Türkçe kadın kelimesinin kökeni, Eski Türkçe "kraliçe" manasındaki ḳātūn veya χātūn sözcüğüne dayanır. Kelime ses değişimine uğrayarak kadın ve hatun olarak iki farklı şekilde girmiştir. Türkiye’de yaşayan 83 milyondan fazla insanın yaklaşık yarısını (%49,6) kadınlar oluşturmaktadır. Buradan yola çıkarak, toplumun yarısını oluşturan kadınların toplumdaki konumunu inceleyerek gerçekten de varlığı kadar yer edinip edinmediği incelenmelidir.

Var oluşlarından itibaren kadınlar, neslin devam etmesini sağlamış ve çalışma yaşamında göstermiş oldukları üretken tarafları ile ekonomiye fayda sağlar bir konumda yer almışlardır. Bu olgu, kadının ailede ve toplumda önemli bir yere sahip olduğunu göstermektedir. Kadının rolü ve değeri, bin yıllardır aile kurumu içinde değerlendirilmekte ve bu birlikteliğin temel taşı olarak kabul edilmektedir. Aile, toplumların vazgeçilmez bir parçasıdır ve kadının bu birliktelik içindeki konumu ve katkısı büyük önem taşımaktadır. Toplumda ve bütün dünyada yıllardır kadının göz ardı edilemez önemi söz konusuyken neden ülkemizde kadınlara gereken değer ve önem verilmiyor da kadına karşı şiddet, istismar ve hatta sayısız kadın cinayetleri bu denli önü kesilemez bir kanayan yara haline gelmiştir?

Şiddet en basit tabirle kaba güç demektir. Bugün şiddet, karşımıza her ne kadar fiziki yolla uygulanan kaba güç olarak çıksa da bu kaba güç psikolojik, ekonomik veya cinsel yollardan da meydana gelebilir. Şiddeti her ne kadar türlerine göre tanımlansa da şiddet olaylarının çoğunda bunların hepsinin veya birkaçının iç içe oldukları görülmektedir. Şiddet asla başladığı noktada kalmaz, artarak devam eder ve muhtemelen bir kadının katledilmesiyle sona erer.

Ne yazık ki günümüzde her 3 kadından 1’i fiziksel, cinsel, psikolojik vb. şiddet türlerine maruz kalmaktadır. Kadına yönelik şiddetin temelinde kadın erkek eşitsizliği yer aldığı gerçeği karşısında toplumumuzda eğitimsiz, bilinçsiz erkek sorununun var olduğu söylenebilir. Nasıl oluyor da kadınlara eziyet ediliyor, öldürülüyor ve hatta bu şiddetin görüntüleri dahi sosyal medya platformlarında paylaşılıyor? Ne yazık ki kadınlar, haklarından vazgeçmedikleri için bu şiddet tırmanmaya devam etmektedir. Toplumun bu kadar önemli ve değerli kesimini oluşturan kadınlar, hiçbir haklarından vazgeçmemelidir.

Kadın cinayetleriyle mücadele edemememizin en temel sebebi erkek egemen toplumda kadını suçlu bulmaya meyilli yaklaşımdır. Kadına yapılan tonlarca haksızlığı, şiddeti, cinayeti önlemek istiyorsak bu kafa yapısının eğitilmesi gerekmektedir. Bir yanlışın tek bir faili vardır, o da o yanlışı yapan kişidir. Faile kılıf giydirmeye çalışmak gerici toplumların imzasıdır. Erkek egemen toplumda kadının başına gelen en ufak şeyde acaba kadın neden oradaymış, acaba neden o kıyafeti giymiş, bilerek ve isteyerek mi oraya gitmiş, sorularının akla gelmesi, düşünülmesi ve hatta cevabını aramaya çalışılması bile yanlıştır. Bu düşünceler Kadın’ı geri çekmeye, sindirmeye, cahil bırakmaya, açık veya örtülü olarak zorlayan bir toplumu gösterir. ‘’İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?’’ (Mustafa Kemal ATATÜRK)

Türkiyede yine akılalmaz bir kadın cinayetinin yaşandığı ve failin 6 sene cezaevinde kaldığı bir olaydan sonra, konu AİHM’ye taşınınca 2009 yılında Türkiye, AİHM tarafından ‘’kadınını şiddetten koruyamayan bir ülke’’ olarak 36.500 EUR tazminat cezasına hükmedildi. Uluslararası arenada böyle bir prestij kaybını istemeyen Türkiye, İstanbul sözleşmesinin oluşmasında öncülük yaptı. 11 Mayıs 2011’de bu sözleşmeyi imzalayan ilk ülke oldu. Sözleşme, 10 ülkenin taraf olma süreci tamamlandıktan yaklaşık üç ay sonra 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girdi.  Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre, İstanbul Sözleşmesi’nin imzalandığı yıl, kadın cinayetleri sayısında düşüş yaşanmıştır ve bu bir ilktir.

Kadına yönelik her türlü şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi, şiddet mağdurlarının korunması, suçların kovuşturulması, suçluların cezalandırılması ve son olarak, kadına karşı şiddet ile mücadele alanında bütüncül, etkili işbirliği içeren politikaların hayata geçirilmesi sözleşmenin dayandığı dört temel ilkeyi oluşturuyor. Bu sözleşme, sadece hane içi ile sınırlı değildir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin sonucu olan her eylemin nedenlerini araştırmayı, önlemeyi ve devletlerin gündemine getirmesini zorunlu kılmıştır. Ve Devlet, yükümlülüklerini hiçbir ayrım gözetmeksizin yerine getirecektir. Siyasette; Kadını hor gören, küçümseyen, yok sayan söylemler yerine, eşitliğe gerçekten inandığını hissettiren birleştirici ve kadının saygınlığını arttıran ifadeler kullanılması gerektiğini belirtmiştir. İşte bu yüzden İstanbul Sözleşmesi kadınların korunması için bir kalkan görevi görmektedir. Ancak Türkiye, ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi’nden, 20 Mart 2021 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan bir Cumhurbaşkanı Kararı ile çekildiğini duyurdu.

Türkiye’de, 2012 yılında İstanbul Sözleşmesi dayanak alınarak 6284 sayılı yasa çıkarıldı. Bununla birlikte şiddete sadece uğrayan değil, uğrama potansiyeline sahip olan insanlar da korunuyordu. Çok önemli bir yasa olup İstanbul sözleşmesinin iç hukukumuzdaki görünümüdür.

Bu Kanun kapsamında korunan kişilerle ilgili olarak;

Kendisine ve gerekiyorsa beraberindeki çocuklara, uygun barınma yeri sağlanması, geçici maddi yardım yapılması, psikolojik, meslekî, hukukî ve sosyal bakımdan rehberlik ve danışmanlık hizmeti verilmesi, hayatî tehlikesinin bulunması hâlinde, ilgilinin talebi üzerine veya resen geçici koruma altına alınması. Gerekli olması hâlinde, korunan kişinin çocukları varsa çalışma yaşamına katılımını desteklemek üzere dört ay, kişinin çalışması hâlinde ise iki aylık süre ile sınırlı olmak kaydıyla, on altı yaşından büyükler için her yıl belirlenen aylık net asgari ücret tutarının yarısını geçmemek ve belgelendirilmek kaydıyla Bakanlık bütçesinin ilgili tertibinden karşılanmak suretiyle kreş imkânının sağlanması.

Dolayısıyla kadını ve çocuğu önceden koruyan, her türlü zarar gelme ihtimaline karşı tedbirler alınması gerektiğini bildiren bu yasanın varlığı, uygulandığı takdirde çok önemlidir. Günümüzde canice katledilen kadın sayısının git gide artması bu yasanın varlığının sadece sözde var olduğunu akıllara getiriyor. Özellikle kadınlar 6824 sayılı yasayı uygulamada görmek istiyorlar.

Son günlerde ülkedeki bütün kadınların hassasiyetini tetikleyen korkunç bir olay yaşandı;

İstanbul’da gencecik iki kızı yarım saat arayla katleden Semih Çelik, İkbal Uzuner'i vahşice katletmişti. Genç kız, cumartesi günü gözyaşları içinde toprağa verilmişti. Semih Çelik’in evinde arama yapan ekipler, içinde kara kalemle çizilmiş parçalanmış insan figürleri olan bir defter buldu. Katilin, poliste 3 suç kaydı olduğu da öğrenildi. İstanbul’da kan donduran vahşetin ilk adresi Eyüpsultan’dı. İddialara göre, kasap olan Semih Çelik, 4 Ekim’de saat 15.30 sıralarında Ayşenur Halil’i bıçaklayarak katletti. Ayşenur’un, Çelik’in yeni kız arkadaşı olduğu iddia edildi. Aynı zamanda okul arkadaşı olan genç kızı öldüren Çelik, ardından Fatih’e gitti. Burada eski kız arkadaşı olduğu ileri sürülen 19 yaşındaki İkbal Uzuner’i yanına çağıran Çelik, genç kızı bıçak zoruyla Derviş Ali Mahallesi, Fevzipaşa Caddesi üzerindeki tarihi surlara çıkardı. Çelik, genç kızı bıçaklayarak öldürdükten sonra başını kesip surlardan aşağı attı ve ardından da surlardan atlayarak intihar etti.

Bu cinayet üzerine sorulması ve düşünülmesi gereken sorular çok fazladır. Katilin 3 suç kaydı varsa neden 6284 uygulanmadı, ya da uygulandı da işe mi yaramadı? Katilin akli dengesinin yerinde olmadığı, madde bağımlılığı olduğu bilinen bir durumdur. Katilin 2 genç kıza takıntılı olduğu da bilinen bir durumken yıllarca tehdide maruz kalmış ve sonunda canice katledilen bu 2 genç kızı ülke olarak koruyamadığımız ortadadır.

Kadınlar seslerini duyurmaya çalıştıkça yayın yasağı ve erişim engeli gibi uygulamalar getirilmesi yine kadınları susturmaya çalışıldığının açık göstergesidir. Toplum olarak bu cinayetlerden hepimiz sorumluyuz. Kadının toplumdaki yerinin önemi, varlığının kuvvetinin ve değerinin anlaşılması gerekmektedir. Ülkemizdeki kadınların sokaklarda korku ve endişeyle adımlar attığı, kendi seslerini, içlerindeki öfkeyi ve üzüntüyü haykırmaya çalıştığı bu günlerde; toplumun kanayan yarasını artık iyileştirmek, korkmamak, umutsuzluğa düşmemek tek temennidir. Her ne gerekiyorsa yapılmalı ve yüreklere su serpilmesi gerekmektedir. Ulu önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ün de söylediği gibi ‘’ Ey Kahraman Türk kadını, sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın.’’

HAZIRLAYAN

Av. Begüm GÜREL & Hukuk Fakültesi Öğrencisi Ceren ATASEVER