12 Haziran 2007 gününde İstanbul ili Ümraniye ilçesinde bir evde bulunan el bombaları ile kamuoyuna yansıyan yargılama ve dava süreci, beş yılı aşkın bir sürenin ardından, nihayet Yerel Mahkemece 5 Ağustos 2013 tarihinde verilen kararla bitti. Birçok sanık terör örgütü ve Hükümete karşı darbeye teşebbüs suçlarından mahkum edilip, tutuklulukları hala devam etmektedir. 5 Ağustos 2013 tarihli kısa karar CMK m.231/1’e göre, “Duruşma sonunda, 232. maddede belirtilen esaslara göre duruşma tutanağına geçirilen hüküm fıkrası okunarak gerekçesi ana çizgileriyle anlatılır”. Bu davada da henüz kovuşturma aşaması bitmemiş ve kısa karar da CMK m.231/1 uyarınca verilmişti.

Yargılamanın biten aşaması, sadece davanın ve kovuşturmanın yerel mahkeme aşaması idi. Ortada gerekçeli karar olmadığından, henüz dava dosyasının bir kanun yolu olması sebebiyle kovuşturmadan sayılan ve sanıklık sıfatının devam ettiği temyiz incelemesi için Yargıtay’a gönderilmesi mümkün değildir. Dava dosyasının Yargıtay’a gönderilebilmesi için gerekçeli kararın yazılması, sanıklar ile avukatlarına, savcılık makamına bildirilmesi ve gerekçeli kararın aleniyet kazanması gerekir. Ancak, 5 Ağustos 2013 tarihinden bugüne kadar aradan geçen altı buçuk aylık süreye rağmen henüz gerekçeli kararın yazılıp ilan edilmediği görülmektedir.

Uygulamada “kısa karar” olarak adlandırılan “hüküm fıkrası”, son celsede açıklanan ve ne olduğu CMK m.232/6’da tanımlanan, gerekçeli karar öncesinde yerel mahkemece ulaşılan sonucun ilan edildiği bir usuldür. CMK m.232/6’ya göre; “Hüküm fıkrasında, 223 üncü maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir”. Son celsede tümü yazılıp açıklanamayan gerekçeli karar yerine, sadece hüküm fıkrası ilan edilmek suretiyle dava sonuçlandırılır ve gerekçeli kararda CMK m.232/3’de öngörülen sürede yazılıp dosyasına koyulur.

“Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar” başlıklı CMK m.232/3’e göre, “Hükmün gerekçesi, tümüyle tutanağa geçirilememişse, açıklanmasından itibaren en geç onbeş gün içinde dava dosyasına koyulur”. Bu hükümden anlaşılan, yukarıda yer verdiğimiz CMK m.231/1 uyarınca verilen davanın yerel mahkeme sonucuna ilişkin kısa kararın gerekçesinin ne kadar sürede yazılıp, bitirileceğidir. Uygulamada, birçok davada karar celsesinde gerekçeli karar açıklanamadığı gibi, birçok davada da kısa kararın ilanından itibaren en geç on beş gün içinde de gerekçeli karar yazılıp dava dosyasına koyulamadığı bilinmektedir. Ancak bu gecikme, özellikle tutuklu sanıkların bulunduğu dava dosyalarında aylarca da devam etmemelidir. Makul sürede yargılanma hakkı herkese ait olmakla beraber, öncelikle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından yoksun bırakılan tutuklu sanıklara aittir.

Anayasa m.138/1’e göre, “Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler”. Anayasa m.141/3 ve CMK m.34’de ise, hakim ve mahkeme kararlarının gerekçeli olarak yazılacağı net bir şekilde ifade edilmiştir. Mevcut durumda, CMK m.232/3’ün tartışmasız hükmüne rağmen, kamuoyunda “Ergenekon Davası” adı ile bilinen yargılamanın gerekçeli kararının yazımının henüz tamamlanmadığı anlaşılmaktadır. Kamuoyunu ilgilendiren bu davada birçok sanığın tutuklu olması sebebiyle, kovuşturmanın tüm aşamaları dahil yargılamanın makul sürede bitirilmesi, böylece maddi hakikate ve adalete ulaşılması gerektiğini ifade etmek isteriz.

Unutulmamalıdır ki, bir davanın temyiz aşaması bitinceye kadar sanığın masumiyet/suçsuzluk karinesi devam eder. Türk Hukuku’nun yaşadığı en önemli sorunlardan birisi de, açık Anayasa ve kanun hükümlerine rağmen hukuk kurallarının gereği gibi uygulanmamasıdır. Örneğin, kişi hak ve hürriyetlerini yakından ilgilendiren, telefon dinleme, teknik araçlarla izleme, arama, elkoyma, yakalama, gözaltına alma, tutuklama, soruşturmanın gizliliği tedbirlerine ilişkin taleplerde ve bu talepler doğrultusunda verilen kararlarda da somut gerekçe yokluğunun yaşandığı bilinmektedir.

Elbette bir hukuk devletinde insanlar, gerçekten hukuk kuralı ilke ve esasları var mı, tüm bireylere eşit uygulanıyor mu, yoksa biz mi var sanıyoruz diye merak etmektedir. Oysa “kuvvetler ayrılığı” ilkesinin geçerli olduğu bir yerde, yasama organı yargı kararları ile yargı mensupları da hukuk kuralları ile bağlıdır. Bunların tepesinde, elbette hukukun evrensel ilke ve esasları bulunmaktadır.

Kanaatimce, biz hukukçular da deyim yerinde ise iğneyi biraz da kendimize batırmalıyız. Türkiye Cumhuriyeti, bir hukuk devletidir. Hukuk kuralı iyi değilse, değiştirilebilir veya mücbir sebebin varlığı ortaya koyularak insanlar ve toplum bilgilendirilir. Bunun dışında, mevcut Anayasa ve kanunlar uygulanmak zorundadır.

Basmakalıp sözler, somut gerekçeden yoksun soyut talepler ve kararlar ile açık hukuk kurallarına uymama ve buna rağmen bilgi vermeme ve sorumlu olmama, bir hukuk devletine yakışmamaktadır. Gerek uygulamacıların ve gerekse yargılama taraflarının kim ve hangi konular olduğunun farklılığı gözetilmeksizin, hukuk kurallarına uygun ve yeknesak talep ve kararlara geçmemiz şarttır. Aksi halde, gerek hukuk kurallarına ve gerekse uygulamaya karşı zaten zayıflamış olan toplumsal inancın kaybolma ihtimali ortaya çıkacaktır.

Özetle; “Ergenekon Davası” adı ile bilinen yargılamanın gerekçeli kararının neden geciktiği, CMK m.232/3’ün ve yukarıda kısaca bahsettiğimiz ilke ve esasların açıklığına rağmen neden bu zamana kadar bitirilemediğinin açıklaması yapılmalıdır. Unutulmamalıdır ki, herkes yargılanabilir. Önemli olan, bu yargılamanın önyargıya mahal vermeyecek şekilde, başta hukukun evrensel ilke ve esasları olmak üzere usul kurallarına uygun tamamlanmasıdır. Bu konuda yapılan hata ve eksikliklerin bedeli, hak ve hürriyetleri kısıtlanan şüpheli veya sanıklara yüklenemez. Yargılamanın süjesi yapılan sanık peşinen suçlu görülemez ve suçlu muamelesine maruz bırakılamaz. Hukuk devletinin en büyük özelliği; keyfiliğin ortadan kaldırılması, tüm bireyler için eşit ve yeknesak uygulamaların varlığı, denetim ve herkesten hesap sorulabilir olmasıdır.

(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan Şen tarafından www. hukukihaber. net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)