ÖZET: Türkiye’de kurumlar ve kişiler gerçeklik algılarını ve nitelikli çözüm üretme yetilerini kaybediyor. Avukatlığın proleterleşmesinin önüne geçmek yerine proleteryaya hak tesis etme uğraşına girişiliyor. Patron avukatlık ve tekelleşme hali mesleğin önünü tıkarken, bu sorunun çözümü yerine işçileşen avukata hak talep etmek bizi sonuca götürmeyecektir. Meslek elimizden kayıyor. Uyanmalıyız. Uyanmalılar.

Dr. Kasım Akbaş’ın “Avukatlık Mesleğinin Ekonomik Politiği / Avukatların Sınıfsal Konumlarındaki Değişim: İstanbul Örneği" adlı doktora tezinin danışmanı olan ve tezin kitaplaşmış haline de sunuş yazan Prof. Dr. Mehmet Tevfik Özcan şöyle diyor:

"...Günümüzde, hukukçunun giderek proleterleşme tehdidi altında olması dikkat çeken bir durumdur…. Artık uzmanlığı çokuluslu şirketlerin sözleşmelerinin mütercimliği olan yeni “hukukçu” kariyeri örnekleri görmekteyiz…"

İşte sihirli kelimeler de burada yatıyor: Proleterleşme tehdidi...

Bu tehdidi daha iyi anlamak adına avukatlığın gerçekte ne olduğunu irdelemek yararlı olacaktır.

1136 sayılı Avukatlık Kanununun 1. maddesinin ilk fıkrasında, "Avukatlık, kamu hizmeti ve SERBEST BİR MESLEKTİR." der. Serbest meslekten kastın ne olduğuna Avukatlık Kanunu cevap vermiyor olsa da Gelir Vergisi Kanunu, hem serbest mesleği hem de serbest meslek erbabını tanımlıyor.

Gelir Vergisi Kanununun 65. maddesinde serbest meslek faaliyeti; sermayeden ziyade şahsi mesaiye, ilmi veya mesleki bilgiye veya ihtisasa dayanan ve ticari mahiyette olmayan işlerin, İŞVERENE TÂBİ OLMAKSIZIN şahsi sorumluluk altında kendi nam ve hesabına yapılmasıdır şeklinde tanımlanır. Kanunun 66. maddesinde ise bu faaliyeti mutat meslek halinde ifa edenler, serbest meslek erbabı olarak tanımlanır.

Nitekim 1136 sayılı Kanunun yürürlüğe girdiği ilk halinde -11. maddede- avukatın serbest meslek olma vasfını korumak adına, aylık, ücret, gündelik veya kesenek gibi ödemeler karşılığında görülen hiçbir hizmet ve görev avukatlıkla birleşemez denilmiş, ücret karşılığı avukatlık yapılmasının, avukatlığın genel ilkelerine ve ruhuna aykırı olduğu ifade edilmiştir.

Yine Avukatlık Kanununun 1/2 maddesinde, avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı SERBESTÇE temsil eder denilerek, avukatlığın ifa şeklinin bağlılık veya bağımlılık unsuru taşımasının söz konusu olamayacağının altı çizilmiştir. Bu anlamda avukat, üstlendiği bir işin icrasında müvekkilinin dahi buyruğu altında değildir. Kıymetli üstadımız Av. Güneş Gürseler'in de bir değerlendirme yazısında ifade ettiği gibi; "...avukat yalnız müvekkilinin çıkarları ve yararları peşinde değildir ve kamu hizmeti ifa etmektedir. Aynı zamanda hem hukuka hem de müvekkilin çıkarlarına hizmet edebilmesi gerçek anlamda bağımsızlığının sağlanması ile mümkün olur."

Mesleğini icra ederken serbest olan ve bağımlılık unsuru taşımaması gereken, bağımsız olan avukatın bağımlı hale getirilmesi, Dr. Kasım Akbaş'ın da tezinde ifade ettiği üzere, Marksist kuram açısından düşünüldüğünde işçileşme ve vasıfsızlaşma; Weberci kuram açısından ise teknisyenleşme ve statü kaybına uğrama sonucunu doğurur.

Ancak kontrolsüz bir şekilde hukuk fakültelerinin sayılarının artırılması, kontenjanların fakülte kapasitelerinin çok üzerine çıkarılması, hukukçu nosyonu edindiği şüpheli bir mezun kitlesinin hukuk dünyasına adım atmasına yol açtığı gibi, uzun yıllar avukatlık mesleğine kabulde bir değerlendirme ölçütünün olmaması da avukat sayısının aynı kontrolsüzlükle artışı sonucunu doğurmuştur. Nitekim ilk defa bu yıl yapılan Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavındaki başarı oranının %50'yi bile bulmaması, hukuk fakültelerinin ve bu fakültelerden mezun olanların durumunu da ortaya koymuştur.

Bu hatalar zinciri, avukatı, bağımlı çalışma modellerine sürüklemiş, fiili durum haline gelen işçileşme süreci, Avukatlık Kanununun 12. maddesine 3256 sayılı Kanunla yapılan değişiklik ile eklenen "Özel hukuk tüzel kişilerinin hukuk müşavirliği ve sürekli avukatlığı ile bir avukat yazıhanesinde ücret karşılığında avukatlık" bendi ile avukatlıkla bağdaşır bir uğraş olarak kabul olunmuş, fiili durum yasal düzleme oturtulmuştur.

Tabi bu değişim, bu yeni çalışma modelinin isminin belirlenme sürecinde bile devam edegelen tartışmaları doğurmuştur. Avukatlığın tarihsel pratiğinden yola çıkan avukatlar bu çalışma şeklini "bağlı çalışma" olarak adlandırıp bu çalışma şeklini sürdüren avukatları da "bağlı çalışan avukat" olarak tanımlamıştır. Sosyalist düşüncenin temsilciliğini yapan ve devrimci avukatlık ekolünü devam ettiren avukatlar ise bu çalışma modelini "işçi avukatlık" olarak adlandırmıştır. TBB'nin bu çalışma modelinin ferdi olanların özlük haklarını güvence altına almak adına çıkardığı ve daha sonra Danıştay tarafından iptal edilen yönetmelikte ise "işgören avukat" tanımına yer verilmiş ve kavram karmaşası günümüze dek süregelmiştir.

Serbest çalışmanın giderek istisna halini aldığı, ücret karşılığı çalışmanın ise yaygınlaşarak arttığı bu yeni çalışma şekli, beraberinde tekelleşme sorununu da doğurmuştur. Avukatlık Meslek Kurallarının 38/2 fıkrasında düzenlenen "Avukat, zamanının ve yeteneklerinin erişemediği bir işi kabul etmez." düzenlemesini hiçe sayan sermaye sahibi avukatlar veya sermaye sahiplerine yakın avukatlar, daha fazla işçi çalıştırarak, belli hukuki hizmet alanlarında, sanayi tipi avukatlık büroları inşa etmekle, işçi avukatlığın kendilerine sağladığı konfordan faydalandılar. Faydalanmaya da devam ediyorlar. Öyle ki avukatlık bürolarının anonim şirket olarak kurulabilmesi için yasal değişiklik dahi istiyorlar. Bunun bir adım ötesinin, hukukçu olmayan sermaye sahiplerinin, tıpkı ABD'de olduğu gibi, hukuk şirketlerine ortak olması ve hukukun, sermayenin gölgesinde kalması olacağını görmemek işten bile değil.

Hepimizin bilip hiçbirimizin nedense dillendiremediği gerçeklik odur ki avukatlık işçileşmektedir ve işçileşen avukat, avukatlığın gerçekliğine, geleneklerine ve tarihsel geçmişine aykırıdır. İşçileşen avukatlık, bir mesleğin tarihsel çöküşü anlamına gelmektedir. Zira;

- İşçi avukat serbest meslek erbabı değildir.

- İşçi avukat, ücret karşılığı iş görendir.

- İşçi avukat, işveren avukata veya işveren konumundaki şirkete karşı fiilen bağımsız değildir. Bu hususta Meslek Kurallarına madde getirmek, fiili durumu değiştirmemektedir. Müvekkiline karşı dahi bağımsız olması gereken avukatın en önemli özelliği işçileşen avukatta yoktur.

- İşçi avukatlık Avukatlık Kanununda meslek olarak değil, meslekle bağdaşır iş olarak kabul edilmekte ve fiilen sınıfsal bir ayrım yaratmaktadır.

- Avukatlık Kanununun 43. maddesi, avukatın büro "edinmesini" zorunlu kılar. Oysa işçileşen avukatın büro edinme zorunluluğu yoktur. Onun yaptığı, edinilmiş bir büroda iş gördüğü için bunu iş adresi olarak bildirmekten ibarettir. Oysa, büro edinme zorunluluğunun istisnası dahi, Avukatlık Kanununda sadece 2001 yılında yapılan değişiklikle iki hal için getirilmiştir: Aynı büroda birlikte çalışma ve avukatlık ortaklığı. İşçileşen avukat sınıfı, istisna düzenlemesi arasında dahi anılmamakta, avukat değil avukatlıkla bağdaşır iş olarak, yani alt sınıf olarak görülmektedir kanun koyucu nazarında.

İşçileşen avukatlık, avukatlığın ruhuna ve gerçeklerine aykırı olduğu gibi avukatları, sermaye sınıfının maaşlı ama vasıfsız işçileri haline getirmektir. Bu çalışma modelinde -istisnalar hariç olmak üzere- avukatın kendisini geliştirme imkanı yoktur. Zira bilhassa fabrika tipi bürolarda, rutin ve sıradanlaşmış, ağırlığı icra hukukundan kaynaklı işler olan fabrikasyon işler icra edilmekte, bu da mesleki ve sosyolojik gelişimi tıkamaktadır. Patron avukat için beklenti bellidir: İşçisin sen, işçi kal!

Ancak bugün barolar, TBB ve hatta bizatihi avukatlar, işçileşen avukatlığın yarattığı tahribatı görmezden gelerek, işçileşen avukatlara hak temelli çözüm önerileri sunuyor. Proleterleşmenin önünün kesilmesi için söz söylemek ve çaba sarf etmek gerekirken, bu çalışma modeline meşru bir alan açılmaya çalışılıyor. Türkiye’de kurumlar ve kişiler gerçeklik algılarını ve nitelikli çözüm üretme yetilerini kaybediyor. Avukatlığın proleterleşmesinin önüne geçmek yerine proleteryaya hak tesis etme uğraşına girişiliyor. Patron avukatlık ve tekelleşme hali mesleğin önünü tıkarken, bu sorunun çözümü yerine işçileşen avukata hak talep etmek bizi sonuca götürmeyecektir. Meslek elimizden kayıyor. Uyanmalıyız. Uyanmalılar.

Peki, neyi konuşmalıyız?

- Birlikte çalışma modellerine nasıl teşvik edebiliriz?

- Dosya ve bölge kotası uygulamasını hayata geçirerek tekelleşen ve fabrikalaşan büroların önünü nasıl keser, patron avukatlığı nasıl sona erdiririz?

- Bankalar, varlık yönetim şirketleri, otoyol şirketleri gibi çok sayıda hukuki uyuşmazlığı olmakla birlikte tek büro ile çalışan, emeğinin ve zamanının üzerinde iş almaması gerektiği halde işçi avukatlara güvenerek bu kuralı delik deşik edenlere nasıl fırsat vermeyebiliriz? Hangi yasal değişiklik önerilerini muhataplarına iletebiliriz?

- İşçileşmekle serbest meslek olma özelliğini yitiren, bağımsızlık unsurunu kaybetmiş avukatlık şeklini tarihin tozlu sayfalarında nasıl kötü bir hatıra olarak bırakabiliriz?

Biz bunlar için çaba sarf ettiğimizde, iş dağılımının adil ve dengeli olmasını gözetecek uygulamalar geliştirdiğimizde, avukatın ücret karşılığı çalışmasına, işçileşmesine, sömürü düzeninde emeğinin hor görülmesine gerek kalmayacaktır. Asgari ücretin iki katından az ücret ödenmesin, tip iş sözleşmeleri yapılması zorunlu olsun, sözleşmeler baroların kontrolünde olsun gibi işçi avukatlık düzenini görünürden yer altına çekecek tekliflerin mesleğe katkısı olmadığı düşüncesindeyim. Bu noktaya ve bu düşünceye yaklaşana dek sürekli tekrarlanan aynı cümlelerin peşinden kapıldığım zamanlara şimdi hayıflanıyorum bile. Zira;

- Tip sözleşme yapmaya zorlarsanız, iş akitleri sona erdirilmeye başlanacaktır.

- İş akdini devam ettirenler göstermelik sözleşmeler yapacak, ekonomik olarak güçsüz konumda olan işçi avukat, sözüm ona yazıyla güvence altında iken, arka kapıdan ücretin bir kısmının elden iadesi gibi uygulamalarla karşılaşacak.

- Harici avukatlık adı altında, part-time işçi avukatlık modelleri türemeye devam edecek.

- Kendi vergi levhası olan, mükellef gibi görünen ama gerçekte bir patronun himayesinde olan sözde serbest özde bağlı avukatlar çoğalacak.

Eğer bugün işçileştiği için emeği sömürülen meslektaşlarımızın da geleceğini kurtarmak, yeni gelen avukat adaylarının işçileşmesini önlemek, avukatın bağımsızlık unsurunu korumaya devam etmek ve serbest çalışmasının önünü açmak istiyorsak, amacımız işçiye yeni hakları tesis etmek değil, patronu ve patronluğu bitirmek olmalıdır.

Her şeyden önce, işçi avukatlığın, avukatlık olamayacağı gerçeğini kabullenmekle işe başlamalıyız.