Küskünlük, masraf veya gecikmeden kaçınmak için gerekli özen gösterilmelidir.
J.Bentham
Bütün uğraşlarınızda, uzun süredir sorgulamaksızın kabul ettiğiniz şeylere arada sırada bir soru işareti eklemek sağlıklı bir yaklaşım olacaktır.
Bertrand Russell
Hukuk herkesi etkilediğinden, adli sistem yapıtını besleyen varsayımları anlamak yararlı olacaktır. Bu bağlamda organize adli sistemin nasıl işlediğini açıklayıcı nitelikte iki kavramsal model, “sistemler modeli” ile “etki–tepki modeli” irdelenecektir. Benzer nitelikli bu modellerle, işlev gördüğüne tanık olduğumuz adli sistem bünyesinde hukukun sosyal bir ürün olduğu kadar sosyal bir güç olarak algılanması vurgulanmaktadır. Yalnız bu modeller, sürecin nasıl çalıştığı ve sistemdeki aktörlerin işlerini nasıl gördükleri açısından farklıdırlar.
Sistemler Modeli
Adli sistem, bir sistemler modeli olarak, sisteme giren işler hakkında ne yapıldığı ile tanımlanmaktadır. Özünde adli sistemin görevi yetkin bir şekilde adalet dağıtımıdır. Bu iş, çeşitli talepler veya sistem girdilerinin adli kararlar veya sistem çıktısına dönüştürülerek yapılmaktadır. Bu bağlamda üç sosyal olguya tanık olunmaktadır: 1) Sistem girdileri, 2) Sistemin dönüşüm yapısı kullanılarak girdilerin ayrıştırılması ve 3) Karar üretilmesidir. Adli bir sistem, işlevsel varlığını yalnızca kararların yetkin ve bağlayıcı olduğunun toplumca algılanması ile sürdürebilir.
Bu modelin ceza adaleti sisteminde çalışması özetle şöyledir: Kolluk evresin- de, polisin(jandarmanın) zanlıyı yakalayıp yakalamamasına; Savcılık evresinde, kamu davası açılıp açılmamasına/ertelemesine/ ön ödeme emri gönderilmesine; yargılama evresinde davanın düşürülmesi veya devamına, hürriyeti bağlayıcı cezaların infazında ise, hükümlü hakkında “iyi hal” kararı verilip, şartlı salıverilme isteminin infaz hâkimliğine intikali suretiyle sistemin çalışmasına tanık olunmaktadır. Bu örnekler hukukun işlev ve infazıyla yükümlü adli sistemin evrelerine ilişkin bulunmaktadır. Şimdi yapacağımız analiz ve irdeleme savcılık ve (hukuk ve ceza) mahkemeleriyle sınırlı tutulmuştur.
Bu modelde gelen girdiler iki türdendir: talepler ve destekler. Talepler sisteme giren ve sistemi harekete geçiren ham maddelerdir. Talep olmaksızın adli sistem bir şey yapamaz. Talepler çeşitli biçimlerde olabilirse de tipik olarak A’nın B’ye karşı açtığı bir hukuk davası (hukuki talep) veya işlenen bir suç karşısında açılan kamu/şahsi davadan (cezai talepten) ibarettir.
Sistem Modeli
Girdiler → Dönüşüm yapıtı → Çıktılar
Talepler Rejim kuralları Karar
Güven ve destek Ayrıştırıcılar
Destek ise, adli sistemde işin etkin bir şekilde görülebilmesi için gerekli olan halk desteğidir. Destek kavramı şu soruyla daha iyi anlaşılmaktadır: Halk adli sistemi neden desteklemektedir? Bu soruya verilecek çeşitli yanıtlar vardır: Birincisi, destek vermediklerinde olabilecek sonuçlarından çekindikleri için adli sistemi desteklemektedirler. Kişiler, adli tehditleri hiçe saydıklarında yakalanma ve gözlem altına alınma gibi Devletin zorlayıcı gücü ile karşı karşıya kalırlar. İkincisi, halk adli sistemi kararlarından memnun kaldıkları için desteklemektedir. Üçüncüsü, halk adli sistemi “adli sosyalleşme” sonucu desteklemektedir. Adli sosyalleşme, kişilerin adli sisteme karşı aşırı derecede güven duyulan bir ortamda yetişmeleri sonucu kazanılmaktadır. Yalnız, zaman zaman adli sisteme karşı güvensizlik duygusunu dile getirenler bile sistemi desteklemekte ve genelde değerlendirmeleri olumlu olmakta; adli sisteme karşı koyanlar bile (mahalli kültüre özgü istisnalar dışında) mücadelesini adli sistem sınırları içinde yapmaktadırlar.
Bu konuda hâkimlerin niteliği/davranışı da söz konusu olmaktadır. Takılan bifokal gözlükler örneğin üstteki lensler bazen kalbur üstü kişiler için rezerv edilirken; adil yargılanmaya aykırı işlemlere de tanık olunmaktadır.1 Nitekim, Hitler Almanya’sı ile Mussolini’nin İtalya’sındaki hâkimler önceden biçimlen- dirilen sonuca uyarlı “gerçekleri” oluşturuyorlardı. Öte yandan, hâkim ile savcıların kalitesi kolluğun davranışlarının belirlenmesine yardımcı olmaktadır. Kolluk görevlileri, teorik olarak, hukuka uyan vatandaşların koruyucusu; sosyal güvenlik ve barışın, en canlı enstrümanıdırlar. Yalnız, yoksul semtlerinde, kendisine en çok ihtiyaç duyulan yörelerde kendilerine “güven” duyulmaması; mağdurun bir serseri/fakir olması durumunda kendisine yapılan kötü muameleyi Savcı veya hâkimin toleransla karşılaması hiç de olağan dışı birer olgu değildir. İşte hukukun günlük uygulaması kişilerin statüsü/ sınıfı/ cinsiyeti ve diğerlerine göre değiştiği gibi kentten kente de değişebilmektedir. Toplumdaki bazı saygın kişilerin de büyük bir olasılıkla, hukuk rejimindeki bu farklılığa hiç tanık olmadan dünyadan göçüp gitmeleri normal görülmelidir.
Özetle, bir hukuk sisteminin sağlayabileceği toplumsal destek, genelde görevlilerin günlük davranışın- dan daha az derecede nesnel kurallar veya onların teknik mükemmelliğe dayalı bulunmaktadır. Adli sistemdeki dönüşüm yapıtı ise, sistem girdilerini ayarlamakta; başvuruları sınırlamaktadır. Herkes adli alana girmek için girişimde bulunabilirse de çok az kişinin bu alanı kullanmasına izin (ultima ratio) verilmelidir. Sistem girdisini sınırlayıcı süzgeç şu iki faktörle çalışmaktadır: Rejim kuralları ve ayrıştırıcılar.
Rejim kuralları, adli sistemi kimlerin ve hangi koşullarda kullanılabileceğini, örneğin ancak haksız fiil mağdurunun dava açabileceğini belirlerken, sistem girdisindeki bekçiler, sistemin yükünü azaltmak için ayıklama işini üstlenmişlerdir. Mahkeme dışı uzlaşma/ tahkim eğilimli avukatlar ile ön ödemeye önem veren veya yeterli kanıt olmaması karşısında takipsizlik kararı veren Savcılar bu işlevi yeterince yerine getirmektedirler.2 Ceza yargılaması, böylece, “ya hep ya hiç ilkesi”ni uygular-beraat/mahkûmiyet ikilemi-olmaktan çıkmıştır. Bu evrede, mahkeme içi ve mahkeme dışı uyuşmazlık çözümünün kesişme noktasında şu sorular gündeme gelmektedir: Mahkeme öncesi ve mahkeme dışı alanlarda faaliyet gösteren kuruluşlar ve meslek gruplarının ayıklamadaki etkisi ne ölçüdedir? Mahkeme dışı çözüme kavuşturulması daha rasyonel olacak dava türleri nelerdir?
Adli dönüşüm sürecinde işlem gören girdiler sonrasında, sistem çıktısına, kararlara tanık olunmaktadır. Sistemler modelinin nihai evresi ise geri besi işlevidir. Verilen kararlar adli alanı etkilemekte ve bazen yeni girdilere sebebiyet vermektedir. Türkiye’de sistemler modeline göre iş akışı/ girdi kontrolü/aşınma parametrelerini belgelemek üzere 2023 yılı Adalet İstatistiklerine aşağıdaki tablolarda yer verilmiştir.
Cumhuriyet başsavcılıklarında karar türü (2023)
Kovuşturmaya yer olmadığı 2 804 133 % 54.12
Kamu davası açılan 1 387 476 % 26,78
Diğer Kararlar (*) 988 864 %19,10
Toplam 5 180 473 100
(*) Diğer Kararların dağılımı
Yetkisizlik 558 144
Görevsizlik 7 320
Birleştirme 268 021
** Diğer Kararlar 155 379
** Fezleke, başka büroya gönderme vb. karar türleri
Savcılık tablosunda görüldüğü üzere işlerin % 54.1’ünde takipsizlik kararı verildiği göz önüne alınarak kolluk evresinde İngiltere örneğinde olduğu gibi ayıklama işlemine olanak sağlayacak yasal düzenleme gereği belirmektedir.
Ceza mahkemelerinin son dokuz yıllık (2015-2023) çalışma trendine bakıldığında; gelen dosya sayısında artış olduğu görülmektedir. 2015 yılında ceza mahkemelerine gelen dosya sayısı (geçen yıldan devir, yıl içinde açılan ve bozularak gelen toplam dosya sayısı) 2 619 651 iken, %29,3' lük artış oranı ile 2023 yılında 3 386 190 olmuştur.
TCK uyarınca mahkum olan /beraat eden sanık sayısı ve % (2022)
Mahkûmiyet Beraat Toplam
761 193 (%59,9) 508 275 (% 40,1) 1,269,468
Özel Kanunlar uyarınca mahkum olan/ beraat eden sanık sayısı ve % (2022)
Mahkûm olan Beraat eden Toplam
146 299(% 68.1) 68 306 (%31,9) 214, 605
Ceza Mahkemeleri (2023)
Mahkûmiyet Beraat Toplam
881 669 (%71.0) 360 049(%39.0) 1,241,718
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması 461 680
Diğer kararlar (*) 299 123
(*) Davanın düşmesi, ceza verilmesine yer olmadığı, hüküm verilmesine yer olmadığı, davanın reddi, özel yasalar gereğince erteleme, TCK madde 32 gereğince verilen vb. kararlardır.
Ceza mahkemelerinde dosya karar türüne göre sayıları (2023)
Yetkisizlik 33 770
Görevsizlik 29 625
Birleştirme 99 774
Diğer Kararlar 3 201
Toplam 166 370
Yetkisizlik ve görevsizlik oranının hiç de küçümsenmeyecek oranda olması sistemdeki kırtasiyeciliğin boyutunu sergilemektedir. 2023 yılında ceza yargılamalarının % 39’ nun etkisiz olduğu değerlendirildi.
Karara bağlanan dosyaların açıldıkları yıllara göre dağılımı, 2023
2017 ve
Öncesi 2018 2019 2020 2021 2022 2023 Toplam
13 096 8 450 19 899 34 715 128 359 690 236 1 027 253 1 922 008
Not. Bu sürelere bölge mahkemeleri ve Yargıtay’da geçecek sürelerin eklenmesi sonucu mağdurlar mahkemelerde adaletin yerini bulduğunu görmek için her zamankinden daha uzun süre beklemek zorunda kalıyor.
Yargıtay Ceza Dairelerindeki Bozma ve Onama Oranları (2023)
Onama 45 588 %31
Bozma 35 977 %24
Onama-Bozma 5 197 % 3,5
İlgili daireye 25 255 %17,2
Geri çevirme 3 971 %2,7
Ret 9 891 %6,7
Diğer kararlar 20 911 %14,24
Toplam 146 790
Bu bağlamda ABD’de yaygın bir uygulaması olan “plea bargaining”e (itiraf pazarlığı diye adlandırılan Savcı ile sanığın anlaşmasına) değinmekte yarar vardır. Sanığın itirafı üzerine savcının de facto hâkim görevini üstlenerek mahkumiyete karar verip, ceza tayin etmesidir. Diğer bir anlatımla, Savcının suçun derecesi/itham sayısını azaltması veya arzulanır bir ceza önermesi karşılığında sanığın hâkim huzurunda yargılanma hakkından vazgeçerek itiraf etmesidir. Zamandan ve yargılama giderinden tasarruf ile ceza adaletine sağlanan kazanımın ne derece olduğu cürümlere ait mahkumiyetlerin % 95’ inin “plea bargaining” (itiraf pazarlığı) sonucu olması ile daha iyi anlaşılacaktır. Bu oranın yüksekliği artan profesyonelleşmenin bir belirtisi olarak değerlendirilmekte ve bu mahkûmiyet kararlarının da genellikle temyizde onandıkları görülmektedir. Bu sistemde mahkemeye intikal eden dava oranı % 5, beraat oranı ise % 2’den az bulunmaktadır.3
Sistemler modeli adli sistemdeki sürecin dinamik niteliğini sergilemektedir. Girdiler, çıktıları ve çıktılarda karşılık olarak girdileri etkilemektedir. Adli sistemce taleplerin meşru olduğuna karar verildiğinde, sistem girdisinde ayıklama işlemi ve seçeneklere odaklanılmadığında sisteme fazlaca talebin gelmesi kaçınılmaz olmakta; sonuçta örneğin cezaevleri idaresi ile kolluk arasında (birincisi aşırı cezaevi nüfusu karşısında çekilen medyan sürenin azaltılmasını, ikincisi ise uzun süreli hapsi yeğlediğinden) arasında çatışmaya tanık olunmaktadır.
Bu bağlamda şu sorular için yapılacak saptamalar önemlidir: Kimler dava açmakta/talepte bulunmak- tadır? Halk ne kadar sıklıkla davacı olmaktadır? Yöresel farklılıklar var mıdır? Karakol ve mahkemelerde neler olmaktadır? Halkın bu kurumlardan beklentisi nelerdir? Şimdilerdeki beklentisi örneğin beş yıl öncesine veya on yıl öncesine göre ne ölçüde farklıdır? Davacı türlerinden bazılarının sonuç almak ihtimali diğerlerine göre daha mı fazladır? Kamu kurum ve kuruluşlarının taraf olduğu dava oranı neden fazladır?
Suçlulardan ne kadarı itirafta bulunmaktadır? Genelde itiraf edenin ekonomik durumu nasıl? Fakir mi? Varlıklı kişiler mi itirafta bulunuyorlar? Kime itiraf ediyorlar? Yakalandıktan ne kadar süre sonra itirafta bulunuyorlar?
Birey için adalet sisteminde yer alan ajanlar örneğin savcı adalet sisteminde ne anlam ifade ediyor? Kişiler sisteme yeterince destek veriyorlar mı? Kişiler sisteme/rejim kurallarına/sistem girdisinde yer alan aktörlere destek vermediklerinde ne olmaktadır? Halkın sistem hakkındaki bilgisi genelde sistem tüketicileri olarak yer alan arkadaşları ve ailesinden birinin deneyimleri ile mi oluşmaktadır? Metropol kent adliyelerine konuk olanların sayısı (örneğin Ankara Adliyesine günde yaklaşık 60.000 kişinin girdiği) göz önüne alındığında bu etkileşimin ne derede önemli olduğu yeterince algılanmakta mıdır? Sistemde halka ve özellikle mağdurlar ile tanıklara nasıl muamele edildiğinin halkın güvenini etkilemek açısından ne derece önemli olduğu biliniyor mu? Mahkeme kararları, mahkemelerin varlık ve meşruiyetini nasıl etkilemektedir? Mahkeme kararlarına (ilâmlarına) kimler ve hangi koşullarda uymaktadırlar? Hukuk/ceza ilâmlarının infaz edilmesi oranları nedir? Hukuk davalarının ceza davaları girdisine genelde ve yöreler itibariyle etkisi ne ölçüdedir?4
Etki-Tepki Modeli
Bu modelde aynı temel sonuçları sağlamak üzere biraz farklı kavramlar kullanılmaktadır. Adli siyasetler, sistemde saptanan önceki etkilere yanıt olarak görülmekte ve aynı zamanda müteakip tepkilerin oluşacağı gelecekteki etkiler olarak algılanmaktadır. Bu modelde de üç şeyin varlığına tanık olunmak- tadır: 1) Sistemi etkileyen önceki uyarıcılar, 2) Sistemi etkileyen adli siyasetler ve 3) Davalara neden olan müteakip tepkiler.
Önceki uyarıcılar ise, iki değişkence etkilenmektedir. Bunlar normatif standartlar ve ampirik gerçek- lerdir.
Etki –Tepki Modeli
Medya ve Halk-Grup ve bireysel
algılarla etkilenmektedir.
↓ ↓
Önceki uyarıcılar → Adli → Müteakip
siyasetler yanıtlar
Normatif standartlar Siyaset yapımcıları Siyaset uygulayıcıları
Ampirik gerçekler Hizmet verilen halk
Önceki uyarıcılar, sistemin adli siyasetlerini etkilemektedir. Değişebilir nitelikteki bu siyasetler önceki yasalar ile kültürel standartlardan etkilenmektedirler. Öte yandan, medyanın mahkeme kararlarını haber yapması ve kamu görevlilerinin tepkileri gibi çeşitli sınırlayıcı ve kolaylaştırıcı faktörler de adli siyasetleri etkilemektedir. Bu çeşitli kolaylaştırıcı ve sınırlayıcı nitelikteki faktörler, sistemdeki aktörler (kolluk görevlileri, savcılar, hâkimler ve kalem personeli) ve halk tarafından tekrar ayrıştırılmaktadır. Bunun üzerine sistemde halkın tepkisine tabi yeni siyasetler üretilmektedir.
Halkın tepkisi, “müteakip yanıt” olarak adlandırılmaktadır. Adli siyasetlere gösterilen müteakip yanıtlar kendisini davranışlarda ve/ya tutumlarda değişim veya kararlılık olarak göstermektedir. Adli siyasetler, tutumları değil, davranışları (veya tersi) veya davranış ve tutumları değiştirilebilir. İlaveten, davranış ve/ya tutumlardaki değişimler yeni siyaset değişimlerine yol açabilir. Tüm bu süreç, siyaset yapımcıla- rını devamlı olarak etkilemektedir. Hukuk tarihçisinin bu konuda oynayacağı rol, değişim sürecinde etkili olan güdüsel güçlerin karakter ve sıralamasını yeniden oluşturmaktır: Değişim için itinin hangi yönden geldiğini; neyin sebep ve neyin sonuç olduğunu saptamaktır.
Bu bağlamda, hukukta/yargılama sisteminde tıkanma olduğunda tek çare olarak daha fazla sözcüğüne sarılmaktan vaz geçilmelidir. Bazı suç türleri artış gösterdiğinde cezaları ağırlaştırıyoruz; davalar arttığında mahkeme/ hâkim sayısını artırıyoruz; cezaevleri nüfusu arttığında yeni cezaevleri inşa ediyoruz; tıpkı yollarımız kalabalıklaştığında, daha fazla yol/alt geçit inşa edilmesi; kentlerde güvenlik sorun haline geldiğinde, daha fazla sayıda kolluk gücü için çağrı yapılması gibi. Ne var ki, “daha fazla”ya başvuru şimdiye dek sorunları çözemedi. Asıl sorun mahkeme değil, ‘adalet’tir ve bu adaletin de yalnızca Adalet Bakanlığında olmadığı bilinmelidir. Yine güvenlikte sorun kolluk görevli sayısı değil, ‘güvenlik’tir; tıpkı sorunun otoyollarda değil, yolculuk edebilmekte olduğu gibi.
Kuşkusuz, adalet sektöründe güçlü yönetim enstrümanları ile hükümetler iyi siyasetlerin kötü siyaset- lerce alt edilmesini önleyebileceği gibi halkın suça karşı keyfi ve koordinesiz eylem taleplerinin üstesinden de gelebilir.5
Normatif standartlar, sosyal sistemin halktan uyum göstermesini beklediği kurallardır. Bu kurallar, yasalar ve diğer düzenleyici normlar veya kültürel/enformel beklentilerdir (örneğin örf ve adetler ile paylaşılan değerlerdir).
Ampirik gerçekler ise, sistemde verilen kararlara dayanak olan kanıtlar/bilgilerdir. Normatif standartlar ve ampirik gerçekler mahkemedeki aktörlerce süzgeçlenmekte/irdelenmektedir. Kuşkusuz, savcılar, hâkimler, avukatlar ile infaz personelinin düşünceleri ile karakteristikleri, normatif standartlar ile ampirik gerçeklerin algılanmasını etkilemektedir.
Önceki uyarıcılar, sistemin adli siyasetlerini etkilemektedir. Değişebilir nitelikteki bu siyasetler önceki yasalar ile kültürel standartlardan etkilenmektedirler. Öte yandan, medyanın mahkeme kararlarını haber yapması ve kamu görevlilerinin tepkileri gibi çeşitli sınırlayıcı ve kolaylaştırıcı faktörler de adli siyasetleri etkilemektedir. Bu çeşitli kolaylaştırıcı ve sınırlayıcı nitelikteki faktörler, sistemdeki aktörler (kolluk görevlileri, savcılar, hâkimler ve kalem personeli) ve halk tarafından tekrar ayrıştırılmaktadır. Bunun üzerine sistemde halkın tepkisine tabi yeni siyasetler üretilmektedir.
Halkın tepkisi, “müteakip yanıt” olarak adlandırılmaktadır. Adli siyasetlere gösterilen müteakip yanıtlar kendisini davranışlarda ve/ya tutumlarda değişim veya kararlılık olarak göstermektedir. Adli siyasetler, tutumları değil, davranışları (veya tersi) veya davranış ve tutumları değiştirilebilir. İlaveten, davranış ve/ya tutumlardaki değişimler yeni siyaset değişimlerine yol açabilir. Tüm bu süreç, siyaset yapımcılarını devamlı olarak etkilemektedir. Hukuk tarihçisinin bu konuda oynayacağı rol, değişim sürecinde etkili olan güdüsel güçlerin karakter ve sıralamasını yeniden oluşturmaktır: Değişim için itinin hangi yönden geldiğini; neyin sebep ve neyin sonuç olduğunu saptamaktır.
Bu bağlamda, hukukta/yargılama sisteminde tıkanma olduğunda tek çare olarak daha fazla sözcüğüne sarılmaktan vaz geçilmelidir. Bazı suç türleri artış gösterdiğinde cezaları ağırlaştırıyoruz; davalar arttığında mahkeme/ hâkim sayısını artırıyoruz; cezaevleri nüfusu arttığında yeni cezaevleri inşa ediyoruz; tıpkı yollarımız kalabalıklaştığında, daha fazla yol/alt geçit inşa edilmesi; kentlerde güvenlik sorun haline geldiğinde, daha fazla sayıda kolluk gücü için çağrı yapılması gibi. Ne var ki, “daha fazla”ya başvuru şimdiye dek sorunları çözemedi. Asıl sorun mahkeme değil, ‘adalet’tir ve bu adaletin de yalnızca Adalet Bakanlığında olmadığı bilinmelidir. Yine güvenlikte sorun kolluk görevli sayısı değil, ‘güvenlik’tir; tıpkı sorunun otoyollarda değil, yolculuk edebilmekte olduğu gibi.
Kuşkusuz, adalet sektöründe güçlü yönetim enstrümanları ile hükümetler iyi siyasetlerin kötü siyasetler- ce alt edilmesini önleyebileceği gibi halkın suça karşı keyfi ve koordinesiz eylem taleplerinin üstesinden de gelebilir.6
Geçmişten ders alma konusunda Türk ceza adaleti sistemi şansız bir görüntü sergilemektedir. Ceza siyaseti bir sarkaç gibi ağır cezalardan (1953) hafif cezalara doğru (1965) seyrederken, 2005 yılında yeniden fazlaca ağırlaşmaya başladı (penal populism). Bu süreçte, geçmişte yazarın da katkısı olduğu cezaların hafifletilmesine neden yöneldiğimiz irdelenmeksizin; aile içi şiddet(Ayşe Paşalılar olgusu), namus/töre cinayetleri, düşük gelir gruplarındaki yüksek suçluluk oranları, faili meçhuller, yüksek oranda beraatler, hapis cezalarına fazlaca ağırlık verilmesi, tutuklama tedbirinin suiistimali7 ve kapasite aşımı cezaevi nüfusu gibi sorunlar ihmal edilerek normatif (yap boz/torba) düzenlemelerle yetinmek gibi kolaycı/popülist bir yol seçilmiştir. Unutulmamalıdır ki, geçmişi hatırlamayanlar/ders almayanlar hüsrana mahkûm olurlar. Bu sonuçta, (içsel açıdan tutarlı, öteki teorilere ilişkili ve araştırma destekli) düzgün teorik bir referanstan yoksunluğun payı büyüktür. 88 yıl önce (1936) Kurt Lewin’in belirttiği gibi “iyi bir teori kadar pratik olan bir şey yoktur.” Siyaset oluşumuna referans olan veriler ile sonradan etkililiğe ait yeni veriler gelecekteki gelişmelere dayanak olmaktadır.
Bu amaçla gerçekçi bir yaklaşım doğrultusunda şu sorulara öncelikle odaklanılmalıdır:
- Ceza adalet sisteminde bir insan hakkı niteliği olarak şu iki yönlü soru irdelenmelidir: a) Hangi işleve hizmet için vardır? ve b) Bu işlev yeterince yerine getiriliyor mu? Özetle, işlevsellik ve etkililik değerlendiriliyor mu?
- Sistemdeki aktörler ceza soruşturmasına ilişkin ulusal/uluslararası hukuk kuralları ve içtihatlarına nüfuz etmişler midir? Evet ise, onları uygulamakta mıdırlar?
- Avukatların soruşturma evresinde şüphelilerin haklarını sağlamak üzere karşılaştıkları özel sorunlar ile bunların yaygınlığı ne derecededir?
- Sorun yaşanan hallerde, sistemdeki aktörlerin haklardan yana tavır alıp almadıkları? Konuya devletçi mi, yoksa tüketiciler açısından mı bakıp bakmadıkları?
- Protesto hareketlerinde kolluğun aşırı tepkisi nasıl açıklanabilecektir? Protesto nereden geliyor? Kolluğun yanıt vermesi-kontrol altına almak girişimleri-ve sonuçta kollukta protestocu olmuyor mu? Gerçeği kavramak için kolluğun içinde bulunduğu çıkmazı/ kırılganlığı(predicament’i) anlamak gerekmez mi? Kolluğun kendine özgü oluşturduğu bir alt kültürü olduğu, kolluk sanki asker gibi geri kalanlar ise, sanki düşman olarak mı görüntü vermektedir?
- Hukuk fakültelerinde “insan hakları” dersinin uygulamada bir etkisi olup olmadığı? İnsan hakları yerine her hukuk alanı içinde insan hakları normları ile içtihatlarının etik bağlamda işlenmesi daha akılcı olmaz mı?
- AİHM’ce saptanan ihlallerin % 29,1 (AYM bireysel başvurudaki ihlallerin de %73,6’si) adil yargılanma hakkına ilişkin iken adil yargılanma açısından halkın algısal oranı nedir? Ve bu konudaki karanlık sayıyı (dark figure) saptamak üzere ceza adaleti tüketicilerini (sanık, mağdur, şikayetçi, tanıkları) kapsayan nitelikli bir anket çalışması ne zaman yapılacaktır?
- Şüpheli/sanık hakları açısından halkın bilinç düzeyi ne durumdadır?
- Hâkimler şüphelileri/sanıkları nasıl içerde tutarız diye mi, yoksa nasıl tutuksuz yargılarız arayışı içerisinde midirler? Her mahkemeye özgü tutum ve davranışlar ile Türkiye profili nasıl bir görüntü sergilemektedir? İnsan davranışında etkili psiko-sosyal dinamikler, mahalle baskısı gibi meslektaşların baskısı adliyelerde ne derece rol oynamaktadır?
- Ülkede öngörülebilir bir hukuk düzeni var mı? Savcılıklar standart bir uygulama sergiliyor mu? Hâkim kararları üst düzey bir hukuk klasiği oluşturmakta mıdırlar?
Anayasa tarafından güvence altına alınmış pek çok hak ve özgürlüğün korunması da ceza yargılama sistemi içinde olduğundan “ceza yargılaması Anayasa’nın sismografı” görevini ifa etmekte; suçsuz sanıkların mahkumiyetini önlemekte, ceza adaletindeki aktörlerin davranışlarını biçimlendirmektedir.
Ne var ki, Türk ceza adaleti usulleri bir sistem yaklaşımını yansıtmamaktadır. Bileşenleri olarak kolluk, savcılık, mahkemeler ve cezaevleri birbirlerinden ayrı bir biçimde çalışmakta ve birbirlerinin görevleri ve sorunları hakkında çok az bilgiye sahip bulunmaktadırlar. Türk ceza adaleti sistemi, sistem bileşen- lerini birbirleriyle ilişkili ve tümel bir kavram olarak analizini sağlayacak sistem yaklaşımı uygulaması işlevsel olacaktır.
Eğer adalet sistemi herhangi bir caydırıcılık sağlayamazsa, suçlular muhtemelen daha fazla suç işlemeye teşvik edilecek, bu da bireyleri ve toplumu daha büyük risk altına sokacaktır. İkincisi, adalet sisteminin etkili bir şekilde işleyebilmesi için mağdurların ve tanıkların suçları bildirme ve mahkemede delil sunma istekli olmasına dayanır; bu da onların kendi adına adalet arama konusunda sisteme güvenmelerini gerektirir. Bu güveni kaybetmeye başladıklarında risk, sistemin hızla kamuoyunun onayını kaybetmesi ve en sonunda durma noktasına gelmesidir.
Sonuç olarak, bu kavramsal modeller bağlamında adli sistemin işleyişini oluşturan öğelerdeki her parametreye özgü pragmatik şu iki yönlü soru yöneltilmelidir: Ne türden bir işleve hizmet etmesi öngörülmüştür? Ve bu işlev doyurucu bir şekilde yerine getirilmekte midir?8 İşte bu soruların yanıtları hakkında devamlı olarak edinilecek nesnel bilgi olmaksızın, iyileştirme/reform düşünülen sistemin gerçekten anlaşılmasına dayalı olmayan önerilerle işe koyulmak gereksiz bütçe harcamalarına neden olacaktır. Bu yazıya özgü çıkarım, sisteme özgü sonuç görüntüleri değiştirmek için sistem girdilerini ayıklamak/değiştirmek gerektiği ve sistemin hukukun amaçları için var olduğudur. Yargı sisteminin kalitesinin sürdürülmesi veya geliştirilmesi için de yargıya yeterli düzeyde erişim sağlanmalıdır.
Yargı sistemleri, bilgi güvenliği ve kişisel olma niteliğinin korunması ile sorunları uygun şekilde çözmek ve son olarak vatandaşların, şirketlerin, avukatların ve diğer yargı aktörlerinin yeni bilgi teknolojileri vasıtasıyla bir yargı davasında fiilen tam hukuki etkiye sahip işlemler gerçekleştirebilmeleri için gerekli koşulları oluşturmalı; usulü adaletin etkinliğine odaklanılmalıdır.9
Kalite açısından usulü adaletin altı ölçütü şöyledir:
1. Onlar, kişiler ve zaman açısından tutarlı/istikrarlı uygulanmakta mıdır? Adil yargılanma hakkı gözetilmekte midir?
2. Süreç önyargıdan uzak tarafsızlık için de mi yürütülmüştür?
3. Doğru bilginin toplandığı ve kullanıldığından ne derece emin olunmaktadır?10
4. Adli hataları düzeltmek için mekanizmaların etkinliği ne derecedir?11
5. Karardan etkilenen gruplara söz hakkı verilmekte midir? Tanıkları ve tanık bilirkişileri çapraz sorgulama olanağı var mıdır?
6. Süreç, makul sürede sonlandırılmış mıdır?
Çıkarım olarak, yargı sisteminde kalite, yargı kararları kalitesinden daha fazlasını kapsamaktadır.
Sonuç
Etkin bir yargı sistemi, salt bir insan hakları12 sorunu olmayıp, ülke ekonomisi için de gerekli bir ön koşuldur. Ve adli strateji de gerçeklere ve ihtiyaçlara göre şekillendirilmelidir. İşlevsel olarak, yargı sistemi ile kişilerin insan haklarının koruma altına alınması, kişilerin yasa koyucu ve yürütme organınca haklarına getirilecek kısıtlamalara karşı korunması amaçlanmalıdır. İnsan hakları yalnızca mağdurların ve yakınlarının sorunu olmaktan çıkarılarak, insan olduğu bilincinde olan herkesin ve en başta da kamu hizmeti aktörlerinin sorunu olmalıdır. Diğer bir deyişle, hukuk düzeni anayasallaşmalı; mahkemeler temel hak ve özgürlüklere (Anayasa) odaklı yorum yapmalı; her hâkim bir Anayasa hâkimi olmalı, “…soruşturmalar ya da yargılamalar neticesinde yargısal makamlarca ulaşılan tüm sonuçların temel hakların içerdiği güvenceleri koruyacak şekilde ilgili ve yeterli gerekçelerle açıklanması gerekir” (AYM 13.02.2024 tarihli Furkan Çakır kararı).
Bu doğrultuda, bir sağlık sisteminde önlemeye veya tedavi etmeye çalıştığımız hastalıkların yaygınlığını bilmek ne kadar önemli ise, çoğu yargı bölgesindeki adalet ihtiyaçlarına ilişkin veriler hakkında da bilinçli olmalıyız.
Kaynakları hastanelere akıttığımız ancak aşı programlarına ayırmadığımız bir halk sağlığı sistemi istemediğimiz gibi adalete insan odaklı bir yaklaşım getirmek için de adalet sistemini güçlendirme yöntemimizde büyük bir değişiklikle insan merkezli bir yaklaşımla, yaygın adalet sorunlarının temel nedenlerini ele almaya yönelik önleyici stratejiler geliştirilmelidir.
Adalet sistemi devamlı olarak hizmet ettiği halka karşı meşruiyetini sergilemelidir.13 Halk adalet sistemini meşru görmediğinde ciddi sonuçlar kaçınılmaz olacaktır.14 Sistemin etkililiğinde avukatların katkısı (+/-) küçümsenmeyecek ölçüde olduğundan tutum ve davranışlarının meslek(etik) kurallarından sapma göstermemesi üzerinde önemle durulmalı; avukatların özensizliği nedeniyle mağdur olan/hak kaybına maruz kalanları saptamak üzere TBB’liğince bir araştırma projesi geliştirilmelidir.15
En çok kimi seviyorsunuz sorusuna Bernard Shaw’un yanıtı şöyledir:
“Terzimi, çünkü diğer terziler bir sefer ölçümleme yapıp ona göre dikerlerken, benim terzim her seferin de prova ve ölçümleme yapmaktadır.”
Prof. Dr. Mustafa Tören Yücel
--------------
1 Mustafa T. Yücel https://www.hukukihaber.net/hakimlerin-kişiliği
2 Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Yönetmeliği “Madde 20-Takipsizlik evrakı incelenirken delillerin eksiksiz toplanıp toplanmadığı, olaya uygun sonuca varılıp varılmadığı, takipsizlik kararının yeterli delil olmasına rağmen verilip verilmediği veya kanunun açık hükmüne aykırı bulunup bulunmadığı, kanun yolu, mercii ve süresinin belirtilip belirtilmediği, ilgililere kararın tebliğ edilip edilmediği ve ayrıca olayın özeliklerinin gerektirdiği diğer hususlar üzerinde durulup durulmadığı araştırılır.
Müştekisi ve mağduru bulunmayan hazırlık soruşturması sonucunda kanuna açıkça aykırılık teşkil edecek şekilde takipsizlik kararı verildiğinin tespiti halinde bu hususa gerektiğinde tavsiyeler listesinde yer verilmekle birlikte evrakın yeniden ele alınması da Cumhuriyet Başsavcılığına önerilir.” İngiltere’de 1951 yılında Başsavcı Lord Shawcross tarafından söylenen şu söylev tüm Başsavcılarca benimsenmiştir: “Bu ülkede işlenen suç eylemlerinin otomatik olarak kamu davasına konu olması hiçbir zaman kural olmadığı gibi gelecekte de olacağını beklemiyorum.” İngiltere’de kamu davasının açılması iki evreli bir karardır: Her davada gerçekçi bir mahkûmiyet beklentisi yaratacak yeterli kanıt olduğunda, kamu yararı testi devreye girmektedir.
3 S.J.Grana and J.C. Ollenburger. The Social Context of Law (Prentice Hall, New Jersey) 1999, pp.107-108; Data from U.S. Department of Justice, Bureau of Justice Statistics. The Prosecution of Felony Arrest Washington, D.C. U.S. Government Printing Office, 1990; A.B.D Federal Ceza Usulü Kurallarında itiraf sözleşmesinin uygunluğu açıkça ifade edilmektedir. 11. Kural’da, itham pazarlığı ile yaptırım pazarlığına açıkça yetki verilmektedir. Eleştirisi için bkz. M.T.Yücel. Yargı Sistemi Üzerine Denemeler, Seçkin, 2019.
4 Bu soruların yanıtları için bkz. M.T.Yücel. Türkiye’de Yargının Etkinliği TBB., 2008 ile Türk Ceza Siyaseti ve Kriminolojisi TBB, 2007.
5 Bu sorunların tartışılması için bkz. Measuring Progress Toward Safety and Justice: A Global Guide to the Design of Performance Indicators Across the Justice Sector, Vera Institute of Justice, 2004. www.vera.org/indicators; Council of Europe. Interactions Within The Criminal Justice System, Strasbourg, 1987.
6 Bu sorunların tartışılması için bkz. Measuring Progress Toward Safety and Justice: A Global Guide to the Design of Performance Indicators Across the Justice Sector, Vera Institute of Justice, 2004. www.vera.org/indicators; Council of Europe. Interactions Within The Criminal Justice System, Strasbourg, 1987. Vera Evidence Brief. The Prison Paradox: More Incarceration Will Not Make Us Safer, July 2017: Hapis cezalarının suçlar üzerinde marjinal bir etkisi vardır. Şöyle ki, daha yüksek hapsedilme oranları ile daha düşük suç oranları arasında çok zayıf bir ilişki vardır. Hapsedilmenin şiddet içeren suçlar üzerinde etkisi de çok az veya hiç denecek derecededir. Hapis cezaları, kamu güvenliğini azaltmanın pahalı bir yönetimidir.
7 Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammarberg’in, 10-14 Ekim 2011 tarihinde Türkiye’ye yaptığı ziyaret sonrasında hazırladığı, Türkiye’de Adaletin İdaresi ve İnsan Haklarının korunması, Strasburg, 10 Ocak 2012, § 35
8 Fair Trials, Efficiency over justice: Insights into trial waiver systems in Europe, 2021.
9 Usul adaletinin nelere odaklanması-tüketiciler açısından- araştırma ile saptanması gerekirken, bu türden bir araştırmaya şimdiye dek tanık olunmamıştır. Kuşkusuz kolluktan başlayarak cezaevini de içeren CAS sürecinde adil ve gayri adil tretman olup olmadığı ve bu tretmanın kişiler üzerindeki etkisinin saptanması gereklidir. Yale Üniversitesi Prof. Tom R. Tyler’ın yaptığı araştırma türünden böyle bir araştırmaya ülkemizde tanık olunmamıştır (Bkz. Why procedural justice matters: Tom R. Tyler youtube).
10 Kuşkusuz, kimse sizin doğru olduğunuz yolundaki mutlak inancınızın sizin böyle olduğunuz hakkında bir güvence olmadığı üzerine kuşku duymayacaktır. O.W.Holmes’ın belirttiği gibi, “eminlik kesinlik testi değildir. Emin olduğumuz çoğu şeyler öyle değildir.” Natural law 32 Harvard Law Review 40, 1918, s.40. Ayrıca bkz. E.Allan Lind ve Tom R.Tyler. Social Psychology of Procedural Justice, Spring Science, 1988.
11 Adli mayınlar- Yaygın adli hatalar veya gözden kaçanlar, her yeni nesil hâkimde yeniden ortaya çıkma eğilimindedir. Bu hataların çoğu, adli ihmal veya uygun bir kayıt yapmamanın bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır.
12 KONDA İnsan Hakları Derneği. Hapishaneler ve Mahpuslar Algı Araştırması, Ekim 2021: “Toplumun genelinde adalet sistemine karşı oluşan güvensizliğin en önemli sebeplerinden biri de Türkiye’de insanların haksız yere hapishaneye konulduğu fikri. Toplumun % 72’si insanların haksız yere hapishaneye girdiğini düşünüyor. Daha önce bir yakını tutuklanmış olanların %80’i Türkiye’de insanların haksız yere hapishaneye konulduğu düşünüyor. Yakını tutuklanmayanların arasında ise bu oran %70 dir”.
13 Soruşturma devam ederken savcıyı, duruşma devam ederken hâkimi değiştirmek, yargıya güvensizliği besleyen yaygın bir yanlıştır. Ayrıca bkz. Mehmet Ocaktan. “Adalet mi istiyoruz yoksa söz dinleyen yargı mı?” Karar 26/02/2024; Mehmet Ocaktan. “Cübbe, hakikati söylemeye engel olursa…” Karar (12/02/2024). Timur Soykan. “Başsavcının rüşvet çığlığı” Cumhuriyet (13/10/2023); Taha Akyol “Yargıyı Yargıtay’dan dinlemek” Karar (5/09/2023). M.Y.Yılmaz “Adil yargılama yapılabileceğine niye inanamıyoruz?” T24 (12/12/2022).
14 CEPEJ Avrupa Konseyi üye ülkelerinin adli sistemlerini incelemek için düzenli bir süreç kabul etmiştir. 1) Adli sistemleri değerlendirme Çalışma Grubu (CEPEJ-GT-EVAL) bu sürecin idaresinden sorumludur. 2) Adaletin kalitesi Çalışma Grubu (CEPEJ-GT-QUAL) üye ülkelerde, adalet sistemiyle sunulan kamu hizmetinin kalitesini geliştirmek amacıyla mahkemelerde yapılan çalışmanın analiz ve değerlendirilmesi araçlarını geliştirmek için görevlendirilmiştir.
CEPEJ-GT-QUAL hâkimlerin bağımsızlığı ilkesine duyarlık içinde özellikle,
- Üye ülkelerde mevcut olan adli çalışmanın kalitesini değerlendirme sistemleri konusunda gereken bilgileri toplamak;
- Adli çalışmanın kalitesini ölçme vasıtaları, göstergeleri ve araçlarını geliştirmek; ve
- Mahkemeler ve karar verenler/kullanıcılar için adaletin kalitesini sağlama yükümlülüğüyle iş yükünün ve hâkimlerin iş yükümlülüklerinin dengelenmesi ve adli faaliyetteki işlevsizliğe çare bulunmasını sağlayacak kesin çözümler tasarlamaktır.
15 Mustafa T. Yücel, Ceza Adaletine Özgün Sorunlar, Adalet Yayınevi, 2023. Yargı sektöründe bilimsel ölçütleri karşılayabilecek türde araştırmalar olmadığı gibi, nedenleri konusunda bir saptama yapılmamıştır. Kuşkusuz, her şeyden önce araştırma bilincinin oluşması ve araştırma için salt hâkim sınıfından olmanın yeterli olamayacağının bilinmesi gerekmektedir. Bu açık karşısında “Bir hukuk öğrencisinin duruşma izlenimleri”, Hukuki Haber (2/12/2022) kayda değer görülmüştür. Avrupa Adaletin Etkililiği Komisyonu (CEPEJ).Avrupa Konseyi’ne Üye Ülkeler İçerisindeki Mahkeme Kullanıcılarına Yönelik Memnuniyet Anketleri Düzenleme Rehberi, Cepej (2010)1. Memnuniyet formülünden biri şöyledir: (A+B)/ (A+B+C+D-E) x100 A=Oldukça memnun; B=Memnun; C=Memnun değil; D=Hiç memnun değil; E=Kararsız veya bilinmeyen. Ayrıca bkz. Mustafa T. Yücel https://www.hukukihaber.net/yargılama-sosyolojisi