Sözlük anlamı açıkça söyleme, onama olan ikrar öğretide ve Yargıtay içtihatlarında benimsediği üzere görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukuki sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir.[i] 6100 Sayılı HMK’nın 188. maddesinde de bu konu “(1) Tarafların veya vekillerinin mahkeme önünde ikrar ettikleri vakıalar, çekişmeli olmaktan çıkar ve ispatı gerekmez. (2) Maddi bir hatadan kaynaklanmadıkça ikrardan dönülemez. (3) Sulh görüşmeleri sırasında yapılan ikrar tarafları bağlamaz.” hükmü ile düzenleme altına alınmıştır.

Yapıldığı yere göre ikrar mahkeme dışı veya mahkeme içi olarak ikiye ayrılır. Mahkeme dışı ikrar takdiri, mahkeme içi ikrar ise kesin delil niteliğindedir. Mahkeme dışı ikrar, yazılı veya sözlü olarak yapılabilir. İkrarın mahkeme dışında yapılması halinde ikrar başka delil ve emare ile kanıtlanması halinde taktiri delil niteliğini kazanır. Kapsam yönünden ikrar, çekişmeli olan maddi vakıanın tamamını veya belli bir kesimini kapsayabilir. İlkinde tam, İkincisinde ise kısmi ikrar söz konusudur. İçeriği itibariyle ikrar ya basit (adi), ya vasıflı (mevsul) ya da bileşik (mürekkep) nitelikte olabilir. Vasıflı ikrara, gerekçeli inkar da denilmektedir.

Basit (adi) ikrar, karşı tarafça ileri sürülen bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir kayıt veya şart bildirilmeksizin kabul edilmesidir. Basit ikrarda, onun konusunu oluşturan vakıalar artık tartışmalı olmaktan çıkarlar; dolayısıyla bunların ayrıca kanıtlanmasına gerek kalmaz.

Vasıflı ikrarda, (ki buna gerekçeli inkar da denilmektedir) karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukuki niteliğinin (vasfının) ileri sürülenden başka olduğu bildirilir.

Bileşik (mürekkep) ikrarda ise, bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle ikrar edilmekle birlikte, ikrara bu vakıadan çıkan hukuki sonucu hükümden düşüren ve bu ikrar edilen vakıanın doğumu ile ilgili bulunmayan başka bir vakıa ekleyerek, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile, ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır. Bağlantılı bileşik ikrarda, ikrar edenin ikrarına eklediği vakıa ile ikrar edilen vakıa arasında doğal bir bağlantı vardır. İkrara eklenen vakıa, ikrar olunan vakıanın doğal bir sonucudur. Bağlantısız bileşik ikrarda ise, ikrar edenin ikrarına eklediği vakıa ile ikrar edilen vakıa arasında hiçbir bağlantı yoktur. Yani, ikrara eklenen ikinci vakıa, ikrar edilen vakıa olmadan da mevcuttur.

Öğreti ve uygulamada, ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla böyle durumlarda, ikrar edenin ispat yükü altında olmadığı kabul edilmekte, iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir.[ii]

Yazımızda genel hatları ortaya konan ikrar müessesesinin idare hukukundaki yansımalarına değineceğiz. Bilindiği üzere idari yargıda iptal davalarında ispat yükünün kural olarak idare üstünde olduğu kabul edilmektedir.[iii] Zira idare işlem tesis ederken idari işlemin sebep unsurunu ortaya koymak zorundadır. Şayet idare sebep unsurunu oluşturan gerekçesi açıklayabilirse bu durumda ispat yükü yer değiştirerek davacıya geçmektedir.[iv] Tam yargı davalarında ise idari eylem neticesinde oluşan bir zarar söz konusu ise ispat yükü davacı üzerindedir.[v] İdari işlemlerden kaynaklı tam yargı davalarında işlemin iptali ile tazminat talebinde bulunulması halinde, hukuka aykırı işlem dolayısıyla oluşan zararın tazmini talebinin idari işlemin hukuka aykırılığının ispatı ile doğrudan ilgisi sebebiyle ispat yükü iptal davalarında olduğu gibi idare üzerindedir.[vi]

İdari yargıda ikrarın mahkeme nezdinde kesin delil teşkil edip etmediği husus çeşitli ihtimallerde değerlendirilmelidir. İptali istenen işlemin sebebinin yalnızca davacıyı ilgilendirmesi ve işlemin hukuka aykırılığına ilişkin herhangi bir tespitin idari yargı merciince yapılmamış olması halinde davacının ikrarı ile idare lehine ispatın gerçekleştiğinin kabulü mümkündür.[vii] Bununla beraber asıl tartışmalı olan husus idare adına ikrarın mümkün olup olmadığıdır. Zira hukuk devletinde idarenin gerçekten var olan bir maddi olgunun aksini öne sürmesi düşünülemez. Maddi bir vakıa hakkında ikrarda bulunan idarenin maddi vakıanın gerçekleşme şekli, zararın miktarı, kusur oranı gibi konularda farklı hukuki nitelendirmelerde bulunması, ikrara ortadan kaldırmayacaktır denilebilir.[viii]

İdari yargıda davacının feragat ile davasını geri çekemeyeceği hallerde ikrar ile dava açılışı esnasında davanın usulden reddini gerektirecek hallerden birinin varlığını ikrar etmesi halinde ne olacağı hususu ise doktrinde ve yargısal içtihatlarda tartışmalı bir konudur. Örneğin davacı atama işlemine karşı idari işlem kendisine tebliğ edilmeden öğrenme tarihini beyan ederek idari yargıda iptal davası açtı, dava lehine sonuçlandı ve atama işlemi iptal edildi ancak bu esnada davacı atamasının yapılmasının kendisi için daha iyi olacağına kanaat getirdi ancak davadan feragat etmesi de fayda etmiyor zira ortada gerçekten hukuka veya usule aykırı bir atama işlemi mevcut. Bu durumda davacının öğrenme tarihi konusunda yalan beyanda bulunduğunu esasında davaya konu işlemden davayı açmadan 61 gün önce haberdar olduğunu beyan ederse mahkeme bu durumda ne karar vermelidir?

Öncelikle davacının neden feragat ile davasını geri çekemeyeceği hususuna açıklık getirelim. Danıştay 13. Daire’si yakın zamanda vermiş olduğu bir kararında[ix] iptal davalarının, idari işlemlerin hukuka uygun olup olmadığının tespitini yaparak hukukun üstünlüğünün sağlanmasına, idarenin hukuka bağlılığının belirlenmesine ve böylece hukuk devleti ilkesinin tecelli etmesi işlevine haiz olduğunu belirtmiştir. Bu nedenle, iptal davalarında feragatin farklı bir değerlendirmeye tabi tutulması gerektiğini işaret ederek kamu menfaatini ilgilendiren davalarda karar sonucunun genele etkili olması dolayısıyla davadan feragatin hüküm ve sonuçlarının sadece davacı üzerinde değil kamu menfaati üzerinde de doğrudan etkisi olduğunu belirtmiştir. Danıştay, bu noktada bireysel yarar ve kamu yararı kavramlarının irdeleyerek dava sonucunda etkilenecek menfaatlerin belirlendikten sonra feragat ile ilgili kararın verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bireysel yararın olduğu bir işlem söz konusu olduğunda feragat halinde doğacak durumdan sadece kişi menfaati etkileneceğinden bu durumda kişinin kendi ile ilgili her türlü kararı özgür iradesi ile verebileceğini belirtmiştir. Dolayısı ile bu durumda, sadece davacının talebi ile feragat hakkında bir karar verilmesinde sorun olmayacağını söylemiştir. Ancak Danıştay, davanın bireysel menfaat gözetilerek açılmasına rağmen, davanın sonucu kamuyu ilgilendiren, kamu yararı özelliği olan objektif bir nitelik taşıyorsa bu durumda davacının feragat yönündeki iradesinin tek başına bir sonuç doğurmayacağına karar vermiştir.[x]

Sonuç olarak İdari yargıda ikrarın feragat yerine kullanılmasının amaçlandığı durumlarda feragate ilişkin sınırlandırıcı yaklaşımın, gerekli olduğu takdirde ikrar bakımından da tatbik edilmesinin gerekli olduğu kabul edilmektedir.[xi] Yani davacının davasının sadece kendi bireysel menfaatini ilgilendirmesi hallerinde ikrar ile davanın usuli şartlar yerine getirilmediği için reddi mümkünken davacının davası sadece bireysel menfaatini değil aynı zamanda kamu menfaatini de ilgilendiriyorsa bu durumda mahkeme Danıştay içtihatlarında olduğu gibi hukuk devleti ilkesinin tecellisi adına davanın esası hakkında bir karar vermelidir.

----------------

[i] Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6.Baskı Cilt:2, Ankara 2001, sayfa:2037

[ii] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2013/2338 E., 2015/1499 K. 05.06.2015 T.

[iii] Yücel Oğurlu, “Danıştay Kararları Işığında İdari Yargılama Usulünde Re’sen Araştırma İlkesi”, A.Ü. Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi, C. 2, sy. 1, 1998, s. 130

[iv] Melikşah Yasin, İdari Yargılama Usulünde İspat, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2015, s. 90-91

[v] Sıddık Sami Onar, İdare Hukukunun Umumi Esasları, C. 3, 3. bs., İstanbul, İsmail Akgün Matbaası, 1966, s. 1980;

[vi] Melikşah Yasin, İdari Yargılama Usulünde İspat, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2015, s. 97

[vii] Melikşah Yasin, İdari Yargılama Usulünde İspat, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2015, s. 102

[viii] Melikşah Yasin, İdari Yargılama Usulünde İspat, İstanbul, On İki Levha Yayıncılık, 2015, s. 104

[ix] Danıştay 13.Dairesi 08.07.2019 gün ve E.2018/4184, K.2019/2422 sayılı kararı.

[x] https://www.rekabet.gov.tr/Safahat?safahatId=bafcfce6-0864-48d2-9c03-0c77f997d622

[xi] Didem Birbir Efendioğlu, İdari Yargılama Hukukunda İspat Standardı, Yüksek Lisans Tezi, sayfa 95