Giriş
Ege Denizi’nin Akdeniz’deki kilit konumunda olması, geniş sınırları içerisinde serpilmiş olan adaların, adacıkların ve kayalıkların olması, bu denize son derece ince hesaplı stratejik bir pozisyon kazandırmıştır. Ege Denizi sadece kendisine kıyısı olan ülkelerin değil, aynı zamanda Karadeniz’e kıyıdaş tüm devletlerin de can damarıdır. Ayrıca içerisinde bulunan eşsiz güzellikteki koylar, körfezler, boğazlar ve endemik canlılar onu yeryüzünde adeta bir cennet denizi haline getirmektedir. İşte özellikle bu konumsal önemi Yunan devletinin cazibesini çekmektedir.
Ege Adaları, Yunanistan’ın bağımsızlığını kazandığı Londra Protokolünden itibaren Türkiye ile Yunanistan arasında ihtilaf konusu olmuştur. Yunanistan, bağımsızlığını kazandıktan sonra günümüze kadar topraklarını sekiz katına çıkarmış ve genişlemesinin hepsini Osmanlı İmparatorluğu’ndan sağlamıştır.
Ege Denizi’nde adaların hukuki statüsü hakkında bilgi kirliliği yaratılmaya çalışılması ve Yunanistan’ın ilk başta Türkiye ile görüşmesi gerekirken önceliği Türkiye’nin sorunlarının bulunduğu ülkelere vermesi buna mukabil Türkiye’nin de yaşanan gelişmeleri göz ardı etmesi uzlaşıyı namümkün kılmaktadır.
Bu çalışma temelde dört kısımdan oluşmaktadır. Başlangıçta önce Ege Denizi’nin coğrafi konumu belirtilerek, stratejik önemi izah edilmiştir. Ardından konunun muhtevasını kapsayan Ege Denizi’nin ve adaların hukuki durumu, tarihi antlaşmaların ilgili maddeleri ile yeniden metodolojik bir biçimde incelenmiştir. Devamında Türkiye’nin aidiyetinde bulunan ancak Yunanistan’ın işgalinde olan adaların konumları; askeri tetkik ve jeopolitik manacihetinden hesaplanmıştır. Nihai olarak Gayri Askeri Statüdeki Adalar’ın son durumu ortaya konulmuştur.
A- Adaların Hukuki Statüsü
Ege Adalarının hukuki statüsü, 30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması, 14 Kasım 1913 Atina Antlaşması, 13 Şubat 1914’de Yunan Hükümetine tebliğ edilen Altı Büyük Devlet Kararı, 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması, 04 Ocak 1932 Türk-İtalyan Sözleşmesi, 1936 Montrö Sözleşmesi ve 1947 Paris Antlaşması olmak üzere toplam yedi antlaşma ve sözleşme ile belirlenmiştir.
Londra Antlaşması’nın 4. maddesinde, “Majesteleri Osmanlı İmparatoru, Girit Adasını Müttefik Devletler Majestelerine bıraktığını ve Majestelerinin (Osmanlı İmparatoru) tasarrufunda bulunan bu adaya ait tüm egemenlik haklarından ve bu ada üzerinde sahip olduğu diğer haklarından vazgeçtiğini bildirir” denilmekle, Antlaşmanın 5.maddesinde ise, “Majesteleri Osmanlı İmparatoru ve Müttefik Devletler Majesteleri; Girit Adası dışında Ege Denizi'ndeki tüm Osmanlı Adaları ve Athos yarımadasının kaderi konusunda karar verme sorumluluğunu, Majesteleri Almanya İmparatoruna, Majesteleri Avusturya Cumhurbaşkanına, Majesteleri Büyük Britanya Kralına, Majesteleri İtalya Kralına ve Majesteleri Rusya Kralına bıraktığını bildirdiğini ” karar altına aldığını görmekteyiz.
Atina Antlaşmasının 15 maddesinde, Akit taraflar, 30 Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşması hükümlerini Antlaşmanın beşinci maddesi hükmü de dahil olduğu halde kendilerine ilişkin olan hususlarda ifa etmeyi taahhüt ettiklerini kararlaştırarak güvence altına almışlardır.
Yunan Kraliyet Hükümetine tebliğ edilen Altı Büyük Devlet Kararına baktığımızda, Türkiye ile Müttefik Balkan Devletleri arasındaki 30 Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşmasının 5. maddesi ve Türkiye ile Yunanistan arasında Atina'da imzalanan 14 Kasım 1913 tarihli antlaşmanın 15. maddesi gereğince Yunan Hükümeti, Ege Denizi'ndeki adaların kaderini tayin yetkisini Altı Büyük Devlete bırakmaya söz verdiğini görmekteyiz.
Sonuç olarak, Altı Büyük Devlet, Türkiye'ye geri verilmesi gereken Gökçeada, Bozcaada ve Meis'in dışında, halen Yunan işgali altında bulunan bütün Ege Denizi adalarının Yunanistan'a verilmesine karar vermişlerdir. Öte yandan, Altı Büyük Devlet, Yunanistan'a bırakılan adalarda, Osmanlı ülkesiyle adalar arasındaki kaçakçılığı önlemek üzere alınacak tedbirlerin dışında Yunan Hükümeti'nin tahkimat yapmaması ve adaları askeri amaçla kullanmaması konusunda kendilerine ve Türkiye'ye yeterli garanti vermesini kararlaştırmışlardır. Altı Büyük Devlet, şartların korunması ve dürüst bir uygulama sağlanması amacıyla, Yunan Hükümeti üzerindeki etkilerini kullanmaya söz vermiştirler. Altı Büyük Devlet, Yunanistan'ın bu karar gereğince kazandığı adalardaki Müslüman azınlığı koruması için yeterli garanti vermesini talep etmişlerdir. Ayrıca, Altı Büyük Devletin Yunanistan'a verilmesini kararlaştırdığı adalarda Yunanistan'ın kesin yetkisine bakıldığında, 17 Aralık 1913 tarihli Floransa Protokolü uyarınca Arnavutluk'a verilen topraklardan ve Sasseno Adası'ndan Yunan birliklerinin çıkmasından sonra ve Yunan Hükümeti'nin hiçbir mukavemete karşı koymaması ve doğrudan veya dolaylı olarak Güney Arnavutluk'ta Altı Büyük Devlet tarafından oluşturulan duruma hiçbir şekilde mukavemeti desteklememesi ve cesaretlendirmemesi durumunda geçerli olacağı kararlaştırılmıştır. Bununla birlikte tahliye eylemi 1 Mart'ta Yunan birliklerinin Caza de Koritsa ve Sasseno Adası'ndan çekilmesiyle başlayacak ve Yunan birliklerinin Caza de Delvino'dan çekilme tarihleri olan 31 Mart'a kadar aşamalı olarak devam edeceğini ve Altı Büyük Devlet’in yukarıdaki kararlara Yunan Hükümetinin dürüstlükle saygı göstereceğine güvendiklerini dile getirmişlerdir.
Lozan Antlaşmasının 6. maddesinde “Bir nehir veya ırmağın kıyılarıyla belirlenmeyip akım yollarıyla saptanan sınırlara gelince, işbu Antlaşma tanımlarında kullanılan akım yolu ve kanal terimleri bir yandan ulaşıma elverişli olmayan nehirlerde su akım yolunun ya da başlıca kolunun, diğer yandan ulaşıma elverişli nehirlerde başlıca gidiş-geliş kanalının ortay çizgisi anlamındadır” hükmüne yer verilmiştir. Sınır çizgisinde olabilecek değişikliklerde sözü geçen çizginin bu yoldan belirlenen akım yolunu veya kanalını mı izleyeceğini ya da sözü edilen akım yolu veya kanalın işbu antlaşma yürürlüğe konduğu anda içinde bulunduğu durumda mı kesin biçimde belirleneceğini kararlaştırmak, hudut işaretleme komisyonuna ait olacaktır. İşbu antlaşma aksine bir hüküm olmadıkça, deniz sınırları kıyıdan üç milden az mesafede olan ada ve adacıkları içine alır. Antlaşmanın 12. Maddesinde ise “İmroz ve Bozca Adaları ile Tavşan Adaları dışındaki Doğu Akdeniz adaları ve özellikle Limni, Semendirek, Midilli, Sakız, Sisam ve İkarya adaları üzerinde Yunan egemenliğine ilişkin 30 Mayıs 1913 tarihli Londra Antlaşmasının 5. ve 14 Kasım 1913 tarihli Atina Antlaşmasının 15. maddeleri hükümlerine uyularak 13 Şubat 1914 tarihli Londra Konferansı'nda alınıp 13 Şubat 1914 tarihinde Yunan Hükümetine tebliğ edilen karar işbu antlaşmanın İtalya'nın egemenliğine verilen ve 15. maddede sayılan adalara ilişkin hükümleri saklı kalmak şartıyla, teyit edilmiştir” hükmü yer alır. Ayrıca “Asya kıyısından üç milden az mesafede bulunan adalar, işbu antlaşmada aksine açıklık bulunmadıkça, Türkiye egemenliği altında kalacağı da” ifade edilmiştir.
Lozan Antlaşmasının 15. maddesinde ise “Türkiye aşağıda sayılan adalar üzerindeki bütün haklarından ve dayanaklarından İtalya yararına vazgeçer. Rodos, Kolki, Skarpanto, Kazos, Piskopis, Misiros, Kalimnos, Leros, Patmos, Lipsos, Sömbeki ve İstanköy Adaları ile bunların bağlılarından olan adacıklar ve Meis Adasını” böylece İtalya’ya bırakmıştır.
Lozan Antlaşmasının 16. maddesine baktığımızda da “Türkiye işbu Antlaşmada belirlenen sınırlar dışında bulunan bütün topraklar üzerinde ve topraklarla ilgili ve ayrıca işbu Antlaşma ile üzerlerinde kendi egemenlik hakkı tanınmış olan adalardan başka adalar üzerindeki bu toprak ve adaların geleceği, ilgililer tarafından karara bağlanmış veya bağlanacaktır. Her ne nitelikte olursa olsun sahip olduğu bütün haklardan ve dayanaklarından vazgeçtiğini bildirir. İşbu maddenin hükümleri, komşu olmak dolayısıyla Türkiye ile sınırdaş ülkeler arasında kararlaştırılmış veya kararlaştırılacak olan özel hükümleri bozmaz.” hükmüne yer verilmiştir.
Türk-İtalyan Sözleşmesi’nin 1. maddesinde “Anadolu sahilleri ile Meis Adası arasındaki ada ve adacıkların ve Bodrum Körfezi karşısındaki Kara Adanın ciheti aidiyetinin tespit ve mezkûr ada ve adacıkları ihata eden karasularına tahdit zımnında İtalya Krallığı ile 4 Kanunusani 1932 tarihinde Ankara’da imza edilmiş olan İtilafname kabul ve tasdik edilmiştir.” Sözleşmenin 2.maddesinde: “Bu kanun neşri tarihinden (25 Kanunusani 1933) muteberdir. Sözleşmenin 3.madde de ise “ Bu kanunun icrasına Heyet-i Vekile memurdur.”
Montrö Boğazlar Sözleşmesi 19. maddesinde Savaş zamanında gemilerin geçişi düzenlenmektedir. 20. Madde de; savaş gemilerinin geçişiyle ilgili Türkiye'nin "dilediği gibi davranabileceği" belirtilmektedir. 21. Maddede; yakın savaş tehlikesi olması halinde Türkiye'ye benzer şekilde davranma yetkisi tanınmaktadır. İşbu sözleşmedeki genel çıkarımlar: Boğazlar bölgesinin Türkiye lehine askerileştirilmesi; 1923'te kurulan Boğazlar Komisyonu'nun yetkilerinin Türkiye'ye devredilmesi, Türkiye'ye yabancı savaş gemileri hakkında kısıtlama ve şartlandırma getirme hakkının tanınmasıdır.
Paris Barış Antlaşması Madde 14’de: “İtalya işbu Antlaşma ile aşağıda belirtilen On İki Ada'yı tüm egemenliği ile Yunanistan'a terk eder; yani, Stampalia, Rhodes, Calki, Scarpanto, Cassos, Piscopis, Misiros, Calimnos, Leros, Patmos, Lipsos, Simi, Cos ve Castellorizo ve bitişik adacıklar.” Bu adalar silahsızlandırılacak ve öyle kalacaklardır.Bu adaların Yunanistan'a devriyle ilgili usul ve şartlar, Birleşik Krallık Hükümeti ile Yunanistan arasında, anlaşmayla tespit edilecektir ve bu Antlaşmanın yürürlüğe girmesinden itibaren en geç 90 gün içinde yabancı birliklerin çekilmesi için gerekli düzenlemeler yapılacaktır.“Silahsızlandırma” ve “Silahsızlandırılmış” terimlerinin tarifi bu Antlaşma bakımından; “silahsızlandırma” ve “silahsızlandırılmış” terimlerinin, ilgili ülkede ve karasularında, bütün deniz, kara ve askeri hava tesislerini, tahkimlerini ve silahlarını, yapay kara, deniz ve hava engellerini; kara, deniz ve hava birliklerinin konuşlandırılmasını, sürekli ve geçici olarak konaklamalarını, herhangi bir biçimde askeri eğitimi ve savaş malzemelerinin üretimini yasakladığı kabul edilecektir. Bu (hüküm), sayı itibariyle iç görevleri yapmakla sınırlandırılmış ve bir kişi tarafından taşınabilen ve kullanılabilen silahlarla donatılmış iç güvenlik personeli ve bu personelin gerekli askeri eğitimini yasaklamaz.
B -On İki Adalar’ın Yunanistan’a Resmi Olarak Teslimi
Öncelikle 1947 Paris Barış Antlaşması’na baktığımızda; İkinci Dünya Savaşı, askeri olarak sona erer ermez, savaş sonrası düzenlemelere ilişkin tartışmalara başlandığı görülmektedir. Oniki Adalar konusunda Türkiye ile Yunanistan da bu tartışmalarda yer almış ve ulusal çıkarları doğrultusunda tartışmalara yön vermeye çalışmıştır. Savaştan yenik çıkan İtalya’nın, 1911’de Osmanlı İmparatorluğundan aldığı Oniki Adalar’daki yönetiminin sona ereceği anlaşılmıştır. Bu adalarda yaşamakta olan Rum Ortodoks halkı, tıpkı Kıbrıs Rum halkı gibi müttefik devlet başkanlarına ve dışişleri bakanlarına telgraflar çekerek, anavatan Yunanistan ile birleşme isteklerini dile getirmiştir. Müttefiklerin liderliğini üstlenen İngiltere de, hem Kıbrıs konusundaki istekleri bertaraf etmek, hem savaş yükünü omuzlamış olan Yunanistan’ı ödüllendirmek, hem de Yunan Kralı ve hükümetini sol muhalefete karşı güçlendirecek bir başarı sağlamak için Oniki Adalar’ın Yunanistan’a verilmesine yönelik bir politika sürdürmüştür.
12 Mayıs 1945’te Yunan Kralının Oniki Adalar’ı ziyaret edeceği haberi yayınlanır yayınlanmaz, Türk Hükümeti harekete geçmiş ve 13 Mayıs’ta Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Ali Fuat Türkgeldi, İngiliz maslahatgüzarına; bazı adaların Türk kıyılarına çok yakın bulunması dolayısıyla Oniki Adalar’ın Türkiye’nin güvenliği açısından stratejik önemde olduğunu, Roso ve İstanköy’de Türk nüfus bulunduğunu hatırlatarak, konunun İngiltere, Yunanistan ve Türkiye arasında yapılacak görüşmelerde ele alınması isteğini iletmiştir. Tevfik Rüştü Aras’ın 25 Temmuz 1945 tarihli Tan gazetesine yazdığı bir yazıyla ise konu, Türk kamuoyunun gündemine getirilmiştir. Aras, Türk-Yunan dostluğunun en ateşli taraftarlarından biri olduğunu ve geçmişte bu doğrultuda çalıştığını hatırlattıktan sonra, adalar halkının büyük çoğunluğunun Rum Ortadoks olduğunu kabul etmekle birlikte en iyi çözümün silahtan arındırılmak koşuluyla adalara özerklik tanınması ve bu adaların güvenliğinin ve statüsünün İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’nin güvencesine konulması olduğunu belirtmiştir. Tevfik Rüştü Aras’ın yazısını, Son Telgraf ve Yeni Asır gazetelerinde yayınlanan ve Oniki Adalar’ın Türkiye’ye geri verilmesi gerektiğini ileri süren yazılar ile kamuoyu ilgisi bu konu üzerinde tutulmaya çalışılmıştır.
Basında çıkan tüm bu yazılara rağmen Türk kamuoyunun ilgisini Oniki Adalar üzerinde yoğunlaştırmayı başaramamıştır ve SSCB’den tehdit algılayan Türk Dışişleri Bakanlığı, İngiltere’nin baskıları karşısında 1 Temmuz 1946’da görüşünü bildirmek zorunda kalmıştır. Bakanlık görüşünde; “Oniki Adalar’ın dost Yunanistan’a verilmesine Türkiye itiraz etmediği gibi bundan memnunluk duymaktadır. Ancak, İstanköy, Sömbeki, Meis gibi bazı adalar Türk kıyılarına o kadar yakınlardır ki bunların Anadolu’dan ayrılması düşünülemez. Bu adalardan iki-üç tanesinin Türkiye’ye verilmesi hem adalete hem de eşitliğe uygun düşecektir” demiştir.
8 Temmuz 1946’da Türkiye’ye yanıt veren İngiliz Dışişleri Bakanlığı, bazı adaların Türkiye’ye verilmesi gerektiği konusunda İngiltere’nin de hemfikir olduğu ama bu durum gerçekleşirse Türk Boğazlarında Uyuşmazlık yaratmak için fırsat kollayan SSCB’nin ortalığı karıştıracağını, ABD’nin tüm adaların Yunanistan’a verilmesinde ısrarlı olduğunu ve adaların askerden arındırılmış bir duruma getirilmesi şartıyla Yunanistan’a bırakılmasının Türkiye’nin güvenlik koşullarına uygun düşeceği kanısında olduklarını bildirmiştir.
İkinci Dünya Savaşını sona erdirmek için imzalanacak barış antlaşmasını görüşmek üzere, 21 devletin katıldığı konferanslar dizisi, 29 Temmuz – 15 Ekim 1946 tarihleri arasında yapılmıştır. Oniki Adalar’la ilgili görüşmelerde Yunanistan, söz konusu adaların sınırlarının 4 Ocak ve 28 Aralık 1932 tarihli Türk-İtalyan antlaşmalarında belirlenen sınırlar olduğuna dair bir cümlenin antlaşmanın ilgili maddesinde yer almasını istese de Yunanistanın bu isteği kabul edilmemiştir. 10 Şubat 1947’de imzalanan Paris Barış Antlaşmasının 14.Maddesi ile sadece Oniki Adalar’ın yeni hukuki statüsünü düzenlemekle yetinilmiştir. Bu maddede, İtalya’nın Oniki Adalar’ı tüm egemenliğiyle Yunanistan’a terk edeceği belirtildikten hemen sonra, bu adaların askerden arındırılacağı ve öyle kalacakları bildirilmiştir.
Oniki Adalar, 7 Mart 1947’de Yunanistan’ın egemenliğine girmiştir. 1947’deki tutumu nedeniyle ileride muhalifleri tarafından son derece sert biçimde eleştirilecek olan İnönü, Truman Doktrininden hemen önce gerçekleşen bu karar karşısında sessiz kalmayı tercih etmiştir. Çünkü, ABD şemsiyesi altında “ortak düşman” SSCB’ye karşı Türk – Yunan dostluğunun öne çıkarıldığı, uyuşmazlıkların olabildiğince göz ardı edildiği yeni bir döneme girilmiştir.
C-NATO
Geçmişte Ege adalarının gayri askeri statüsü ile ilgili Türkiye’nin tezlerini haklı gösteren üç NATO belgesi bulunmaktadır. Bu belgeler;
1. İsmay Mektubu : “Leros adası altyapı çalışmaları” başlıklı mektupta, 1953 yılında Leros adasında başlayan yakıt, mühimmat ve telekomünikasyon ile ilgili altyapı tesisleri için kabul edilen 482 bin Sterlin değerindeki programın, bu adanın 1947 Paris Barış Antlaşması’nda silahsızlandırılmış olması öngörüldüğünden muhtemel sorunlar yaratabileceği vurgulanmıştır.
2. Luns Mektubu : Genel Sekreter Luns’un SACEUR Komutanı Rogers’a gönderdiği mektup, Limni adasındaki askeri altyapı çalışmaları ile ilgilidir. Mektupta “NATO’nun ihtiyaçları ile birlikte ittifak üyesi ülkeler arasında antlaşmalar ile ilgili hukuki meselelerden kaçınılması gerek. Limni adası da böyle bir vaka” denilmiştir.
3. Jones Talimatı : SACEUR Komutanının talimatında: “Silahlandırılmaları, anlaşmalarla sınırlanan Ege adaları, NATO’nun barış döneminde askeri tatbikatlarında veya başka faaliyetlerde kullanılmayacak. Limni adasındaki altyapı tesisleri NATO tarafından finans edilmeyecek. Limni adası ve buradaki askeri güçler NATO tatbikatlarına dahil edilmeyecek.” Şeklinde belirlemelerde bulunmuştur.
Ege sorunlarının bir diğeri ise 1923 Lozan Antlaşması, 1947 Paris Antlaşması ve konuya ilişkin diğer uluslararası belgeler çerçevesinde Doğu Ege Adaları’nın silahsızlandırılmış statüsüdür. Doğu Ege Adaları, 1923 Lozan Antlaşması ve 1947 Paris Antlaşması da dahil olmak üzere, birtakım uluslararası antlaşmalarla silahsızlandırılmıştır. Halen yürürlükte olan ve dolayısıyla Yunanistan’ı yasal olarak bağlayan bu uluslararası anlaşmalar, Doğu Ege Adalarının silahlandırılmasını yasaklamakta ve bu maksatla Yunanistan’a yasal yükümlülükler ve sorumluluklar da getirmektedir.
Yunanistan, Türkiye’nin itirazlarına rağmen uluslararası hukuk çerçevesinde ahdi taahhütlerini ve antlaşmalardan doğan yükümlülüklerini ihlal ederek 1960’lardan beri adaları silahlandırmıştır. Bu bağlamda Yunanistan tarafından Doğu Ege Adalarının silahsızlandırılmış statüsüne aykırı hareket edilmiştir. Diğer taraftan Yunanistan, 1993’te Uluslar arası Adalet Divanının zorunlu yargı yetkisini kabul ederken,” ulusal güvenlik çıkarları” ile ilgili askeri önlemlerden kaynaklı hususlara ilişkin olarak divan zorunlu yargı yetkisine çekince koymuştur. Yunanistan bu şekilde adaların silahlandırılmasına ilişkin bir tartışmanın Uluslararası Adalet Divanı’na gitmesini engellemeyi hedeflemiştir. Bu durum, Yunanistan’ın anlaşma yükümlülüklerini ihlal ettiğinin Yunanistan tarafından zımnen kabulü anlamına gelmektedir.
D-LOZAN ANTLAŞMASI 13. MADDE
Barışın korunmasını sağlamak amacı ile, Yunan Hükümeti, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya Adalarında bazı önlemlere saygı göstermeği yükümlenmiştir.
Bu önlemlerden;
Birincisi: Bu Adalarda hiçbir deniz üssü ve hiçbir istihkâm kurulmayacaktır.
İkincisi: Yunan, savaş uçakları ve öteki hava araçlarının Ana-dolu kıyısındaki topraklar üzerinde uçması yasaklanacaktır. Buna karşılık, Türkiye Hükümeti de savaş uçaklarının ve öteki hava araçlarının sözü geçen Adalar üzerinde uçmasını yasaklayacaktır.
Üçüncüsü: Söz konusu Adalarda Yunan, Silâhlı Kuvvetleri, silâh altına alınıp yerinde eğitilebilecek olan normal askersel birlikle ve, tüm Yunanistan topraklarındaki jandarma ve polis sayısı ile orantılı olacak, bir jandarma ve polis örgütü ile sınırlı kalacaktır.
Sonuç olarak, gerek iki ülke arasında yapılan geçmişe yönelik anlaşmalar gerek ise NATO sürecinde takip edilen ülkelerarası barışa yönelik ve her iki ülkenin çıkarlarının toplumsal koruyuculuğu gözetildiğinde; Lozan Anlaşması’nın temel belirleyici çatışmaları önlemeye yönelik, egemenliği kısıtlamayan en etkili belirleyici kuralları çerçevesinde, hukuki statü ve sınırlar belirlenmiştir. Bu sebeple, işgalci konuma düşmek isteyen Yunanistan’ın son zamanlarda sınırlarımızda yapmış olduğu korku eylemine yönelik davranışları uluslararası hukuk zemininde hukuken kabul edilemez niteliktedir. Söz konusu metinler çerçevesinde Yunanistan’ın eylemlerini ve hukuk dışı sınır ihlallerini devam ettirmesi halinde, Yüce Türkiye’nin devletler hukuku kapsamında egemenlik hakkını koruyabilmek adına, bu haksız eylemlere fazlasıyla Yüce Türk Milleti adına cevap verebileceğinin kesinliği teamüller altında saklıdır. YÜCE TÜRKİYE CUMHURİYETİ KARARLARINI BİR GECEDE ANSIZIN EYLEME DÖKEBİLİR. BU MİLLET ADINA BİR EGEMENLİK HAKKIDIR.
(Bu köşe yazısı, Avukat Maşallah MARAL tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)