1- Genel Olarak
Türkiye Cumhuriyeti’nin kabul ettiği İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin Ek 7 numaralı Protokolü gereğince, Türk Hukuku’nda iki dereceli yargılanma hakkı hayata geçirilmiştir. Bu iki derecelilik; yargılamaya konu meselenin usul ve esas yönlerinden iki defa incelenmesi, yani sadece hukukilik denetimi ile yetinilmemesi anlamına gelmektedir. Bu anlayış, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin Ek 7 numaralı Protokolü’nün “Ceza davalarında iki dereceli yargılanma hakkı” başlıklı 2. maddesine uygun düşmektedir. İHAS m.2’nin 1. fıkrasında, bir mahkeme tarafından cezalandırılmasına karar verilen herkesin, hakkında verilen ceza kararını daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkına sahip olduğu öngörülmüştür.
Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olduğu Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 14. maddesinin 5. fıkrasında da, “Bir suçtan hüküm giyen herkes, mahkumiyet ve cezanın yasalara uygun olarak daha yüksek bir yargı organınca yeniden incelenmesi hakkına sahip olacaktır.” şeklinde benzer bir kurala yer verilmiştir.
İstinaf; ilk derece mahkemesi hükmünü, üst derece mahkemesi sıfatıyla maddi ve hukuki açıdan gözden geçiren, maddi meseleyi, yani olayın gerçekleşme şeklini yeniden inceleme konusu yapabilen ve duruşmada esas kabul edilen “doğrudan doğruyalık” ve “sözlülük” ilkelerine bağlı kalarak maddi gerçeğin araştırılmasına olanak sağlayan, gerektiğinde tanık dinleyip keşif yaparak veya yeni bilirkişi raporu alarak delillere bizzat temas edebilen, bu yönüyle de temyizden ayrılan kanun yoludur.
İstinaf kanun yolunun kabulü sonrasında; daha önce bir dereceli olan ceza yargılaması iki dereceye kavuşmuş, böylece görevi hukukilik denetimi yapmak olan, fakat de facto olarak maddi vaka da inceleyen ve yüksek mahkeme olan temyiz mercii Yargıtay “içtihat mahkemesi” niteliğini taşıma yoluna girmiştir. İstinaf kanun yoluyla yetkili kılınan bölge adliye mahkemeleri; iki dereceli yargılama sisteminde, ilk derece mahkemesinin verdiği karardan memnun olmayan ve kararı hukuka aykırı bulan tarafın başvurusunu, yalnızca hukukilik denetimini yaparak değil, maddi vaka ve delil denetimi yapmak, hatta delilleri değerlendirip incelemek suretiyle maddi hakikate ve adalete ulaşılmasını sağlamakla yükümlüdür. Bölge adliye mahkemelerine iki önemli yetki tanınmıştır; bunlardan ilki, bozma kararına yerel mahkemenin direnmesi engellenmiş ve ikincisi de, yerel mahkeme kararının kaldırılması suretiyle yeni karar kurulması mümkün kılınmıştır.
İlk derece mahkemesi ile istinaf mahkemesinin amacı; uyuşmazlığı çözüp karar vermek, Yargıtay’ın amacı ise, derece mahkemelerinin verdiği kararların hukukilik denetimini yapmaktır. İstinaf bir “derece mahkemesi” olup görevi, hem ilk derece mahkemesinde yapılan tahkikatı denetlemek ve hem de maddi vakayı yeniden inceleyerek yeni bir hüküm kurmaktır. Dolayısıyla istinaf aşamasında; sadece yerel mahkeme kararının hukukilik denetimi değil, maddi vaka incelemesi de yapılmaktadır. Bu açıdan istinaf incelemesi, ne ilk derece yargılamasının ve ne de temyiz kanun yolunun özelliklerini taşır. Bölge adliye mahkemeleri, maddi vaka mahkemesi gibi hareket edecek, Yargıtay da bölge adliye mahkemeleri tarafından verilen kararların hukukilik denetimini yapacaktır. Bu nedenle; ikinci derece mahkemesi olan bölge adliye mahkemeleri, ne ilk derece mahkemesi ne de Yargıtay gibi hareket etmeli, kendine özgü fonksiyonunun gerektiği şekilde yargılama yaparak, kararlarını da fonksiyonunun öngördüğü şekilde gerekçelendirmeli, yani verdiği kararlar, gerek şekil ve gerekse içerik bakımından ilk derece mahkemesi ve temyiz kararlarından farklı olmalıdır.
2- Mahkemelerin Kararlarını Gerekçelendirme Yükümlülüğünün Kapsamı
Anayasa m.141/3’e göre; “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır”.
“Kararların gerekçeli olması” başlıklı 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu m.34’e göre;
(1) Hakim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230 uncu madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir.
(2) Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir.
Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar CMK m.230’da sıralanmıştır.
Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu; 2013/7800 başvuru numaralı ve 18.06.2014 tarihli Sencer Başat ve Diğerleri Başvurusuna ilişkin kararında, mahkemelerin kararlarını gerekçelendirme yükümlülüğünün kapsamını şu şekilde açıklamıştır:
“34. (…) Mahkemeler, ‘kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme’ yükümlülüğü altındadırlar. Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra (bkz. Hadjıanastassıou/Yunanistan, B. No: 12945/87, 16/12/1992, § 33), tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun bir biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, toplumun kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini öğrenmelerinin sağlanması için de gereklidir.
35. Mahkemelerin bu yükümlülüğü, yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya, karar gerekçesinde ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz (bkz. B. No: 2013/1213, 4/12/2013, § 26). Bu nedenle, bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği, davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Bununla birlikte muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması halinde, davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir.
36. Ayrıca; insan haklarına ilişkin güvencelerin soyut ve teorik olarak değil, uygulamada ve etkili bir şekilde sağlanması gerekir. Buna göre; mahkemelerin ileri sürülen iddia ve savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları yeterli olmayıp, iddia ve savunmalara verilen cevapların dayanaksız olmaması, mantıklı ve tutarlı olması da gerekir. Diğer bir ifadeyle mahkemelerce belirtilen gerekçeler, davanın şartları dikkate alındığında makul olmalıdır.
37. Makul gerekçe, davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır (bkz. B. No: 2013/1235, 13/6/2013, § 24). Gerekçelendirme, davanın sonucuna etkili olay, olgu ve argümanları açıklamak yükümlülüğü olmakla birlikte, bu şekildeki gerekçelendirmenin mutlaka detaylı olması şart değildir. Ancak gerekçelendirmenin, iddia ve savunmadan birinin diğerine üstün tutulma sebebinin ve bu kapsamda davanın taraflarınca gösterilen delillerden karara dayanak olarak alınanların mahkemelerce kabul edilme ve diğerlerinin reddedilmesi hususunda, makul dayanakları olan bir bilgilendirmeyi sağlayacak ölçü ve özene sahip olması gerekmektedir.
38. Zira bir davada tarafların, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması ‘gerekçeli karar hakkı’ yönünden zorunludur.
39. Aksi bir tutumla, mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ‘ilgili ve yeterli bir yanıt’ vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olabilecektir”.
Kararın 58. ve 59. paragraflarında özetle; mahkemelerin yargılama süresince kendilerine iletilen her iddia ve talebi gözetme zorunda olmadıkları biçimindeki serbesti, kararın verilmesine neden olan temellere asgari açıklıkta değinilmesi görevini ortadan kaldıracak şekilde yorumlanamaz. Derece mahkemesi kararlarının, adalet gereksinimini giderecek ölçü ve nitelikte yeterli gerekçe ile açıklanıp açıklanmadığı hususları, adil yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda Anayasa Mahkemesince yapılacak denetimin kapsamında yer almaktadır.
İfadelerine yer verilmiş, bu husus Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü’nün 2013/1504 başvuru numaralı ve 03.02.2016 tarihli Emsan Öner Başvurusunun 70. paragrafında da tekrarlanmıştır.
Buna ek olarak; Anayasa Mahkemesi ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi kararlarında bahsedilen, “(…) temyiz mahkemesinin kararı tamamen gerekçeli olmak zorunda değildir, bir temyiz mahkemesinin yargılamayı yapan mahkemenin ya da alt dereceli bir temyiz mahkemesinin kararıyla aynı fikirde olması ve bunu ya o gerekçeyi kararında kullanarak ya da basit bir atıfla kararına yansıtması yeterlidir.” içtihadı, yalnızca hukukilik denetimi yapmakla sınırlandırılan temyiz mahkemeleri için geçerlidir. Bu içtihadın, iki dereceli yargılanma hakkının güvencesi olarak hukuk sistemimize dahil edilen ve maddi vaka incelemesi yapmakla görevlendirilen bölge adliye mahkemeleri için geçerliliği yoktur.
Yargıtay 22. Hukuk Dairesi’nin 04.07.2017 tarihli, 2017/35450 E. ve 2017/15939 K. sayılı kararına göre;
“Bölge Adliye Mahkemesince, dava dosyasındaki delillerin değerlendirilmesinde ve karar gerekçesinde bir isabetsizlik bulunmadığı, kararın usul ve Yasaya uygun olduğu kanaat ve sonucuna varıldığı gerekçesiyle, istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. (…) Anayasanın 141. maddesi uyarınca, yargı kararlarının gerekçeli olarak yazılması gerekir. Bu husus, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 297. maddesinde de hüküm altına alınmıştır. Anılan anayasal ve kanuni düzenlemeler gereğince hakimin, tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri kararda göstermesi zorunludur. Maddi olgularla hüküm fıkrası arasındaki hukuki bağlantı da ancak bu şekilde kurulabilecek, ayrıca kanuni unsurları taşıyan bu gerekçe sayesinde, kararların doğruluğunun denetlenebilmesi mümkün olacaktır.
Somut olayda, (...) Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesinin 30.11.2016 tarihli kararında davalı vekilinin istinaf başvurusunun hangi gerekçe ile esastan reddedildiğine dair hiçbir ifade yer almamaktadır. Tarafların hukuki dinlenme haklarını ihlal etmeden usul kurallarının açık hükümlerine uygun şekilde gerekçeli olarak karar verilmesi gerekir. Aksi hal, karara karşı temyiz yollarına başvurmak isteyenin açıklama hakkını kısıtlayacağı gibi temyiz merciince kararın hukuki denetiminin yapılmasına da engel olur. Gerekçesiz bir şekilde, istinaf başvurusunun reddine karar verilmesi, Anayasanın 141. maddesi ve 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 297. maddesine aykırıdır. Bu itibarla, İstinaf Mahkemesince, anılan hususlar gözetilmeksizin yazılı şekilde gerekçesi olmayan karar verilmesi usul ve kanuna aykırı olup bozma sebebidir”.
3- Bölge Adliye Mahkemelerinin Esastan Red Kararlarının Gerekçesi
İstinaf kanun yolunda dört tip karar verilmektedir; düzelterek veya doğrudan istinaf talebinin esastan reddi, hukuka kesin aykırılık hallerinden en az birisinin varlığı halinde bozma ve duruşma açılması suretiyle esastan yapılacak inceleme sonuncunda yerel mahkemenin kararını tasdikleyen veya bu kararı ortadan kaldıran yeni hüküm kurulmasıdır. Bu dört farklı kararın her birisinin gerekçeli olması zorunludur. Kanun koyucu kararların gerekçelendirilmesi konusunda bölge adliye mahkemesi kararları arasında ayırım gözetmemiş, ister dosya üzerinden esastan red kararı olsun, isterse yeni hüküm kuran bir karar olsun, tüm bölge adliye mahkemesi kararları gerekçeli yazılmak zorunda olduğunu belirtmiş. Bir başka ifadeyle; Kanunda, istinaf kanun yolu incelemesinde dosya üzerinden verilen esastan red kararlarının, sadece yerel mahkeme kararına atıf yapılarak, ayrıca bir gerekçe gösterilmesine gerek olmadığına dair bir hüküm bulunmamaktadır. Buna ek olarak; Anayasada ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nda; “hüküm” ve “karar” kavramları arasında da ayırıma yer verilmemiş, verilen tüm hükümlerin ve kararların gerekçeli yazılması zorunlu tutulmuştur.
İstinaf kararı; sadece ilk derece mahkemesinin kararının hukukilik denetimini veya genel değerlendirmesini içermemeli, tarafların gerekçeli başvuru dilekçelerine cevap vermelidir. Bu noktada bölge adliye mahkemesinin; bir bütün olarak dosyayı incelediğini, yerel mahkeme kararını denetlediğini, maddi vaka incelemesi yaptığını ve delilleri tartıştığını gösteren, özellikle dosya üzerinden yapılan incelemelerde tarafların beyanlarına hukuki ve fiili dayanaktan yoksun olmayacak şekilde cevaplandıran gerekçeli kararlar yazması elzemdir. Gerekçenin; hem yargılamanın taraflarına ve hem de kararı veren ilk derece mahkemesine cevap verecek somutlukta olması, somut olay ile verilen hüküm arasında köprü görevi görmesi, “kanunilik” ve “hukuk devleti” ilkeleri açısından büyük önem taşır. Aksi halde istinaf kanun yolu; ilk derece mahkemesi tarafından cezalandırılmasına karar verilen sanığın, hakkında verilen mahkumiyet kararını üst bir mahkemeye yeniden inceletme hakkını kullandığı bir yargılama mercii değil, yargılama sürecinde adaletin tecellisine katkısı beklenenden az olan ve yargılamayı da uzatan bir külfete dönüşecektir.
Uygulamada maalesef; duruşma açmaksızın dosya üzerinden yapılan incelemelerle istinaf taleplerini reddeden bölge adliye mahkemeleri ceza dairelerinin, dosya ve dilekçelerde yer alan istinaf sebeplerine hiç değinmeden, yalnızca ilk derece mahkemesinin kararını isabetli bulduğunu ifade eden cümlelere yer vermek suretiyle “formül karar” usulünü izlediği görülmektedir. Temyizde benimsenen bu usulün istinaf kanun yolunda kullanılması ve tarafların ilk derece mahkemesinin kararının hukuka aykırılığına ilişkin sebeplerine cevap verilmemesi sanığın dürüst yargılanma hakkı kapsamında kabul edilen gerekçeli karar hakkının net bir ihlalidir. Belirtmeliyiz ki karşı olduğumuz usul; somutluk içeren ve daha önceden belirlenmiş ilke gerekçelerin kararda yazılması olmayıp, hiçbir somut gerekçe içermeyen ve başvuru sebeplerine cevap vermeyen kararlardır.
İstinaf mahkemelerinin esastan red kararları incelendiğinde, yerel mahkeme kararlarının hukukilik ve maddi vaka incelemelerinden geçtiği sonucuna ulaşılamamaktadır. İstinaf mahkemesinin dosya esasına yönelik duruşma açmaksızın gerçekleştirdiği incelemelerde; “yapılan yargılama”, “toplanıp karar yerinde gösterilen ve değerlendirilen deliller”, “oluş ve dosya içeriği”, “mahkemenin inanç ve takdiri” gibi matbu, genel geçer ve soyut ibarelerle, sanık müdafilerince sunulan dilekçelerde yer alan hiçbir somut gerekçe, delil ve savunmaya cevap vermeksizin esastan red kararı verildiği görülmektedir. İstinaf mahkemelerinin sanıkla özdeşleştirip bireyselleştirmeksizin yer verdiği soyut, genel geçer ibareler, “iki dereceli yargılama” hakkının güvencesi olan ve maddi vakanın doğrudan incelenip değerlendirme imkanı bulduğu istinaf muhakemesi usulünün niteliğine ve yargılama rolüne aykırıdır. Bu tür istinaf kararları; İHAS m.6/1, Anayasa m.36/1 ve m.141/3 ile CMK m.34 ve m.230’a aykırı olup, dürüst yargılanma hakkı kapsamında kabul edilen gerekçeli karar hakkını ihlal etmektedir.
İstinaf mahkemeleri; maddi vaka incelemesi ve değerlendirmesi yapmakla görevlendirilmiş, temyiz mahkemesinin “hukukilik” denetiminden ve temyiz kanun yolunun dar ve sınırlı inceleme yetkisinden ayrı tutulmuş mahkemelerdir. Derece mahkemesi olan ve ikinci derecede maddi vaka incelemesi yapmakla yükümlü istinaf mahkemelerinin verdiği esastan red kararları, Yargıtay’ın verdiği onama kararlarından farklı nitelikte olup, ilk derece mahkemesinin gerekçelerini yerinde gören temyiz merciinin bu gerekçelere atıfla onama kararı vermesi mümkün iken, istinaf mahkemelerinin matbu ibareler içeren formül kararla onama yapması, yani ilk derece mahkemesi kararın atıfla maddi vaka değerlendirmesi yapmaması mümkün değildir. İstinaf mahkemeleri, “temyiz mercii” olmadığından, “hukukilik denetimi” adı altında, yalnızca Yargıtay’a tanınan sınırlı inceleme usulünden faydalanamaz.
Hükmün; hem hukukilik ve hem de maddi vaka denetiminden geçtiği ve yargılamanın ikinci dereceden tekrarlandığı istinaf yargı sisteminde, temyiz merciine tanınan formül onama içtihadı tatbik edilemez. Bölge adliye mahkemesi kararlarında; formül, matbu veya görünüşte gerekçeler değil, açık, somut ve tam gerekçelere yer verilmeli ve gerçek anlamıyla “gerekçeli karar” niteliği taşıyan kararlar yazılmalıdır. İstinaf mahkemelerinin kararları, itibar edilen veya edilmeyen delile atıfla somut gerekçelendirmeye muhtaçtır. İstinaf mahkemeleri, kararlarını hangi delile dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme ve gerekçelendirme yükümlülüğü altındadır; zira tarafların temyiz haklarını kullanabilmesi için bu usul gerekli ve mecburidir. Aksi halde CMK m.189/1-g’de düzenlenen “Hükmün 230 uncu madde gereğince gerekçeyi içermemesi” sebebiyle hukuka kesin aykırılık nedeni gündeme gelecektir.
Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin 16.01.2019 tarihli ve 2018/2399 E. ve 2019/45 K. sayılı kararına göre;
“Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6/1, Anayasa'nın 141/3, 5271 sayılı CMK'nın 34/1, 230/1-c maddelerine göre, mahkeme kararlarının davanın süjeleri de dahil olmak üzere herkesi inandıracak ve Yargıtay’ın denetimine olanak verecek biçimde olması gerekir, yani kararda, dayanılan tüm kanıtlar ve bu kanıtlar konusunda mahkemece ulaşılan sonuçlar, iddia, savunma, tanık anlatımı ve diğer tüm deliller ile birlikte değerlendirmenin açık olarak gerekçeye yansıtılması, bu suretle sanıkların atılı suçlar ile ilgili dava konusu eylemlerinin oluşup oluşmadığı, oluşuyor ise hangi suçu oluşturduğu ve suç konusunda mahkeme kabulünün duraksamaya yol açamayacak biçimde deliller ile irtibatlandırılarak ve denetime olanak verecek şekilde gösterilmesi gerekir. Gerekçeli karar; sorun, gerekçe ve sonuç bölümlerinden oluşup, sorun kısmında somut olay ile suçun işlenmesindeki özellikler tartışılıp, ne şekilde işlendiğinin belirlenmesi, gerekçe kısmında eldeki delillerle neden bu sonuca ulaşıldığı anlatılıp, hukuki nitelendirmenin yapılması ve sonuç bölümünde hüküm fıkrasının yer alması gerekmektedir. Bu hususlar dikkate alınmadan yazılan her bir kararın gerekçeden yoksun olduğunun kabulü zorunludur.
(…)
Yukarıda açıklanan tüm bu olaylar yönünden genel geçişli ifadelere yer verilip, yerinde ve yeterli olmayan gerekçeyle yazılı şekilde kurulan mahkumiyet hükümleriyle yetinilmesi, (…) Bozmayı gerektirmiştir”.
İki dereceli yargılama sisteminde Yargıtay; bölge adliye mahkemesi kararlarını denetlemekle yükümlüdür, oysa yukarıda yer verdiğimiz kararda Yargıtay 6. Ceza Dairesi, bölge adliye mahkemesinin esastan red kararını bozarken, Yerel Mahkeme kararını denetlemiş ve gerekçesinde yerel mahkeme kararının yeterli gerekçe içermediğine dikkat çekmiştir. İstinaf kanun yolu iki dereceli yargılamanın ikinci ayağı olup, derece mahkemesidir ve dosyanın maddi vaka denetimini yapmak, delillere temas etmek, yaptığı inceleme ve değerlendirme ışığında kararını denetlemeye uygun şekilde gerekçeli olarak yazmakla yükümlüdür. Yargıtay da, ilk derece mahkemesi kararını değil, bölge adliye mahkemesinin duruşmalı olarak veya dosya üzerinden yaptığı yargılama sonucunda verdiği kararını denetlemek ve bu kararı onamak veya bozmakla görevlendirilmiştir. Bu noktada; bölge adliye mahkemesi kararlarının gerekçelendirilmesi açısından kanunda bir ayırım yapılmadığı gibi, dosya üzerinden verilen esastan red kararlarının, sadece yerel mahkeme kararına atıf yapmak suretiyle ayrıca bir gerekçe göstermesine gerek bulunmadığına ilişkin bir düzenleme de bulunmamaktadır.
Bu açıklamalar ışığında; Yukarıda yer verdiğimiz kararın gerekçe yokluğundan bozulmasına ilişkin Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin, istinaf mahkemesinin esastan red kararını bozduğu dikkate alındığında, gerekçe yokluğundan verilen bozma kararının, ilk derece mahkemesinin gerekçe yokluğuna ilişkin değil, ikinci bir maddi vaka incelemesi yapmakla yükümlü bölge adliye mahkemesi ceza dairesine yönelik olması gerekirdi.
4- İstinafta Formül Karar Uygulamasının Temyizde Sebep Gösterme Zorunluluğuna Etkisi
İstinaf kanun yolunun ceza muhakemesi sistemine dahil edilmesiyle birlikte, temyiz kanun yoluna başvurana temyiz gerekçesi gösterme zorunluluğu getirilmiştir.
“Temyiz başvurusunun içeriği” başlıklı CMK m.294/1’e göre; “Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır”. Buna göre; temyiz edenin temyiz dilekçesini gerekçeli olarak yazması gerekir, ancak temyiz edenin temyiz dilekçesinde bölge adliye mahkemesi kararının neden bozulması gerektiğini gösterebilmesi için, öncelikle bu hükmün neden verildiğinin anlaşılması gerekmektedir ki, bu da ancak kararın denetlenebilir bir gerekçe içermesi ile mümkündür. İstinaf kararlarında somut hiçbir gerekçeye yer verilmediğinde, “istinaf başvurusunun reddi” şeklinde kategorik değerlendirme dışında, neden reddedildiği anlaşılamamaktadır.
Hakimler ve savcıların yetkin bir şekilde, mesleklerine özenli davranmaları gerektiğini vurgulayan ve 14.03.2019 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Türk Yargı Etiği Bildirgesi m.8/3’e göre; “Kararlarını hakkaniyetle verebilmek için gerekli bütün bilgi kaynaklarına ulaşmaya ve işlemlerini yeterli gerekçelerle desteklemeye özen gösterirler”. Buna karşılık; bölge adliye mahkemelerinin esastan red verdiği kararlarını yeterli gerekçeyle desteklediklerini söylemek mümkün değildir. Yerel mahkeme kararlarının gerekçe eksikliğinden veya savunma hakkının sınırlandırılmasından bozamayan istinaf mahkemelerinin, duruşma açmak suretiyle yargılama yapmak yerine, esastan red kararlarıyla yerel mahkeme kararlarını onayarak, iş yüklerini biraz olsun azaltmaya çalıştıkları, ancak bu sırada işin esasına girmeden, formül gerekçelerle karar verdikleri görülmektedir.
Bir örnekle açıklamak gerekirse; bölge adliye mahkemelerinin esastan red kararlarının genelde;
“Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen ve değerlendirilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, gösterilen gerekçe ve uygulamaya, oluşa ve dosya içeriğine göre; mahkemenin kararında usule ve esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı, delillerde ve işlemlerde herhangi bir eksikliğin olmadığı, ispat bakımından değerlendirmenin yerinde olduğu, eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve kanunda öngörülen suç tipine uyduğu, cezanın kanuni bağlamda uygulandığı, kararda bir isabetsizlik görülmediği anlaşıldığından istinaf başvurusunun esastan reddine”
Şeklinde bir paragraftan ibaret, hiçbir somut tespit içermeyen, tarafların savunma ve itirazlarına, delillere cevap vermeyen matbu gerekçeye yer verdiği görülmektedir. Bu durum; Hukukun Evrensel İlke ve Esasları ile bağdaşmadığı gibi, gerekçeli karar hakkını içinde barındıran dürüst yargılanma hakkının özünü de zedelemektedir.
Genel geçer ifadeler içeren ve her karara uyacak şekilde kaleme alınan gerekçeli kararlar, temyiz kanun yolunun mantığına da aykırıdır. Çünkü sanık yönünden bireyselleştirilmemiş, somut gerekçe içermeyen bir esastan red kararına karşı CMK m.294 uyarınca gerekçeli temyiz dilekçesi sunmak da mümkün değildir. Bölge adliye mahkemesi kararının hiçbir gerekçe göstermediği durumda, kararı temyiz eden kişi yerel mahkeme kararının gerekçesine başvurmak ve bu kararda yer alan gerekçeleri temyiz etmek zorunda kalmaktadır. Hal böyle iken; istinaf kanun yolu, yargılama sürecini ve özellikle tutuklu sanıklar bakımından tutukluluk sürelerini uzatan, hukuki işlevsellikten yoksun bir kanun yolu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bölge adliye mahkemesi; kararının herhangi bir gerekçeye dayandırmadığında, sanığın da ilgili karara karşı temyiz hakkını kullanma imkanı fiilen ortadan kalkmakta ve ispat külfeti de dolaylı olarak sanık tarafına yüklemektedir.
5- CMK ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair 7165 Sayılı Kanun’un 8. maddesine göre; “Yargıtay kararının gönderileceği merci” başlıklı CMK m.304/2’ye aşağıda yer alan bentler eklenmiştir.
CMK m.304/2’nin yeni haline göre;
“Yargıtay, dosyayı 303 üncü maddede belirtilenlerin dışında kalan hallerde yeniden incelenmek ve hüküm verilmek üzere hükmü bozulan bölge adliye mahkemesine veya diğer bir bölge adliye mahkemesine gönderir.
Ancak bozma kararı,
a) İstinaf başvurusunun esastan reddi kararına ilişkin ise dosya, gereği için kararı veren ilk derece mahkemesine, kararın bir örneği de bölge adliye mahkemesine,
b) Hukuka aykırılığın düzeltilerek istinaf başvurusunun esastan reddi kararına ilişkin ise dosya, gereği için kararı veren ilk derece mahkemesine ya da bozma kararının içeriği doğrultusunda Yargıtayca uygun görülmesi halinde bölge adliye mahkemesine,
Gönderilir. Dosyanın ilk derece mahkemesine gönderildiği hallerde, kararın bir örneği de bölge adliye mahkemesine gönderilir”.
Yeni düzenleme gereğince; ilk derece mahkemesinin kararı, istinaf aşamasında bölge adliye mahkemesi tarafından esastan reddedilirse ve bölge adliye mahkemesinin verdiği esastan red kararı Yargıtay tarafından bozulursa, dosya gereğinin yapılması için bölge adliye mahkemesine değil, ilk derece mahkemesine gönderilecektir.
CMK m.304/2’ye eklenen cümle, bölge adliye mahkemesinin esastan red verdiği tüm kararları kapsadığı söylenebilir. Bir başka ifadeyle düzenleme; yerel mahkeme kararlarını doğrudan onayan istinaf mahkemesi kararlarının Yargıtay tarafından bozulması halinde, dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesini düzenleyerek, iki dereceli yargılama sisteminde, bölge adliye mahkemesinin yükünü azaltırken, bu mahkemeleri etkisiz hale getirmeye müsait bir sistemin önünü açmaktadır. Çünkü ilk derece mahkemesi kararını onayan bölge adliye mahkemesi kararı, Yargıtay tarafından bozulduğunda, dosyanın sanki hiç ikinci derece mahkemesi denetiminden geçmemiş gibi, tekrar ilk derece mahkemesine gönderilmesi, istinaf kanun yolunu etkisiz kılabilir.
Yeni düzenleme incelendiğinde; bölge adliye mahkemeleri ceza dairelerini dosya üzerinden yapacakları incelemelerle istinaf başvurularının esastan reddine teşvik etmeye dönüştürülmeye çalışıldığı, bu yolla bölge adliye mahkemeleri ceza dairelerinin devre dışı bırakıldığı, bazı dosyalar yönünden istinaf kanun yolunun deyim yerindeyse “dosya transfer mercii” niteliğini kazanabileceği, bunun ise iki dereceli yargılama sistemi ile istinaf kanun yolunun kabulü amacına ve fonksiyonuna aykırı olduğu, temyizde bozulan bir dosyanın istinaf kanun yoluna dönmesinin ve yerel mahkemeye gönderilecekse de bunun kararının bölge adliye mahkemesi tarafından verilmesi gerektiği, buna aykırı düzenleme ve uygulamalarda isabet olmayacağı, ancak mevcut durumda dava dosyasının temyiz mercii olan ve işlevi hukukilik denetimi yapmak şeklinde belirlenen Yargıtay ile ilk derece mahkemesine bırakılmasının hedeflendiği söylenebilir. Bu bakımdan mevcut düzenleme sürdürülebilir olmadığı gibi, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi 7. Ek Protokolü’nün 2. maddesi ile güvence altına alınan ceza davalarında iki dereceli yargılama sistemini de bozacaktır.
Yargıtay’ın yaptığı hukukilik denetimi sonucunda bozma kararı verdiğinde, kararın gönderilmesi gereken mercii yine istinaf mahkemesi olmalıdır, çünkü denetlenen hükmü kuran mahkeme odur. Bölge adliye mahkemesinin verdiği esastan red kararının bozulması durumunda, dosyanın doğrudan ilk derece mahkemesine veya düzeltilerek verilen red kararının bozulması halinde ise, bozma kararının içeriğine göre istinaf mahkemesi ceza dairesi veya yerel mahkemeye gönderilmesinin mümkün kılınması, istinaf mahkemesini bir “dosya transfer mercii” haline getirmektedir ki, sanık tutuklu veya adli kontrol tedbiri altında ise yargılama süreci uzamaktadır. Bu yolla; dosyanın bozma sonrası kendisine dönme ihtimali olması nedeniyle, bölge adliye mahkemesinin düzeltme yapmaksızın doğrudan red kararı vermesinin de önü açılmaktadır ki, bu durum istinaf kanun yolunun aradan çıkarılmasıyla iki dereceli yargılamanın işlevini yitirmesine sebebiyet verecektir.
Özetle; iki dereceli yargılama sisteminde temyiz edilen karar, istinafın verdiği karar ise, bu karar gerekçe içermediği zaman, CMK m.293, m.294, m.295’in de uygulamada bir anlamı kalmamaktadır. Peki bu durumda, temyizde sebep gösterme zorunluluğu nasıl aşılacaktır? Yukarıda yer verilen Yargıtay 6. Ceza Dairesi’nin kararında olduğu gibi formül onama de facto olarak mümkün kılınırsa, uygulamada fiilen istinaf kararı değil, yerel mahkeme kararı temyiz edilecek, ancak yerel mahkeme kararının incelendiği yargılama sonucunda yerel mahkeme değil bölge adliye mahkemesinin kararı bozulacaktır. Bozma sonrası ise karar, ilk derece mahkemesine gönderilecektir. Bu hatalı sistemin kabulü mümkün değildir. İstinaf mahkemesinin bozma, duruşma açıp karar verme, doğrudan veya düzelterek red olmak üzere tüm kararlarının hepsinde; somut, incelemeye elverişli, hukuki ve fiili sebepleri gösteren gerekçe bulunmak zorundadır ki, kararın denetlenebilir olması ancak gerekçelendirilmesiyle mümkündür.
Son olarak belirtmek isteriz ki kanun koyucu; daha etkin hale getirilmesi gereken iki dereceli yargılamada duruşmalı inceleme yollarını güçlendirmeli, sistemi verimli hale getirmeli, istinaf kanun yolunda dosya üzerinden yapılan incelemelerin sınırını iyice daraltmalı, bu yolla iki dereceli yargılamanın amacına uygun bir şekilde işlemesine imkan sağlamalıdır. Sadece hukukilik denetimi değil maddi vaka incelemesi yapan istinaf kanun yolunda duruşma açılması istisna olarak görülmemeli, mümkün olduğu kadar duruşmalı inceleme tercih edilmeli, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre CMK m.102’ye göre yapılacak azami tutukluluk süresi hesabında dikkate alınmalı, yani bu maddede gösterilen usule göre tutukluluğun devamına veya uzatılmasına karar verilmelidir.
(Bu köşe yazısı, sayın Prof. Dr. Ersan ŞEN tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)
------------------
[1] D. J. Harris, M O’Boyle, E. P. Bates, C.M. Buckley, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Hukuku, Yüksek Yargı Kurumlarının Avrupa Standarları Bakımından Rollerinin Güçlendirilmesi Ortak Projesi, Avrupa Konseyi, 1. Baskı, Şen Matbaa, 2013, Ankara s.271.
[2] İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6 nedeniyle; ceza davalarında katılanın/müdahilin dürüst yargılanma hakkı olmadığı, bu hakkın sadece sanığa ait olduğu fikri benimsendiğinden, dürüst yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası sadece sanık yönünden incelenmektedir.