Spor hem fiziksel hem de ruhsal anlamda insanın gelişmesini sağlayan en önemli faaliyetlerden biridir. Spor bütün boyutlarıyla ele alındığında, onun toplumsal anlamda birleştirici ve bütünleştirici bir etkisinin varlığı da gündeme gelmektedir. Spor sayesinde insanlar sosyalleşmekte hem fiziksel hem psikolojik anlamda gelişim göstermektedir. Spor hukuku; sporu belirli kurallara tabi kılan bir hukuk dalı olarak ortaya çıkmıştır. Spor hukuku genel olarak spor ile ilgili sponsorluk sözleşmeleri, yayıncı kuruluşlarla yapılan sözleşmeler, spor organizasyonları tarafından çalıştırılan personelle ilgili uyuşmazlıklar, spor organizasyonlarının kendi aralarında çıkan sorunlara ilişkin uyuşmazlıklar ve sporu düzenleyen organların sporculara verdikleri disiplin cezaları ile ilgili uyuşmazlıkları kapsamaktadır.
Spor hukuku, yeni ve karma bir hukuk dalıdır. Hem özel hukuk hem de kamu hukukuna ilişkin düzenlemeleri bünyesinde barındırmaktadır. Spor süjeleri arasında akdedilen sözleşmeler, özel hukuk alanına ilişkinken; sporda doping, sportif cezalar vb. hususlar da kamu hukuku alanına dahil edilmektedir. Ayrıca sporun, bir kamu hizmeti olarak devlet tarafından örgütlenmesi de onun yine kamu hukuku kapsamında değerlendirilmesi sonucunu doğurmaktadır. Sonuç itibariyle spor hukukunu ne sadece özel hukuk ne de sadece kamu hukuku alanına sokmak mümkündür. Spor hukuku, her iki alanla içi içe ve onlarla bağlantılıdır.
SPOR VE KADIN
Ülkemizde de özellikle Cumhuriyet’in ilanından sonra kadının yeri her alanda sağlamlaşmış ve kadın-erkek eşitliği sağlanmaya çalışılmıştır. Bu kapsamda birçok yeni düzenleme getirilmiştir. Örneğin 1926 yılında kabul edilen Medeni Kanun ile yapılan düzenlemeler ışığında kadın-erkek eşitsizliğinin önüne geçilmek istenmiştir. Özellikle aile hukukuna ilişkin meselelerde bu eşitsizliğin ortadan kaldırılması için çalışmalar yapılmıştır. Her alanda olduğu gibi sporda da kadın yerine almaktadır. Cumhuriyet’in ilanından günümüze kadar geçen sürede çok başarılı kadın sporcuların yetiştiği ve ülkemize de büyük başarılar getirdikleri bilinmektedir. Ancak bütün bu başarılara rağmen hemen belirtmek gerekir ki, sportif faaliyet ve spor birimlerinde görev alma bakımından kadınlar, erkeklere oranla bir adım geride kalmaktadır. Ülkemizde sporun bir erkek faaliyeti ya da aktivitesi olarak benimsenmesi ve değerlendirilmesi, spor alanında kadınların bir adım geride kalıyor olmalarının en önemli sebebidir. Sporda kadınların erkeklere oranla geri planda kalmalarının sebeplerinden bir diğeri ise kadın ve erkek arasındaki biyolojik farklılık olarak kabul edilmektedir. Erkeklerin kadınlara oranla daha güçlü, çevik ve atletik yapıda olmaları söz konusu ataerkil düşüncenin ortaya çıkmasında etkili olmaktadır. Bunun yanı sıra kadına biçilmiş olan toplumsal rol de onun spor noktasında kendini ifade edememesine neden olmaktadır. Spor alanında ve sportif faaliyetlerde, her ne kadar erkeklere oranla geri planda kalsa da yerini almış olan kadın için aynı durumun spor hukuku anlamında geçerli olduğunu söylemek mümkün değildir. Başka bir ifadeyle spor kurumlarında kadınların özellikle yönetici pozisyonunda çok az ya da hiç olmadıkları bilinmekle birlikte; kadın çalışanlara yönelik söz konusu konuyla ilgili olarak olumsuz tavırlar da sergilenmektedir. Ülkemizde herhangi bir yasal sınırlama olmamasına rağmen kadınların spor kurumlarındaki görevlerde yer almaları oldukça zordur. Söz konusu duruma ilişkin olarak başka ülkelerde farklı uygulamaların olduğu görülmektedir. Bazı ülkelerde kadınların spor kurumlarında çalışmaları zorunluluğu yasal olarak düzenlenmiştir. Hukuki anlamda yapılan söz konusu düzenlemeler sayesinde kadınların, sportif konularda etkin hâle gelmeleri istenmektedir. Bununla birlikte Amerika ve Kanada gibi ülkelerde kadınlar için yeterlik ve burs imkânları sağlanmakta ve bu sayede kadınların da erkekler gibi gerekli bilgi ve birikimle donanıp spor kurumlarında yer almaları hedeflenmektedir. Kadınların spor kurumlarında yer almalarına ilişkin problemler ve gösterilen olumsuz tavırlar yapılan araştırmalara göre ilk önce, ilgili pozisyonlara aday gösterilmeleri noktasında yaşanmaktadır. Böylesi bir durum kadınların spor kurumlarında yer alma imkânlarını da daha başlamadan sona erdirmektedir. Bunun yanı sıra kadınların toplumdaki pozisyonları ve yükümlülükleri gereği, spor kurumlarında görev almaları ya da ilgili pozisyonlara aday olmaları da zor hale gelmektedir. Söz konusu bütün bu durumlar kadının spor ve spor hukuku anlamında uzaklaşmasına, hatta genel anlamda onun spora yabancılaşmasına sebep olmaktadır. Ancak hemen belirtmek gerekir ki bu yabancılaşma, bir “yabancılaştırmadan” ibarettir. Başka bir ifadeyle sportif anlamda etkin olan erkek, sporun bir erkek faaliyeti ya da aktivitesi olduğu düşüncesinden hareketle, kadını spor alanlarına yabancılaştırmaktadır.
CİNSİYET VE SPOR
Toplumsal cinsiyet ve spor ilişkisi, son yıllarda spor bilimleri alanında çalışanların ilgisini çeken konulardan biridir. Toplumsal cinsiyet kavramı, sosyal sınıf, ırk, yaş ve etnik kategoriler gibi önemli kavramlardan biridir ve sporun sosyal analiziyle ilgili yapılan çalışmalarda yer alması gereken sosyal ve kültürel bir kategoridir. Spor ortamındaki ve toplumdaki cinsiyete dayalı sosyal ilişkileri anlayabilmek için sporda toplumsal cinsiyete dayalı bir kültürel pratik olarak incelenmelidir. Birçok insan genellikle sporun erkeksi bir aktivite olduğunu ve yine birçok sporun erkeksi davranışlar gerektirdiğini düşünmektedir. Sporun pek çok insan tarafından sadece erkeklere özgü bir aktivite olduğunun düşünülüyor olmasının yanında yapılan araştırmalar bu düşünceyi yadsıyıcıdır.
1970’lerden bu yana, yeni olanakların oluşması, kadınlar için yeni yasal düzenlemelerin yapılması, kadın hareketinin etkisi, sağlık ve fiziksel uygunluk hareketlerinin artmasıyla birlikte kadınların spora katılımında bir artış olmuştur. Tarihsel açıdan bakıldığında, kadın sporculara çok da hoşgörülü bakılmadığı gözlemlenmektedir. Eski Yunan’da kadınların sadece olimpik oyunlara girmesi engellenmemiş, spor yarışmalarının izlenmesi bile kadınların ölüme mahkûm olmasına neden olmuştur. Sporla cinsiyet ilişkisi son derece önemliymiş gibi görünmektedir, çünkü bu gerçek yaşamdaki ilişkilerin spor sahalarına yansıması açısından da anlamlıdır. Yapılan bir kısım çalışmalarda bayan sporcuların kişilik özelliklerine odaklanılmış, başarı motiveleri incelenmiş ya da katılım motiveleri ele alınmaya çalışılmıştır.
Peter son ve Ark. (1967) spor yapan bayanların, spor yapmayan bayanlara göre daha ciddi ve kendilerini tanımada daha bağımsız olduklarını betimlemektedirler. Millet (1974) ise sporcu olmayan bayanlara göre daha zeki, düşünceli, kendine güvenli, durağan, insaflı, sebatlı ve kendilerini daha mutlu hissettiklerini rapor etmiştir. Elde edilen bulgular cinsiyet rolünde spor yapma ile değişimler olabileceğini gösterir niteliktedir. (MELLİ, 2000)
SONUÇ
Spor ve spor hukukunda kadının yeri erkeklere oranla geri planda kalmaktadır. Özellikle ülkemiz açısından bu durum, kendini daha keskin sınırlar çerçevesinde göstermektedir. Avrupa ve Amerika örneklerine bakıldığında kadınların gerek sportif faaliyet gerekse spor kurumlarında yer alması çoğunlukla bir kanun hükmü ile desteklenmekte ve bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Türkiye’de herhangi bir yasal sınırlama olmamasına rağmen kadınların sportif alanlarda yok denecek kadar az görev aldıkları görülmektedir. Bununla birlikte kadınların spor kurumlarında görev almalarını sağlayacak, onları bu hususta destekleyecek herhangi bir düzenleme ya da uygulama da söz konusu değildir. Kadınların spor ve spor kurumları içerisinde yer alması onların sağlıklı bir yapıya sahip olmalarının yanı sıra yetiştirilecek yeni nesiller bakımından da önem arz etmektedir. Ayrıca kadınların ilgili birimlerde görev almaları kendilerine olan güvenlerinin artmasına da yardımcı olacaktır. Bu vesileyle kadınların sportif faaliyet ve spor kurumlarında yer almalarını sağlayan düzenleme ve çalışmaların yapılması, kadınları destekleyen ve teşvik eden programların oluşturulması spor ve spor hukuku kapsamında kadın-erkek eşitsizliğini ortadan kaldıracaktır. Spor ve spor hukukunda kadının başarısında; cinsiyetçi yaklaşımlar ve toplumların kendi insanlarına yükledikleri cinsiyet özellikleri, anlam performansları etkili olmayacaktır. Çünkü kadının fiziksel özellikleriyle sportif hareketleri kıyaslanamayacağı ortadadır. Kadın-erkek eşittir. Kadın, spor ve spor hukukunda görev alabilmeli aktif olabilmelidir. Başarısını bu konuda da en iyi şekilde koyabilmelidir. Bu konu da yapılması gereken önyargıyı, cinsiyetçi yaklaşımı ve yasal sınır olmadığı halde görev almalarını istememelerini bırakarak kendimiz kadın – erkek eşit olduğunu idrak ederek birlik içinde empati ve saygı anlayışıyla gelişen Türk ve Dünya spor ve spor hukuku mecrasında birlik olarak çalışmaları genişleterek sürdürebilmeliyiz. ‘’Spora vereceğimiz mana, gençliğe vereceğimiz mananın öz kardeşidir. ‘’ Peyami Safa
‘’Spor yalnız beden kabiliyetinin bir üstünlüğü sayılmaz. İdrak ve ahlâk da bu işe yardım eder. Zekâ ve kavrayışı kısa olan kuvvetliler, zekâ kavrayışı yerinde olan daha az kuvvetlilerle başa çıkamazlar. Ben Sporcunun zeki, çevik aynı zamanda ahlâklısını severim. ‘’
MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
Av. Begüm Gürel (LL.M.) & Hukuk
Fakültesi Öğrencisi Ümran Özge Erdoğan
KAYNAKÇA
https://www.olimpikakademi.com.tr/makaleler/ataturkun-spor-ile-ilgili-soyledigi-sozler
https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/20.500.12575/32298/tez.pdf?sequence=1
https://tr.wikipedia.org/wiki/Spor_hukuku
http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/App_Themes/TumDergiler/2017.pdf#page=313
https://www.neguzelsozler.com/spor-sozleri/spor-sozleri.html