Prof. Dr. Ersan Şen
Av. Ertekin Aksüt
1. Genel Açıklamalar
Türk Ceza Kanunu m.157’de tanımlanan dolandırıcılık suçu; hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kişinin kendisine veya başkasına yarar sağlamasıdır. Bu halde fail hakkında, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ve beş bin güne kadar adli para cezası uygulanacaktır.
Dolandırıcılık suçunda fail; hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, yani iradesini esaslı şekilde hataya düşürüp, yapmayacağı bir şeyi yaptırmak veya vermeyeceği bir şeyi verdirmek suretiyle onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına yarar sağlamaktadır. Bu bakımdan dolandırıcılık suçu, kişilerin malvarlığına karşı işlenen bir suçtur. Bu suçla korunan hukuki yarar kişinin mülkiyet hakkıdır.
2. Dolandırıcılık Suçunda Hile
Çok hareketli suç görüntüsü taşıyan dolandırıcılık suçunun oluşumu açısından birden fazla fiilin gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu hareketlerden ilkini aldatıcı nitelik taşıyan hareketler, yani hile oluşturmaktadır. Aldatıcı nitelik taşıyan hareketlerle, kişiler arasındaki ilişkilerde var olması gereken iyiniyet ve güven duygusuna aykırı hareket edilerek kişinin irade özgürlüğü ihlal edilmekte ve irade serbestisi etki altında bırakılmaktadır. Bu halde mağdurun, failin hileli hareketleri neticesinde iradesi sakatlanmakta ve mağdur, failin yarar sağlamasına rıza göstermektedir. Burada mağdurun iradesi; özgür bir irade olmayıp, failin hileli hareketleri ile sakatlanmaktadır.
157. maddenin gerekçesinde de belirtildiği üzere, dolandırıcılık suçunda aldatıcı nitelik taşıyan hareketlerle, kişiler arasındaki ilişkilerde var olması gereken iyiniyet ve güven duygusuna aykırı hareket edilerek kişinin irade özgürlüğü ihlal edilmektedir. Hile, sergileniş şekli bakımından oluşturduğu güven ortamı ile mağdurun denetim olanağını kullanmasını engellemeye elverişli olmalıdır[1].
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 24.12.2002 tarihli ve 2002/6-306 E. ve 2002/441 K. sayılı kararına göre, “(…) dolandırıcılık suçu, hile ve desiseler yaparak bir kişiyi hataya düşürüp onun veya başkasının zararına, kendisine veya bir başkasına haksız çıkar sağlamaktır. Bu suç iki konulu bir cürüm olup, malvarlığı yanında kişinin irade serbestisi veya rıza özgürlüğü de korunmaktadır. Çünkü dolandırıcılık suçunda malın teslimi mağdurun rızası ile gerçekleşmekte, fakat bu teslim hile ve desise kullanılarak sakatlanmış, özgür olmayan bir iradeye dayanmaktadır”.
Hileli bir davranıştan bahsedebilmek için, failin bir durumun mevcut halinin değil, görülmesini istediği halin gerçek olarak algılanmasını sağlamak üzere aktif hareketlerde bulunması ve gerçekleştirilen hilenin belli bir ağırlığa sahip olması, ustaca gerçekleştirilmesi, iğfal kabiliyetini haiz ve yoğun olması gerekir[2]. Ayrıca hilenin, sergileniş şekli bakımından da oluşturduğu güven ortamı ile mağdurun denetim olanağını kullanmasını engellemeye elverişli olması zorunludur[3].
Dolandırıcılık suçunda, hileli hareketler mağdura yöneltilmekte ve mağdurun veya başkasının zararına olarak faile ya da bir başkasına yarar sağlanmaktadır. Dolandırıcılık suçunun unsurlarından olan zararın, failin hileli tasarrufunun doğrudan doğruya sonucu olarak gerçekleşmesi gerekir. Hileli hareketin sonucunda iradesi etkilenen ve esaslı hataya düşürülen kişinin gerçekleştireceği ödeme, teslim veya bir malı verme gibi bir hareket neticesinde maddi zarar oluşmalıdır. Bir başka ifadeyle, iğfal kabiliyetini haiz hileli hareket ile zarar ve yarar neticeleri arasında illiyet bağı olmalıdır.
Sergileniş, dokunuş ve renklendiriliş açısından mağdurun denetleme imkanını, gerçekleşen güven ortamı içinde ortadan kaldıran, belli bir ağırlık ve yoğunluğa sahip yalanı da hile kavramı içinde değerlendirmek gerekmekle birlikte, mücerret/soyut yalan hile teşkil etmez. Hilenin objektif olarak hataya düşürücü ve başkasının tasavvuru üzerinde etki doğurucu olması gerekir[4].
Yargıtay 15. Ceza Dairesi; 22.03.2012 tarihli, 2011/11753 E., 2012/32678 K. sayılı, 08.03.2012 tarihli, 2011/11578 E., 2012/31083 K. sayılı, 24.09.2012 tarihli, 2012/10174 E., 2012/41946 K. sayılı ve 14.05.2012 tarihli, 2011/13285 E., 2012/36959 K. sayılı kararlarında, dolandırıcılık suçunda aranan “hile” unsurunu şu şekilde açıklamaktadır: “Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte birtakım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Hilelin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, fiille olan ilişkisi, mağdurun durumu, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır”.
Bir eylemin hile sayılabilmesi için, bir şekilde gerçeğin gizlenmesi veya farklı gösterilmiş olması, gerçekleşmeyeni gerçekleşmiş, gerçekleşeni gerçekleşmemiş gibi göstermek veya gerçekleşene başka unsurlar eklemek gerekmektedir. Olduğundan farklı gösterme eyleminin sonucu olarak da, kişinin iradesi sakatlanmalıdır. Mağdur bu hileden dolayı, rıza göstermeyeceği bir konuya rıza göstermeli, yapmayacağı bir şeyi yapmalıdır.
Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 23.06.2016 tarihli, 2016/1122 E., 2016/6675 K. sayılı kararında; “Evli olan sanıkların, yurt dışı seyahatlerinde bulunan katılan şirkete, indirimli uçak bileti verme taahhüdünde bulunup bu hususta katılan şirket ile anlaştıkları, bir süre bu anlaşma çerçevesinde indirimli uçak bileti satarak güven ortamı sağladıkları, ancak daha sonra katılan şirket tarafından, indirimli uçak bileti almak için sanık (…)’nın banka hesabına 27.03.2007 tarihinde 5.918 TL, 29.03.2007 tarihinde 12.398 TL ve 02.10.2007 tarihinde 16.654 TL yatırılmasına rağmen, indirimli biletleri şirkete göndermedikleri gibi aldıkları paraları da iade etmedikleri (…) olayda, sanık (…) ile katılan şirket arasında suç tarihinden önce yaklaşık bir yıl süre ile indirimli uçak bileti temini konusunda işlemler yapıldığı, zaman zaman aksaklıklar olmasına rağmen bu ticari ilişkilerinin devam ettiği, ayrıca ortada hile teşkil eden bir eylemin bulunmadığının anlaşılması karşısında, eylemin taraflar arasında hukuki ihtilaf mahiyetinde olması, nitelikli dolandırıcılık suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçeleriyle verilen beraat kararında bir isabetsizlik görülmemiştir.” ifadeleri kullanılarak Yerel Mahkeme kararı onanmıştır.
3. Dolandırıcılık Suçunda Kast
Bir eylemin dolandırıcılık suçunu oluşturması ve bu nedenle basit bir Özel Hukuk meselesi sayılmaması için en başından, “iter criminis” adı verilen suç yoluna girilmeden ve icra hareketlerine başlanmadan önce fail veya faillerin hileli hareketler kurgulaması, bu kurgu ile mağdura yapmayacağı tasarrufu yaptırması, almayacağı kararı aldırması, yani mağdurun iradesinin bu hileli hareketlerle esaslı şekilde sakatlanması gerekir. Dolandırıcılık suçunda mağduru aldatma ve onu esaslı bir hataya düşürme kastı baştan gerçekleşmeli, aldatma kastı, hileyi oluşturan hareketten önce veya onunla aynı anda mevcut olmalıdır.
Yeri gelmişken, dolandırıcılık suçunun manevi unsurunda genel kastın varlığı yeterlidir. Dolandırıcılık suçunun işlenmesinde kanun koyucu; saike önem vermeyip, “genel kast” olarak nitelendirdiğimiz suç işleme kastının failde varlığının tespitini yeterli görmüştür. Failin kendisine yarar sağlayacağını bilmesi ve istemesi, özel değil genel kast kapsamında değerlendirilmelidir. Bir başka ifadeyle, dolandırıcılık suçunda haksız yarar sağlamaya elverişli hileli hareketler özel kastın varlığını göstermez.
Dolandırıcılık suçunun unsurlarını tanımlayan TCK m.157’nin gerekçesinin kastla ilgili kısmına göre, “Dolandırıcılık suçu, kasten işlenebilen bir suçtur. Burada sözkonusu olan kast, dolandırıcılık suçunun maddi unsurlarının hepsinin fail tarafından bilinmesini ifade etmektedir. Bir başka ifadeyle, fail gerçekleştirdiği davranışların hile teşkil ettiğini, başka birini aldatıcı nitelikte olduğunu bilmelidir. Ayrıca fail; bu hileli davranışlar sonucunda bunların etkisiyle, hileye maruz kalan kişinin veya başkasının malvarlığında bir eksilme meydana geldiğini, zarar gördüğünü ve buna karşılık, kendisinin veya sair bir kişinin malvarlığında bir artma meydana geldiğini bilmelidir. Bu itibarla, fail, mağdurun malvarlığındaki eksilmenin, mağdurun gördüğü zararın kendi hileli davranışları sonucunda meydana geldiğini bilmelidir; hile ile zarar arasındaki illiyet bağının varlığının bilincinde olmalıdır. Belirtilen hususlara ilişkin kast; doğrudan kast olabileceği gibi, olası kast da olabilir”.
Görüleceği üzere kanun koyucu; dolandırıcılık suçunun genel kastla işlemeye elverişli olduğunu, suçun manevi unsurunun tamamlanmasında saike, yani faili suça iten nedene ve dolayısıyla özel kasta önem verilmediğini, hatta “olası/muhtemel kast” olarak adlandırılan, hareketin bilerek ve istenerek yapılıp da ondan doğacak neticeyi öngörülerek göze alındığı, bir başka ifadeyle failin “olursa olsun” diyerek kabullendiği eylemde de dolandırıcılık suçun işlemeye yeterli kastın varlığını kabul etmiştir. Bizce dolandırıcılık suçu kast tekniği açısından olası kasta elverişli değildir. Fail, genel suç işleme kastı ile de olsa mağduru dolandırmayı ister veya istemez. Bunun dışında failden, bilerek ve isteyerek yaptığı hareketle iradesi fesada uğrayan mağdurun dolandırılması beklenemez. Ancak bir başka düşünceye göre; fail, mağduru açıkça dolandırmayı istemez ve yaptığı bir hileli hareketten dolayı kandırma gerçekleşip de kendi yararına ve mağdurun zararına sonuç doğduğunda, bunu önlemeye yönelik tedbirleri de hiç almaksızın gerçekleşen sonucu kabul etmişse, bu durumda olası/muhtemel kastla dolandırıcılık suçunu işleneceği ileri sürülebilir.
Dolandırıcılık suçunun varlığından bahsedilebilmesi için aranan, aldatmaya yönelik hileli hareketin önce icra edilmesi ve mağdurun iddia ettiği zararın da bunun sonucunda doğması şartlarının oluşmadığı; bir başka ifadeyle, önceden doğmuş bir zarar veya doğmuş bir borç için hileli hareketlerde bulunulduğu durumda, zarar veya borç hileli hareketler neticesinde doğmamış olacağından, dolandırıcılık suçu da oluşmayacaktır. Failin aldatma kastı, hileyi oluşturan hareketten önce veya onunla aynı anda var olmalıdır; sonradan ortaya çıkan kast, dolandırıcılığı oluşturmaz.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 03.03.1998 tarihli ve 1998/6-8 E., 1998/69 K. sayılı kararına göre; “TCK’nın 503/1. maddesinde yazılı dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; bir kimsenin iyiniyetinden yararlanarak kandırıcı nitelikteki hile ve desiselerle onu yanıltıp kendisine veya bir başkasına haksız çıkar sağlanması gerekir. Kullanılan hile ve desiseler ile mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu haksız bir çıkar sağlanmalı, mağdur veya bir başkasına zarar verilmelidir. Dolandırıcılık suçuna ilişkin bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi, mağdur veya bir başkasına verilen zarar, sanığın hileli söz ve davranışlarından sonra ve bu nitelikteki söz ve davranışların sonucu oluşmalıdır. Önceden oluşmuş bir zarar veya doğmuş bir borç için, sanığın müştekiye karşı hileli davranışlarda bulunması halinde, dolandırıcılık suçu oluşmaz; zira karşı taraf, zararın veya alacağının varlığından haberdar olup zarar veya borç, kandırıcı nitelikteki davranışlar sonucu oluşmamıştır”.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 12.06.2001 tarihli ve 2001/6-118 E., 2001/124 K. sayılı kararına göre ise; “(…) dolandırıcılık suçu, hile ve desise kullanarak fesada uğratılan iradeyle malın tesliminin sağlanmış olması karşısında oluşur. Taraflar bir hukuki işlemi gerçekleştirmek isterken, failin yoğun olan kastının açığa çıkışında hile ve desiseler olmalı ve mağdurun rızası bu hile ve desiseler ile ifsat edilmiş olmalıdır”.
Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 02.07.2014 tarihli, 2012/20974 E., 2014/13080 K. sayılı kararına göre; “Sanığın, suç tarihinden önce katılandan hayvan alarak katılana 6.000 TL borçlandığı, borcunun tamamını zamanında ödemeyince bu kez katılana suça konu 4.750 TL bedelli çeki verdiği, katılan çekin verildiği anda bankaya sorduğunda çekin çalıntı olduğunun bildirildiği, müşteki banka yazısına göre, İstanbul'daki şubeden Sivas'a gönderilen birçok müşteri hesabına bastırılan yirmi dört adet çekin kaybolduğunun bildirildiği, böylece sanığın çalıntı çekleri kullanarak resmi belgede sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediğinin iddia edildiği olayda, (…) Sanığın, katılana çek vermeden önce borçlandığı, bu borcun ödenmemesi üzerine, suça konu çeki verdiği, bu sebeple baştan dolandırıcılık kastıyla hareket etmediği dikkate alınarak ve sanığın, önceden doğmuş bir zarar veya doğmuş bir borç için hileli davranışlarda bulunması halinde zarar veya borç, kandırıcı nitelikteki davranışlar sonucu doğmayacağından dolandırıcılık suçunun oluşmayacağının anlaşılması karşısında, sanığın 5271 sayılı CMK'nın 223/2-a maddesi gereğince beraatına karar verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi” bozma nedenidir.
Yargıtay kararlarından da anlaşılacağı üzere, dolandırıcılık isnadı altında bulunan şahısların maddi menfaat teminlerinde dolandırma kastı ile hareket etmemeleri ve mağduru hileli hareketlerle aldatmamaları durumunda, başka bir anlatımla hileli hareketi ile maddi menfaat temini arasında illiyet bağı olmaması ve dolandırıcılık kastı ile maddi menfaat elde edilmemesi durumunda, dolandırıcılık suçunun oluştuğundan söz edilemeyecektir.
Madde gerekçesinde de; failin, mağdurun malvarlığında olan eksilmenin, mağdurun gördüğü zararın kendi hileli davranışları sonucunda meydana gelmediğini bilmesi ve hile ile zarar arasında bulunan illiyet bağının bilincinde olması gerektiği ifade edilmiştir. Aksi takdirde faile, suçun manevi unsuru yokluğu uyarınca ceza verilemeyecektir.
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
------------------------------------------------------
[1] TCK m.157’nin gerekçesinde konuya ilişkin olarak; “Hile, icrai bir davranışla gerçekleştirilebileceği gibi; karşı tarafın içine düştüğü hatadan, bir konuda yanlış bilgi sahibi olmasından yararlanarak da, yani ihmali davranışla da, gerçekleştirilebilir. Ancak bu durumda kişinin, hataya düşen karşı tarafı bilgilendirmek hususunda yükümlülüğünün olması gerekir. Hataya düşen kişi ile hukuki ilişkide bulunulan durumlarda, böyle bir yükümlülük vardır. Ayrıca, muhatabın belli bir husustaki hatası karşısında kişinin ihmali davranışının, örneğin susmasının, beyan veya açıklama değerini taşıması gerekir.” ifadeleri kullanılmıştır.
[2] Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 27.04.2004 tarihli ve 2004/6-85 E., 2004/104 K. sayılı kararına göre; “Hile, maddi olmayan yollarla karşısındakini aldatan, yanılgıya düşüren, düzen, dolap, oyun, entrika vb. her türlü eylemdir. Bu eylemler bir gösteriş biçiminde olabileceği gibi, gizli davranışlar olarak da ortaya çıkabilir. Gösterişte, fail sahip bulunmadığı olanaklara ve sıfata sahip olduğunu bildirmekte, gizli davranışta ise kendi durum veya sıfatını gizlemektedir. Desise ise, maddi nitelikte fiil ve hareketlerle mağduru hataya düşürmede kullanılan vasıtadır. Yasamız yalanı, belirli bir takım şekiller altında yapıldığı ve kamu düzenini bozacak nitelikte bulunduğu hallerde cezalandırmaktadır. Böyle olunca hukuki işlemlerde, sözleşmelerde bir kişi mücerret yalan söyleyerek diğerini aldatmış bulunuyorsa bu basit şekilde aldatma, ceza yaptırımını gerektirmez (…)
Dolandırıcılık suçunun unsurunu oluşturan hile ve desiseyi şu şekilde tanımlamak mümkündür: Olaylara ilişkin yalan açıklamaların ve sarf edilen sözlerin doğruluğunu kuvvetlendirecek ve böylece muhatabın inceleme eğilimini etkileyebilecek yoğunluk ve güçte olması ve bu bakımdan gerektiğinde birtakım dış hareketler ekleyerek veya böylece var olan halden ve koşullardan yararlanarak, almayacağı bir kararı bir kimseye verdirtmek suretiyle onu aldatması, bu suretle başkasının zihin, fikir ve eylemlerinde bir hata meydana getirmesidir. Böylece dolandırılanın iradesi fesada uğratılmakta, sakatlanmaktadır”.
[3] Nur Centel - Hamide Zafer - Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, Cilt:1, Beta Basım, İstanbul, 2007, s.453.
[4] Mehmet Emin Artuk - Ahmet Gökcen - Caner Yenidünya, Türk Ceza Kanunu Şerhi, 4. Cilt, 2. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara, 2014, s.5156.
Av. Ertekin Aksüt
1. Genel Açıklamalar
Türk Ceza Kanunu m.157’de tanımlanan dolandırıcılık suçu; hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kişinin kendisine veya başkasına yarar sağlamasıdır. Bu halde fail hakkında, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ve beş bin güne kadar adli para cezası uygulanacaktır.
Dolandırıcılık suçunda fail; hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, yani iradesini esaslı şekilde hataya düşürüp, yapmayacağı bir şeyi yaptırmak veya vermeyeceği bir şeyi verdirmek suretiyle onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına yarar sağlamaktadır. Bu bakımdan dolandırıcılık suçu, kişilerin malvarlığına karşı işlenen bir suçtur. Bu suçla korunan hukuki yarar kişinin mülkiyet hakkıdır.
2. Dolandırıcılık Suçunda Hile
Çok hareketli suç görüntüsü taşıyan dolandırıcılık suçunun oluşumu açısından birden fazla fiilin gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu hareketlerden ilkini aldatıcı nitelik taşıyan hareketler, yani hile oluşturmaktadır. Aldatıcı nitelik taşıyan hareketlerle, kişiler arasındaki ilişkilerde var olması gereken iyiniyet ve güven duygusuna aykırı hareket edilerek kişinin irade özgürlüğü ihlal edilmekte ve irade serbestisi etki altında bırakılmaktadır. Bu halde mağdurun, failin hileli hareketleri neticesinde iradesi sakatlanmakta ve mağdur, failin yarar sağlamasına rıza göstermektedir. Burada mağdurun iradesi; özgür bir irade olmayıp, failin hileli hareketleri ile sakatlanmaktadır.
157. maddenin gerekçesinde de belirtildiği üzere, dolandırıcılık suçunda aldatıcı nitelik taşıyan hareketlerle, kişiler arasındaki ilişkilerde var olması gereken iyiniyet ve güven duygusuna aykırı hareket edilerek kişinin irade özgürlüğü ihlal edilmektedir. Hile, sergileniş şekli bakımından oluşturduğu güven ortamı ile mağdurun denetim olanağını kullanmasını engellemeye elverişli olmalıdır[1].
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 24.12.2002 tarihli ve 2002/6-306 E. ve 2002/441 K. sayılı kararına göre, “(…) dolandırıcılık suçu, hile ve desiseler yaparak bir kişiyi hataya düşürüp onun veya başkasının zararına, kendisine veya bir başkasına haksız çıkar sağlamaktır. Bu suç iki konulu bir cürüm olup, malvarlığı yanında kişinin irade serbestisi veya rıza özgürlüğü de korunmaktadır. Çünkü dolandırıcılık suçunda malın teslimi mağdurun rızası ile gerçekleşmekte, fakat bu teslim hile ve desise kullanılarak sakatlanmış, özgür olmayan bir iradeye dayanmaktadır”.
Hileli bir davranıştan bahsedebilmek için, failin bir durumun mevcut halinin değil, görülmesini istediği halin gerçek olarak algılanmasını sağlamak üzere aktif hareketlerde bulunması ve gerçekleştirilen hilenin belli bir ağırlığa sahip olması, ustaca gerçekleştirilmesi, iğfal kabiliyetini haiz ve yoğun olması gerekir[2]. Ayrıca hilenin, sergileniş şekli bakımından da oluşturduğu güven ortamı ile mağdurun denetim olanağını kullanmasını engellemeye elverişli olması zorunludur[3].
Dolandırıcılık suçunda, hileli hareketler mağdura yöneltilmekte ve mağdurun veya başkasının zararına olarak faile ya da bir başkasına yarar sağlanmaktadır. Dolandırıcılık suçunun unsurlarından olan zararın, failin hileli tasarrufunun doğrudan doğruya sonucu olarak gerçekleşmesi gerekir. Hileli hareketin sonucunda iradesi etkilenen ve esaslı hataya düşürülen kişinin gerçekleştireceği ödeme, teslim veya bir malı verme gibi bir hareket neticesinde maddi zarar oluşmalıdır. Bir başka ifadeyle, iğfal kabiliyetini haiz hileli hareket ile zarar ve yarar neticeleri arasında illiyet bağı olmalıdır.
Sergileniş, dokunuş ve renklendiriliş açısından mağdurun denetleme imkanını, gerçekleşen güven ortamı içinde ortadan kaldıran, belli bir ağırlık ve yoğunluğa sahip yalanı da hile kavramı içinde değerlendirmek gerekmekle birlikte, mücerret/soyut yalan hile teşkil etmez. Hilenin objektif olarak hataya düşürücü ve başkasının tasavvuru üzerinde etki doğurucu olması gerekir[4].
Yargıtay 15. Ceza Dairesi; 22.03.2012 tarihli, 2011/11753 E., 2012/32678 K. sayılı, 08.03.2012 tarihli, 2011/11578 E., 2012/31083 K. sayılı, 24.09.2012 tarihli, 2012/10174 E., 2012/41946 K. sayılı ve 14.05.2012 tarihli, 2011/13285 E., 2012/36959 K. sayılı kararlarında, dolandırıcılık suçunda aranan “hile” unsurunu şu şekilde açıklamaktadır: “Hile nitelikli bir yalandır. Fail tarafından yapılan hileli davranış belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun inceleme olanağını ortadan kaldıracak nitelikte birtakım hareketler olmalıdır. Kullanılan hileli davranışlarla mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya bir başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır. Hilelin kandırıcı nitelikte olup olmadığı olaysal olarak değerlendirilmeli, olayın özelliği, fiille olan ilişkisi, mağdurun durumu, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmalıdır”.
Bir eylemin hile sayılabilmesi için, bir şekilde gerçeğin gizlenmesi veya farklı gösterilmiş olması, gerçekleşmeyeni gerçekleşmiş, gerçekleşeni gerçekleşmemiş gibi göstermek veya gerçekleşene başka unsurlar eklemek gerekmektedir. Olduğundan farklı gösterme eyleminin sonucu olarak da, kişinin iradesi sakatlanmalıdır. Mağdur bu hileden dolayı, rıza göstermeyeceği bir konuya rıza göstermeli, yapmayacağı bir şeyi yapmalıdır.
Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 23.06.2016 tarihli, 2016/1122 E., 2016/6675 K. sayılı kararında; “Evli olan sanıkların, yurt dışı seyahatlerinde bulunan katılan şirkete, indirimli uçak bileti verme taahhüdünde bulunup bu hususta katılan şirket ile anlaştıkları, bir süre bu anlaşma çerçevesinde indirimli uçak bileti satarak güven ortamı sağladıkları, ancak daha sonra katılan şirket tarafından, indirimli uçak bileti almak için sanık (…)’nın banka hesabına 27.03.2007 tarihinde 5.918 TL, 29.03.2007 tarihinde 12.398 TL ve 02.10.2007 tarihinde 16.654 TL yatırılmasına rağmen, indirimli biletleri şirkete göndermedikleri gibi aldıkları paraları da iade etmedikleri (…) olayda, sanık (…) ile katılan şirket arasında suç tarihinden önce yaklaşık bir yıl süre ile indirimli uçak bileti temini konusunda işlemler yapıldığı, zaman zaman aksaklıklar olmasına rağmen bu ticari ilişkilerinin devam ettiği, ayrıca ortada hile teşkil eden bir eylemin bulunmadığının anlaşılması karşısında, eylemin taraflar arasında hukuki ihtilaf mahiyetinde olması, nitelikli dolandırıcılık suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçeleriyle verilen beraat kararında bir isabetsizlik görülmemiştir.” ifadeleri kullanılarak Yerel Mahkeme kararı onanmıştır.
3. Dolandırıcılık Suçunda Kast
Bir eylemin dolandırıcılık suçunu oluşturması ve bu nedenle basit bir Özel Hukuk meselesi sayılmaması için en başından, “iter criminis” adı verilen suç yoluna girilmeden ve icra hareketlerine başlanmadan önce fail veya faillerin hileli hareketler kurgulaması, bu kurgu ile mağdura yapmayacağı tasarrufu yaptırması, almayacağı kararı aldırması, yani mağdurun iradesinin bu hileli hareketlerle esaslı şekilde sakatlanması gerekir. Dolandırıcılık suçunda mağduru aldatma ve onu esaslı bir hataya düşürme kastı baştan gerçekleşmeli, aldatma kastı, hileyi oluşturan hareketten önce veya onunla aynı anda mevcut olmalıdır.
Yeri gelmişken, dolandırıcılık suçunun manevi unsurunda genel kastın varlığı yeterlidir. Dolandırıcılık suçunun işlenmesinde kanun koyucu; saike önem vermeyip, “genel kast” olarak nitelendirdiğimiz suç işleme kastının failde varlığının tespitini yeterli görmüştür. Failin kendisine yarar sağlayacağını bilmesi ve istemesi, özel değil genel kast kapsamında değerlendirilmelidir. Bir başka ifadeyle, dolandırıcılık suçunda haksız yarar sağlamaya elverişli hileli hareketler özel kastın varlığını göstermez.
Dolandırıcılık suçunun unsurlarını tanımlayan TCK m.157’nin gerekçesinin kastla ilgili kısmına göre, “Dolandırıcılık suçu, kasten işlenebilen bir suçtur. Burada sözkonusu olan kast, dolandırıcılık suçunun maddi unsurlarının hepsinin fail tarafından bilinmesini ifade etmektedir. Bir başka ifadeyle, fail gerçekleştirdiği davranışların hile teşkil ettiğini, başka birini aldatıcı nitelikte olduğunu bilmelidir. Ayrıca fail; bu hileli davranışlar sonucunda bunların etkisiyle, hileye maruz kalan kişinin veya başkasının malvarlığında bir eksilme meydana geldiğini, zarar gördüğünü ve buna karşılık, kendisinin veya sair bir kişinin malvarlığında bir artma meydana geldiğini bilmelidir. Bu itibarla, fail, mağdurun malvarlığındaki eksilmenin, mağdurun gördüğü zararın kendi hileli davranışları sonucunda meydana geldiğini bilmelidir; hile ile zarar arasındaki illiyet bağının varlığının bilincinde olmalıdır. Belirtilen hususlara ilişkin kast; doğrudan kast olabileceği gibi, olası kast da olabilir”.
Görüleceği üzere kanun koyucu; dolandırıcılık suçunun genel kastla işlemeye elverişli olduğunu, suçun manevi unsurunun tamamlanmasında saike, yani faili suça iten nedene ve dolayısıyla özel kasta önem verilmediğini, hatta “olası/muhtemel kast” olarak adlandırılan, hareketin bilerek ve istenerek yapılıp da ondan doğacak neticeyi öngörülerek göze alındığı, bir başka ifadeyle failin “olursa olsun” diyerek kabullendiği eylemde de dolandırıcılık suçun işlemeye yeterli kastın varlığını kabul etmiştir. Bizce dolandırıcılık suçu kast tekniği açısından olası kasta elverişli değildir. Fail, genel suç işleme kastı ile de olsa mağduru dolandırmayı ister veya istemez. Bunun dışında failden, bilerek ve isteyerek yaptığı hareketle iradesi fesada uğrayan mağdurun dolandırılması beklenemez. Ancak bir başka düşünceye göre; fail, mağduru açıkça dolandırmayı istemez ve yaptığı bir hileli hareketten dolayı kandırma gerçekleşip de kendi yararına ve mağdurun zararına sonuç doğduğunda, bunu önlemeye yönelik tedbirleri de hiç almaksızın gerçekleşen sonucu kabul etmişse, bu durumda olası/muhtemel kastla dolandırıcılık suçunu işleneceği ileri sürülebilir.
Dolandırıcılık suçunun varlığından bahsedilebilmesi için aranan, aldatmaya yönelik hileli hareketin önce icra edilmesi ve mağdurun iddia ettiği zararın da bunun sonucunda doğması şartlarının oluşmadığı; bir başka ifadeyle, önceden doğmuş bir zarar veya doğmuş bir borç için hileli hareketlerde bulunulduğu durumda, zarar veya borç hileli hareketler neticesinde doğmamış olacağından, dolandırıcılık suçu da oluşmayacaktır. Failin aldatma kastı, hileyi oluşturan hareketten önce veya onunla aynı anda var olmalıdır; sonradan ortaya çıkan kast, dolandırıcılığı oluşturmaz.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 03.03.1998 tarihli ve 1998/6-8 E., 1998/69 K. sayılı kararına göre; “TCK’nın 503/1. maddesinde yazılı dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için; bir kimsenin iyiniyetinden yararlanarak kandırıcı nitelikteki hile ve desiselerle onu yanıltıp kendisine veya bir başkasına haksız çıkar sağlanması gerekir. Kullanılan hile ve desiseler ile mağdur yanılgıya düşürülmeli ve bu yanıltma sonucu haksız bir çıkar sağlanmalı, mağdur veya bir başkasına zarar verilmelidir. Dolandırıcılık suçuna ilişkin bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi, mağdur veya bir başkasına verilen zarar, sanığın hileli söz ve davranışlarından sonra ve bu nitelikteki söz ve davranışların sonucu oluşmalıdır. Önceden oluşmuş bir zarar veya doğmuş bir borç için, sanığın müştekiye karşı hileli davranışlarda bulunması halinde, dolandırıcılık suçu oluşmaz; zira karşı taraf, zararın veya alacağının varlığından haberdar olup zarar veya borç, kandırıcı nitelikteki davranışlar sonucu oluşmamıştır”.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 12.06.2001 tarihli ve 2001/6-118 E., 2001/124 K. sayılı kararına göre ise; “(…) dolandırıcılık suçu, hile ve desise kullanarak fesada uğratılan iradeyle malın tesliminin sağlanmış olması karşısında oluşur. Taraflar bir hukuki işlemi gerçekleştirmek isterken, failin yoğun olan kastının açığa çıkışında hile ve desiseler olmalı ve mağdurun rızası bu hile ve desiseler ile ifsat edilmiş olmalıdır”.
Yargıtay 15. Ceza Dairesi’nin 02.07.2014 tarihli, 2012/20974 E., 2014/13080 K. sayılı kararına göre; “Sanığın, suç tarihinden önce katılandan hayvan alarak katılana 6.000 TL borçlandığı, borcunun tamamını zamanında ödemeyince bu kez katılana suça konu 4.750 TL bedelli çeki verdiği, katılan çekin verildiği anda bankaya sorduğunda çekin çalıntı olduğunun bildirildiği, müşteki banka yazısına göre, İstanbul'daki şubeden Sivas'a gönderilen birçok müşteri hesabına bastırılan yirmi dört adet çekin kaybolduğunun bildirildiği, böylece sanığın çalıntı çekleri kullanarak resmi belgede sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediğinin iddia edildiği olayda, (…) Sanığın, katılana çek vermeden önce borçlandığı, bu borcun ödenmemesi üzerine, suça konu çeki verdiği, bu sebeple baştan dolandırıcılık kastıyla hareket etmediği dikkate alınarak ve sanığın, önceden doğmuş bir zarar veya doğmuş bir borç için hileli davranışlarda bulunması halinde zarar veya borç, kandırıcı nitelikteki davranışlar sonucu doğmayacağından dolandırıcılık suçunun oluşmayacağının anlaşılması karşısında, sanığın 5271 sayılı CMK'nın 223/2-a maddesi gereğince beraatına karar verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi” bozma nedenidir.
Yargıtay kararlarından da anlaşılacağı üzere, dolandırıcılık isnadı altında bulunan şahısların maddi menfaat teminlerinde dolandırma kastı ile hareket etmemeleri ve mağduru hileli hareketlerle aldatmamaları durumunda, başka bir anlatımla hileli hareketi ile maddi menfaat temini arasında illiyet bağı olmaması ve dolandırıcılık kastı ile maddi menfaat elde edilmemesi durumunda, dolandırıcılık suçunun oluştuğundan söz edilemeyecektir.
Madde gerekçesinde de; failin, mağdurun malvarlığında olan eksilmenin, mağdurun gördüğü zararın kendi hileli davranışları sonucunda meydana gelmediğini bilmesi ve hile ile zarar arasında bulunan illiyet bağının bilincinde olması gerektiği ifade edilmiştir. Aksi takdirde faile, suçun manevi unsuru yokluğu uyarınca ceza verilemeyecektir.
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
------------------------------------------------------
[1] TCK m.157’nin gerekçesinde konuya ilişkin olarak; “Hile, icrai bir davranışla gerçekleştirilebileceği gibi; karşı tarafın içine düştüğü hatadan, bir konuda yanlış bilgi sahibi olmasından yararlanarak da, yani ihmali davranışla da, gerçekleştirilebilir. Ancak bu durumda kişinin, hataya düşen karşı tarafı bilgilendirmek hususunda yükümlülüğünün olması gerekir. Hataya düşen kişi ile hukuki ilişkide bulunulan durumlarda, böyle bir yükümlülük vardır. Ayrıca, muhatabın belli bir husustaki hatası karşısında kişinin ihmali davranışının, örneğin susmasının, beyan veya açıklama değerini taşıması gerekir.” ifadeleri kullanılmıştır.
[2] Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 27.04.2004 tarihli ve 2004/6-85 E., 2004/104 K. sayılı kararına göre; “Hile, maddi olmayan yollarla karşısındakini aldatan, yanılgıya düşüren, düzen, dolap, oyun, entrika vb. her türlü eylemdir. Bu eylemler bir gösteriş biçiminde olabileceği gibi, gizli davranışlar olarak da ortaya çıkabilir. Gösterişte, fail sahip bulunmadığı olanaklara ve sıfata sahip olduğunu bildirmekte, gizli davranışta ise kendi durum veya sıfatını gizlemektedir. Desise ise, maddi nitelikte fiil ve hareketlerle mağduru hataya düşürmede kullanılan vasıtadır. Yasamız yalanı, belirli bir takım şekiller altında yapıldığı ve kamu düzenini bozacak nitelikte bulunduğu hallerde cezalandırmaktadır. Böyle olunca hukuki işlemlerde, sözleşmelerde bir kişi mücerret yalan söyleyerek diğerini aldatmış bulunuyorsa bu basit şekilde aldatma, ceza yaptırımını gerektirmez (…)
Dolandırıcılık suçunun unsurunu oluşturan hile ve desiseyi şu şekilde tanımlamak mümkündür: Olaylara ilişkin yalan açıklamaların ve sarf edilen sözlerin doğruluğunu kuvvetlendirecek ve böylece muhatabın inceleme eğilimini etkileyebilecek yoğunluk ve güçte olması ve bu bakımdan gerektiğinde birtakım dış hareketler ekleyerek veya böylece var olan halden ve koşullardan yararlanarak, almayacağı bir kararı bir kimseye verdirtmek suretiyle onu aldatması, bu suretle başkasının zihin, fikir ve eylemlerinde bir hata meydana getirmesidir. Böylece dolandırılanın iradesi fesada uğratılmakta, sakatlanmaktadır”.
[3] Nur Centel - Hamide Zafer - Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, Cilt:1, Beta Basım, İstanbul, 2007, s.453.
[4] Mehmet Emin Artuk - Ahmet Gökcen - Caner Yenidünya, Türk Ceza Kanunu Şerhi, 4. Cilt, 2. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara, 2014, s.5156.