Eski özel yetkili ağır ceza mahkemelerine, 5 Temmuz 2012 tarihine kadar gördükleri davalara devam etme yetkisi tanıyan hüküm kalkar mı? Esasında bu hüküm hiç olmamalı idi. Türk Hukuku özel-genel mahkeme ayırımına son verecekse, eski özel yetkili mahkemelerin yetkisinin devamına dayanak olan geçici 2. maddenin 4. fıkrası ile terör mahkemelerini kuran düzenleme, 6352 sayılı Kanunda yer almamalı idi. Ancak olmadı, hata yapıldı, şimdi bu hatadan dönülmeye çalışılmaktadır.

Ancak bir engel var, o da kamuoyunda “Ergenekon Davası” adı ile bilinen davanın Yerel Mahkeme aşaması 5 Ağustos 2013 tarihinde bitmiş, fakat aradan geçen altı aylık süreye rağmen henüz gerekçeli karar tamamlanamamıştır. Birçok tutuklunun bulunduğu dosyanın gerekçeli kararının tamamlanıp, dava dosyasının temyiz incelemesi için Yargıtay’a gönderilmesi gerekmektedir.

Gerekçeli karar olmadığı için gerekçeli temyiz dilekçeleri yazılamadığı gibi, dosyanın temyiz inceleme süreci de başlayamamaktadır. Bu hususunun bir diğer yansıması, kanaatimizce geçici 2. maddenin 4. fıkrasının yürürlüğüne son verilmesinde kendisini göstermektedir. Çünkü bu hüküm kaldırıldığında, Ergenekon Davası ile ilgili kararı veren Mahkeme ve Heyetin görev ve yetkisi son bulacak, gerekçeli kararın yazımı da tamamlanamayacaktır. Yeni mahkeme ve heyet, duruşma ve celselerine katılmadığından, yargılamasını yapmadığı bir dava ile ilgili gerekçeli kararı yazmaz. Bu durumda, ya gerekçeli kararın yazılması beklenecek ya da gerekçeli karar yazımı aşamasında olan davalar için, yine geçici bir hükümle eski mahkeme ve heyetlere yetki tanınacaktır. Bir hukuk devletinde bu tür sorunlar yaşanmamalı, adalet gecikmemeli, tutukluluk ve yargılama süreleri uzamamalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti; “yargı birliği” ilkesine uygun adımlar atıp, genel-özel mahkeme anlayışı yerine, işbölümü ve uzmanlık esasına dayalı mahkemelere kavuşup bu konuda iyiniyetini ortaya koyduğunda, ceza yargılaması alanında; uzun tutukluluk, uzun yargılama, görevsizlik ve yetkisizlik kararları ile yargılamaların uzaması, “suç örgütü”, “teknik takip” gibi kavramların aşırı kullanılması, sürekli kanun değişikliği şeklinde yaşanan kronik sorunların çözüleceğini, savunma hakkının korunacağını, insanların teknik takip paranoyasından bir nebze olsun kurtulacağını, kararlarda somut gerekçelere yer verilip gerçek hukukilik denetimine geçileceğini ifade etmek isteriz.

En önemlisi de, bireyi örgüt suçlaması altında özel soruşturma ve kovuşturma yöntemleri ile yargılanması gereken makamın önüne çıkmasını engelleyen hukuka aykırı ve sübjektif uygulamalara son verileceğine inanmaktayız. Tüm bunları sadece ümit etmemeli, aynı zamanda birey ve toplum olarak istemeliyiz.

Kişi hak ve hürriyetlerine müdahale özelliği taşıyan teknik takip yöntemlerinde, Anayasa ve kanunlara uygunluk mutlaka sağlanmalı, hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen delillere göz yumulmamalı,  hukuk devletinde usul esasa feda edilmemeli, polis devleti mantığı ile hareket edilmemeli, gerek mağdur ve gerekse suçlananın hak ve hürriyetleri korunmalıdır. Devletçi ve otoriter anlayışa dayalı, hukukun evrensel ilke ve esaslarını gözetmeyen yargılama yöntemlerinin fayda sağlamadığı, insanları mutlu etmeyip, adalette yaşanan sorunları artırdığı ortadadır.

Sonuç olarak;
insanları ve hukuk düzenini memnun edecek çözümler belki birdenbire bulunmayacak, ancak bir noktadan başlamanın ve Ülkeye adaleti hakim kılmanın vakti gelmiştir. Çünkü ekmek, su ve hava gibi bir ihtiyaç olan hukuk düzeni ve adalet, çok fazla karmaşayı, huzursuzluğu ve istikrarsızlığı kaldırmaz.

Özel yetkili mahkemeler ve terör mahkemeleri kaldırıldığında, birçok yazımızda işaret ettiğimiz hukuka aykırılıkların devamına da izin verilmemelidir. Ceza yargısında asıl sorun, hukuk kuralı eksikliğinden değil uygulamadan kaynaklanmaktadır. Bu hatalar sürdüğü takdirde, Türkiye’de hukuk ve adalet adına iyileşme olmaz, hatta daha da kötüye gidiş olur ve hukuka aykırılığı yapanların yalnızca adları ve yerleri değişmiş olur. Buna asla izin verilmemeli, kamu otoritesi bu değişiklikten kendisine bir pay çıkarmamalıdır. Örneğin, mahkeme, savcılık ve savunma makamları güçlendirilmeli, adli kolluk mutlaka kurulmalıdır. 

Son söz; adalet mülkün temelidir. “Kuvvetler ayrılığı” ilkesinin bir yansıması olan yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı ise vazgeçilmezimizdir. Artık hukuk kültüründe yaşanan bozulmaları düzeltmenin zamanı gelmiştir. Bir dakika bile gecikmeden, kuralların ötesinde hukuk ve adalet zihniyetimizde iyileştirmeye gitmeliyiz. Unutulmamalıdır ki, hukuk ve adalet bir gün hepimize lazım olur. Herkese adaletli, eşit ve dürüst davranalım ki, aynı muameleyi görme ve isteme hakkımız olsun.           


(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www. hukukihaber. net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)