Hukuk düzeni, bu düzenin süjesi olan bireylere tanınmış olan hak ve yükümlülükler üzerinde temelleri atılmış bir sistemdir. Hak ve yükümlülükler tıpkı bir madalyonun iki yüzü gibi birbirinden ayrılamayan ve toplumsal düzenin inşa edilmesinde de mutlak olarak yer alan yapı taşlarıdır. Bu yapı taşları esasında hukuk normları sayesinde hayat bulmakta olup hukuk normları hak ve yükümlülüklerin arasındaki dengeyi kuran mekanizmadır. Hukuk normları, bireylere sayılamayacak kadar fazla yükümlülük yüklemekte ve bu şekilde toplum içinde adaletin ve düzenin sağlanmasında temel bir araç olarak işlev görmektedir. Yükümlülükler, yalnızca hukuk normlarından doğmamakta toplum düzeninde bireylere ahlaki, kültürel, dini veya etik yükümlülükler yükletilebilmektedir. Bu sebeple söz konusu durumda “hukuki yükümlülük” olarak nitelendirmemiz daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Hukuki yükümlülükler, pozitif yükümlülükler ve negatif yükümlülükler olarak ikiye ayrılmaktadır.

Pozitif yükümlülükler, bireylerin belirli bir davranışı gerçekleştirme zorunluluğunu ifade etmektedir. Yani, bu tür yükümlülükler bir şey yapmayı gerektirmektedir. Pozitif yükümlülükler genellikle bireylerin veya devletin belirli bir eylemde bulunmasını, belirli hizmetleri sunmasını veya başkalarına yardım etmesini zorunlu kılan yükümlülüklerdir. Negatif yükümlülükler ise bireylerin belirli bir davranıştan kaçınma zorunluluğunu yüklemekte bireylerin ya da devletin eylemsiz kalarak yerine getirdikleri yükümlülüklerdir. Bu yükümlülükler başkalarının haklarına saygı gösterme ve bu hakları ihlal etmeme esasına dayanmaktadır. Bu yükümlülüklere uyulmamasının ya da sınırlarının aşılması halinde bireyler hukuk normları aracılığıyla çeşitli yaptırımlarla karşılaşacaktır.

Ceza hukuku,  kanun koyucunun suç niteliğinde bulunan fiillere karşı öngörülmüş olan ceza ve güvenlik tedbirlerini ihtiva etmektedir. Bu sebeple ceza hukuku sistematiğinde genelde bireylere suç teşkil eden fiillerden kaçınma şeklinde bir negatif yükümlülük yüklenmektedir. Her ne kadar negatif yükümlülükler çoğunlukta olsa da kimi hallerde bireylere birtakım pozitif yükümlülükler tanınmıştır.

Bu çalışmamızda ele alacağımız TCK’nun 97. maddesinde yer alan “Terk” suçunu, 175. maddesinde yer alan “Akıl Hastası Üzerindeki Bakım Ve Gözetim Yükümlülüğünün İhlali” suçunu ve 233. maddesinde yer alan “Aile Hukukundan Kaynaklanan Yükümlülüğün İhlali” suçunu bu yükümlülükler uyarınca irdeleyeceğiz.

Terk Suçu Bakımından

TCK’nın 97. maddesinde “Koruma, Gözetim, Yardım veya Bildirim Yükümlülüğünün İhlâli” şeklinde yer alan dördüncü bölümün altında terk başlığıyla düzenlenmiş olan bu suçta ihlal edilen yükümlülük “koruma ve gözetim yükümlülüğü” dür. Bu yükümlülüğü anlamlandırmak adına suç tipini genel hatlarıyla incelemekte fayda vardır. İlk olarak terk suçuyla korunan hukuki değer, mağdur olarak hükümde belirtilen yaşı veya hastalığı dolayısıyla kendini idare edemeyecek durumda olan kişiler olduğundan yola çıkılarak bu kişilerin başta yaşam hakları olmak üzere beden bütünlükleri, ruh ve beden sağlığıdır. Fail ise yaşı veya hastalığı nedeniyle kendini idare edemeyecek durumda bulunan kişileri koruma yükümlülüğü bulunmuş olan kişidir. Buna göre TCK’nın 97. maddesiyle kişiye pozitif yükümlülük olarak korum yükümlülüğü ve gözetim yükümlülüğü yükletilmiştir.

Koruma yükümlülüğü; sözleşmeden, kanundan, mahkeme kararından veya “doğal bağlılık ilişkisinden” doğabilmektedir[1]. Bu yükümlülüğün bedelsiz olabileceği gibi bedel karşılığında da meydana gelebilir. Sözleşmeden doğması halinde bu sözleşmenin yazılılık gibi bir şekil şartı yoktur. Geniş bir çerçeve içerisinde kişilerin karşılıklı olarak kişilerin iç dünyalarında meydana getirdikleri sübjektif iradelerin dış dünyada söz, yazı ya da davranışlar vasıtasıyla biçime bürünmesiyle ortaya çıkacaktır. Bu manada akla ilk gelen sözleşmeler; ölünceye kadar bakma sözleşmesi, özel huzurevine kabul sözleşmeleri, bakımevleri sözleşmeleri ya da rehabilitasyon kurumlarında düzenlenen sözleşmelerdir. Bu sözleşmenin tarafı olan kimseler, kendi iradeleriyle genellikle de terk suçunun mağduru olan yaşı veya hastalığı nedeniyle kendini idare edemeyecek kişilere karşı birtakım yükümlülükler üstlenmektedir. Bu yükümlülüklerin en başında koruma yükümlülüğü yer almaktadır. Bu yükümlü kişiler, genelde doktor, hemşire, hasta bakıcı, fizyoterapistler, diğer sağlık personelleri veya diğer uzman kişiler olarak karşımıza çıkmaktadır. Yükümlü kişi, muhtaç olan kişiyi dış etkilerden, tehlikeden, zor bir durumdan uzak tutmakla diğer bir anlatımla vikaye etmekle mükelleftir.

Bu mükellefiyet koruma yükümlülüğü nezdinde olup ihlal edilmesi halinde cezai sorumluluk vuku bulacaktır. Terk suçu bakımından ise mağdurun korumadan yoksun bırakılması, mağdurun yanından ayrılarak gerçekleşeceği gibi mağduru kendi nüfuz alanının dışında bırakmak suretiyle de gerçekleşebilmektedir. Koruma yükümlülüğünün kanundan kaynaklanan ve en bilinen hükümleri, Türk Medeni Kanunu’nun ikinci ayrımında yer alan ev düzenine ilişkin olarak ev başkanının sorumluluğudur. TMK’nın 367. maddesinde ev başkanlığı ilişkisinin, kan ve kayın hısımlığı, işçilik, çıraklık veya benzeri sebeplerle ya da koruma ve gözetme ilişkisi içinde ev halkı olarak bir arada yaşayan kişileri kapsadığı ifade edilmektedir. Bir diğer TMK düzenlemesi ise 335-351. maddesinde düzenlenmiş olan velayete ilişkindir. Bu düzenlemelerle ergin olmayan çocuğun ana ve babasına çocuğu koruma yükümlülüğü yükletilmiştir.

Gözetim yükümlülüğü ise koruma yükümlülüğüyle birlikte görülen ve bir nevi tamamlayıcısı olan yukarıda sayılmış olan kişilere yükletilmiş olan yükümlülüktür. Nitekim Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde de gözetmek “Korumak, bakmak, özen göstermek; himaye etmek” şeklinde tanımlanmıştır. Gözetim yükümlülüğü, koruma yükümlülüğüne dair belirtilmiş olduğu üzere aynı şekilde kişiler arasındaki sözleşmelerden, mahkeme kararından ya da kanundan kaynaklanabilir. TBK’nın 611. maddesinde “ölünceye kadar bakma sözleşmesi, bakım borçlusunun bakım alacaklısını ölünceye kadar bakıp gözetmeyi, bakım alacaklısının da bir malvarlığını veya bazı malvarlığı değerlerini ona devretme borcunu üstlendiği sözleşmedir” denilmek suretiyle bakım borçlusuna doğrudan gözetim yükümlülüğü yükletilmiştir. Ölünceye kadar bakma sözleşmesi dışında da kişiler arasında özel huzurevine kabul sözleşmeleri, bakımevleri sözleşmeleri ya da rehabilitasyon kurumlarında çalışan personelle yapılacak olan sözleşmeler de bu yükümlülüğün kaynağı olabilecektir. TMK’nın 368. maddesinde “birlikte yaşayan kimseler evin düzenine tâbidir. Bu düzenin kuruluşunda ev halkından her birinin yararı adil biçimde gözetilir”  denilmek suretiyle ev başkanına gözetim yükümlülüğü de yükletilmiştir.    

Akıl Hastası Üzerindeki Bakım ve Gözetim Yükümlülüğünün İhlali Suçu Bakımından

TCK’nın 175. maddesinde düzenlenen akıl hastası üzerindeki bakım ve gözetim yükümlülüğünün ihlali suçu, failin sahip olduğu bakım ve gözetim yükümlülüğünü ihlal etmesiyle meydana gelmektedir. Bu suçun gerçekleşmesi için herhangi bir zarar doğmasına gerek olmadığından somut bir tehlike suçudur. Suçun tamamlanması için hukuki manada bir zarar meydana gelmesinin arandığı suçlara zarar suçları, yalnızca zarar oluşma ihtimalinin yeterli olduğu suçlara tehlike suçları denilmektedir. Tehlike suçları somut tehlike ve soyut tehlike suçları olarak ikiye ayrılmaktadır. Soyut tehlike suçları, gerçekleştirilen fiilin o suç düzenlemesinde korunan hukuki değer açısından tehlike doğurup doğurmamasına bakılmayan suçlar iken somut tehlike suçları ise yapılan hareketin o suça ilişkin korunan hukuki değerle ilgili bir tehlike meydana getirmesi gerekli olan suçlardır[2]. Failin yükümlülükleri gereğince cezai sorumluluğunun sınırları ise korunan hukuki değer gözetildiğinde başkalarının hayatı, sağlığı, malvarlığı ve düzenlenme biçimi göz önünde bulundurulduğunda kamu düzeni olduğunu söylemek mümkündür. 

Akıl hastası üzerindeki bakım ve gözetim yükümlülüğü, kanundan ya da sözleşmeden doğabilmektedir[3]. Kanundan kaynaklanan yükümlülüğün başlıca örneği TMK’nın 369. Maddesinde “ev başkanı, ev halkından olan küçüğün, kısıtlının, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunan kişinin verdiği zarardan, alışılmış şekilde durum ve koşulların gerektirdiği dikkatle onu gözetim altında bulundurduğunu veya bu dikkat ve özeni gösterseydi dahi zararın meydana gelmesini engelleyemeyeceğini ispat etmedikçe sorumludur. Ev başkanı, ev halkından akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunanların kendilerini ya da başkalarını tehlikeye veya zarara düşürmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. Zorunluluk hâlinde gerekli önlemlerin alınmasını yetkili makamdan ister” denilerek ev başkanına kusursuz sorumluluk yükletilmiştir. Sözleşmelerden kaynaklı doğan yükümlülük ise hastanelerde, rehabilitasyon kurumlarında veya özel bakımevlerinde, çalışan personelle düzenlenen sözleşmelerdir.

Aile Hukukundan Kaynaklanan Yükümlülüğün İhlali Suçu Bakımından

TCK’nin 233. maddesinde düzenlenen bu suç; bakım, eğitim veya destek olma yükümlülüklerinin ihlali halinde vuku bulmaktadır.  Söz konusu yükümlülüklerinin içeriğine ilişkin olarak açıklamalardan önce suçun unsurları üzerinde durulacaktır. Suçla korunan hukuki değer; bakım, eğitim ve desteğin yöneltildiği mağdurun kişilik hakları, aile ve toplum düzenidir. Mağdur ise aile hukukundan doğan bu yükümlülüklerin alacaklısı konumundaki kişi yani aralarında evlilik akdi olan eşlerden biri, çocuk ve torunlar, ana ve baba, evlat edinen, evlatlık veya kardeşler olabilecektir. Fail ise mağdurun çocuk olması durumunda ana ve baba, mağdurun eşi, mağdur evlatlık ise evlat edinen ya da mağdurun kardeşi olabilmektedir. Bu bakımdan suçun özgü bir suç olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Madde gerekçesinde “Bu suçun oluşması için terk olgusunun gerçekleşmemesi gerekir. Aksi takdirde, terk suçu oluşur.” denilmek suretiyle bu suçun terk suçuyla olan farkı ortaya koyulmuştur. Yükümlülüklerin sınırları ise yine gerekçede “Aile hukukundan kaynaklanan bakım, eğitim veya destek olma yü­kümlülüğünün kapsamını, Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre belirle­mek gerekir” şeklinde gönderme yapmasıyla TMK esas alınarak tespit edilecektir.

Bakım yükümlülüğü, kişinin refahını ve ihtiyaçlarını karşılama sorumluluğunun yükümlü tarafından sağlanmasıdır. Bu yükümlülük, TMK’nın 327. maddesinde çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderler ana ve baba tarafından karşılanır” ve 328. maddede “ana ve babanın bakım borcu, çocuğun ergin olmasına kadar devam eder” denilmek suretiyle bakım yükümlülüğü açıkça ergin olmayan çocuk bakımından ana ve babaya yükletilmiştir. Aynı şekilde ortada evlilik birliğinin kalmaması halinde TMK’nın 350. maddesinde “velâyetin kaldırılması hâlinde ana ve babanın çocuklarının bakım ve eğitim giderlerini karşılama yükümlülükleri devam eder” şeklinde ifade edilerek ana ya da babanın velayet yetkileri artık kalksa da bakım yükümlülüklerinin son bulmayacağı belirtilmiştir.

Eğitim yükümlülüğü, ana babanın sahip olduğu çocuğun eğitim ve öğretim ihtiyaçlarını da karşılamak, çocuğun fiziksel ve ruhsal gelişimini desteklemenin yanı sıra toplumsal ve bireysel becerilerini de geliştirmeyi kapsamaktadır. TMK’nın 340. maddesinde “ana ve baba, çocuğu olanaklarına göre eğitirler ve onun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlâkî ve toplumsal gelişimini sağlar ve korurlar. Ana ve baba çocuğa, özellikle bedensel ve zihinsel engelli olanlara, yetenek ve eğilimlerine uygun düşecek ölçüde, genel ve meslekî bir eğitim sağlarlar” denilerek yükümlülük belirtilmiş olup bunu takip eden 341. maddede “çocuğun dinî eğitimini belirleme hakkı ana ve babaya aittir.” şeklindeki hükümlerle ana babaya bu yükümlülük tanınmıştır. Her ne kadar kanunda belirtilmese de bu yükümlülüklerin ana babanın ortak çocukları kadar ortak olmayan çocukları bakımından da uygulanacağını kabul etmek gerekmektedir[4].

Sonuç olarak, kanun koyucu TCK’nun 97. maddesinde yer alan “Terk” suçunu, yukarıda da ifade edildiği gibi genel bir düzenlemeyle koruma ve gözetim yükümlülüğü başlığı altında düzenlemiş ve yaş ve hastalık dolayısıyla kendisini idare edemeyecek kişinin buna muhtaç olduğunu belirtmiştir. Diğer bir düzenleme 175. maddesinde yer alan “Akıl Hastası Üzerindeki Bakım Ve Gözetim Yükümlülüğünün İhlali” suçudur. Burada ise toplum düzeninin korunmak istendiği görülmektedir ve kişi ihmalinden söz edilmektedir. Son olarak 233. maddesinde yer alan “Aile Hukukundan Kaynaklanan Yükümlülüğün İhlali” suçunda ise amaç aile düzenini korumaktır ve dikkat edilirse izah edildiği üzere aile birliği üzerindeki birtakım haklar korunmak istenmiştir.

(Bu köşe yazısı, Avukat Maşallah MARAL tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)

KAYNAKÇA

ALTUNKAŞ Aysun, “Türk Ceza Kanunu’nda Aile Hukukundan Kaynaklanan Yükümlülüğün İhlali”, Kadir Has Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.5, S.2, Aralık 2017.

CENTEL Nur, ZAFER Hamide, ÇAKMUT Özlem, Türk Ceza Hukukuna Giriş, Beta Yayınları, 9.Bası, 2016.

TAŞKIN Ercan Ozan, “Akıl Hastası Üzerindeki Bakım ve Gözetim Yükümlülüğünün İhlali Suçu”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.65, S. 4, Aralık 2016.

TEZCAN Durmuş, ERDEM Mustafa Ruhan, ÖNOK R. Murat, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, Seçkin Yayınları, 17. Baskı, 2019.

--------------

[1] TEZCAN Durmuş, ERDEM Mustafa Ruhan, ÖNOK R. Murat, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, Seçkin Yayınları, 17. Baskı, 2019, s.267

[2] CENTEL Nur, ZAFER Hamide, ÇAKMUT Özlem, Türk Ceza Hukukuna Giriş, Beta Yayınları, 9.Bası, s. 260-262

[3] TAŞKIN Ercan Ozan, “Akıl Hastası Üzerindeki Bakım ve Gözetim Yükümlülüğünün İhlali Suçu”, AÜHFD, C.65, S. 4, Aralık 2016, s. 2477.

[4] ALTUNKAŞ Aysun, “Türk Ceza Kanunu’nda Aile Hukukundan Kaynaklanan Yükümlülüğün İhlali”, Kadir Has Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.5, S.2, Aralık 2017, s.24