“Arabuluculuk kötüye ve amacı dışında kullanılarak işçinin hakları çiğnenemez”

“Yukarıda açıklanan ilke ve esaslara göre somut olay değerlendirildiğinde; dava konusu tazminat ve alacaklar yönünden arabuluculuk süreci başlamadan önce taraflar arasında uyuşmazlık bulunduğuna yönelik dosyada herhangi bir delil mevcut değildir. Aksine, davacı tarafından verildiği iddia edilen istifa dilekçelerinin ve dilekçelerdeki beyanların geçerli olup olmadığı bir tarafa bırakılırsa, mevcut belgelere göre taraflar arasında arabuluculuk faaliyeti başlamadan önce herhangi bir uyuşmazlık bulunmadığı sonucuna varılmaktadır.

Kaldı ki 10.10.2020 tarihinde davacının is sözleşmesinin sona ermediği ve çalışmasının devam ettiği görülmektedir. 10.10.2020 tarihli anlaşma belgesinde yer alan, sözleşmenin sona ermesine bağlı olan kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık ücretli izin alacağı yönünden taraflar arasında bu nedenle de bir uyuşmazlık çıktığından söz edilemez. Bu durumda gerçekte bir fesih söz konusu olmadığı hâlde isçiye ihbar ve kıdem tazminatı adı altında bir ödemenin arabulucu önünde yapılan anlaşma ile kararlaştırılmış olması, ödemenin avans niteliğini ortadan kaldırmaz. Aynı şekilde is sözleşmesi sona ermediği hâlde yıllık ücretli izin hakkının arabuluculuk anlaşma belgesi ile paraya tahvil edilmesi de kabul edilemez.

Açıklanan sebeplerle; 10.10.2020 ve 30.04.2021 tarihli anlaşma belgelerinin geçerli bir arabuluculuk anlaşma belgesi niteliğinde olmadığı anlaşıldığından, söz konusu belgeler yönünden, 6098 sayılı Kanun'un 420 nci maddesindeki koşullara veya ifaya ilişkin hükümlere göre değerlendirme yapılarak, oluşacak sonuca göre bir karar verilmelidir.

Mahkemece, arabuluculuk faaliyeti sonucunda anlaşmaya varılması hâlinde anlaşılan hususlar hakkında dava açılamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi hatalı olmuştur.” (9. HD, 10.10.2024, 2024/10147, 2024/13332)

Yukarıda sonuç kısmı verilen Yargıtay 9. HD’nin kararı bir bütün olarak değerlendirildiğinde kanaatimizce Daire özetle diyor ki (ifadeler Daireye değil, bize aittir);

- Arabuluculuk bir uyuşmazlık çözüm yöntemidir; başka amaçlara alet edilip kötüye kullanılamaz. Her hak ve yol amacına uygun kullanılmalıdır; aksi halde hakların genel kullanım sınırı olan dürüstlük kuralı duvarına çarpar. Unutmamak lazım ki davada dahi dürüstlük kuralı esastır; davada dahi bu sınırların dışına çıkılamaz, dava hakkı dahi kötüye kullanılamaz.

- Arabuluculuk, arabuluculuk gibi yapılır, şartlarını sağlarsa, bunun sonunda düzenlenen belge, gerçek anlamda arabuluculuk belgesi olur ve Kanunda belirtilen sonuçları gerçekleştirir.

- Arabuluculuk maddî hukuktaki hakların arkasına dolanmak, işçiyi mağdur etmek için bir araç olarak kullanılamaz. İş hukukunun temel ve emredici hükümlerini yok etmek için yol olamaz.

- Arabuluculuk ihtiyariymiş gibi gösterilerek, aslında olmayan bir uyuşmazlık görüntüsü altında hak aramaya ve dava açmaya engel olacak bir yol değildir.

- Arabuluculuğu bu şekilde kullananlar, bu süreçte yer alanlar ve aracı olanların yaptığı arabuluculuk etik ilkelerine ve genel hukuk ilkelerine aykırıdır; bu konudaki temel kuralları da ihlâl etmektedir.

- Hasılı kelam, bundan sonra ihtiyarî arabuluculuk adı altında göstermelik arabuluculuk belgeleri düzenlemeyin, yoksa ben buna arabuluculuk belgesi olarak değil, işçinin haklarını çiğneyen bir belge olarak bakar, inceler, ona göre karar veririm!!

Bundan çıkan sonuçlarsa kısaca şunlardır:

- Her hak ve uyuşmazlık çözüm yöntemi gibi arabuluculuk da aslî amacına hizmet dışında kullanılamaz. Dürüstlük kuralı, hakkın kötüye kullanımı, kanuna karşı hile, hakkın çözümünün genel sınırlarıdır, bunlar ihlâl eden her hukukî işlem sakattır, sonuç doğurmaz. Bu hukuk fakültesi 1. sınıf bilgisidir, sınırları zorlamanın ve hukuku yormanın anlamı yoktur.

- Bir uyuşmazlık çözüm yöntemi olan arabuluculuk, hak gasbı yöntemi, zayıfı mağdur etme, zayıf tarar üzerinde baskı kurma yöntemi değildir. Bir uyuşmazlık çözüm yönteminde ölümü gösterip sıtmaya razı etmek, gücünü baskıya dönüştürmek ahlâken ayıp, hukuken haksızlıktır.

- Uyuşmazlık çözüm yolları ve usûlî imkânlar, maddî hukuktaki hakkı ezemez, yok edemez, bunun aracı olamaz. Şeklî hukuk aslında maddî hukuku yok etmek için değil, ona hizmet etmek için vardır.

- Arabuluculuk düzgün ve kuralına uygun işletilemez, şartları sağlanmaz, işçinin hak gasbına dönüşürse bu arabuluculuk olmaz, hak gasbı olur. Hukukun izin verdiği bir yol kullanılarak, hukukun izin vermediği sonuç elde edilemez, hukukî bir yol haksızlık aracı olamaz.

- Kanaatimizce mutlaka henüz işçi ile işveren arasında henüz bir uyuşmazlık çıkmadan bir şey yapılmak isteniyorsa, ya bu işçinin özgür iradesi ile anlaşarak yapılmalı veya arabuluculuk benzeri bir belge elde edilmek isteniyorsa da bu konuda işletilebilecek yol AvK m. 35/A’dır. AvK m. 35/A işletildiğinde işçi artık avukat koruması altında olacaktır (Barolar da başka şeylerle uğraşmak yerine asıl görevleri olan bu konuda biraz gayret etse keşke…)

Ve nihayet…

- Bu karardan hak arayanlar, gerçek hak peşinde koşanlar, zayıf konumda olan işçi sevinecektir.

- Arabuluculuğu pazarlayan ve onu hak gasbına alet edenler üzülecektir. ‘Şirketinizin işlerini bize verin, biz işçileri arabuluculuk yoluyla en ucuza işten çıkartalım’ diyen varsa (olmadığı söylenmektedir!), artık bunu derse de yalan söylemiş olur, boşuna bir pazarlamadır, sahtekârlıktır. Bu sebeple arabulucular arasında da nisbeten denge kuracaktır.

- Bu kararla, belki tartışmalı istatistikler gerçeğe biraz daha yaklaşmış olur.

- Endişemiz ise; itirazın iptali ve menfi tespit davasında olduğu gibi, ‘madem öyle bizde böyle’ denilerek, bu kararın sonuçlarını bertaraf etmek için, akla ve hukuka muhalif kanun çıkarma çabasına girilmesidir ki muhtemeldir!

- Her şeye rağmen hukuk yine de bir umut kapısıdır! Çok sık olmasa da gösterdiği ışık bile aydınlatmaya, ısıtmaya ve umuda vesiledir….