Demokrasiyle idare edilen ülkelerin anayasaları vardır. Anayasada yer alan kurum ve kurallar yer almaktadır. Bu kurumların başında kuvvetler ayrılığı prensibini benimseyen yasama, yürütme ve yargı erkleri bulunur. Kuvvetler ayrılığı prensibi, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu, üstünlüğün ancak anayasa ve kanunlarda bulunduğu esasına dayalı olmasıdır. Bu erklerin en belirgin özelliği, görevlerini yaparken ve yetkilerini kullanırken yasa ve hukuka bağlı olmalarıdır. Bu anlayışın gerçekleşmesi için kuvvetler ayrılığı prensibinin gereği yargının bağımsız olması gerekir. Yargının bağımsız olmasının sonucu, yasama ve yürütme organları ile idarenin, mahkeme kararlarına uymasının zorunlu olması ve mahkeme kararlarının değiştirilip geciktirilmeyeceğinin öngörülmüş olmasıdır. Bu anlayışı benimseyen ve uygulamaya koyan devletin ismi Hukuk Devletidir. Bu açıklamadan sonra adaletin devletin varlığını idame ettirmesinde ne kadar önemli olduğu ortaya çıkmaktadır. Aksi taktirde, o devletin Hukuk Devleti olma özelliği sadece kağıt üzerinde kalır.
Ülkemizde, halkın adalete olan inan ve güven duygusunun yüksek olduğunu , adaletin hızlı işlediğini ve gecikmediğini söylemek oldukça zordur. Oysa herkesin hakkını en son aradığı mercii, mahkemelerdir . Eğer, inandığı ve güvendiği en son merciden hakkına kavuşmazsa, adalete olan inanç ve güven duygusu bütünüyle yok olur. İhkak-ı hak yolu açılır. Herkes kendi hakkını yasa dışı yollarla aramaya başlar. Bu yol açılırsa, sonucun nereye gideceğini kestirmek mümkün olmaz. İşte o zaman devletin devlet olma niteliği iyiden iyiye zayıflar.
Adaletin gecikmesindeki çok önemli sebepleri şöyle ortaya koyabiliriz:
İş yoğunluğu : Geçmişten günümüze, adaletin gerçekleşmemesinden ve gecikmesinden haklı olarak şikayetçiyiz. Şikayetin en büyük nedeni, mahkemelerdeki iş yoğunluğudur. Mahkemelere intikal eden dosya sayısı günden güne artmaktadır. Vatandaşla, vatandaş arasındaki ihtilaflar çoğalmaktadır. Aynı durum, vatandaşlarla kamu kurum ve kuruluşları arasında da söz konusudur. Vatandaşla idare arasındaki ihtilafların çoğalmasının en büyük nedeni, idarenin yasa ve hukuka bağlılık kuralına uymamasından kaynaklanmaktadır. İdare temsilcilerinin, yasa ve hukuka aykırı işlemlerinden dolayı, maddi ve manevi anlamda bir yaptırım uygulansa, idare temsilcileri eylem ve işlemlerinde daha titiz ve özenli olma gereği duyarlar.
Büyük illerde, ağır ceza mahkemeleri 3 kat , asliye ceza mahkemeleri 5 kat, asliye hukuk mahkemeleri 3 Kat, iş mahkemeleri 4-5 kat artmasına rağmen ihtiyacı karşılayamamaktadır. Özetle mahkeme sayısı her alanda üçe beşe katlanırken de her mahkemenin dosya sayısı azalmamış, aksine çoğalmıştır. Genelde ceza mahkemeleri ve hukuk mahkemelerinin sayısı üçe beşe katlanırken mahkemelerdeki dosya sayısı da aynı şekilde üçe beşe katlandı. Adalet hizmetlerinin görülmesi için yapılan adalet sarayları 30-40 yıllın ihtiyacını karşılayacak şekilde yapılıyor denilmesine rağmen, aradan beş altı yıl geçtikten sonra, yapılan binalar ihtiyaca cevap veremez hale geliyorlar. Geleceği hesaplamadığımız, dar ufuklu bir anlayışla ülkenin yönetildiğini ortaya çıkmaktadır.
Adaletin gecikmesinin bir başka nedeni de, yerel mahkemelerce verilen kararların büyük bir ekseriyetinin temyiz edilmesi ve Yargıtay’a gönderilmesidir. Yargıtay da yapılan yeni düzenleme ile Yargıtay Daire sayısı ve üye sayısı arttırılmasına rağmen Yargıtay’a giden dosyalarla ilgili inceleme 2,3,4 yıl kadar, uzun bir süre bekletilerek sıraya alınıyor. Yargıtay incelemesi 2 yıl, 3 yıl bazen 4 yıl sonra ele alınıp incelerek karar verilebiliyor. Demek ki , daire sayısı ve hakim sayısının arttırılması adaletin hızlandırılması için çözüm olmamıştır. İşte geciken adaletin bir başka örneğidir. Bu itibarla da öncelikle Bölge Adliye Mahkemeleri ‘nin acilen kurulması ve köklü çözüm yolunun bulunması gerekir.
Yasal bir takım yeni düzenlemeler yapıldı. Bu yeni yasa değişiklikleriyle,mahkemelere intikal eden dosya sayısının azaltılması öngörülüyordu. Örneğin karşılıksız çeklerle ilgili yapılan yeni yasal düzenleme ile karşılıksız çek tanzim etmek suç olmaktan çıkarılmıştır. Oysa karşılıksız çek suçundan dolayı açılan dava sayısı oldukça büyük bir sayıya ulaşmaktaydı, bu durum dahi, dava sayısının azalmasına neden olmadı. Keza, elektrik ve su kaçakçılığından dolayı TCK168/5 de yapılan yeni düzenleme de dosya sayısının azalmasına neden olamadı. T.C.K.md.168/5 de yapılan, yeni düzenleme ile,bu konudaki, mahkemeye intikal eden dosya sayısında büyük azalma olmasına rağmen, genel anlamda, mahkemelere intikal eden dosya sayısında azalma olmadı.
Bu arada 2005 yılında, Türk Ceza Kanunu'nda yapılan değişiklikten bir sene sonra kentlerde Denetimli Serbestlik Şube Müdürlükleri kuruldu. Denetimli serbestlikte amaç; şüpheli, sanık veya hükümlünün toplumla bütünleşmesini sağlamak.ve topluma kazandırmak. Suç işlemeye neden olan davranışların düzeltilmesi, ceza infaz kurumundan salıverilen hükümlülerin takibi, madde bağımlılarının rehabilitasyonu, mağdurların uğradıkları zararın giderilmesi hedefleniyor. Başlangıçta denetimli serbestlik mahkemelerin tercih ettiği bir yöntem değildi ancak son yıllarda bu yöndeki kararlar art arda gelmeye başladı. Denetimli serbestliğin; adli kontrol, tedavi, elektronik kelepçeyle takip, konutta infaz, etkin pişmanlık, çocukların denetim altına alınması gibi uygulama türleri bulunuyor. Karar türleri içerisinde ilk sırayı uyuşturucu madde kullanıcılarına denetimli tedavi aldı. Bunu suçluların, belirli kamu görevlerinde çalıştırılması, eğitimlere katılması, karakola gidip imza vermesi gibi uygulama kararları takip etti. Bu uygulama, ile hükümlünün infaz edilecek cezasının bir yılının dışarıda geçirmesi sağlandı.
Bütün bu uygulamalara rağmen adalette ki gecikme devam ediyor. Zira , suç ve suçlu sayısı sürekli artıyor. En çok işlenen suçlar, uyuşturucu suçları, hırsızlık , yağma , evrakta sahtecilik, dolandırıcılık , yaralama , mala zarar verme, cinayet, kadına şiddet ve kadın cinayetleri, cinsel taciz, yolsuzluk, suçlarında büyük artış bulunmaktadır. Suçlu sayısının artması sonucu, ceza evlerinin doluluk oranı yüzde yüze ulaştı. Ceza evleri dolup taşmış ihtiyaca cevap veremeyecek hale gelmiştir. Bu istatistik verilere göre inceleme ve değerlendirme yapıldığında, adaletin gecikmemesi mümkün mü?
Suç ve suçlu sayısının artmasının en büyük nedeni, toplumda büyük bir ahlaki bozulma ve erozyon olduğu, suçların çoğunun nedeni, eğitimsizlik, işsizlik ve kısa sürede köşeyi dönüp zenginleşme anlayışının toplumda öne çıkmış olması. Bu durumda, ülkedeki büyümenin sağlıklı olmadığı, işsizliğin arttığı, gelir dağılımının adaletsiz olduğu , iyi bir eğitim verilmediği , sosyal ve ekonomik sorunların yeterince çözülmediği, insani ve etik değerleri gönlümüze ve zihnimize yerleştirmeğimizin bariz bir göstergesidir. Bu duruma göre, ülkemizi yönetenlerin de kusur ve sorumluluğunun bulunduğunu söylemek gerektiği kanaat ve düşüncesindeyim. Zira adaletin gerçekleşmemesi ve gecikmesinin, ülkenin sorunlarından soyutlamak olanaksızdır.
Hakim ve savcılar, iş yükü altında ezilmektedir. Haklı olarak yeterince dosyaları inceleyememektedirler. Duruşmaya ortalama 40- 50 dosya ile çıkan hakime kararlarını geciktirmeden, doğru, yasa ve hukuka uygun karar ver deme hakkımız olur mu?
HAKİMLERİN SAVCILARIN VE AVUKATLARIN DA, ADALETİN GECİKMESİNDE VE GERÇEKLEŞMEMESİNDE ÖNEMLİ ROLLERİ VARDIR.
Adaletin gecikmesinde HAKİMLERİN , SAVCILARIN VE AVUKATLARIN DA GÖREV VE SORUMLULUKLARINI GEREĞİ GİBİ YERİNE GETİRMEMELERİ DE ÖNEM ARZETMEKTEDİR.
Önce şu hususu özellikle açıklamakta fayda vardır. Hakim, savcı ve avukatın görevini layıkıyla yapabilmesi iyi bir hukukçu olmasıyla doğru orantılıdır. İyi bir hukukçu olmak için, hukukçu olarak iyi bir eğitim alması, sürekli okuyarak, kendisini yetiştirmesi ve geliştirmesi, araştırma ve inceleme yapması, önüne gelen meseleyi analiz eden, adeta bir matematik problemi çözer gibi, analitik bir düşünce tarzıyla bakabilmeli ve üstün bir hukuk nosyonu ve formasyonuna sahip olması ile gerçekleşebilir.
Hakim, savcı ve avukat şunu iyi bilmelidir; Savcı, Cumhuriyet Devletinin temsilcisi, haksızlığa uğrayanın, mağdurun sesi, hakim hakkın ve adaletin sesi, avukat ise, herkes için kutsal olan yaşama hakkı ile özdeşleşen savunmanın sesidir. Bu itibarla, hakim, savcı ve avukat muhteşem ve kutsal bir görev yaptıklarının farkında olabilmeli ve bu anlayışı içselleştirerek görevlerini yapmalıdırlar.
Hakim, savcı ve avukatı eleştirirken bir komplekse kapılmamalıyız. Bu konuda rahat olmalı,öz eleştiriden çekinmemeli ve arada sırada empati yapmalıyız. Bu anlayışla konulara bakarken hatalarımızı yanlışlarımızı görür ve doğruyu buluruz. Aksi takdirde, iyi bir hukukçu olma olgunluğuna erişemediğimiz gibi doğru ve adaletli bir karar verme noktasına ulaşmamız da mümkün olmaz.
Öylesine hakimlerimiz ve savcılarımız var ki; bunlar gece gündüz demeden çalışırlar. Doğru ve adaletli karar vermek için adeta dosya ile bütünleşen işini severek ve benimseyerek yapan dosyasını evine götürüp araştıran inceleyen, açıkçası , yüklendiği görevin sorumluluğunu yerine getiren aldığı aylığı hak etmek için elerinden geleni yapan ve büyük bir özveriyle çalışan hakim ve savcılarımız vardır. Bunlar saygıya layık insanlardır. Karşılarında saygıyla eğilmek geçiyor içimden. Ama öyleleri de var ki dosyayı okumadan duruşmaya çıkan, duruşmada dosya okuyup, yanlış ve hatalı karar veren, karar verdikten sonra, karar yazmayıp, dosyayı sürüncemede bırakan, salla başı al maaşı anlayışı ile görev yaptıklarını sananların da olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Zaman zaman dosyasını okumayan ve incelemeyen hakim ve savcılarımızın, bu eksiğini kapatmak için ahkam kestiğini bağırmakla çağırmakla durumu kurtarmaya çalıştıklarını da görmekteyiz. Böyle yargılama yapan hakim ve savcılar, durumu kurtarmaya çalıştıklarını sanıyorlarsa yanılıyorlar. Onlar sadece kendi kendilerini kandırıyorlar. Bu anlayışla görev yapanlardan ne hakim ne de savcı olur.
Adaletin gerçekleşmesini sağlamak için öncelikle, hakim savcı ve avukatlar,birbiriyle iletişim içinde olmalıdırlar. Zira,aynı yerde görev yapan hakimler,aynı konuda birbirlerinden farklı kararlar verebiliyorlar. Yargıtay daireleri de aynı şekilde aynı konuda birbirlerinden farklı kararlar verebiliyor. Gerek yerel mahkemeler ve gerekse Yargıtay da aynı konularda farklı kararlar çıkmasını önlemek için, bu iletişim noksanlığının mutlaka giderilmesi gerekir. Bu iletimsizliğin sonucudur. Bu iletişimde barolar ve avukatlar da devre dışı bırakılmamalıdır. Ancak böyle bir uygulamanın olduğunu söylemek mümkün değildir. Gerek yerel mahkemelerde, gerekse Yargıtay da, aynı konuda farklı kararlar çıkmasının yolunun önlenmesi için bir çözüm yolu mutlaka bulunmalıdır. Bu çözüm yolunun bulunması, çelişkili karar verilmesini ortadan kaldırır ve verilen kararlarda istikrar sağlar.
Hakimler ve savcılar görevlerini yaparken, avukatlara karşı olumsuz bir tutum ve davranış içine girerek,avukatın yargının kurucu unsuru ve adil yargılamanın şartı olduğunu unutarak, onlara üvey evlat muamelesi yapıyorlar. Hakim ve savcı şunu unutmamalı, Emekli olduklarında ve mesleklerinden ayrıldıklarında avukat oluyorlar. Açıkçası onların en son terfi ettikleri makamın avukatlık olduğunu unutmamalarını .Bu anlayışı benimsemelerini diliyorum…
Montaigne’nin bir sözü vardır. ’’İnsanlar, buğday başağına benzer, dolu başağın başı öne eğik, boş başağın ise yukarıdadır.’’ Hiçbir hakim, savcı, ve avukat, havalara girmesin, hepsinin dolu başak misali alçakgönüllü olmalarını dilerim.
Geçmiş gün yaşadığım bir anımı anlatmadan geçemeyeceğim: Bir tapu iptali ve tescil davası açmıştım Hakim yedi kez keşif günü vermiş ve yedi kez keşfi ertelemişti. Hakimin bu tutum ve davranışına karşı sabrım kalmamıştı. Ertelenen bu keşiflerden sonra çıktığım duruşmada ”Hakim bey artık yeter, bana gitmeyeceğin keşif gününü verme” diye itiraz ettim. İşte ondan sonra hakim verdiği keşif gününde keşfe gitti ve dosya karar bağlandı. Takip ettiğim dosya ilgili karardan sonra davam sürüncemeden dava karar İşte geciken yaşanmış adalet örneği. Böylesi hakim olur mu diyeceksiniz. İşte böyle hakimlerde var maalesef?
Bu arada da MEVZUATTA HER GÜN YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER de gecikmenin başlıca nedenleri arasındadır.
ADALETİN GECİKMESİNDE AVUKATLARIN DA SORUMLULUĞU VARDIR. Duruşmalarda, meslektaşlarımı izliyorum Dosyasını okumadan ve incelemeden duruşmaya çıkan ,konuyu irdelemeden,aleyhe olan hususları kabul etmiyorum diye baştan savma anlayışı ile hareket ederek,savunma mesleğinin gereklerini yerine getirmeyerek,mesleğin itibar kaybına neden olanlarını da unutmamalıyız. Ayrıca, duruşmalarda savunma yaparken, mahkemenin takdirine bırakıyorum diyerek, baştan savma bir anlayışla savunma yaptığını zanneden meslektaşlarımızın bulunduğunu de söylemeliyim.
Oysa AVUKAT, aleyhe olan hususları kabul etmiyorum diyerek savunma görevini , baştan savma bir anlayışla,dosyasını okumadan incelemeden ve değerlendirmeden, üstlendiği işin sorumluluğunu gereğince yerine getirmemiş olmaktadır. Aleyhe olan hususları kabul etmiyorum sözü yerine,aleyhe olan hususları neden kabul etmediğini yasa ve hukuka bir şekilde açıklamalı ve gerekçesini ortaya koymalıdır.
Diğer yandan, hakimin takdirine bırakmakta o denli yanlış bir savunmadır. Özellikle, hukuk davalarında ,taleple bağlılık ilkesi gereğince, hakimin takdirine bırakmanın yanlış ve hatalı bir savunma olduğunu avukatın bilmesi gerekir. AVUKAT hukukçu kimliğiyle, davasının dayanağını teşkil eden ilgili yasa maddesini, bu konudaki Yargıtay kararlarını sunmalı ve gerekli açıklamayı yaparak , karar veren hakime yardımcı olmalı ve yol gösterebilmelidir.
Avukatlık kanunu , Avukatı yargının kurucu unsuru olarak tanımlamıştır. Hakim karar veren, savcı iddianamesi ve mütalaasını hazırlayan,avukat ise savunma yapan kişidir. Bu üç saç ayağının birisi eksik olursa yargılanmanın adil olmadığı ve hak ihlaline neden olduğu bilinmelidir. Zira adil yargılanma hakkını düzenleyen , Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6.maddesinin gereği olduğu unutulmamalıdır.
Avukat, mesleğini yaparken ,Avukatlık kanunun 9.maddesindeki, ”Hukuka, ahlaka mesleğin yeminine sadık kalarak mesleğini yapmalıdır. Avukat görevini yaparken,etik anlayıştan ve insani değerlerden hiçbir şekil ve surette uzaklaşmamalıdır. Keza avukat, savunma görevini yerini getirirken Millet adına görev yapan ve karar veren hakim ve savcıya karşı saygıda kusur etmemeli ve nezaketli olmalıdırlar Onlara saygı aynı zamanda Cumhuriyet Devletine de saygıdır. Hakimlere ve Savcılara saygı gösterirken onlardan da saygı görmeliyiz. Bunun da bizim hakkımız olduğunu düşünüyorum. Zira Saygı tek taraflı olmaz. Avukat görevine yerine getirirken meslektaşlarına karşıda aynı şekilde saygıda kusur etmemelidir. Zira her gün yüz yüze bakıyoruz ve savunmasını yasa ve hukuka bağlı olarak yapmalıdır. Bu anlayışı içselleştirerek mesleğimizi icra ettiğimiz zaman mesleğimiz seçkin,saygın ve itibarlı bir meslek haline gelir.
Biz avukatlar yargının kurucu unsuru ve kutsal savunma hakkının temsilcisi olarak çok önemli görev yaptığımızdan dolayı, hakim ve savcı ile aynı haklara sahip olmalıyız. Hakim ve savcı ile aynı haklara sahip olmamız için; haklı nedenlerimiz olmalıdır. Hakim ve savcı, sınavla hakim ve suvcı olmaktadır.Biz avukatlar ise sınavsız avukat olmaktayız. Yargının kurucu unsuru olan avukatın sınavsız avukat olmasının izahı var mıdır ? Avukatın sınavla alınması, meslek itibarını artırır, seviyeyi yükseltir. Bu anlayışla biz avukatların , hakim ve savcıyla aynı haklara sahip olmamız gerektiğini söylememizin haklı bir nedeni kalmamaktadır.
Hakim, savcı ve avukatın görevlerini eksiksiz yapmaları, doğru, dürüst ve adaletli olmaları gerekir. Bu anlayışı benimsemeyen değerleri gönlüne almayan ve zihnine koymayandan, yasa ve hukuka uygun ve vicdanı rahatlatan karar beklemek mümkün değildir. Verilen bir karar hakkı ve adaleti içermelidir. İşte o zaman başı dik, alnı açık onurlu yaşama hakkına sahip olur.
Bazı hakimlerimiz var ki kendileri dosyayı incelemeden ve değerlendirmeden bilirkişi incelemesi yaptırmak suretiyle bilirkişi raporuna bağlı olarak karar veriyor . Bilirkişi adeta hakim oluyor. Elbette ki, bilirkişiden rapor alınmasını gerektiren hususlar vardır. Uzmanlık isteyen teknik bilgi ve beceri isteyen konular vardır. Bu konuda rapor almak gerekir. Bunun dışında, hukukçu olan hakim, hukukçu bilirkişiden rapor alıp karar veriyor. Sormak gerekir sen hukukçu değil de nesin be kardeşim?
Birazda bilirkişi olayına göz atalım. Bilirkişilerin bir çoğu kamu kuruluşlarında görev yapanlardan seçiliyor. Bu bilirkişiye rapor verirken, objektif bir inceleme ve değerlendirme yapmadan rapor hazırlayıp rapor veriyorlar. Kamu kuruluşlarında görevli bulunan bilirkişiler,manevi baskı altında kaldıklarından doğru ve düzgün rapor veremiyorlar. Böylesi raporlara dayalı olarak verilen karar doğru ve adaletli olabilir mi? Kaldı ki, hakim, bilirkişi raporlarına bağlı olmak zorunda da değildir. HMK 282 ‘’Hakim bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir.’’ diyor.
Hele bir adlı tıp kurumumuz var ki, bütünüyle, ele alınıp değerlendirildiğinde, böyle bir kurum olabilir mi demek geliyor insanın içinden. Kusur tespiti için dosya adlı tip kurumuna gönderiliyor. İhtisas dairesi, olayın failini kusurlu buluyor. Bu raporda ismi olan uzmanlar, Adlı Tıp Genel Kurulunda olayın failini kusursuz buluyor. Bu ne biçim bir uzmanlıktır anlamak mümkün değildir. Ayrıca , Adli Tıp Kurumuna gönderilen dosyaların incelemesi ve rapor verilmesi için geçen süre bir yıl , iki yılı buluyor. Bu kadar uzun süre içinde rapor verilmemesi de kararın verilmesini geciktiriyor.Böylelerine bilirkişi demek yerine bilmeyen kişi demek daha doğru olur !
Bilirkişi olan Adli Tıp Kurumu Daire kararında evet kusur vardır diyerek imza atan üyeler bilahare katıldıkları, Adlı tıp genel kurulunda,aynı dosyada, aynı sanık hakkında ,kusuru yoktur diye rapor verebiliyorlar ve bu raporu imzalıyorlar. Böyle bilirkişilik olur mu? Gel de buna şaşırma. Doğru tektir. Aynı konuda verilen bu çelişkili raporlara dayalı olarak Hakim nasıl doğru ve adil karar verebilir. Böylesi bilirkişi olur mu ? Bunlara bilirkişi demek yerine bilmeyen kişi demek daha doğru olur kanaatindeyim . Böylesi raporlara göre hakimin doğru ve gecikmeden karar vermesini beklemek ,haksızlık ve insafsızlık olur.
Şu gerçeği hiçbir kimse unutmamalıdır, ne hakim, ne de bilirkişi saltanatı istemiyoruz. Sadece ve sadece yasa ve hukuka uygun ve de vicdanları rahatlatan doğru ve adaletli kararlar verilsin istiyoruz.
Hukuk, adalet, eşitlik, kutsal ve yüce değerlerdir. Aynı zamanda insani değerlerdir. Bu değerleri, yok sayarak ne adalet, ne eşitlik bulunur, ne de insan olunur. Bu değerleri unutmaz ve yaşarken uygulamaya geçirirseniz, hayat anlam kazanır. Aksi taktirde hiçbir şeyin önemi ve değeri olmaz.
Ülkemizde yapılan birçok yargılanmalarda , özellikle ceza davalarında,uzun tutukluluk süresi,ve siyasal iktidarın etkisi altında kalınarak verilen kararlardan dolayı, Anayasa Mahkemesi ve A.İ.H.M.ce verilen kararlarda, hak ihlali olduğunu ve yargılamanın adil olmadığından bahisle,yasa ve hukuka uygun karar verilmediği içindir. Ayrıca, gerçek anlamda, yargının bağımsız olmaması da büyük etkendir.
MEVZUATTAN KAYNAKLANAN GECİKMELER DE MEVCUTTUR. H.M.K Md. 114 ve devamında düzenlenen Ön inceleme safhası davaları kısa sürede bitirebilmek için getirilmiştir. Ancak uygulamada ön inceleme dava süreçlerinin de daha fazla uzamasına sebep olmuştur. 1 yıl önce açılan davada 1 yıl sonra esasa geçilerek duruşma günü alınabilmiştir. Adalete ulaşmak hızlanacağı yerde daha da yavaşlamıştır. Kaldı ki, ön inceleme ile,yargılama giderleri peşin alınıyor. Çoğu vatandaş da harç ve yargılama giderlerini peşin yatıramadığından dava açamıyor ve vatandaşın hakkını arama yolu kapanıyor. Özellikle iş davalarında,işçi yargılama giderlerini peşin yatıramadığından, dava açamıyor. Bu da neticede hak arama engellendiği için hukuksuzluğa , haksızlığa yol açıyor.
Ekmek, su aş bulmak gecikebilir. Temele taş koymak gecikebilir. Devlete baş bulmak gecikebilir.Adalet gecikmez tez verilmelidir.( Niyazı Yıldırım Gençosmanoğlu)
Bu söz, adaletin, kutsal olan yaşama hakkının önünde olduğunu, Devlet Başkanı seçmekten de önemli olduğunu vurgulayarak , Adalet Mülkün temeli dir anlayışını teyit etmektedir.
Abdurrahim Karakoç Hakim Bey adlı şiirin de :
‘’Gene tehir etme üç ay öteye ,
Bu dava dedemden kaldı Hakim beğ,
Otuz yıl da babam düştü ardına ;
Siz sağ olun , o da öldü hakim beğ’’ diyerek geciken adaletin adaletsizliğine dair sitemini dile getirmiştir. Bize de şiiri okuyup düşünerek gülümsemek düşüyor.
‘’Geciken adalet adalet değildir.’’ William A.Gladstone…
Sonuç olarak; Hak ihlallerinin olmadığı, adil yargılanmanın gerçekleştiği, hakkın ve adaletin gerçekleştiği ve gecikmediği, yargının bağımsız olduğu bir ülkem olsun dileğimdir.
AVUKAT AZİZ CANATAR
GAZİANTEP BAROSU
(Bu köşe yazısı, sayın Avukat Aziz CANATAR tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)