Çağlayan, Bakırköy ve Kartal Adliyelerine girerken Avukatlar ile Hakim ve Savcılara uygulanan ikircikli uygulamayla karşılaşmışsınızdır.

Olaylar şöyle başladı:

2011 yılında Barolar Birliği, Adalet Bakanlığı ile ‘‘Veri Erişim, Paylaşım ve Kullanım Esaslarına Dair Protokol’’ ü imzaladı. Protokolün 5.10.maddesinde ‘Avukatların adliyelere girişlerini sağlamak üzere UYAP ve UBAP’a entegre olacak şekilde kurulum, bakım ve idamesi TBB’ye ait bir turnike sistemi ‘ kurulacağı yazıyordu. X-ray demiyordu.

Bakanlık 2011’de Çağlayan’a, 2013’de Kartal Adliyesine x-ray’leri koydu.

Olaylar çıktı, kavgalar dövüşler... Bakanlık açıklama yaptı; biz TBB ile anlaştık xrayleri o yüzden koyduk’. Bunun üzerine TBB cevap verdi; biz X-ray demedik turnike dedik! Topu İstanbul Barosu’na attı. Baro yönetimi bir iki sene durumu idare etti, yani fiili durum yarattı. Bir ara x-rayler kaldırıldı hatta.

Sonra 2015 oldu, önce tüm İstanbul’da elektrikler kesildi. Aynı gün Savcı Mehmet Selim Kiraz’ı şehit eden silahı adliyeye avukat cübbesi altında gizleyerek soktular.

Ertesi gün Çağlayan adliyesine gelen avukatlara, elle detaylı üst aramasına varacak şekilde bir uygulama yapmaya çalıştılar.

Güç bela o dönemki Baro Başkanı adliyeye geldi (keşke hiç gelmeseydi). Önce kapıda polis tarafından hırpalandı, iradesi kırıldı. Sonra Başsavcı ile görüştü ve kusura bakmayın ben yanlış biliyormuşum bu arama değil taramadır, biz mutabakat yaptık, sadece biz değil herkes aranacak bu güvenlik içindir lütfen buna uyalım meslektaşlarım dedi.

Haşa yalan söyleyecek değil ama böyle bir mutabakat var mı sorayım dedim. Sordum, Başsavcılık öyle bir mutabakat yok, giriş çıkışları mevzuata göre düzenliyoruz dedi.

Sonrası malum, ‘telefonu bırak, çantayı bırak, Avukat Bey/Hanım öttünüz, tekrar geçin, üzerinizde silah var mı? sululukları başladı.

Direnen meslektaşlar tartaklandı, kavga etti, sinirleri bozuldu ama Baro haklı biz haksızdık. Bu arama değil taramaydı ve arkamızda durmadı.

Güvenlikle muhatap olmamak için çantasız adliyeye gitmeye başladık.

Sonra 15 Temmuz darbe girişimi oldu. Bir çok hakim ve savcı terör örgütleriyle doğrudan veya dolaylı irtibatlı veya iltisaklı olmak nedeniyle ihraç edildi, tutuklandı, hüküm giydi, bazıları yurtdışına kaçtı. Türkiye bu sefer gerçekten bağırsaklarını temizledi.

Bu süreçte hakim ve savcıların Adliyeye giriş çıkışlarını merak ettim.

Mesai başlamadan önce Adliyeye girdikleri kapıların önünde bekledim, gözlemledim.

Çantayı, telefonu, pazar poşetini bırakmayı geçtim, radyasyondan vücutları zarar görmesin diye duyarlı kapıdan dahi geçmiyorlar, etrafından dolanıyorlar!

Şaşırmadım sadece emin olmak istedim.

Bir dilekçe yazdım; 

‘‘İstanbul, Anadolu ve Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılıkları, bir takım iç düzenlemeler ile adliye girişlerini düzenleyen talimatlar hazırlamışlardır.

Başsavcılıkların yaptığı düzenlemelere en başta Hakim ve Savcılar uymamaktadır.

15 Temmuz Fetö/PDY darbe teşebbüsünden bu yana tutuklanan, hüküm giyen ve meslekten ihraç edilen hakim ve savcı sayısı binleri aşmıştır. Halen de pek çok hakim ve savcı terör örgütü üyeliğinden soruşturma geçirmektedir.

Hal böyle iken, adliye girişlerinde sadece avukatların duyarlı kapılardan geçmesi, sadece avukatların üstünün aranması; hakim ve savcıların ise adeta ellerini kollarını sallayarak geçmeleri bence ciddi bir güvenlik açığı doğurmaktadır. Bunun kasıtlı olarak yapılıp yapılmadığını ise bilmemekteyim.

- Öncelikle, söz konusu talimatların incelenmesini, bu talimatların hangi saikle ve hangi niyetlerle getirilmiş olduğunun ilgili Savcılıklara sorulmasını;

- Üç talimatın da hukuk biriminiz tarafından incelenerek hukuka aykırı görülmesi halinde ortadan kaldırılmasını;

- Güvenlik kamera kayıtlarının incelenerek adliye girişlerinde çantalarını x-ray cihazına koymayan ve duyarlı kapılardan geçmeyen, güvenlik personeline zorluk çıkaran hakim, savcı, adliye personeli ile polis memurları hakkında işlem yapılmasını, gerekirse güvenlik tehdidi oluşturdukları gerekçesiyle adliyeye alınmamasını, keyfiyetin tarafıma bildirilmesini talep ederim.’’

Dedim.

Bimer üzerinden Adalet Bakanlığı’na gönderdim. Onlar da dilekçemi ayrı ayrı Çağlayan, Bakırköy ve Kartal Adliyeleri savcılıklarına göndermişler.

O sırada Bimer kapandı, Cimer oldu. Tek tek yanıtlar gelmeye başladı.

- İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Çağlayan Adliyesi) olayı incelemiş, gerekli kontroller yapılıyor rahat olun demiş. Bir de soyadımı yanlış yazmış.         

İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı ise konuyu geçiştirmiş. İhbar, fiziki durum, birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan günler vs vs ‘yapıyoruz bir şeyler’ demiş.

- Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı ise Avukatlık Kanunu’nun 58.maddesini yok hükmünde saymış, ‘Hakim ve Savcılar Kanununda özel hüküm var (md.88) arayamayız’ demiş. Adımı bile doğru yazamamış!

- İkinci bir başvuru yaptım. Hakim ve Savcıların özel kanunu varsa Avukatların da var. Ya onlar da aransın ya da Avukatlar da aranmasın, dedim.

Cevabı bir zamanlar Hakim ve Savcı misafirlerinin bile aranmamasına ilişkin emir Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı verdi: ‘kimseye farklı uygulama yapılmıyor’ dedi.

Şunu da söyleyeyim, ‘ben aranıyorsam o da aransın’, tutumunu çok doğru bulmuyorum. Onlar niye aranmıyor değil biz neden aranıyoruz demeliyiz fakat bu ikircikli durum ve buna karşı verilen cevaplar çok sinir bozucu.

Amaç güvenlik ise; benim canım herkesten kıymetli. Adliyede işimi yaparken kimsenin kör bir kurşununa veya ev yapımı bir c4’e kurban gitmek istemiyorum.

Bir haktan güvenliğimiz için feragat etmemiz isteniyorsa, biz Avukatlara gelince ‘tarama’ Hakim ve Savcıya gelince adı ‘arama’ ise ilk taşı en günahsız meslek grubu atsın. Ben katibini silahı ile rehin alan, adliyede çift tabanca gezen Avukat duymadım.

Peki neden biz olağan şüpheliyiz? Bu konuma nasıl düştük? Bakanlığın şüphelendiği avukatlar mı var? Bildirsin Baro’ya, baro gerekli soruşturmayı yapsın kararını versin.

Veya bir başka çözüm: TBB 2011’de imzaladığı protokolü 7.maddesine göre fesih etsin, UYAP UBAP entegrasyonunu kapatsın. Bakanlık aleyhine hukuki ve cezai yollara başvursun.

Yapabilir mi?

Av. Erdost BALCI