ÖZET

Türk Borçlar Kanunu’nun 97. maddesinde yer verilen düzenleme uyarınca taraflara karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde karşı edimin yerine getirilene kadar borçlunun edimin ifasından kaçınması ödemezlik defi olarak adlandırılır. Çalışmanın kapsamında borcun ifa edilmediği hallerde ifanın kaçınılmasının ne şekilde olduğu, bu durumda sözleşmenin taraflarının ne şekilde davranması gerektiği ve hukukumuzdaki düzenlemenin ne şekilde olduğu değerlendirilmektedir. Çalışmamızın birinci bölümünde borcun ifa edilmediği hallerde definin şartlarının neler olduğu değerlendirilmiştir. Çalışmamızın ikinci bölümünde ise borcun ifa edilmediği hallerde definin ne şekilde uygulanacağı değerlendirilmektedir.

ABSTRACT

In accordance with the regulation set out in Article 97 of the Turkish Code of Obligations, in contracts that charge mutual debt to the parties, the refusal of the debtor to perform the performance of the act until the counterpart is fulfilled is called non-payment. In the scope of the study, it is evaluated how the avoidance of performance is performed in cases where the debt is not executed, how the parties of the contract should behave in this case and how the regulation in our law is. In the first part of our study, in cases where the debt was not executed, the conditions of the definie were evaluated. In the second part of our study, in cases where debt is not executed, how the defect will be applied is evaluated.

GİRİŞ

Taraflar arasında yapılan sözleşmelerin birçoğunda tarafların edim ve karşı edimin gerçekleştirilmesi amacını izlerler. Bu durumun en tipik örneği, belli bir satış bedelinin ödenmesine karşın belli bir satış konusunun mübadelesinin hedeflendiği satış sözleşmeleri oluşturmaktadır. Bununla birlikte kira ve eser sözleşmelerinde de sözleşmeye konu olan edimin ve karşı edimin mübadelesi amaçlanır. Edimin ya da karşı edimin talep edildiği sırada bu amacın gerçekleştirilmesine ilişkin farklı sorunlarla karşılaşılması söz konusu olabilir. Bu gibi hallerde taraflardan birinin sözleşme ile bağlı olmayı istese de karşı tarafa güvenilmediğinden ya da karşı tarafın ifayı gerçekleştirmemesi ihtimalinden dolayı ifaya ilişkin risklerin üstlenilmesi ve edimin ifasının gerçekleştirmekten kaçınmanın yolları aranır. Bu halde sözleşmenin taraflardan birinin karşı edimin ifası ile aynı zamanda ifa edilmesi istenir.

Kendi ediminin ifa etmeyen ya da ifasını teklif etmeyen karşı tarafın, edimin ifasını talep ettiği sırada ifanın talep edilmesiyle birlikte ifanın yerine getirilmesi beklenir. İlk olarak karşı tarafın ifayla yükümlü olduğu görülse de ifanın yerine getirileceği sırada karşı tarafın sonraki süreçte ediminin yerine getirmeyeceğine yönelik güvensizliğin oluşması halinde ifayla yükümlü tarafın hakkını korumaya çalışması ve karşı tarafı ifaya zorlaması olasıdır. Sözleşmenin tarafının haklarının korunması bakımından gerekli menfaati elde edebilmek amacıyla taraflardan her ikisinin de karşılıklı olarak menfaatinin korunması söz konusu olabilir. İfanın yerine getirilmesinin teklif edilinceye ya da ifa yerine getirilene kadar tarafların ödemezlik defi ileri sürmesi mümkündür.

BORCUN İFA EDİLMEDİĞİ DEFİNİN ŞARTLARI

1. Genel Olarak

Borcun ifa edilmediği definin şartlarına bakıldığında hukukumuzda beş şartın varlığının arandığı görülür. Bu şartların karşılıklı borç yükleyen sözleşmenin varlığı halinde edimler arasındaki mübadele ilişkisinin bulunması halinde muaccel edim ve karşı edimin varlığı halinde bu edimin hiç ya da gereği gibi ifa edilmediği ya da ifasının teklif edilmemesinden kaynaklanmaktadır. Bu şartların ikisinin olumsuz diğerlerininse olumlu şart olduğu görülmektedir[1].

2. Karşılıklı Taraflara Borç Yükleyen Borç İlişkisi Varlığı

TBK’nın genel hükümler kısmında yer verilen düzenlemelerle birlikte edimlerden her ikisinin de kaderinin karşı edimle olan bağlılığının göz önünde bulundurularak değerlendirme yapıldığı görülmektedir. Aksi durumda hukuki kurumların edimlerden her birini edimin özel ve birbirinden bağımsız şekilde değerlendirilmesi sağlanacak şekilde ele alınması gerekir. Ancak yer verilen kimi hükümlerde karşı edimin göz önünde bulundurulması gerekmektedir[2].

TBK’nın genel hükümler kısmında yer verilen karşılılık borç yükleyen sözleşmelerin düzenlendiği görülmektedir. Bununla birlikte bu hükümler ile sınırlı olmamakla birlikte bu hükümlerin ortak özelliğinin belirtilmesiyle birlikte kimi hallerde edimlerin birinin kaderinin karşı edimin göz önüne alınmadan belirlenmemesi, edimler arasındaki bağlılığın göz önünde bulundurulduğunda ayrıca düzenlendiği görülmektedir. Bu nedenle kanun koyucu tarafından bu edimler arasındaki bağlılığın varlığında işin niteliğinin gereği gibi kabul edilmesi söz konusudur. Bu bağlılıktan yararlanmanın kimi hükümlerde taraf iradelerine bırakıldığı kimi hükümlerde de bağlılığın taraf iradelerine bırakılmaksızın kendiliğinden göz önüne alındığı görülmektedir[3].

İfanın sırasının ne şekilde gerçekleştirileceğinin ve definin ileri sürülüp sürülemeyeceği sorunun yalnızca taraflarca en az birinin borç altına girmiş olduğu borç ilişkilerinde gündeme gelmesi mümkündür. Bu borç ilişkilerinde taraflara borç yükleyen sözleşme olarak nitelendirilmektedir ve iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde eksik ve tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerin olduğu görülmektedir. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerdeyse bu ayrımın tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmeleri karşıladığı görülmektedir[4].

İki tarafa borç yükleyen sözleşmelerden diğer türünün eksik iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde ise alacak hakkını elde eden kişinin hakkı elde ettiği esnada bu alacağına bağlı olarak borç altına girme zorunluluğu bulunamamaktadır. Borç ilişkilerindeki amaçla doğru orantılı olarak alacak hakkının kazanılmasıyla birlikte borçlunun borç ilişkisindeki niteliğini belirleyen karakteristik borç altına girmiş olan alacaklının belli şartların gerçekleşmesi ile birlikte borç altına girdiği görülmektedir. Diğer bir anlatımla alacaklılık ve borçluluk sıfatının ilişkinin gelişmesine bağlı olarak değiştiğini söylemek mümkündür. Diğer bir anlatımla alacaklılık ve borçlu sıfatlarının borç ilişkisinin gelişim göstermesiyle birlikte değişim göstermesi muhtemeldir. Bu sebeple bu nevi sözleşmelerden doğan borçların diğer tarafın borcu altına girmiş olması halinde karşı edimi elde ederek edim borcu alına gireceği söylenemez[5].

Kullanım ödüncü sözleşmelerinde ödünç alan kimsenin ödünç konusunun iade borcunda ödünç veren kimsenin zilyetliğinin devri borcunun ifasıyla doğmaktadır. Ücretsiz saklama sözleşmesinde ise saklayanın, saklanan için yaptığı masrafların saklatan tarafınca ödenmesini talep etmesi söz konusudur. Ödünç alan kimsenin ya da saklatanın bu borçlarını sözleşmeye karakterini veren esaslı borçlardan olmamasının yanı sıra doğumlarının yalnızca belli hallerde ortaya çıkmasına bağlı olduğu görülmektedir. Bununla birlikte saklayan kimsenin zilyetliği devretmesinden sonra saklayan tarafından saklayana masraf yapmak zorunda kalmaması da mümkündür. Yalnızca iade borcunun doğması söz konusudur. Bununla birlikte bir an için bu nevi sözleşmelerde taraflardan her birinin hem alacaklı hem de borçlu olduğu hallerde bile tarafların borcunun sözleşmenin esaslı unsuru içinde değildir[6].

Edimler arasındaki mübadele ilişkisinde ise taraflar arasındaki edim ilişkisinin karşı edim içinde yer almasını ifade etmektedir. Bu ilişkideki her edimin karşı edimin elde edilmesi amacı ile borçlanıldığı görülmektedir. Mübadele ilişkisinde tarafların ortak amaca yönelik borçlandığı görülmektedir. Mübadele ilişkisinde tarafların ortak amacı açısından edimlerin mübadelesinin sağlanması, taraflardan birinin amacı açısından karşı edimin elde edilmesi bakımından kurulmuş olan ilişkinin borçlanılanın verilmiş olması halinde verileceği ifade edilmektedir[7].

Karşılıklı borç ilişkilerinde taraflardan her birinin menfaatinin karşılanmasına yöneldiği söylenebilir. Tarafların sözleşmesel formdaki karşı edimi elde etmesiyle birlikte bu menfaati gerçekleştirmesi, edimlerin karşılığını elde etmeyi amaçlamaktadır. Bu nedenle karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde her edim borçlusunda bu amacın elde edilmesi amacının aracı olduğunu söylemek mümkündür. Mübadele amacına yönelmiş olan ve bu nedenle mübadele ilişkisi içinde bulunan edimlerin doğumunda devamlılığın ifa edilmesi bakımından karşı edimden bağımsız olmadığı, karşı edimin göz önünde alınarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtir[8].

Belirtmek gerekir ki borçlardan birinin geçerlilik şartlarından birine sahip olmadığı hallerde diğerinin de geçerlilik arz etmeyeceği ortadadır. Sözleşmenin kurulması ile birlikte borçlardan birinin TBK 27 gereğince kanunun emredici hükümleri, ahlaka, kişilik haklarına aykırı olması ya da imkânsız olması halinde borç ilişkisi ve sözleşmenin kesin hükümsüz olduğunu söylemek mümkündür. Kesin hükümsüzlük hallerinde borçlardan biri üzerinde ortaya çıkmasıyla diğer borcun ve sözleşmenin tamamının hükümsüzleştiği görülür. Bu halde TBK 27’de yer verilen düzenleme uyarınca kısmi hükümsüzlüğünün uygulanmasının söz konusu olduğu söylenemez[9].

Kısmi hükümsüzlüğün söz konusu olabilmesi amacıyla hükümsüz olan kısmın dışındaki kısmın başlı başına sözleşmenin objektif ve sübjektif kurucu unsurları taşıması gerektiği görülmektedir. Taraf iradelerince edimle karşı edimdeki mübadele ilişkisinde bulunduğu için birinin hükümsüzlüğü halinde kurucu unsularda eksiklik olduğu görülür. Karşı tarafın iradesine göre edimle karşı edimin mübadele ilişkisi içinde bulunduğu için birinin hükümsüzlüğü halinde bu kurucu unsurlarda eksikliğin ortaya çıktığı görülmektedir. Bu nedenle kısmi hükümsüzlüğün uygulanamaması da sinallagma ile açıklanması mümkündür[10].

Edim borçlarının ortaya çıkışı ve sona ermesinde olduğu gibi edimler arasında sinallagmatik bağlılık sözleşmelerinde de gelişiminde devam ettiği görülür. Edimlerin bu süreç içinde ifa edilmeleri açısından bağlılığının fonksiyonel sinallagma olarak nitelendirilmesi mümkündür. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerdeki borçlunun karşı tarafın ifa etmemesi halinde borcunu ifa edeceğine yönelik bir taahhütte bulunmasının kolay bir şekilde kabul edilemeyeceği görülmektedir.

Borç ilişkisinin sonra ermesinden önce ya da geçersizlik nedenlerinden birinin olması halinde edimlerin ifa edildiği hallerde borç ilişkisinin sona ermesi ya da geçersizliğin tespit edilmesi halinde ifa edilen edimlerin iade borcunun ortaya çıktığı görülmektedir. Sona eren ya da geçersiz olan borç ilişkilerinde tarafların karşılıklı iade borcunun birbirleri ile ilişkisi konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bu görüşlerin genel itibariyle çift talep teorisine göre değerlendirildiği görülmektedir[11].

Definin ileri sürülmesinin mümkün olduğu borç ilişkilerinde bulunan mübadele ilişkisinde borç ilişkisi ile yüklenen tüm borçlara değil, genel itibariyle birbirlerine yönelen asli edim ve karşı edim arasında bulunması gerekir. Örnek vermek gerekirse satım sözleşmesinde satıcının satılanın zilyetliği ve mülkiyetini devir borcuyla alıcının satılanın bedelini ödeme borcuyla kiracının kira bedelini ödeme ve kiraya veren kimsenin de kiralananı teslim ve kullanıma hazır etme borcu arasında benzer bir ilişki söz konusudur[12].

Mübadele ilişkisinde olmayan edim yükümlülükleri açısından durumun farklı şekillerde ele alınması gerekir. Kiracının kiralananı iade borcuyla kiralananın kiracının kullanıma hazır olması arasında bu şekilde bir ilişki bulunmamaktadır. Sözleşmeye uygun olmayan hallerde bulunan kiralananın kullanımının kiracıya bırakılması halinde kiracının talebinin güvence altına alabilmesi için kiralanın şeyin iadesinden kaçması mümkün değildir. Kiracının bu bağlamda ayıptan hakkını kullanması mümkündür. Ücretli vekâlet sözleşmesindeki vekilin hesap verme borcuyla vekâlet verenin vekili masraflarından kurtulma borcunun birbiri ile mübadele ilişkisi içinde bulunmaz. Vekilin masrafların ödenmesi halinde alacağını elde etmek için defi ileri sürerek hesap verme borcunu ifadan kaçınması mümkün değildir[13].

Borcun ifa edilmediği definin ileri sürülebilmesinin daha çok iki tarafın iradesiyle kurulmuş olan borç ilişkilerinde olmasıyla birlikte taraflardan birinin kanun tarafından verilen hakka ya daha önce karşı tarafın verdiği bir hakka dayanmak suretiyle kurulmuş borç ilişkisi niteliğinde olduğu görülmektedir. Taraflardan birinin sözleşmeyle karşı tarafa alım hakkının tanınmış olduğu hallerde hak sahibinin tarafın hakkının kullanılmasıyla ortaya çıkan edimle arasında mübadele ilişkisinin mevcut olması söz konusudur[14].

3. Muaccel Edim ve Karşı Edim Borçlarının Olması

Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelere bakıldığında edimlerin arasında mübadele ilişkisinin varlığı uyarınca en az iki edimle karşı edimin varlığının gerekliliği söz konusu olur. Karşılıklı borç ilişkilerinde sözleşmenin geçerliliği, hüküm ifade edecek şekilde var olması, edim ve karşı edim borçlarının da geçerli şekilde doğmasını ve hüküm ifade etmesini sağlamaktadır. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerin geçerli olmadığı hallerde geçerli hükümlerle birlikte borç ilişkisi doğmaz. Fakat edim borçlusunca borcun sona erdiği hallerde karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerin hüküm ifade etmesi halinde definin ileri sürülebilmesi bakımından en az iki tarafça geçerli ve hüküm ifade etmesi için en az bir edim borcu altında olması gerekmektedir. Bu nedenle definin ileri sürülmesi söz konusu olamaz[15].

Borcun dayanağının oluşmadığı ya da sona erdiği hallerde borcun geçerli ve hüküm ifade etmesi halinde mevcut olmadığı için definin kural olarak ileri sürülmesi söz konusu değildir. Bu hususun kural olarak sözleşmenin geçerli olarak kurulmadığı borcun ya da sözleşmenin geçerli halde hüküm ifade etmesi bakımından gereken geciktirici şartın gerçekleşmemesi, sözleşmenin irade sakatlığı sebebiyle iptal edildiği, tarafın sözleşmeden dönmesi ile ya da fesihle birlikte sona ermesi halinde görülmektedir[16].

Edimin ifasından kaçınma imkânına sahip olan borçlunun defiye dayanarak karşı edimin ifasının tekli edilmediğini ileri sürüldüğü hallerde geçerli hüküm ifade etmekte olan edimin olması, defiyle edimin ifasından kaçınmasıyla birlikte definin ileri sürülmesi bakımından geçerliliği bulunan muaccel edimin var olması gerektiği görülmektedir. Edim borcunun geçerli şekilde doğması gerekir ya da definin ileri sürüldüğü zamana dek hüküm ifade etmesi gerekir. Edim borcunun, borcun sona erme nedenlerinden birinin ortaya çıkması halinde buna ilişkin borcun takas, ibra, yenileme gibi nedenlerden birinin olması halinde sona ermesi mümkündür.

Karşı edim borcunun imkânsız olması halinde edimin tamamının talep eden alacaklıya karşı edim borçlusunun karşı edimin borçlusunun edimi hiç ya da gereği gibi yerine getirmemesi söz konusu olabilir. Bu halde karşı edim borçlusunun borcunun kısmen imkânsızlaştığının ispatı alacaklıdadır. İmkânsızlığın kesin şekilde ortaya çıktığı tespit edilmediği hallerde borçlu ediminin tümünde defi ileri sürülmesi mümkündür. Edimin tamamının ifasında defi aracılığıyla kaçınmakla birlikte alacaklının alacağının imkânsızlaştığını ispat ederse borçlunun ediminin tamamının elde edileceği anlamına gelmemektedir[17].

Definin bu şekilde hüküm ifade etmesiyle birlikte sonucunda alacaklının imkânsızlaşmayan karşı edimin bir bölümünün ifasının teklif etmemesine karşın edimin tamamının ifasını talep etmesi halinde borçlunun ediminin o miktarda indirilmesini belirtmesine gerek yoktur. Definin bu şekilde hüküm ifade etmesiyle birlikte alacaklının imkânsızlaşmadığı karşı edimin bir bölümünün ifasını teklif etmemesine karşın edimin tamamını talep etmesi halinde borçlu edimimin o miktarda indirilmesinin ileri sürülmesine de gerek yoktur[18].

Edim borcunun imkânsız hale gelmesiyle birlikte edim borçlusuna yüklenen sorumluluğun ikame değer olması halinde borçlunun ikame değeri karşılamaması halinde zarar kalemlerine ilişkin zararın tazmin edilmesi gerekmektedir. Bu değerlendirmeyle birlikte bu taleplerin borçlunun edim borcu arasındaki takasın söz konusunun olmadığı hallerde definin ileri sürülebileceği söylenebilmektedir. Edim borçlusu tarafından defi ileri sürülebilmesi için edim alacaklısının ikame değerinin talep edilmesi gerekir[19].

İfa zamanına ilişkin değerlendirmede bulunurken alacaklı ve borçlunun bakımından ayrı ayrı değerlendirme yapılması gerekir. İlk olarak alacaklının borçludan edimin ifasının talep edilebileceği süreci ikinci olarak borçlunun ediminin ifa edebileceği zamanı ifade eder. Bu bağlamda muacceliyetin, alacaklının borçluya karşı ediminin ifa edileceği zamanı ifade eder. Muacceliyet ile birlikte karşı edimin borçlusunun lehine belirlendiği hallerde karşı edim borçlusunun ifa edilebilir olmasına karşın ifanın talep edilebilir bir borç olmadığı için edim borçlusunun borcun ifa edilmediği defi ileri sürülemez. Bu nedenle definin ileri sürülebilmesi bakımından talep edilebilirliğin mevcut olması gerekir[20].

4. Öncelikle İfa Yükümlülüğünün Olmaması

Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelere bakıldığında edimle karşı edim arasındaki mübadele ilişkisinin olduğu hallerde edimler arasında aynanda ifa edilmek zorunda değildir. Bununla birlikte ifanın mübadele ilişkisinin zorunlu bir unsuru olmadığı hallerde edimlerin aynı zamanda ifasının karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerin tipik unsuru şeklinde değerlendirilmesi söz konusu olamaz. Bu nedenle karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde sinallagmatik edimlerden birinin diğerinden önce ifa edileceğinin kararlaştırılması söz konusudur[21].

Önceden ifa yükümlülüğünün olduğu durumlarda edimle karşı edim arasındaki mübadele ilişkisinin devam etmesi halinde yalnızca edimle karşı edimin ifalarının sırasının belirtildiği hallerde tüm risklerin ilk olarak ifa yükümlüsünde olduğu anlamının çıkarılmaması gerekir. Önce ifa yükümlülüğünün edimler arasındaki bağlılığının edimlerin aynanda ifasına göre zayıfladığını söylemek mümkündür. Önce ifa yükümlülüğü kapsamında karşı edimi elde edememe riskinin üstlenilmiş olmasına karşın karşı edimin değerinin azalması ya da elde edilmemesine yönelik risklerin üstlenildiği söylenemez. Genellikle taraf iradelerinin ya da kanun hükmüyle bir tarafın önce ifa yükümlüsü olacağından dolayı kararlaştırdığı hallerde bu sonucun ortaya çıkmasının istenmesi söz konusu olamaz[22].

Önce ifa yükümlülüğünün sonlanmadığı ve etkisinin devam ettiği hallerde ifayla yükümlü alacaklının karşı edim borcunun henüz muaccel olmadığı, bu nedenle önce ifa yükümlülüğünün mevcut olmaması ya da hükümlerinin sona ermesiyle birlikte definin şartlarından bir diğeri olan karşı edim alacağının muaccel olması şartı ile ilgisi bulunmaktadır. Bu hususun daha çok ifa yükümlülüğünün mevcut olması halinde borcun ifa edilmediğinde definin uygulama alanı bulmamaktadır. Edim borçlusunun öncelikle ifa yükümlüsünün olması halinde alacaklının defiyle karşılaşma ihtimalinden çekinmeyerek edimin ifasının talep edilmesi, borçlunun ise karşı edimin ifa teklifinin ya da ifasının gerçekleşip gerçekleşmediğine bakılmadan edimin ifa edilmesi gerekir[23].

Alacaklının öncelikle ifayla yükümlü olduğu hallerde borçlunun borcun ifa edilmediği ve definin ileri sürülmesine gerek yoktur. Edimin borcu henüz muaccel olmamakla birlikte borçlunun muacceliyet eksikliğini savunmasına dayanması yeterli olmaktadır. Borcun ifa edilmediği defiyle karşılaşan davacının defiyi etkisiz hale getirebilmek amacıyla davalının öncelikle ifa yükümlüsü olduğunun ispat edilmesi gerekmektedir. Bu duruma ilişkin ispat külfetinin muhatabının taraflarca olması hususuyla aynanda ifanın kural olmakla birlikte önce ifa yükümlüsünce özel bir dayanağın varlığı halinde önce ifa yükümlülüğünde iddia eden kimsenin ispat külfeti altında olması söz konusu olur[24].

5. Karşı Tarafça Edimin Hiç ya da Gereği gibi İfa Edilmemesi veya İfanın Teklif Edilmemesi

Borçlu tarafından definin ileri sürülebilmesi için gereken diğer bir şart ise alacaklının karşı ediminin hiç ya da gereği gibi ifa etmediği ya da ifasını teklif etmemesinden kaynaklanır. Bu hususun TBK 97’de sözleşmenin ifasını isteyen tarafça kendi borcunu ifa eden ya da ifasını önermiş olmasının belirtmesinden anlaşılır. Alacaklının definin ileri sürülmesini engellemek amacıyla ne yapılması gerektiğine ilişkin açık düzenlemeye yer verilmiştir. Bu düzenleme uyarınca alacaklının karşı edimini gerektiği şekilde ifa etmesi ya da ifasını teklif etmesi halinde definin ileri sürülme imkânını ortadan kaldırması mümkündür[25].

Alacaklının karşı edimin gerektiği şekilde ifasını gerçekleştirmesi halinde borçlunun defi ileri sürme imkânı bulunmamaktadır. Bu halde karşı edim alacağının ifayla sona ermesi halinde definin ileri sürülmesi için aranan şartlardan birisi olan karşı edimin mevcudiyet şartının sona erdiği görülmektedir. Bu noktada, alacaklının bu şartı aynanda ifayı talep etme imkânında feragat ederek önce ifa yükümlüsü olmamasına karşın karşı edimi ifa ederek gerçekleştirdiği görülür. Bunun yanı sıra şartların kapsamı uyarınca definin ileri sürülme imkânının engellenmesi halinde ifa teklifinin bu sonucu kapsadığı görülür[26].

Alacaklı tarafından karşı edim borcu ve tarafınca yerine getirilmesi gerekli ifa fiili açısından ifaya ilişkin basit bir hazırlığın ardından ifa edebilirliğinin tek başına yeterli olması yeterli olmamaktadır. Borçlunun ifaya hazırlığının incelenmesi söz konusu olamayacağından dolayı aksi durumun kabulünün borçluyu edim borcu açısından önce ifa yükümlüsünce taraf durumuna soktuğu görülmektedir. Bununla birlikte karşı edim borçlusunun borcuna uygun bir şekilde gerektiği gibi teklif edilmesi, borcun ifa edilmediği defi açısından karşı edim borcunun ifasında edim alacaklısının temerrüde düşmesi halinde sunulması zorunludur[27].

Karşı edim borçlusunun ifasının sözleşmenin şartlarına uygun olmadığı hallerde söz konusu edimin sözleşmenin şartlarına uygun hale getirilinceye dek defi ileri sürerek ifadan kaçınması mümkündür. Borcun gereği gibi ifa edilmediği hallerde definin ileri sürülmesiyle birlikte edim borcunun ifasından kaçınılması ve ifanın düzeltilmesinin istenmesi mümkündür. İfanın gereği gibi olmadığı hallerde defi için aranan şartın gerçekleşerek definin uygulama imkânın doğmuş olması mümkündür. Karşı edimin maddi edim olduğu hallerde bu edimin ifasının sözleşmede kararlaştırılan borcun niteliği, özelliğine uygun olmadığı hallerde kendinden beklenmekte olan gerekli dikkat ve özeni göstermediği için ifa, kötü ifa olarak adlandırılır[28].

Karşı edim borçlusunca karşı edimin borca uygun bir şekilde ifa edilmesi ya da ifanın teklif edilmesinin ardından karşı edim alacaklısının bunu hakkı olmamasına karşın reddetmesi halinde karşı edim alacaklısının alacaklı temerrüdüne girerek zarara katlanmasının yanı sıra edim borçlusunun da ifasına ilişkin definin ileri sürülmesi ile kaçınma hakkını da kaybetmektedir. Edim borçlusunun borcunu ifa etmemesi için karşı edimin ifasının kabulünden kaçınma halinde aynı sonuca varılmaktadır ve her iki halde de edim borçlusunun edimin ifa edilmemesinin sonuçlarından sorumlu olmaktadır. Karşı edim alacaklısının ise karşı edim borcuna uygun şekilde ifayı kabul etmediğinde ise edim borcunun ifasından defi ileri sürerek kaçınma ihtimali olmakla birlikte edimin ifa edilmemesinin sonuçları görülmez[29].

BORCUN İFA EDİLMEDİĞİ HALLERDE DEFİNİN UYGULAMA ALANI

1. Genel Olarak

Borcun ifa edilmediği hallerde definin uygulama bulduğu hallerde şartların belirlenmesi ile birlikte çizildiği görülmektedir. Bunun yanı sıra borç ilişkisinin niteliğine bakıldığında içerik ve özelliklerinin göz önüne alınması halinde çeşitli unsurların ortaya çıkması ile birlikte definin uygulama alanının daralmasıyla birlikte gereken ihtiyaçların karşılanması gerekli olabilir[30].

2. Borç İlişkisinin Niteliği Açısından

Borç ilişkisinin göz önüne alınmasıyla birlikte definin uygulama alanı bulduğu durumlarda sözleşmeye dayanan borç ilişkilerinde sözleşme dışı borç ilişkileri arasında ayrım yapılmasına göre değerlendirmede bulunulabilir. Bunun yanı sıra sözleşmeden doğan borç ilişkilerinde borcun kaynağının definin şartlarının oluşması halinde definin ileri sürülebilmesi açısından bir rol oynamadığı görülmektedir. Bunun yanı sıra sözleşmenin özel hukuk ya da kamu hukukundan kaynaklanması da borcun ifa edilmediği defi açısından şartların oluşması halinde bir farklılığın oluşmasına neden olmaz[31].

Karşılıklı borç ilişkilerinde taraflara karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerin en sık görünüm biçimlerinin TBK’da düzenlendiği görülmektedir. Kira, satış ve eser sözleşmeleri gibi sözleşmelerde, taraflardan birinin ediminin karşılığında belli bir bedel ödeme borcu altında olduğu görülmektedir. Edimlerin hüküm ifade etmesinin şarta bağlanması ya da yenilik doğuran hakkın kullanımıyla bağlı olmasının önemi yoktur. Şartın yenilik doğuran hakların kullanılması ile birlikte diğer şartların da mevcut olması halinde definin ileri sürülebileceğinden bahsedilir. Sözleşmeden kaynaklanan borç ilişkilerinde yalnızca TBK’da açık bir düzenleme ile sınırlandırmanın olması uygun değildir. Bu sebeple TBK dışında diğerin kanunlarda yer verilen sözleşmeden doğan borç ilişkilerinde de şartların mevcut olması halinde definin uygulanabilmesi söz konusu olur[32].

Tipik sözleşmelerde definin ileri sürülüp sürülemediğine ilişkin değerlendirmede bulunurken borcun ifa edilmediği definin ileri sürülebilir olmasına konu olması açısından ele alınan sözleşme tipi olduğu görülmektedir. Satım sözleşmesinde satıcının ayıpsız ediminin mümkün ifasının gerçekleştirilemediği hallerde borcun ifa edilmediğinde definin alıcıya, karşı edimin ifasından da geçici surette kaçınma hakkı doğar. Fakat ayıbın giderilemez nitelikte olması halinde definin ileri sürülme imkânı da yoktur. Bu durumda alıcının karşı edimin borcunun ifasından tamamiyle sözleşmeden dönme ya da bedelden indirim istemekle birlikte kaçınması mümkündür. Sözleşmede dönmeyi istemesine karşın mahkemenin bu talebi uygun görmemesi halinde bedelden indirim yapılmasına karar verilmesi mümkündür. Bu nedenle kısmen ödeme yükümlülüğü ortaya çıkar[33].

Ayıbın giderilemez nitelikte olduğu hallerde ayıptan doğan hakların mübadele teorisi uyarınca istenmesi ifanın hiç gerçekleştirilmemesinden doğan zararın talebinde definin ileri sürülmesi bakımından uygun bir talep olduğu görülmektedir. Bu talebin genel hükümlere dayandığı görülse de satıcının kusursuzluğunun ispatlanması şartına bağlı olduğu görülmektedir. Bu talebin genel hükümler uyarınca satıcının kusursuzluğunu ispat etmesi halinde ayıptan doğan sorumluluk hükümleri uyarınca kendine karşı itiraz ve defilerin ileri sürülmesinin mümkün olduğu bir taleptir[34].

Kira sözleşmeleri kapsamında bir değerlendirme yapıldığında kiracıyla kiraya verenin birlikte mübadele ilişkisi içinde bulunan asli borçlar altına girdiği görülmektedir. Bu bağlamda kiracının bedel ödeme borcu ile birlikte kiraya veren kimsenin kiralananın teslim edilmesi ve kiralananın kiracının kullanımı için elverişli bir şekilde bulundurma borcu bulunmaktadır. Kiracının bedel ödeme borcunun yanı sıra kiraya verenin ise kiralananı kullanıma uygun şekilde bulundurma borcu bulunmaktadır[35].

Kira bedeli de mübadele ilişkinde yer almasından dolayı kiraya veren kimsenin bir diğer borcunun kiralananı kiracının kullanımına elverişli şekilde bulundurma borcuyla bedel ödeme borçlarının, diğerine karşı önce ifa edilmesi gerekli bir borç şeklinde ortaya çıkmaktadır. Taraflarca ifa yükümlülüğünün kararlaştırılmış olmasına karşın ifaya ilişkin menfaatin süreye yayıldığı hallerde definin ileri sürülmesi mümkündür. Ancak belirtmek gerekir ki kiraya veren kimse tarafından definin ileri sürülmesi için kullanıma elverişli şekilde bulundurma borcunun ifasından kaçınması anlamına geldiği de görülmektedir. Teslimin bir defa gerçekleşmesiyle birlikte kullanıma elverişli olması halinde bulundurma borcunun ifasından kaçınma imkânı bulunmaktadır[36].

3. Definin İleri Sürülmesi Bakımından Özelliği Olan Haller

Definin ileri sürülmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken hallerden biri de üçüncü kişinin etki ettiği hallerdir. Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde taraflardan her birinin alacağının üçüncü kişiye devredilmesi söz konusu olabilir. Bu halde borçlunun alacağı devraldığı kişiye karşı defi ileri sürüp sürmeyeceğine ilişkin TBK 188’de yer alan borçlunun devrinin öğrenildiği vakit devredene karşı sahip olduğu savunmaların tamamını devran kimseye karşı ileri sürmesi mümkündür[37].

Hükmün kapsamı bakımından bir değerlendirme yapıldığında ileri sürülmesi mümkün olan savunmalarda borcun ifa edilmediği defilerin yer aldığı görülmektedir. Aksi halde durumun kabul edilmesinin isabetli olmadığı sonuçlara yol açması mümkündür. Alacağın devrinde borçlunun rızasını almaksızın devrin borcunun durumunu ağırlaştırmadığı hallerde mümkün olabilir[38].

Alacağın devralınması halinde devirle birlikte borcun da devralınmadığı hallerde definin ileri sürülmesi halinde ifadan kaçınılması mümkün olabileceği gibi borcun olmadığı devralanın defi ileri süremeyeceği ortadadır. Bunun yanı sıra devredenin devir nedeniyle borcun ifa edilmediği hallerde defini kaybetmesiyle birlikte borçlunun durumunun güç hale girmesinin önlenmesi gerekmektedir. Bu durumun devredene de definin ileri sürülmesi imkânı tanınarak sağlandığı ortadadır. Fakat bu durumun dayanağının ne olduğuna ilişkin hususun somut olayda incelenmesi gerekmektedir[39].

Borcun ifa edilmediğinde defi, devrin içinde olduğunda devreden kimsenin defi hakkını kullanmaksızın karşı edim borcunu ifa etmesi halinde edim borcunu devralan kimseye karşı yapması halinde etkin bir vasıtayı kaybetmesi söz konusu olur. Alacağı devredenin ve devralanın arasındaki ilişkiden doğması, karşılığın devredene talep edilmesi halinde borçlunun alacağını elde edemeyen devralanın, defi ileri sürmesi halinde karşı edim borcunun ifasından kaçınması mümkündür. Bu halde devredenin devralan ile ilişkisinden doğan karşı edim alacağını elde etme hakkını da geçici olarak kaybeder[40].

Alacağı devredenin, devralanla ilişkisi uyarınca devralanın alacağı elde etmesi için defiyi ileri sürme yükümlülüğü altında olduğunu söylemek mümkündür. Bu sebeple alacağı devredenin kendisinden karşı edimin ifasını talep eden borçluya karşı edim borcunun devralan kimseye hiç ya da gereği şekilde ifa edilmediğini ileri sürmesi, karşı edimini ifasından defi ile kaçınması mümkündür[41].

4. Definin İleri Sürülebilmesinin Sınırı

Definin uygulama alanında yapılan sınırlandırmaların farklı nedenlerle olması mümkündür. Definin uygulama alanına ilişkin sınırlandırma getirilirken definin şartlarının mevcut olmasına karşın definin ileri sürülmesinin mümkün olmadığı ya da ileri sürülmesinin mümkün olmasına karşın sonuçlarının kısmen ya da tamamen yararlanılmayacak halde olması halinde söz konusu olacaktır. Bu hususlardan definin ileri sürülmesi sözleşmeyle ortadan kaldırılması ya da sınırlandırılması, diğer hukuki kurumların uygulamasından kaynaklanan sınırlamaların gösterilmesi mümkündür[42].

Bunun yanı sıra değinin ileri sürülmesinde söz konusu olan sınırlandırmada yer verilen definin ileri sürülmesi halinde sözleşmeye aykırı davranılmasının ayrıca değerlendirilmesi gerekir. Öğretide definin ileri sürülmesinde tarafın sözleşmeden kaynaklanan borç ve yükümlülüğüne aykırı davranması halinde defi imkânından yararlanmasının mümkün olmayacağı ileri sürülerek bu hususun definin ileri sürülmesinin sınırlandırılması kapsamında değerlendirilmesi gerekir. Bu halde borçlunun davranışı ile karşı edimin gereği gibi ifanın teklif edilmemesine ya da ifa edilmemesine neden olunmakla birlikte borçlunun defi ileri süremeyeceğini de belirtilmektedir[43].

Definin ileri sürülmesindeki saikin definin ileri sürülmesine aykırı olmamalıdır. Defnin amaçları arasında edimle birlikte karşı edimin birbiri ile müdahalenin güvencede olması gerektiği için somut olaya göre değerlendirilmede bulunulması gerekir. Definin ileri sürülmesindeki amacın kendine bağlanan hükmün hukuki sonuçlar doğurmadığı görülür. Bu anlamda kaçınmanın borca aykırılık teşkil ettiği görülmektedir[44].

Uygun olmadığı hallerde definin ileri sürülmesiyle birlikte alacaklının kendinden katlanmasını beklenilmeyecek zararlara yol açması mümkündür. Müdahalenin amacını tehlikeye atması nedeniyle definin ileri sürülmesinin uygun olmayacağı görülmektedir. Hangi hallerde definin amaca aykırı sonuçların doğacağına ilişkin somut olaya göre değerlendirmede bulunulacaktır. Bununla birlikte karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde görüldüğü gibi edimin talep edildiği hallerde alacaklının karşı ediminin tamamının ifa edilmediği hallerde borçlunun ediminin tamamının ifadan kaçınması söz konusu olabilir. Davanın karşı edimin düşük bir bölümünü yerine getirmediği ya da önemsiz bir ayıbın varlığı halinde davalının ediminin tamamının ifasından kaçınması hakkın kötüye kullanılması anlamına gelir[45].

Borcun ifasının gerçekleşmediği hallerde definin hangi koşullarda sınırlandırılması gerektiğine ilişkin tarafların menfaatlerinin hakkaniyetine ilişkin değerlendirmede bulunulur. Dürüstlük kuralı uyarınca borcun ifa edilmediğine ilişkin definin ileri sürülmesi halinde uygulamanın sınırlandırılmasının yalnızca özel durumlarda olduğu görülmektedir. Karşı edimin ifa edildiği bölümde ifanın tamamlanmaksızın karşı edim alacaklısı bakımından önem arz etmediği hallerde ya da önemli ölçüde değerinde azalmanın olduğu hallerde borcun ifa edilmediği definin ileri sürülme imkânının bulunması gerekmektedir[46].

5. Definin İleri Sürülebilmesinin Genişletilmesi

Definin ileri sürülmesinin genişletilmesine ilişkin farklı nedenlerin olduğu görülmektedir. Ancak borcun ifa edilmediği hallerde bir diğerinin karşılığı sayılacak nitelikte birbirlerine bağlı olan ve aynı zamanda da yerine getirilmesi gereken edimlerin mevcut olması halinde uygulanıp uygulanmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Edimin ifasının istendiği borçlunun diğerinden daha önce ifa etmemesindeki ve edimin ifasının reddedildiği hallerde borçlunun diğerinden daha önce ifa etmemesi söz konusu olabilir[47].

Taraflardan birinin acze düşmesi ifayla yükümlü olduğu durumlarda öncelikle ifa yükümlüsü için edimin ifa edilmesinin ardından karşı edimi elde edememe riskinin olması ortaya çıkar. Bu halde karşı edim borçlusunun ekonomik nedenlerle karşı edimi ifa edemeyecek duruma girmesiyle görülür. Karşı edim borcunun ifasının tehlikeye girmesi halinde öncelikle ifa yükümlüsünün borcunu ifaya zorlaması dürüstlük kuralına aykırı görülmesi söz konusudur. TBK 98’de yer verilen düzenleme ile birlikte borçlunun bu tehlikeden korunmasına ilişkin düzenlemeye yer verilmiştir[48].

İfa yükümlülüğünün söz konusu olduğu hallerde buna rağmen borcun ifa edilmediği definin uygulanmasına ilişkin kabul edildiği durumlarda borçlunun ödemeden acze düşmesi halinde ne boyutta yer etkin olacağının da belirlenmesi gerekir. Bu durumlarda önceki edimin bölümüne ilişkin borcun ifa edilmesiyle birlikte o bölüme karşılık gelen karşı edimin borcunun ifasının da muaccel olması gerekir. O bölüme ait karşı edim borcunun muaccel olması ve sonraki edimin bölümüne ilişkin borcun da muaccel olması gerekmektedir. Bu sebeple önceki döneme ilişkin karşı edim alacağında borçlunun ifadaki güçsüzlüğe düşmesi ile birlikte tehlikeye girdiği durumlarda bu hallerde borçların muaccel olması bakımında TBK 97’de yer verilen düzenleme sebebiyle ifa edilememesi halinde TBK 98’de yer verilen imkânlardan birinin seçiminin borçlu tarafından yapılması gerekir[49].

Tarafların sözleşmenin geçerlilik şartlarının TMK 2 uyarınca ve sınırlarına göre aranan şartlardan biri ya da birkaçının defi ileri sürülmesi açısından aranmayacağını kararlaştırması gerekir. Böyle bir durumda definin uygulama alanının sözleşmeye dayanılarak genişlemesine yol açmaktadır. Şartların aranmayacağına ilişkin herhangi bir sınırlandırma söz konusu olmayıp bu hususların ne şekilde gerçekleştirileceğinin taraflara bırakıldığı görülmektedir. Bu nedenle tarafların bu hususta bir sınırı bulunmayıp sinallagmatik bağın aranıp aranmadığına ilişkin bir değerlendirmede bulunabilecekleri söz konusu olabilmekle birlikte mutlak şekilde kaçınmanın olmadığı ve yükümlülüklere aykırı davranılmadığı hallerde de definin ileri sürülebileceğini öne sürmeleri mümkündür[50].

SONUÇ

Definin ileri sürülmesiyle birlikte çeşitli yararlarının olduğu yadsınamaz bir durumdur. Bu halde definin yöneldiği farklı amaçlar bulunmaktadır. Bu bağlamda defi ile birlikte aynanda ifanın sağlanması ve bunun yanı sıra tarafların da ahde vefaya uygun şekilde davranmasıyla amaçlarına bağlı kalmaları söz konusudur. Bunun yanı sıra defi karşı edim borcunun hiç olmazsa bir kısmının ifa edilmesine ilişkin alacaklıya baskı yapmaktadır. Bu bağlamda taraflar arasındaki güvenin sağlanması riskinin alacaklıya yüklendiği görülür. Borçlunun ediminin ifasından defi ile kaçınmak suretiyle edimin karşı ediminden önceki süreçte elinden çıkmasını önlemektedir. Karşı edimin elde edilmesi halinde teminat amacının gerçekleştirildiği de görülür.

Borcun ifasının gerçekleşmediği definin hukuki dayanağında aynanda ifada aranması gerekmektedir. Definin amaçlarının göz önüne alındığı hallerde aynanda ifanın mümkün olduğu hallere ilişkin definin uygulanmasının söz konusu olduğu görülmektedir. Bu bağlamda TBK 97 uyarınca aynanda ifanın düzenlenmesinin genel nitelikte bir hüküm olduğu görülmektedir. Edimlerin aynanda ifasına ilişkin her halde kolaylığın gerçekleşmediği görülür. Özellikle de ifa yerinin farklı olması halinde edimlerin niteliğinden kaynaklanan farklılıkların aynanda ifanın gerçekleşmesini zorlaştırması söz konusudur.

Borcun ifa edilmediği hallerde definin şartlarına bakıldığında karşılıklı borç yükleyen sözleşmenin varlığı halinde edimin ve karşı edimin muaccel olması halinde taraflardan birinin ve özellikle definin ileri sürülmesi, önce ifa yükümlüğünün bulunmaması, karşı edimin hiç ya da gerektiği şekilde yerine getirilmemesi halinde söz konusu olur. Edimle karşı edimin olması, genel olarak edimlerin ifasının mümkün olacağını gösterir. Edimle karşı edimin muaccel olması halinde ifa zamanın çerçevesince ele alındığından dolayı her iki edimin de ifa ve talep edilmesi mümkündür.

KAYNAKÇA

Buz, Vedat, Medeni Hukukta Yenilik Doğuran Haklar, Ankara, 2005.

Çapri, Sezer, Karşılıklı Borç Yükleyen Sözleşmelerde İfa Güçsüzlüğü ve Buna Bağlanan Sonuçlar, Prof. Dr. Mustafa Dural a Armağan, Filiz, İstanbul, 2013, s. 414 -439.

Gümüş, Mustafa Alper: Borçlar Hukuku Özel Hükümler Kısa Ders Kitabı, 2. Baskı, Filiz, İstanbul, 2017.

Günergök, Özcan - Kayıhan, Şaban – Hüseyin, İhsan, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınları, 1. Baskı, Ankara, 2020.

Kılıçoğlu, Ahmet, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 21. Bası, Ankara, Turhan, 2017.

Kocayusufpaşaoğlu, Necip – Hatemi, Hüseyin – Serozan, Rona- Arpacı Abdülkadir, Borçlar Hukuku Genel Bölüm, C. 1, Filiz Kitapevi, İstanbul, 2008.

Korkmaz, Fahretttin – Gezder, Ümit, Sözleşmenin İfa Edilmediği Def’i, Prof. Dr. Sarper Süzek’e Armağan, Beta Yayınları, İstanbul, 2011, s. 2607-2619.

Nomer, Haluk Nami, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 15. Bası, Beta, İstanbul, 2017.

Oğuzman Kemal - Öz Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. 1, 15. Baskı, Vedat Yayınları, İstanbul, 2017.