1. Olay Özeti
“Tekstil ürünleri satan bir işyerine sahip olan sanığın, hakkında yapılan ihbar sonucu raflardan elde edilmiş F1 Dokuma Mamülleri ve Ev Gereçleri Paz. İth. İhr. Dahili Tic. Ltd. Şti. adına tescilli desenleri taşıyan, fakat bu firma tarafından üretilmemiş olan taklit bornozları satışa arz etmiş vaziyette yakalanması, hazırlık aşamasında ve hakim huzurunda suça konu ürünleri satmak amacıyla aldığını ancak taklit ürün olduğunu bilmediğini iddia etmesi ve yargılama aşamasında ise esasa ilişkin meselesinin çözümüne geçilmeden önce bir ön mesele olarak; sanığın işyerinde yapılan aramanın usule uygun olup olmadığı, dolayısıyla bu arama sonunda elde edilen delillerin “hukuka aykırı delil” olarak değerlendirilip, değerlendirilmeyecekleri”[1] şeklinde anlaşılmaktadır.
2. Merci Görüşleri
İlk derece mahkemesi (İstanbul Fikri ve Sınai Haklar Ceza Mahkemesi), suçun manevi unsurlarından kastın oluşmadığından, diğer bir ifade ile Tekstil sektöründe imalatçı düzeyinde uzman bir sektör elemanı sayılmayacak sanığın sadece satıcı konumunda olması ciheti ile suça konu ürünler üzerindeki desenlerin tescilli olup olmadıklarını kavrayabilecek ehliyete sahip olmadığı, bu itibarla suç kastının oluşmadığı gerekçesi ile sanık hakkında beraat hükmü tesis etmiştir.
Yargıtay 7. Ceza Dairesi, farklı bir gerekçeyle 1412 sayılı CMUK.nun arama ile ilgili 97/2. Maddesinde zikredilen “Hakim veya Cumhuriyet Savcısı hazır bulunmaksızın” konut veya işyerlerinden ya da kapalı alanlarda arama yapabilmek için ihtiyar heyeti azalarından veya komşularından iki kişinin bulundurulması gerektiği” ve 1412 sayılı CMUK.nun 254. maddesindeki “soruşturma ve kovuşturma organlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınamaz” hükmüne atıfta bulunarak ilk derece mahkemesinin kararını onamıştır. Özel daire, onama gerekçesinde ilk derece mahkemesinin sanığın aramada ele geçen ürünler üzerindeki desenlerin tescilli olup olmadığını kavrayabilecek ehliyete sahip olmadığı gerekçesi ile beraat kararı verilmesini doğru bulmayıp usuli bir eksiklik olan hukuka uygun ancak eksik bir yöntemle elde edilen delilin hukuka aykırı olacağından hareketle beraat kararını onamıştır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulu 29.11.2005 gün ve 2005/7-144 E. 150 K. sayılı kararında bahsi geçen “hakkında ihbar üzerine başlatılan soruşturma ve kovuşturma evrelerinde sanığın ihbarla uyumlu ve hayatın olağan akışına da uygun düşen özgür ve samimi ikrarı karşısında,… suçu sübuta ermiştir” denilerek, hakim kararı olmamasına rağmen sanığın tüm aşamalarda suçunu ikrar etmesi nedeniyle suçunun sabit olduğunu kabul etmiştir.” hususa atıfta bulunarak, “hukuka aykırı olarak elde edilen delil sanığın ikrarı, ürünlerin raflarda satışa hazır yakalanması ve bilirkişi raporu ile desteklenmelidir ve arama sırasında ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulunsaydı da delillerin takdirinde herhangi bir farklılık meydana çıkmayacaktı”[2] demek suretiyle gerek yerel gerekse özel dairelerinin gerekçelerini yerinde bulmayıp sanık hakkında mahkumiyet kararı verilmesi gerektiği yönünde bir itirazda bulunmuştur.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu ise, somut uyuşmazlığa ilişkin delil hukuku mevzusunu doktrindeki “mutlak delil yasakları” – “nispi delil yasakları” bağlamında tartışmış ve sırf usule uygun ancak şekli eksilikten dolayı delillerin hukuka aykırı bir şekilde elde edilmiş bir delil olarak nitelendirilemeyeceğini ve farklı bir gerekçeden özel dairenin beraat gerekçesini yerinde bulmamış ve Başsavcılığın itirazı aynı şekilde farklı gerekçeyle kabul etmiştir.
Genel Kurul kararında bir değişik ve bir karşı oy vardır. Değişik gerekçede ise mutlak ve nispi değerlendirme yasaklarında “(mutlak değerlendirme yasağı)….önceden tespit edilmiş kurallara uymama halinde, hiçbir değerlendirme yapmadan, hukuka aykırı delillerin kullanılmaması…” ve “(nispi değerlendirme yasağı)…hukuka aykırı delillerin varlığı halinde daha çok ihlal edilen normun koruduğu hak ve menfaat ile maddi gerçeği bulma arzusu arasında her somut olaya göre, bireyin çıkarları ile toplumun çıkarları arasında bir denge kurulmaya” çalışılması hedeflenmektedir denilmek suretiyle Prof. Dr. Feridun YENİSEY’e de atıfta bulunarak delil yasaklarının adil yargılanma hakkı çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini; bu sebeple basit hukuka aykırılıklarda delilin etkilenmemesi gerektiğini, ancak ağır suçlarda istisnai olarak delillerin değerlendirilebileceğini; lakin yasak sorgu yöntemleriyle elde edilen ikrar delilinin hiçbir suretle kullanılmaması gerektiği belirtilmiştir. Buradan hareketle iş yeri herkesin girip çıkabildiği bir yer olduğundan temel haklar (konut dokunulmazlığı ihlali) etkilenmemiş olacak ve elde edilen delil değerlendirme kapsamına alınabilecektir. Değişik oy, genel kurulun çoğunluk görüşüne farklı bir gerekçe ile katıldığını belirtmiştir.
Karşı oyda ise, Türk ceza siyasetinde nasıl bir delil hukuku istendiği tartışılmış, suçluyu her türlü cezalandırmak mı yahut modern hukuk sistemlerinin benimsediği hukuka uygun yöntemleri benimsemek, diğer bir ifade ile “neye mal olursa olsun gerçeği bulup suçluyu cezalandırma” amacı yerine, “suç ve suçluyu bulmada hukuk içinde kalarak ve kişi hak ve özgürlüklerini ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak ve hakların özüne de dokunmadan ölçülü ve amaca uygun biçimde ve mutlaka yasayla sınırlayarak (Anayasa M.13) elde edilebilecek kanıtların kullanılması koşuluna bağlı bir ceza yargılaması sisteminden yana olmak”[3] denilmek suretiyle delillerin bu minvalde değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştır.
İleri sürülen bu görüşten hareketle mutlak-nispi delil yasağı ayrımının doğru olmayacağı, yasaya aykırılığın nispi de olsa kullanılamayacağı çünkü “arama” esnasında ihtiyar heyeti yahut komşudan iki kişinin hazır bulunmasının yasanın koyduğu mutlak bir sınır olup aynı zamanda arama esnasında uygulanacak yöntemi de ortaya koyarak kolluğun olası keyfi davranışlarını önleyici etkisi ile hak ihlallerini ortadan kaldırmak ve arama sonrasında, aramanın yönteme aykırı olarak yapıldığı savıyla bireyler tarafından kolluğa yöneltilebilecek haksız suçlamaları önlemek amaçlanmıştır.
Bu sebeple delil yasağını mutlak/nispi ayrıma tabi tutmak yerinde ve doğru olmayacaktır. Neticeten “şüphelinin yapılan aramaya ve arama sırasında gerçekleşen bu yasaya aykırılığa itiraz etmemesi, karşı çıkmaması da yasaya aykırılığın giderildiği ve gözetilmemesi sonucunu doğurmayacaktır. Çünkü değil icazetin, başlangıçta aramaya gösterilen muvafakatin bile yasaya aykırı aramayı hukuka uygun hale getirmeyeceği düşünülmektedir”[4] denilerek Genel Kurulun kararına katılınmış ve diğer delillere göre değerlendirilme yapılmak üzere tekrar özel daireye sevk edilmesi gerektiği mütalaa edilmiştir.
3. Hukuki Sorun
Somut olayımızdaki hukuki sorun, usulüne uygun ancak eksik bir yöntemle arama esnasında elde edilen delillerin yargılama esnasında kullanılıp kullanılmayacağının tespitine ilişkindir.
4. Değerlendirme
Somut olayın esasına girmeden önce evvela tartışılan konu ile sınırlı kalmak suretiyle ceza muhakemesinde delil hukukuna ilişkin temel bilgileri ortaya koymak, olayın tahlili aşamasında hangi hukuki sorunun hangi müesseseye tekabül ettiğini belirlemek açısından faydalı olacaktır.
Öncelikle delil kelimesi terminolojik olarak bir şeyin esasında/aslında ne olduğunu ortaya koyan iz, emare-alamet anlamına gelmektedir.[5] Anayasa m.38/6’da hukuka/kanuna aykırı elde edilen bulguların kullanılamayacağı[6], 5271 sayılı Ceza Muhakamesi Kanunu m. 206/2 (a) da kanuna aykırı elde edilen delilin red olunacağı[7], aynı kanunun 217. Maddesinde hakimin delilleri vicdani kanaati ile takdir edeceği ancak bu delillerin hukuka uygun bir şekilde elde edilmesi gerektiği; Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. Maddesinde adil yargılanma hakkı kapsamında delillerin hukuka aykırı elde edilmesinin yargılamanın bütününe tesir etmesi durumunda adil yargılanma hakkının etkilenebileceği yönünde ele alınmıştır.[8]
Doktrinde ceza muhakemesindeki delil türleriyle alakalı farklı tasnifler olsa da genel olarak üç türde toplanmaktadır: beyan delili, belge delili ve belirti delili. Somut olay dâhilinde tanık, mağdur, müşteki ve şüphelinin yetkili makamlar karşısında yaptığı açıklamalar beyan delilini, somut olaya ilişkin ve onu temsilen hakkında bilgi veren nesnelere ise belge delili ve somut bir olaydan arta kalan ve onu temsil edebilmesi için başkaca delillerle desteklenmesi gereken doğal ve suni iz/delillerdir.[9]
Ceza muhakemesi faaliyetlerinde esas olan maddi gerçeğe ulaşmaktır ve bunu gerçekleştirirken delil serbestisi ilkesi gereğince her şey delil niteliği taşımaktadır, ancak bu kabul delilin ne pahasına olursa olsun kabul edileceği anlamını taşımamakta; insan onuruna aykırı ve kanunun öngördüğü usul ve esasa aykırı elde edilen deliller yargılama aşamasında hükme esas alınmayacak; diğer bir ifade ile dışlanabilecektir.[10]
Bu doğrultuda delillerin değerlendirilmesinde mutlak kabul, mutlak ret ve nispi kabul yaklaşımları ceza muhakemesi sistemlerine sirayet etmiştir. Mutlak kabul yaklaşımına göre esas olan yargılamada maddi gerçeğe ulaşmaktır ve buna ulaşırken somut uyuşmazlıkla bağlantılı olabilecek ve hangi suretle elde edildiğinin önemi olmaksızın hükme esas olabilecektir. Klasik görüşte yer bulan bu yaklaşım günümüz modern hukukta yer almamaktadır.[11] Mutlak ret yaklaşımında ise hukuka aykırı bir şekilde elde edilen deliller hükme esas alınamayacak, diğer bir ifade ile dışlanması gerekecektir. Nispi ret yaklaşımında ise her somut olayın özelliklerine göre hâkimin takdir yetkisi[12] dâhilinde deliller, gecikmesinde sakınca bulunup bulunmadığı, işlenen suçun türü, mahiyeti, hukuka aykırılığın yoğunluğu gibi belirli kıstaslar çerçevesinde tahlil edilecektir.[13]
Tüm bu teorik bilgiler ışığında somut olaya tekrar dönülecek olursa, ilk derece mahkemesi usule uygun ancak eksik bir yöntemle elde edilen delile ilişkin bir hukuka aykırılık değerlendirmesi yapmadan doğrudan sanığın kastını nazara alarak beraatına hükmetmiştir. 7. Ceza Dairesi ise elde edilen delilin hukuka aykırılığını ileri sürerek usulden farklı gerekçe ile beraat kararını onamış ve Yargıtay Başsavcılığı ise sanığın ikrarını suçun sübutu için yeterli bulmuş; ihtiyar heyetinden 2 kişi arama esnasında hazır bulunsaydı da neticenin değişmeyeceğinden hareketle onama kararına itiraz etmiştir. Yukarıda izah edildiği üzere Genel Kurulda ise beraat kararının yerinde olmadığı ve yeniden değerlendirilmek üzere özel daireye gönderilmesine karar verilen hükmün gerekçelerinde bir değişik oy ve bir de karşı oy kullanılmıştır. Neticeten farklı görüşler olsa da hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin nasıl değerlendirileceği hususu da mutlak ve nispi ret yaklaşımları bağlamında değerlendirilmiştir.
Anayasa Mahkemesi arama ve el koyma tedbirleri dahilinde elde edilen bir delilin yargılama esnasında hükme esas alınabilmesine ilişkin yapmış olduğu değerlendirmede, hukuka aykırı elde edilen delilin yargılamanın bütününe tesir edip etmediği nispetinde delillerin denetimine ilişkin değerlendirmeyi ilk derece mahkemelerine bırakarak başvurucunun adil yargılanma hakkının ihlal edildiğinden hareketle yargılanmanın yenilenmesine hükmetmiştir.[14] İlgili kararda da aynı şekilde ihtiyar heyetinden arama esnasından hazır bulunması gereken kişilerin noksanlığı delillerin hukuka aykırılığı kapsamında ileri sürülmüştür. Neticeten AYM, somut uyuşmazlıkta adil yargılanma hakkı kapsamındaki başvurucunun şikâyetlerinden hukuka aykırı delillerin hükme esas alındığına ilişkin şikâyetinin kabul edilebilir olduğuna hükmetmiştir.
AİHM’in vermiş olduğu bir kararda da benzer nitelikte hukuka aykırı bir yöntemle elde edilen delilin yargılamada kullanılıp kullanılmayacağı etraflıca tartışılmıştır. İlgili kararda Başvurucu MG’nin fiilinin, AİHS Madde 3 ihlaline ilişkin iddiasına ek olarak, yasak yöntemlerle alınan ifadesi üzerinden ulaşılan bulguların yargılamada kullanımının Madde 6 ile korunan adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini iddia etmesi karşısında Alman mahkemeleri tarafından yapılan yargılamanın adil olup olmadığı ve yasak yöntemlerle alınan ifade sonucu erişilen bulguların delil olarak kullanılıp kullanılamayacağının değerlendirilmiştir. Bireyin maruz kaldığı kötü muamelenin Sözleşme’nin 3. maddesinin ihlali olarak değerlendirilebilmesi için belirli bir asgari şiddet seviyesine ulaşması gerektiği, Sözleşme’nin 6. maddesi ile korunan adil yargılanma hakkının, hukuka aykırı delillere ilişkin özel bir düzenleme getirmediği ve delillerin kabul edilebilirliği konusunun milli (iç) hukuk içerisinde düzenlenmesi gerektiği öne sürülmüş ve Mahkeme’nin bu karar çerçevesinde ifade ettiği görüşlere göre, 6. maddenin ihlali, ancak yasak yöntemlerle elde edilen delillerin yargılama sürecinin tamamını adaletsiz kıldığı takdirde gündeme geleceği belirtilmiştir.[15] Sanığın ikrarının illiyet bağını keserek hukuka aykırı elde edilen delilin hukuka uygun hale geldiğini ve elde edilen delille ortaya çıkacak maddi gerçek ile kamu yararı arasında bir menfaat dengesi kurarak bir hüküm tesis etmiştir.
Somut olayda da sıklıkla vurgulanan suç siyasetinde nasıl bir ceza muhakemesi arzulanacağına göre delillerin takdir edileceği meselesinde mutlak ve nispi ret yaklaşımlarına atıfta bulunulmuştur. Aynı şekilde nispi ret yaklaşımının benimsenmesi durumunda maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasında bireyin menfaati ve toplumun menfaati arasında denge kurulmak suretiyle her somut olaya göre delillerin hâkim tarafından değerlendirilmesi hususu doktrinde eleştirilmiştir. Eleştirilerin temelinde zaten oldukça sorunlu olan koruma tedbirleri kapsamında toplanan delillerin hukuka aykırı olsa dahi hâkimin takdir yetkisinde belirli kurallar dâhilinde hükme esas alınması, kolluğun keyfi uygulamalarına meşruiyet zemini kazandırma noktasında önayak olacaktır. Dolayısıyla sorunlu olan bu hususta daha büyük gedik açılmasına sebebiyet verecektir.[16]
Aynı şekilde durumun mefhumu muhalifinden değerlendirilmesi durumunda ise mutlak bir şekilde hukuka aykırı delillerin dışlanması durumunda da maddi gerçeğe ulaşma hususunda ceza adaletinin tayini açısından adil olmayan sonuçlar doğabilecektir. Nitekim somut olayımızda ilk derece mahkemesinin kastın yokluğunu gerekçe göstererek vermiş olduğu beraat kararı karşısında delillerin hukuka aykırı bir şekilde elde edilmesini gerekçe göstererek Yargıtay 7. Ceza Dairesinin kararı onaması ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ile görüş ayrılıklarının Genel Kurulda çözüme kavuşturulması esasında suç siyasetinde hangi yaklaşımın tatbik edileceğini belirleme noktasındadır.
Kanaatimizce, ilk derece mahkemesinin vermiş olduğu karar; özel dairenin gerekçesinde belirtildiği üzere hatalıdır çünkü uzun süredir suça konu alanda ticaret yapan kimselerin dava konusu malların tescile konu orijinal ürünlerin taklidi olduğunu bilebilecek durumda olmadığını ileri sürerek kastın olmadığından hareketle beraat kararı vermek hayatın olağan akışına da aykırılık teşkil etmektedir. Ayrıca, Yargıtay Ceza Genel Kurulu ise, somut uyuşmazlığa ilişkin delil hukuku mevzusunu doktrindeki “mutlak delil yasakları” – “nispi delil yasakları” bağlamında tartışmış ve sırf usule uygun ancak şekli eksilikten dolayı delillerin hukuka aykırı bir şekilde elde edilmiş bir delil olarak nitelendirilemeyeceğini ve farklı bir gerekçeden özel dairenin beraat gerekçesini yerinde bulmamış ve Başsavcılığın itirazı aynı şekilde farklı gerekçeyle kabul etmiştir.
Buradan hareketle belirtmek yerinde olacaktır ki somut olay özelinde usuldeki yöntem noksanlığında dahi sanığın suçu sübuta ermektedir, ancak buna sadece bu gerekçe ile sanık hakkında hüküm tesis edilmesi hatalıdır. Nispi ret yaklaşımı ile de her somut olayın özelliğine göre hâkimin takdir yetkisi dahilinde maddi gerçeği ortaya çıkarmak adına bireyin menfaati ve kamunun menfaati arasında denge kurmak pahasına hukuka aykırı delillerin hükme esas alınması da kolluğun keyfi uygulamalarını yasal meşruiyet kazandırdığından bahisle hatalıdır. Bu sebeple AİHM ve AYM içtihatlarında da vurgulandığı üzere yargılamanın bütününü etkileyecek şekilde adil yargılanma hakkını etkileyecek seviyedeki her türlü hukuka aykırı elde edilmiş delillerin hukuka aykırı delillerin uzak etkisi (zehirli ağacın meyvesi zehirli olur) prensibi gereğince hükme esas alınmaması gerektiği kanaatindeyiz. Bu sebeple Genel Kurulun vermiş olduğu karar yerindedir.
Av. Cihad Furkan ELİAÇIK
Kaynakça
AİHM, Gäfgen – Almanya (Başvuru no. 22978/05)
AYM, Yaşar Yılmaz, B. No: 2013/6183, 19/11/2014
BAYRAK ŞENOCAK Burçin, Aihm İçtihadında Hukuka Aykırı Delillerin Adil Yargılanma Hakkına Etkisi: https://inhak.adalet.gov.tr/Resimler/Dokuman/9052023125626burcin.pdf (Erişim Tarihi: 19.06.2024).
DÜLGER Murat Volkan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Gäfgen Kararı Bağlamında Ceza Muhakemesinde İşkence Tehdidi İle Elde Edilen Delillerin Kullanımı Sorunu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi
GÖDEKLİ Mehmet, Türk Ceza Muhakemesinde Maddi Gerçeğe Ulaşmanın Ön Koşulu Olarak Hukuka Aykırı Delillerin Değerlendirilmesi Yasağı, Ankara Üni. Hukuk Fak. Dergisi, 65 (4), 2016
GÖKÇEN Ahmet/ÇAKIR Kerim, D.E.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, Prof. Dr. Durmuş TEZCAN’a Armağan, C.21, Özel S., 2019
https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=2709&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5 (Erişim Tarihi: 19.06.2024).
https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=5271&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5 (Erişim Tarihi: 19.06.2024).
İNCE Kadir, Ceza Muhakemesinde Hukuka Aykırı Delillerin Değerlendirilmesi Yasağı, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi Isparta, 2023
KARABULUT Ferhat/KARAPAZARLIOĞLU Ersin/TOSUN Hamza, Ceza Muhakemesinde Delil Kavramı ve Kovuşturma Sürecinde Hâkimlerin Delil Algısı, TBB Dergisi 2015 (120)
KÖSE Hamid, Ceza Muhakemesi Hukukunda Delilleri Değerlendirme Yasakları, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2022
Yargıtay CGK., E. 2007/147 K. 2007/159 T. 26.06.2007
---------------
[1] Yargıtay CGK., E. 2007/147 K. 2007/159 T. 26.06.2007: www.lexpera.com.tr (Erişim tarihi: 20.06.2024).
[2] Ceza Genel Kurulu Kararı gerekçesi
[3] Ceza Genel Kurulu Karşı Oy Gerekçesi
[4] Ceza Genel Kurulu Hüküm Gerekçesi
[5] GÖKÇEN Ahmet/ÇAKIR Kerim, D.E.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, Prof. Dr. Durmuş TEZCAN’a Armağan, C.21, Özel S., 2019, s.2912.
[6] https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=2709&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5 (Erişim Tarihi: 19.06.2024).
[7] https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=5271&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5 (Erişim Tarihi: 19.06.2024).
[8] BAYRAK ŞENOCAK Burçin, Aihm İçtihadında Hukuka Aykırı Delillerin Adil Yargılanma Hakkına Etkisi: https://inhak.adalet.gov.tr/Resimler/Dokuman/9052023125626burcin.pdf (Erişim Tarihi: 19.06.2024).
[9] KARABULUT Ferhat/KARAPAZARLIOĞLU Ersin/TOSUN Hamza, Ceza Muhakemesinde Delil Kavramı ve Kovuşturma Sürecinde Hâkimlerin Delil Algısı, TBB Dergisi 2015 (120), s.396-400.
[10] İNCE Kadir, Ceza Muhakemesinde Hukuka Aykırı Delillerin Değerlendirilmesi Yasağı, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi Isparta, 2023, ,s.28.
[11] GÖDEKLİ Mehmet, Türk Ceza Muhakemesinde Maddi Gerçeğe Ulaşmanın Ön Koşulu Olarak Hukuka Aykırı Delillerin Değerlendirilmesi Yasağı, Ankara Üni. Hukuk Fak. Dergisi, 65 (4), 2016, s.1828-1829.
[12] KÖSE Hamid, Ceza Muhakemesi Hukukunda Delilleri Değerlendirme Yasakları, Marmara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul, 2022, s.196.
[13] GÖDEKLİ, s.1834.
[14] AYM, (Yaşar Yılmaz, B. No: 2013/6183, 19/11/2014, § …): https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/6183 (Erişim Tarihi: 19.06.2024).Kararda özetle “…Başvurucuya ait olduğu iddia edilen taşınmazda yapılan aramada, bir kısmı Türkiye'de yaşamayan yaban hayvanlarına ait post vd. unsurların bulunduğu, durumu tespit etmek üzere düzenlenen tutanağın arama esnasında ihtiyar heyetinden iki kişinin bulunmamasından hareketle hukuka aykırı olduğu, hukuka aykırı bir şekilde elde edilen delillerin yargılamaya esas alındığı ve başvurucunun bu sebeple yargılamanın yenilenmesini talep ettiği..” ve “Başvurucunun, avlanması yasak av hayvanlarına ilişkin unsurları bulundurduğu gerekçesiyle aleyhine açılan tazminat davasının kabulüne karar verilmesi karşısında hukuka aykırı delillerin hükme esas alındığını belirterek, adil yargılanma ve özel yaşama saygı hakkının ihlal edildiğinden hareketle yeniden yargılanma talebi” Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edilerek adil yargılanma hakkının ihlal edildiği karar bağlanmıştır.
[15] AİHM, Gäfgen – Almanya (Başvuru no. 22978/05): https://hudoc.echr.coe.int/eng#{%22itemid%22:[%22001-99015%22]} (Erişim Tarihi: 19.06.2024) Kararda özetle “Bir hukuk fakültesi öğrencisi olan Magnus Gäfgen’in 27.9.2002 tarihinde Frankfurt’da ikamet eden varlıklı bir ailenin oğlu olan on bir yaşındaki Jakob von Metzler’i (JM) kaçırarak öldürdüğü, cesedini ise Frankfurt’tan yaklaşık bir saat uzaklıkta bulunan bir özel mülk içerisindeki iskelenin altına gizlediği, olayın bir kaçırma olarak görülmesini isteyen MG’nin hazırladığı fidye notunda, çocuğu kaçıranların talep ettikleri parayı alıp, ülke sınırlarından çıktıklarında ailenin çocuğu yeniden görebileceğinin yazılması üzerine gerçekleşen yargılama esnasında yasak usullerle (kötü muamele) elde edilen ikrar neticesinde mahkumiyet kurulduğu anlaşılmaktadır.” Başvurucu MG’nin fiilinin, AİHS Madde 3 ihlaline ilişkin iddiasına ek olarak, yasak yöntemlerle alınan ifadesi üzerinden ulaşılan bulguların yargılamada kullanımının Madde 6 ile korunan adil yargılanma hakkını ihlal ettiğini iddia etmesi karşısında Alman mahkemeleri tarafından yapılan yargılamanın adil olup olmadığı ve yasak yöntemlerle alınan ifade sonucu erişilen bulguların delil olarak kullanılıp kullanılamayacağının değerlendirmesi neticesinde AİHM madde 3 konusunda içtihat birliğini sürdürmüş ve madde 6’da çekinceli tutum(menfaat dengesinden dolayı) sergilemiştir.
[16] DÜLGER Murat Volkan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Gäfgen Kararı Bağlamında Ceza Muhakemesinde İşkence Tehdidi İle Elde Edilen Delillerin Kullanımı Sorunu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 111, s.406-407.