Her şey Yargıtay’ın 3 Gün Kuralı ile başladı. Orada atıf var diye İhtar Zamanaşımını Keser mi ortaya çıktı. Sonradan da Memurun Beğeni Suçu. Şimdi de orada atıf var diye Memurun Grev Hakkı yazımız. Bu Kafkaesk Hukuk Sarmalı ne kadar sürecek bilemiyoruz çünkü bu yazımızda da başka yazılara ithaf var. Ancak bir yerde kesmemiz gerekecek çünkü yazmamız gereken Üst Kullanım Hakkının Haczi, Divan Başkanının Cezai Sorumluluğu, Ayrılıkta Köpeğin Velayeti makalelerimiz var. İzin verirseniz aşağıda adı geçen yazılarımızı da bunlardan sonra yayınlayalım. Şimdi buyrun efendim memurun grev hakkına;
Efendim geçen ayki ücretli öğretmenlerle ilgili yazımız hoş bir tesadüfle 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü’ne denk gelmiş. O zaman önümüzün de 24 Kasım olduğunu düşünerek öğretmenin grev hakkı konusunda yazalım. 24 Kasım, Öğretmenler Günü, grev ne alaka demeyin. Onlar eskidendi öğretmenim canım benim şiirleri, şimdi sendikalar öğretmenin özlük hakları için greve gidiyor, öğretmenler sesini duyurmak için iş bırakacak yani (yazarın notu: Türkiye’de yazar olmak ne kadar kolay. Yaz 2023 yılında bir yazı, noktasına virgülüne dokunmadan iki yıl sonra tekrar yayınla. Güncelliğini hiç yitirmiyor, kimse farketmez de kendik intihali. Bak, o zaman da düşük maaş için greve gidiyorlarmış, şimdi de %11 zam için. Hayır efendim bana politika yaptırtamazsınız TUİK enflasyonunun, yeniden değerleme oranının %45 olduğu yerde bu alay etmek değil midir diye. Hukuk sitesi burası, yazılarımız da hukuki eksende kalacak).
Tabii gitsinler greve, herkes hakkını savunsun da, insanın da aklına öğretmenin, daha da doğrusu memurun grev hakkı var mıdır diye geliyor. Yani, olmayabilir mi? İşgörenin grev hakkı yoksa, hakkını nasıl savunacak ki?
Eğer olaya bu düzlemden bakarsak, o zaman da, işverenin, yani devletin de lokavt hakkı olması gerekmez mi? Haydi bakalım, madem sen grev yapıyorsun, ben de lokavt, kapattım dükkanı, maaş filan da ödemiyorum.
Öncelikle devletin buna ihtiyacı yok. Zaten Enflasyon Vergisiyle o maaşları kuş eder. Daha da ileri gider, vergi dilimlerini arttırmaz, kalan parayı da alır. Sonra, memur olmak bazı avantajlarla beraber bazı külfetleri de getirir. Nedir bu avantajlar, memurun iş güvencesi vardır. DMK m. 125-E’de tahdidi olarak sayılan haller gerçekleşmediği sürece işten çıkartılamaz. Gerçi zamanında kanunilik ilkesini yerle bir ederek KHK’lar ile memurları işten attık ama çoğu AYM, AİHM kararlarıyla geri döndü. Üstelik çalışmadığı zamanların tüm hakedişlerini faizleriyle aldılar. Tabii burada enflasyon + kanuni faiz kardeşliğiyle çok komik paralar ödendi ama konumuz bu değil.
Böyle bir güvence karşısında memur olmanın bazı külfetleri vardır. Her şeyden önce devlete sadakat borcu vardır. Özelde çalışan iki gün üst üste işe gelmese İşK m. 25-II.g gereği kapı önüne konulurken, memur 19 gün üst üste işe gelmese dahi DMK m. 125-E.d kademe ilerletilmesi cezası alıyor en fazla üç yıllığına. Eskiden kesintisiz 10 gün gelmemek yetiyordu, AYM’nin mi önüne gitmişti ne, iptal edildi bu. Velhasıl n’oluyor kademe ilerleme cezası alınca, işte yeşil pasaport gecikiyor, bazı pozisyonlara atanamıyorsunuz.
Ancak bir gün dahi grev yapmak amacıyla işe gelmemenin cezası, bir daha memurluğa alınmamak üzere memuriyetten çıkarılmaktır. DMK m. 125-E.a öyle diyor. DMK m. 26 ve devamı da grevi kesin olarak yasaklar.
Çıkartılırım memuriyetten en fazla, n’olacak da değil. TCK m. 260 toplu şekillerde görev bırakmada 1 yıla kadar hapis veriyor. Ancak bu eylem özlük hakları için yapılmışsa bir indirim söz konusu olabilir.
Anglosakson hukuku hariç bizde mahkemeler diğer mahkemelerin ilamlarıyla bağlı değildir. Hani hep sorarız ya var mı bu konuda bir Yargıtay kararı diye, istese yerel mahkeme hiç kaale almayabilir o Yargıtay kararını (teorik olarak konuşuyoruz tabii ki. Türkiye’de öyle mahkeme yoktur aslan gibi direnebilecek). Fakat ortada artık bir Yargıtay ya da Danıştay içtihatı birleştirme kararı varsa bu tüm mahkemeleri bağlar.
Tabii bunun bir ufak istisnası daha vardır. AY m. 90 der ki, usulüne uygun olarak yürürlüğe konmuş uluslararası andlaşmalar kanun hükmündedir ve bunlarla ilgili anayasaya aykırılık iddiasında bulunulamaz. Yani, usulüne uygun olarak yürürlüğe konmuş ne demek, diplomatik ajan (artık cumhurbaşkanı mı olur, dışişleri bakanı mı, yetki belgesi olan başka biri mi) bir andlaşma imzalamış, meclis de bunu onaylamışsa, artık bu bir kanundur (hükmünde demesi bizdeki kanun yapılış tarzına uymaması. Ama özünde gücü kanunla aynı. Hatta daha bile fazla denebilir, çünkü diğer kanunların aksine anayasaya aykırı diye denetim yoluna başvuramıyorum).
Normalde olması gereken böyle bir andlaşma varsa mahkemelerin en başta buna göre davranmaları gerekir. Ama bizde tabii böyle olmuyor, önce AİHM ihlal veriyor, AYM bakıyor böyle olmayacak o da ihlal vermeye başlıyor, sonra Danıştay da kabul ediyor, en sonra idare mahkemeleri ve hatta idare artık o konuda aykırı bir karar vermiyor.
İşte Uluslararası Çalışma Örgütü 151 Nolu Çalışma İlişkileri Kamu Hizmeti Sözleşmesi m. 9 memura tam da bu hakkı veriyor. Kamu görevlileri, diğer çalışanlar gibi yalnızca görevlerinin niteliğinden ve statülerinden kaynaklanan yükümlülüklerine bağlı olarak örgütlenme özgürlüğünün normal olarak uygulanması için gerekli kişisel ve siyasal haklardan yararlanacaktır.
Çok güzel, yani diyorsunuz ki Sayın Türkeş, grev yapalım, devlet baba bizi işten atsın, idare mahkemesi reddetsin iptal davamızı, BİM de ilgilenmesin, Danıştay da öyle, AYM de ihlal vermesin ama yıllar yıllar sonra AİHM karar verirse memuriyete dönelim. Öyle mi?
Hayır, hayır, hal-i hazırda zaten AİHM’in ihlal kararı var Türkiye ile ilgili. Kaya ve Seyhan Başvurusu. Üstelik 2009 yılına ait Karaçay Başvurusu da var. Hepsi ihlal kararlı.
İyi güzel diyorsun da, biz AİHM kararlarını tanımıyoruz ki. Bak Kavala’ya, ihlal başvursu verdi de n’oldu? Buna güvenerek mi memuriyeti yakacağız?
Hayır, hayır, AİHM’e ihtiyacımız yok, AYM’nin de hal-i hazırda ihlal kararları var. Tayfun CENGİZ Başvurusu var 2014 tarihli. Ertan RÜSTEM var 2015 tarihli. Anayasal güvencemiz bunlar.
İyi de biz AYM kararlarını da tanımıyoruz! Bakınız Atalay.
Şimdi o konuda Yargıtay’ın haklılık payı olduğuna Memurun Beğeni Suçu yazımızda değindik. Aynı şeyleri tartışmayalım. Danıştay 12. Daire’nin de 2016 yılında 5844 Kararı’nda memurun grev hakkı var diyor. Olağan kanun yolu bu, buna da mı güvenmiyorsun?
Tamam da, idare her zaman uygulamıyor ki mahkeme kararlarını. Şöyle olsaydı bir kanun maddesi, kulağı tersten göstermek yerine, açsaydık, daha iyi olmaz mıydı?
Artık dayanamadım. Birader sen uluslararası sözleşmelere inanmıyorsun, AİHM Kararlarına inanmıyorsun, Anayasa Mahkemesi Kararlarına güvenmiyorsun, Danıştay’ın kararını ciddiye almıyorsun da, orada sıradan bir kanun maddesi mi olsaydı inanacaktın? Normlar hiyerarşisinin en altı orası.
Özgürcüğüm ben özünde öğretmenin dersine girmeyerek kendisine emanet edilen yavruları bırakmasına karşıyım. Bu eylem yapmayacağımız anlamına gelmez, gerekirse coplanalım ama derse girmemezlik etmeyelim. Memurun grev hakkı yoktur demiyorum ama öğretmenin derse girmeme hakkı olmamalı.
Bir şey diyemedim bunlar üzerine. Evet, memurun grev hakkı var, öğretmenin de haliyle var ancak bunu derse girmemek yerine farklı protestolarla göstermeli.
Efendim ne zaman size söz versem ayın konusuyla ilgili hep daha ilginç konular çıkıyor. Unutmuş değilim Ayrılıkta Köpeğin Velayeti ve Evlenmek İçin Azami Yaş Farkını. Hele önümüzdeki ay Erginin Kısıtlanmasını irdeleyelim, sıra onlara da gelecek. Üretimden gelen gücünüzü kullanarak kalın! (yazarın notu: fena halde rezil olduk. Bu Ayrılıkta Köpeğin Velayeti yılların yalanıymış. Ancak Evlenmek İçin Azami Yaş Farkı ile Erginin Kısıtlanması yayınlandı. Üst Kullanım Hakkının Haczi ve Divan Başkanının Cezai Sorumluluğundan sonra onları da paylaşacağız)
Özgür TÜRKEŞ