023/2537 sayılı kararında; “…istinat duvarının yapı niteliğinde olup muhdesat tespitine konu olabileceği düşünülerek sonucuna göre muhdesat aidiyeti istemi yönünden bir verilmesi …” gerekçesiyle Bölge Adliye Mahkemesi kararını kaldırarak ilk derece Mahkemesi kararını bozmuştur.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 05.6.2023 tarih ve E:2022/1808, K:2023/3080 sayılı kararında; “…dava konusu muhdesat köy boşluğunda kaldığına göre; söz konusu muhdesatın yapıldığı tarih de dikkate alınarak mahkemece kamulaştırma ile ilgili kayıt ve belgelerle kamulaştırma haritası getirtilip taşınmaz başında uzman bilirkişiler eşliğinde keşif yapılması, fen bilirkişi eliyle kadastro paftası ve kamulaştırma haritası ölçekleri eşitlenerek zemine uygulanması, bu yolla muhdesatların üzerinde bulunduğu taşınmazın gerçekten kamulaştırma alanı içinde kalıp kalmadığının, davacı tarafın tespit davası açmakta hukuki yararı bulunup bulunmadığının belirlenmesi, yukarıda açıklandığı üzere bu muhdesatlara hukuken değer verilip verilemeyeceği dikkate alınarak bu hususları gösterir denetime elverişli rapor alınması, toplanan ve toplanacak tüm delillerin sonucuna göre bir hüküm verilmesi gerekir…” gerekçesiyle Mahkeme kararını bozmuştur.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 07.6.2023 tarih ve E:2022/648, K:2023/3178 sayılı kararında;“…Mahkemece, orman arazisine dikilen ağaçlardan dolayı muhdesatın aidiyetinin tespitinin istenemeyeceği gerekçesiyle verilen karar, ilgili hukuk kısmında bulunan açıklamalarla, bu kısımda değinilen Anayasa Mahkemesi kararıyla ve Kamulaştırma Kanunu'nun 19. maddesiyle uyumlu değildir. Mahkemece yapılması gereken; dava konusu muhdesatların bulunduğu alanı kapsayacak şekilde, bu alanda yapılan kamulaştırma işlemleriyle ilgili bilgi ve belgeleri ilgili kurumlardan celp ederek, alanında uzman bilirkişiler marifetiyle taşınmaz başında keşif yapıp, tanık beyanlarını tespit ederek, dava konusu taşınmazın kamulaştırma alanında kalıp kalmadığının belirlenmesiyle, kamulaştırma alanında bulunuyor ise davacının muhdesatın aidiyetinin tespiti davası açmakta hukuki yararının bulunduğu kabul edilerek bu kez muhdesatın niteliği ve davacı tarafça meydana getirilip getirilmediğinin, ayrıca muhdesatın tesis tarihi esas alınarak davacının haklı-meşru beklentisinin oluşup oluşmadığının değerlendirilmesi gerektiği…” gerekçesiyle Bölge Adliye Mahkemesi kararını kaldırarak ilk derece Mahkemesi kararını bozmuştur.
Yargıtay 7. Hukuk Dairesi 21.11.2023 tarih ve E:2022/4660, K:2023/5578 sayılı kararında; “…dava konusu taşınmaz üzerindeki fabrikada bulunan ve dava dilekçesinde liste halinde sunulan araç ve gereçlerin davacılara ait olduğu iddiasıyla eldeki dava açılmıştır. Dosya içerisinde bulunan 15.03.2021 havale tarihli bilirkişi raporu dava konusu talepleri karşılamaktan uzak olup denetime elverişli değildir. Mahkemece gerekirse yeniden keşif yapılarak, ek rapor alınmak suretiyle dava dilekçesinde belirtilen her bir parçanın fabrikanın faaliyet alanı da gözetilerek TMK'nin 684. maddesi kapsamında bütünleyici parça mı, yoksa 686 maddesi kapsamında eklenti niteliğinde mi olduğu bilimsel verilere dayalı olarak tespit edilmesi, taraf delilleri toplanarak sonuca göre karar verilmesi…” gerekçesiyle Bölge Adliye Mahkemesi kararını kaldırarak ilk derece Mahkemesi kararını bozmuştur.
Av. Gökhan BİLGİN & Av. Volkan ERKAN