ÖZ:

Meşru savunma, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 25. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenmiştir. Yüksek yargı uygulamalarında ve öğretide meşru savunma, failin, gerek kendisine gerekse üçüncü bir kişiye yönelik olan gerçekleşen veya gerçekleşmesi ya da tekrarı muhakkak olan haksız saldırıyı defetmek amacıyla o anki koşullar çerçevesinde saldırı ile orantılı bir şekilde gerçekleştirmiş olduğu eylemini meşru kılan hukuka uygunluk nedenidir. Meşru savunma, uygulamada genellikle silahlı yaralama veya öldürme, hırsızlık ve yağma gibi olaylarda kendisini göstermektedir. Bu nitelikte olaylar içerisinde fail meşru savunma koşulları içerisinde haksız saldırıda bulunan kişiye karşı savunmada bulunurken belirli sebeplerden (failin yetersizliği, araçların yetersizliği vs.) ötürü olayla ilgisi olmayan konular (kişiler veya şeyler) üzerinde olumsuz birtakım neticeler ortaya çıkarmaktadır. Diğer bir ifade ile meşru savunmada bulunan failin savunma eylemi bazı sebeplerden dolayı başkaca konular üzerinde netice doğurarak hedefte sapma durumu meydana gelmektedir. Böyle bir durumda, meşru savunma koşulları içerisinde hareket eden failin savunma eylemi hedefte sapma sonucunda başkaca konular üzerinde netice doğurması halinde ortaya çıkan bu yan neticeler bakımından failin meşru savunma kurumundan yararlanıp yararlanmayacağı meselesi gündeme gelmektedir. İşte bu çalışmamızda meşru savunma kurumunun hedefte sapma sonucu meydana gelen neticeler bakımından da fail hakkında uygulanıp uygulanmayacağı konusu tartışılıp değerlendirilmesi amaçlanmıştır.

ABSTRACT

Self-defence is regulated under Article 25, paragraph 1 of the Turkish Criminal Code No. 5237. In high judicial practice and in the doctrine, legitimate defence is the reason of lawfulness that justifies the action of the perpetrator in a manner proportionate to the attack within the framework of the current conditions in order to defend the unjust attack that has occurred or is certain to occur or recur, either against himself or a third person. In practice, legitimate defence usually manifests itself in incidents such as armed wounding or killing, theft and looting. In such incidents, while the perpetrator defends against the person who has committed an unjust attack within the conditions of legitimate defence, due to certain reasons (inadequacy of the perpetrator, inadequacy of the means, etc.), it causes some negative consequences on subjects (persons or things) that are not related to the incident. In other words, the defence action of the perpetrator in legitimate defence, due to certain reasons, results in consequences on other subjects and a deviation from the target occurs. In such a case, if the defensive action of the perpetrator acting within the conditions of legitimate defence causes consequences on other issues as a result of deviation in the target, the issue of whether the perpetrator will benefit from the institution of legitimate defence in terms of these side consequences arising comes to the fore. In this study, the issue of whether the institution of self-defence will be applied to the perpetrator in terms of the consequences that occur as a result of deviation from the target has been discussed and evaluated.

I. GİRİŞ

5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 25. maddesinin 1. fıkrasında hukuka uygunluk nedeni olarak meşru savunma kurumu düzenlenmiştir. Meşru savunmanın hukuka uygunluk nedeni olarak kabul edilmesinin temel felsefesi her canlının kendisine karşı yapılmış olan/yapılacak olan haksız saldırılara karşı tabiatı gereği tepki göstermesidir[1]. Meşru savunma, failin gerek kendisine gerekse üçüncü bir kişinin hakkına yönelmiş, gerçekleşen veya gerçekleşmesi muhakkak olan haksız saldırıya karşı o andan saldırı ile orantılı bir şekilde savunma eyleminde bulunması halinde, failin bu eyleminin hukuka uygun kabul edilerek ceza verilmemesini öngören bir kurumdur[2].

Meşru savunmanın tanımından da anlaşılacağı üzere, söz konusu bu kurum failin intikam duygusunun tatminine değil; kendisinin veya üçüncü bir kişinin hakkına yönelik yapılan haksız saldırının def edilmesi amacına hizmet etmektedir[3].

Bununla birlikte fail kendisinin veya üçüncü bir kişinin hakkına yönelmiş olan haksız saldırıyı def etmek amacıyla o anda haksız saldırıda bulunun kişiye karşı orantılı bir şekilde savunma eyleminde bulunurken bazı sebeplerden (failin yetersizliği, araçların yetersizliği vs.) dolayı söz konusu savunma eylemi başkaca konular üzerinde netice meydana getirebilmektedir. Başka bir ifade ile failin meşru savunma kapsamında yapmış olduğu eylem bazı sebeplerden ötürü hedefte sapma sonucu başkaca konular üzerinde netice meydana getirebilmektedir. Böyle bir durumda hedefte sapma sonucu başkaca konular üzerinde netice meydana getiren failin meşru savunma eyleminin, failin sorumluluğuna etkisi meselesi üzerinde durulması gereken konuların başında gelmektedir. Daha açık bir ifade ile ifade etmek gerekirse, fail, hedefte sapma sonucunda meydana gelen netice bakımından meşru savunmadan yararlanıp yaralanamayacağı meselesi tartışılmaya değer bir konudur.

Bu sebeple de, çalışmamızda ilk olarak genel hatları ile meşru savunma kurumuna yer verilecek, akabinde hedefte sapma hali ele alınacak ve nihayetinde de hedefte sapma halinde meşru savunmanın uygulanıp uygulanmayacağı meselesi üzerinde durulacaktır.

II. GENEL OLARAK MEŞRU SAVUNMA

Yukarıda da belirttiğimiz üzere meşru savunma kurumu TCK m. 25 f. 1’de düzenlenmiştir. TCK m. 25 f. 1 hükmü aynen şöyledir: “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez”.

TCK m. 25 f. 1’den de anlaşılacağı üzere, meşru savunma, failin gerek kendisine gerekse üçüncü bir kişinin hakkına yönelmiş, gerçekleşen veya gerçekleşmesi muhakkak olan haksız saldırıya karşı o andan saldırı ile orantılı bir şekilde savunma eyleminde bulunması halinde, failin bu eyleminin hukuka uygun kabul edilerek ceza verilmemesini öngören bir kurumdur[4].

Meşru savunma kurumu adlandırılması bakımından gerek öğretide gerekse uygulama da “yasal savunma”, “meşru müdafaa” veya “haklı savunma” şeklinde telaffuz edilmek ise de günümüzde ve 5237 sayılı TCK’da “meşru savunma” ibaresi kullanılmaktadır[5].

Öğretide ağırlıklı görüşe göre, TCK m. 25 f. 1’de yer alan meşru savunmanın hukuki niteliği hukuka uygunluk nedenidir[6]. Yargıtay da yerleşik içtihatlarında[7] meşru savunma kurumunun hukuki niteliği, 765 sayılı TCK döneminde olduğu gibi 5237 sayılı TCK dönemimde de hukuka uygunluk nedeni olduğunu belirtmektedir.

A. Meşru Savunmanın Şartları

Gerek öğretide gerekse Yargıtay uygulamasında meşru savunmanın şartları saldırıya ilişkin (haksız saldırı olmalı, saldırının hukuken korunmaya değer olan bir hakka yönelmesi, saldırı ile savunma eş zamanlı olmalı) ve savunmaya ilişkin (savunma zorunlu olmalı, savunma saldırıda bulunana karşı olmalı, savunma orantılı olmalı) olmak üzere iki başlık altında incelenmektedir. Çalışmamızın bu bölümünde ise meşru savunmanın saldırıya ve savunmaya ilişkin şartlarını ayrı ayrı başlıklar halinde inceleyeceğiz.

1. Saldırıya ilişkin şartlar

a) Haksız bir saldırı olmalı

Meşru savunmanın ilk şartlarından birisi haksız bir saldırının olmasıdır. Saldırı icra bir hareket ile gerçekleşeceği gibi ihmali bir hareketle de gerçekleşebilir[8]. Saldırının hukuka aykırılık teşkil etmesi yeterli olmakla beraber saldırıya ilişkin eylemin ayrıca suç teşkil etmesi gerekmemektedir[9].

Savunmada bulunan failin haksız saldırıya kendisinin sebep olması halinde meşru savunmadan yararlanıp yararlanamayacağı meselesi bakımından öğretide ikili bir ayrım yapılmaktadır[10]. Bu minvalde, ilk ayrıma göre, fail kendi eylemini meşru kılmak amacıyla karşı tarafı kışkırtması halinde meşru savunmadan yararlanması mümkün değildir[11]. İkinci ayrıma göre ise fail meşru savunma koşullarından yararlanabileceğini öngörmeden karşı tarafı tahrik etmesi sonucunda haksız bir saldırıya uğramış ise o durumda fail meşru savunmadan yararlanabilir[12]. Ancak, böyle bir ihtimalde dahi, fail haksız saldırıyı icra etmemiş olması gerekir[13].

b) Haksız saldırı gerçekleşmekte, gerçekleşmesi veya tekrarının muhakkak olması

Meşru savunmanın düzenlenmiş olduğu TCK m. 25 f. 1 hükmünden de açıkça anlaşılacağı üzere, haksız saldırı gerçekleşmekte ya da gerçekleşmesi veya tekrarının muhakkak olması gerekmektedir. Haksız saldırının gerçekleşmesi veya tekrarının muhakkak olup olmadığı hususu ise savunmada bulunan failin ruhsal durumu da dikkate alınmak suretiyle hakim tarafından belirlenir[14].

c) Haksız saldırının bir hakka yönelmiş olması

Haksız saldırının gerek failin gerekse üçüncü bir kişinin hakkına yönelmiş olması gerekir[15]. 765 sayılı TCK’dan farklı olarak 5237 sayılı TCK’da meşru savunma, sadece nefse ve ırza yönelik saldırılar bakımından değil her türlü hakka ilişkin haksız saldırılar bakımından mümkündür[16]. Bu kapsamda 5237 sayılı TCK m. 25 f. 1’de hakkın niteliği bakımından herhangi bir ayrım yapmadığından yaşam, beden bütünlüğü, cinsel dokunulmazlık, şeref, özgürlük, mülkiyet gibi tüm haklar bakımından meşru savunma mümkün hale gelmiştir[17]

Öğretide, meşru savunma ile güvence altına alınan haklar bakımından bir derecelendirmeye tabi tutularak diğerlerine göre daha az önemi haiz haklar bakımından meşru savunma koşullarının daha sıkı veya nitelikli koşullara tabi tutulması gerektiği belirtilmektedir[18].

Konuya dair öğretide tartışmalı olan bir hususa değinmek gerekir. Malvarlığına yönelik olan haksız saldırılarda failin meşru savunma sonucunda haksız saldırıda bulunan kişiyi öldürmesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) m. 2/2-a hükmü bağlamında yaşam hakkının ihlali mahiyetinde olup olmadığı hususu öğretide tartışmalıdır.

Öğretide ağırlıklı görüş, AİHS m. 2/2-a hükmünün devlet-bireyler arasındaki ilişkilerde geçerli olacağı, bu hükmün üçüncü kişiler yani bireylerin kendi aralarındaki ilişkiler bakımından uygulanmayacağını belirmektedir[19]. Bu görüşe göre, malına yönelik olarak gerçekleşen haksız saldırı sonucunda failin, saldırganı meşru savunma kapsamında öldürmesinin AİHS m. 2/2-a kapsamında yaşam hakkının ihlali sayılmayacaktır.

Buna karşılık öğretide yer alan diğer bir görüşe göre ise AİHS m. 2/2-a hükmünün TCK m. 25 f. 1 bakımından sınır teşkil etmekte, bu sebeple de malvarlığına yönelik haksız saldırıda bulunan kişiyi karşı failin meşru savunma koşulları kapsamında öldürmesini yasaklamaktadır[20].

2. Savunmaya ilişkin şartlar

a) Savunma saldırıda bulunan kişiye karşı yapılmış olması

Failin meşru savunma hükümlerinden yararlanabilmesi için haksız saldırıda bulunan kişiye karşı savunma eyleminde bulunmuş olması gerekir[21]. Saldırı ile savunma arasında neden sonuç ilişkisi bulunduğundan dolayı savunma üçüncü bir kişiye karşı yapılması mümkün değildir[22].

b) Savunmada zorunluluk olması

Meşru savunma bakımından zorunluluk olması gerekmektedir. Diğer bir ifade ile failin haksız saldırıdan başka türlü kurutulma imkanın olmaması gerekir[23]. Saldırının başka surette bertaraf edilmesi mümkün ise o durumda meşru savunmanın varlığından söz edilmesi mümkün değildir[24]. Ancak hemen ifade etmek gerekir ki, hukuk düzeni hiçbir surette haksız saldırıya maruz kalan kişiye kaçma yükümlülüğü yüklememiştir. Nitekim, Yargıtay’da birçok kararında kişiye meşru savunma kuralları kaçma yükümlülüğü yüklemediğini, hatta bu konunun derece mahkemelerince de araştırılamayacağını belirtmektedir[25].

c) Savunma saldırı ile orantılı olması

Meşru savunma hükümlerinin uygulanabilmesi için haksız saldırı ile savunma eylemi arasında orantılılık olması gerekmektedir. Orantılılık şartı, TCK m. 25 f. 1 hükmü her türlü hakka karşı yapılan haksız saldırıyı meşru savunma kapsamında aldığından dolayı daha da bir önem arz etmektedir[26].

Haksız saldırı ile savunma eylemi arasında orantı olup olmadığını hususu her somut olay ışığında ayrıca değerlendirilmesi gerekmektedir[27].

Görüldüğü üzere, fail haksız saldırıya karşı yukarıda yer vermiş olduğumuz meşru savunmanın saldırıya ve savunmaya ilişkin şartları içerisinde yapmış olduğu eylem hakkında CMK m. 223 f. 2-d hükmü uyarınca beraat kararı verilmesi gerekmektedir.

III. HEDEFTE SAPMA

Hedefte sapma, öğretide, failin seçmiş olduğu araçların yetersizliği veya becerisizliğinden ya da başkaca bir sebepten dolayı tasavvur etmiş olduğu konu üzerinde neticenin gerçekleşmemiş olması ya da gerçekleşmiş olmasının yanında başkaca bir konu üzerinde de neticenin meydana gelmesi hali olarak tanımlanmaktadır[28]. Yargıtay ise hedefte sapmayı, “yapılan hareketin, gerçekleştirilmek istenen suç konusu üzerinde değil de failin yetersizliği veya yeteneğini gereği gibi kullanamaması ya da sair bir sebepten ötürü meydana gelen sapma sonucunda başka bir konu üzerinde gerçekleşmesidir” şeklinde tanımlamaktadır[29]. Örneğin, B’yi vurmak isterken kendi beceriksizliği yüzünden C’yi vuran A’nın durumu hedefte sapma halidir.

Hedefte sapma, 765 sayılı TCK’dan farklı olarak 5237 TCK’da düzenlenmemiştir[30]. Bunun sebebi ise “hata” kurumunun düzenlenmiş olduğu TCK m. 30’un gerekçesinde ifade edilmiştir[31]. TCK m. 30’un madde gerekçesine göre, hedefte sapmanın bir hata hali olmadığı, bu kurumun uygulama bakımından suçların içtimaı ve bu anlamda fikri içtima ile değerlendirilmesi gereken bir konu olması sebebiyle TCK’da yer verilmemiştir[32]. Nitekim Yargıtay da hedefte sapmanın Kanunda düzenlenmemiş olduğunu, bu kurumun suçların içtimaı çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini belirtmektedir[33].

Hedefte sapma hali bir hata değildir. Zira, hedefte sapmada sapan failin iradesi değil hareketin kendisidir[34].

Tek neticeli ve çok netice sapma olmak üzere hedefte sapmanın iki türü bulunmaktadır. Hedefte tek neticeli sapma, failin kastetmiş olduğu neticenin başkaca bir konu veya kişi üzerinde gerçekleşmesi halidir[35]. Az yukarıda yer vermiş olduğumuz B’yi vurmak isterken beceriksizliği sonucu C’yi vuran A’nın durumu tipik hedefte tek neticeli sapmaya örnektir.

Çift neticeli hedefte sapma ise failin tasavvur etmiş olduğu neticenin yanında başkaca neticelerinde meydana gelmesi halidir[36]. Yukarıda yer vermiş olduğumuz örnekten hareketle, B’yi vurmak isterken B ile birlikte C’yi vuran A’nın eylemi çift neticeli hedefte sapmaya örnektir.

IV. HUKUKİ SORUN

Failin meşru savuma koşulları içerisinde yapmış olduğu eylemin hedefte sapması halinde cezai sorumluluğunun tespiti hakkında açıklamalarda bulunmadan önce kısaca hedefte sapma halinde failin cezai sorumluluğunu tespiti hakkındaki esaslara yer vermede fayda vardır.

Öğretide hedefte sapma halinde failin cezai sorumluluğunun tespiti bakımından çeşitli ihtimaller üzerinde durulmuştur. Bu ihtimallerden ilkine göre, failin kastetmiş olduğu eylemini gerçekleştirirken yan neticelerin gerçekleşebileceğinin öngörmüş ve bu durumu kabullenmiş ise o durumda burada failin hem işlemeyi kastetmiş olduğu suç yönünden hem de ortaya çıkan yan netice bakımından olası kast ile sorumlu tutulması gerektiği öğretide belirtilmektedir[37].

İkinci ihtimalde ise fail işlemeyi kastetmiş olduğu eylemi ile ortaya çıkan yan netice bakımından failin taksiri söz konusu olması halinde failin cezai sorumluluğu bakımından öğretide başlıca iki görüş ileri sürülmektedir. Bu görüşlerden ilkine göre, fiil, hareket, netice ve bunlar arasındaki illiyet bağı ile yakından ilişkili olmakla birlikte hedefte sapma halinde TCK m. 44’deki fikri içtima kurallarının uygulanmaması gerektiğini, çünkü ortada tek bir fiil olsa bile ortaya birden çok netice meydana geldiği ifade edilmektedir[38]. Bu görüşe göre, hedefte sapma halinde failin sorumluluğunun kast ve taksire ilişkin kurallar çerçevesinde değerlendirilip sonuca göre gerçek içtima kurallarının uygulanması gerekmektedir.

Bu konuda öğretide bizimde katılmış olduğumuz diğer görüşe göre, TCK m. 43 f.2 ve 44’de yer alan fiil kavramından anlaşılması gereken hareketin tekliğidir[39]. Bu sebeple de hedefte sapma halinde failin sorumluluğu kast ve taksir kuralları çerçevesinde değerlendirip sonuca göre şartlarının oluşması halinde mümkün olduğunca fikri içtima kurallarının uygulanması gerekir[40].

Yargıtay da üzere konuya dair temyiz incelemesi sonucunda vermiş olduğu birçok kararında failin gerçekleştirmiş olduğu eylem sonucunda hedefte sapma ile asıl konu üzerinde meydana gelen neticenin dışında veya yanında başkaca konular üzerinde neticeler meydana gelmesi halinde TCK m. 43 f. 3 şeklinde benzer bir hükmün TCK m. 44’de yer almadığından dolayı failin sorumluğu bakımından farklı neviden fikri içtima kurallarının uygulanması gerektiğine dikkat çekmiştir. Yargıtay’ın konuya dair bir kararı[41] özetle şöyledir: “Sanık ...'ın hem ...'i hem de ...'i öldürme kastıyla hareket ederek av tüfeği ile tek atış yapması durumunda, sanığın eylemi aynı neviden içtimanın düzenlendiği TCK'nın 43. maddesinin birinci fıkrası kapsamında kalacak ve aynı Kanun maddesinin üçüncü fıkrasında belirlenen istisna nedeniyle de sanığın hem ...'i hem de ...'i öldürmeye teşebbüs suçlarından ayrı ayrı cezalandırılmasına karar verilmesi gerekecek idiyse de, bir numaralı uyuşmazlık konusunda açıklandığı şekilde gelişen olayda; sanığın sadece ...'i öldürme kastıyla hareket ederek tek atış yaptığı av tüfeğinden çıkan saçma tanelerinin isabet etmesiyle yaralanan mağdur ...'a yönelik eylemini olası kastla gerçekleştirdiği kabul edildiğinden, sanığın av tüfeği ile inceleme dışı davanın katılanı ...'i öldürme amacıyla ona doğru bir kez ateş etme eyleminin hukuki anlamda tek fiil sayılması gerektiği ve bu suretle tek olan eylem sonunda hem ...'e karşı kasten öldürme suçuna teşebbüsün, hem de katılan ...'e yönelik olası kastla yaralama suçunun meydana geldiği sonucuna ulaşılmakla birlikte TCK’nın 43. maddesinin 3. fıkrasındaki; “Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz” hükmü gereğince zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima kurallarının kasten öldürme ve kasten yaralama suçları açısından uygulanamayacak olması, dolayısıyla sayılan bu suçlarda, failin mağdur sayısınca ayrı ayrı cezalandırılacağına ilişkin istisnaya farklı neviden fikri içtima hükmünün düzenlendiği TCK'nın 44. maddesinde yer verilmemiş olması, kıyas veya genişletici yorum yoluyla hakkında düzenleme olmayan ceza hukukuna ilişkin bir konuda kişi hak ve hürriyetlerinin aleyhine uygulama geliştirilemeyeceği yönündeki evrensel hukuk ilkeleri ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun istikrar kazanmış uygulamaları ile birlikte değerlendirildiğinde, bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 44. maddesinin uygulanması ve buna bağlı olarak meydana gelen suçlardan en ağırı olan inceleme dışı davanın katılanı ...'e yönelik kasten öldürme suçuna teşebbüsten ceza verilmesi ile yetinilmesi gerektiği hâlde bunun dışında ayrıca katılan ...'e yönelik olası kastla yaralama suçundan mahkûmiyet hükmü kurulması isabetli değildir. Bu itibarla Yerel Mahkemenin direnme kararına konu mahkûmiyet hükmünün, sanığın katılan ...'e yönelik eylemi nedeniyle ayrıca cezalandırılmasına karar verilmesi suretiyle TCK'nın 44. maddesine aykırı davranılması isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.”

Buna karşılık Yargıtay kardeşini öldürmek amacıyla iki el ateş eden sanığın, kardeşi yerine hedefte sapma sonucunda yengesini olası kastla yaraladığı bir olayda gerçek içtima kurallarının uygulanması gerektiğine, olayda TCK m. 44 anlamında farklı neviden fikri içtima kurallarının uygulanmasının mümkün olmadığına karar vermiştir[42]. Söz konusu karar özeti şu şekildedir: “Sanığın kardeşi E.K..’ı öldürmek amacıyla iki el ateş ettiği, ancak onun yerine hedefte sapma sonucu yanında bulunan yengesi L. K..’ın olası kastla yaralanmasına neden olduğu somut olayda, kardeşini öldürmek amacıyla iki el ateş eden sanığın kardeşinin hemen yakınında bulunan yengesinin de ölebileceğini ya da yaralabileceğini öngörmesine karşın, bunu göze alarak birden çok kez ateş etmesi eyleminin suçla korunan hukuki menfaatler göz önünde bulundurulduğunda hukuki anlamda tek fiil sayılması mümkün olmayıp, TCK'nun 44. maddesinin uygulanma şartları oluşmamıştır.

Bu nedenle, sanığın katılan E. K..'a yönelik kasten öldürme suçuna teşebbüs ve L. K...yönelik olası kastla yaralama eylemlerinden ayrı ayrı cezalandırılmasına ilişkin yerel mahkeme hükmü ile bu hükmü onayan Özel Dairenin kararında bir isabetsizlik bulunmamaktadır”. Görüldüğü üzere, Yargıtay bu kararında hukuki menfaat kavramında yola çıkarak failin gerçekleştirmiş olduğu eyleminin hedefte sapmış olsa bile hukuki anlamda birden fazla eylem olarak kabul etmiş ve gerçek içtima kurallarının uygulanması gerektiğine dikkat çekmiştir.

Öğretide bizimde katılmış olduğumuz görüş meşru savunma koşulları içerisinde failin yapmış olduğu eylemin hedefte sapma sonucunda üçüncü bir kişiye zarar vermesi halinde failin bu eyleminin suç saymanın hukuka uygunluk nedenleri ile bağdaşmayacağını, aynı şekilde bu durumun meşru savunma kurumunun kabul edilme amacı ile bağdaşmayacağını, bu sebeple de failin bu eylemini meşru savunma koşulları içerisinde yapmış olduğundan bahisle hukuka uygun kabul edilmesi gerektiği belirtilmektedir[43]. Bununla birlikte, bu görüş tarafından failin meşru savunma koşulları içerisinde yapmış olduğu eyleminin hedefte sapma halinde dahi hukuka uygun olarak kabul edilmesi ve tartışmalara son vermek amacıyla bu konuda kanuni düzenleme yapılması gerektiği belirtilmektedir[44].

Öğretide diğer bir görüşe göre ise failin hedefte sapma sonucu gerçekleşen eylemi bakımından meşru savunma kurallarının değil zorunluluk hali kurallarının uygulanması gerekir[45].

Buna karşılık öğretide aksi görüşe göre, meşru savunma koşulları çerçevesinde gerçekleşen savunma eylemi sadece saldırgana ve saldırısına karşı etki doğuracak, bunun haricinde üçüncü bir kişi bakımından etkisi olmayacaktır[46]. Bu sebeple de bu görüşe göre, failin meşru savunma koşulları çerçevesinde yapmış olduğu eylem hedefte sapma sonucunda başkaca kişiler üzerinde netice doğurmuşsa failin bu kişi yönündeki eylemi hukuka aykırı olmaya devam edecektir[47]. Diğer bir ifade ile fail böyle bir durumda hedefte sapma sonucunda başkaca kişiler önünden ortaya çıkan netice yönünden cezai sorumluluğu devam edecektir. Ancak, bu görüşün gerekçelerine iştirak etmemiz mümkün değildir. Zira, failin meşru savunma koşulları çerçevesinde saldırgana ve saldırısına karşı yapmış olduğu savunma eyleminin adeta bölünerek saldırgan bakımından hukuka uygun kabul etmek, olayla ilgilisi bulunmayan ve hedefte sapma sonucunda üzerinde zararlandırıcı netice meydana getiren üçüncü kişi veya konu bakımdan hukuka aykırı kabul etmek hukuk mantığı ile bağdaşmamaktadır. Diğer bir ifade ile bu durum “Üçüncü Halin İmkansızlığı İlkesi (Tertium Non Adur)” ile bağdaşmamaktadır[48]. Bir eylem ya hukuka uygundur ya da hukuka aykırıdır. Söz konusu eylemin bölünerek bir kısmının hukuka uygun diğer kısmının ise hukuka aykırı olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Çünkü, failin eylemi soncunda her ne kadar farklı farklı konu veya kişiler üzerinde ayrı ayrı neticeler meydana getirmiş ise de neticede failin hukuki anlamda dış dünyada gerçekleştirmiş olduğu tek bir eylem söz konusudur. Bu yüzden de bu görüşün gerekçelerini katılmamız mümkün değildir.

Yargıtay ise konuya dair bir kararında failin, kendisinin ve kardeşlerinin evine silahlı saldırı gerçekleştiği anda meşru savunma koşulları içerisinde elindeki tabanca ile ateş ederek saldırgana karşılık verdiği esnada olayla ilgilisi olmayan üçüncü bir kişinin yaralanması olayında failin bu kişiye karşı kusurunun bulunmaması nedeniyle hakkında beraat kararı verilmesi gerektiğine karar vermiştir. Yargıtay’ın kararı[49] özetle şu şekildedir: “…Kendisinin ve kardeşlerinin bulunduğu eve yönelik silahlı saldırı gerçekleştirildiği anda elindeki tabanca ile saldıran tarafa meşru savunma koşulları içinde karşılık verdiği esnada olayla ilgisi bulunmayan mağdur ...'ün yaralanmasına sebebiyet verdiği anlaşılan sanık ...'e izafe edilmesi mümkün kusur bulunmadığından hakkında beraat kararı verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması, bozmayı gerektirmiş, sanık ... ve suça sürüklenen çocuk ... müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi ile yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA…”

V. SONUÇ

Meşru savunma, failin, gerek kendisine gerekse üçüncü bir kişiye yönelik olan gerçekleşen veya gerçekleşmesi ya da tekrarı muhakkak olan haksız saldırıyı defetmek amacıyla o anki koşullar çerçevesinde saldırı ile orantılı bir şekilde gerçekleştirmiş olduğu eylemini meşru kılan hukuka uygunluk nedenidir. Hedefte sapma hali ise TCK m. 30 anlamında hata olmamakla beraber, failin seçmiş olduğu araçların yetersizliği veya becerisizliğinden ya da başkaca bir sebepten dolayı tasavvur etmiş olduğu konu üzerinde neticenin gerçekleşmemiş olması ya da gerçekleşmiş olmasının yanında başkaca bir konu üzerinde de neticenin meydana gelmesi halidir. Fail meşru savunma koşulları içerisinde haksız saldırıda bulunan kişiye karşı savunmada bulunurken belirli sebeplerden (failin yetersizliği, araçların yetersizliği vs.) ötürü olayla ilgisi olmayan konular (kişiler veya şeyler) üzerinde olumsuz birtakım neticeler ortaya çıkarmaktadır. Diğer bir ifade ile meşru savunmada bulunan failin savunma eylemi bazı sebeplerden dolayı başkaca konular üzerinde netice doğurarak hedefte sapma durumu meydana gelmektedir. Böyle bir durumda, meşru savunma koşulları içerisinde hareket eden failin savunma eylemi hedefte sapma sonucunda başkaca konular üzerinde netice doğurması halinde ortaya çıkan bu yan neticeler bakımından failin meşru savunma kurumundan yararlanıp yararlanmayacağı meselesi gündeme gelmektedir.

Bu kapsamda öğretide bizimde katılmış olduğumuz bir görüşe göre, hedefte sapma halinde dahi fail ortaya çıkan yan neticeler bakımından da meşru savunma kurumundan yararlanabilecektir. Zira, fail eylemini meşru savunma koşulları içerisinde gerçekleştirmiş olması sebebiyle söz konusu eylemin hukuka aykırılığından bahsedilemeyecektir. Aksi durumun kabulü meşru savunma kurumunun amacı ve niteliği ile bağdaşmayacaktır. Öğretide yer alan diğer bir görüş ise failin hedefte sapma sonucunda başkaca konular üzerinde meydana gelen neticeler bakımından fail hakkında TCK m. 25 f. 2’ de yer alan zorunluluk haline ilişkin kuralların uygulanması gerekeceği belirtilmektedir. Buna karşılık öğretide yer alan diğer bir görüş ise failin meşru savunma kapsamın yapmış olduğu eylem sadece ve sadece saldırgan ve saldırısı hakkında sonuç doğuracağını, bunun haricinde bu eylemin olayla ilgilisi olmayan üçüncü kişi bakımından sonuç doğurmayacağı, bu sebeple de failin eylemi bu kişi yönünden hukuka aykırı olmaya devam edeceği belirtilmektedir.

Yargıtay ise konuya dair vermiş olduğu bir kararında failin meşru savunma koşulları içerisinde yapmış olduğu savunma eyleminin hedefte sapma sonucunda olayla ilgisi olmayan üçüncü bir kişi üzerinde meydana getirmiş olduğu netice bakımından fail hakkında kusuru bulunmaması sebebiyle beraat kararı verilmesi gerektiğinden bahisle ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Son olarak ifade etmek gerekir ki, Yargıtay’ın bu kararı dışında konuya dair başkaca kararlarına rastlamamış bulunmaktayız.

---------------

[1] Bkz. Özgenç, N. B. (2022), “Meşru Savunmada Orantılılık”, Hasan Kalyoncu Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 12, Sayı: 24, s. 246.

[2] TCK m. 25 f. 1: “Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez”; ayrıca meşru savunmanın tanımları için bkz. Özgenç, s. 246 vd.

[3] Özgenç, s. 246-247.

[4] Benzer tanımlar için bkz. Yakut, M. (2016), “Türk Ceza Kanununda Meşru Savunma”, İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 15, Sayı:1, s. 927; Karaaslan, R. (2020), “Üçüncü Kişi Lehine Meşru Savunma”, Ceza Hukuku Dergisi, Cilt: 15, Sayı: 43, s. 465. (anılış: Karaaslan, meşru savunma); Şenses, E. (2014), “Yargıtay Kararları Işığında Türk Ceza Kanunu’nda Meşru Savunma”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Cilt: 26, Sayı: 112, s. 398; Tepe, İ. (2014),  “Türk Ceza Kanununda Hukuka Uygunluk Sebeplerinin Sistematiği ve Bir Hukuka Uygunluk Sebebi Olarak Meşru Savunma (TCK m. 25/1)”, Ceza Hukuku Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 26, s. 267-269.; Güner, U. (2014), “5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu Bakımından Meşru Savunmanın İncelenmesi”, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt: 88, Sayı: 2, s. 313.

[5] Bu konudaki açıklamalar için bkz. Taner, F. G. (2010), “Türk Ceza Hukukunda Meşru Savunma”, Ceza Hukuku Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 12, s. 219-222;  Şahin, M. (2008), “Yasal (Meşru) Savunma”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Cilt: 21, Sayı: 75, s. 284.

[6] Taner, s. 223; Şahin, s. 288; Gökçen, s. 246; Kaplan, M. (2023), “Meşru Savunmada Orantılılık”, Süleyman Demirel Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 13, Sayı: 2, s. 1144; Saman, R. (2021), “Yargıtay Kararları Işığında Meşru Savunma”, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt: 95, Sayı: 2, s. 299.; Yakut, M. (2016), “Türk Ceza Kanununda Meşru Savunma”, İstanbul Kültür Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 15, Sayı:1, s. 927.

[7] Söz konusu içtihatlar için bkz. Yargıtay CGK, 01/03/2016 K.T., 2015/1039 E., 2016/96 K.; Yargıtay 1. CD., 08/12/2021 K.T., 2021/10343 E., 2021/14776 K.; Yargıtay 4. CD., 09/02/2022 K.T., 2020/21645 E., 2022/4097 K.; Yargıtay 12. CD., 22/01/2020 K.T., 2019/13688 E., 2020/810 K.; Yargıtay CGK, 09.04.2019 K.T., 2016/1402 E., 2019/297 K., https://karararama.yargitay.gov.tr/, Erişim Tarihi: 02.08.2024.            

[8] Taner, s. 226; Yakut, s. 931.

[9] Taner, s. 226; Saman, s. 301.

[10] Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Ergüne, E.; Sarıtaş, E. (2022),”Provokatif Meşru Savunma”, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 26, Sayı: 2, s.477-524.

[11] Taner, s. 227.

[12] Taner, s. 228.

[13] Taner, s. 228.

[14] Taner, s. 229.

[15] Şenses, s. 403.

[16] Taner, s. 230; Erdem, M. R. (2007), “Malvarlığına Yönelik Saldırılara Karşı Meşru Savunma İçin İnsan Öldürme Ve Yaşam Hakkı (AİHS m. 2)”,  Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 9, Özel Sayı, s. 989.

[17] Erdem, s. 989.

[18] Taner, s. 230.

[19] Bu görüşü savunan yazarlar için bkz. Erdem, s. 993 dn. zikredilen yazarlar.

[20] Bkz. Erdem, s. 992, 998; Erdem, s. 992 dn.’da zikredilen yazarlar; Taner, s. 230-231.

[21] Yakut, s. 937.

[22] Saman, s. 304; meşru savunma koşulları içerisinde hareket eden failin eyleminin hedefte sapması sonucunda üçüncü bir kişi üzerinde netice doğurması durumunda failin bu kişi bakımından meşru savunmadan yararlanıp yararlanamayacağı meselesi hakkında bilgi için bkz. aşa. IV.

[23] Şenses, s. 404.

[24] Şahin, s. 319-320.

[25] Yargıtay CGK, 01/03/2016 K.T., 2015/1039 E., 2016/96 K.; Yargıtay CGK, 16.04.2013 K.T., 2013/1-26 E., 2013/150 K., https://karararama.yargitay.gov.tr/, Erişim Tarihi: 03.08.2024.

[26] Taner, s. 223.

[27] Taner, s. 233-234.

[28] Karaaslan, R. (2019), “Ceza Hukukunda Şahısta Hata Ve Hedefte Sapma”, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 18, Sayı: 2, s. 230 (anılış: Karaaslan, Hedefte Sapma).

[29] Yargıtay 1. Ceza Dairesi, 08/05/2017 K.T., 2017/115 E., 2017/1481 K., https://karararama.yargitay.gov.tr/, Erişim Tarihi: 04.08.2024.

[30] Özar, S. (2006). “Türk Ceza Hukukunda ‘Sapma’”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Sayı: 66, s. 228.

[31] Özar, s. 229.

[32] Bkz. Özar, s. 229.

[33] Yargıtay 1. Ceza Dairesi, 08/05/2017 K.T., 2017/115 E., 2017/1481 K., https://karararama.yargitay.gov.tr/,  Erişim Tarihi: 04.08.2024.

[34] Yargıtay 1. Ceza Dairesi, 08/05/2017 K.T., 2017/115 E., 2017/1481 K., https://karararama.yargitay.gov.tr/,   Erişim Tarihi: 04.08.2024.

[35] Özar, s. 238.

[36] Bkz. Özar, s. 243.

[37] Bkz. Karaaslan, Hedefte Sapma, s. 231-232.

[38] Bu görüşü savunlar için bkz. Karaaslan, Hedefte Sapma, s. 233 dn.’da zikredilen yazarlar.

[39] Bu görüşü savunlar için bkz. Karaaslan, Hedefte Sapma, s. 234 dn.’da zikredilen yazarlar.

[40] Bu görüşü savunlar için bkz. Karaaslan, Hedefte Sapma, s. 234 dn.’da zikredilen yazarlar.

[41] Yargıtay CGK, 05/02/2019 K.T., 2018/310 E., 2019/62 K., Karaaslan, Hedefte Sapma, s. 238 dn.; ayrıca benzer yöndeki kararlar için bkz. Yargıtay CGK, 03/12/2013 K.T., 2012/1-1569 E., 2013/575 K.; Yargıtay CGK,    18/10/2018 K.T, 2015/158 E., 2018/444 K., Karaaslan, Hedefte Sapma, s. 238-239 dn.

[42] Yargıtay CGK, 10/12/2013 K.T., 2012/1-1572 E., 2013/600 K., Karaaslan, Hedefte Sapma, s. 237 dn.

[43] Taner, s. 241; benzer görüş için bkz. Yakut, s. 937.  

[44] Bkz. Taner, s. 241.

[45] Bkz. Gündüz, H.; Sarıgül, A. T. (2023), “Meşru Savunmanın Sınırının Aşılması”, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 27, Sayı: 4, s. 408-409.

[46] Karaaslan, Meşru Savunma, s. 504 dn.

[47] Karaaslan, Meşru Savunma, s. 504 dn.

[48] Üçüncü halin imkansızlığı ilkesine (tertium non adur) göre, bir önerme ya yanlış ya da doğru kabul edilir. Bu iki hal dışında üçüncü bir sonuca ulaşmak mümkün değildir. Bu ilkeye göre bir önerme hem yanlış hem de doğru olarak kabul edilmesi mümkün değildir: Bkz. Baytaz, A.B. (2018), Kanunilik İlkesi Bağlamında Ceza ve Ceza Muhakemesinde Yorum, On iki Levha Yayıncılık, İstanbul, s. 282.

[49] Yargıtay 1. CD, 24/01/2018 K.T., 2016/4601 E., 2018/230 K., Gündüz/Sarıgül, s. 409.  

Anahtar Kelimeler: Meşru Savunma, Hedefte Sapma, Suçun Konusu, Yan Neticeler.

Keywords: Self-Defence, Deviation from the Target, Subject of the Crime, Collateral Consequences.