Yargı denilince aklımıza ilk gelen şey Mahkemelerdir. Hakim, Cumhuriyet Savcısı ve Avukat gelir. Hakim karar verir, Cumhuriyet Savcısı soruşturma yapan ve kovuşturmada yerini alan, Avukat da kutsal savunmayı temsil eden kişidir.
Hakim, Cumhuriyet Savcısı ve Avukat üçlüsü hukukçu olup, bir saç ayağını oluşturmakadır. Bu saç ayağından birisi eksik olursa, denge bozulur ve saç ayağı ayakta kalmaz ve düşer. Bu denge bozulursa, verilen karar Adil Yargılama kurallarına uygun olmadığı içinde, hak ve adalet gerçekleşmez.
Hakim, Cumhuriyet Savcısı ve avukat hukukçudur. Bu üçlünün sözde hukukçu olması yetmez. İyi birer hukukçu olmaları gerekir. Öyleyse öncelikle iyi birer hukukçu olmak için ne yapılmalı ve nasıl iyi bir hukukçu nasıl olunur?
Hukukçu iyi bir eğitim ve öğretim almalı, nitelikli bir hukukçu olması için öncelikle matemetik zekasına ve muhakeme gücüne sahip olmalı, kapasitesi buna uygun olmalıdır. Sürekli okumalı, kendisini geliştirip yenilemeli ve olaylara geniş bir ufuk açısıyla bakabilmelidir. Hukuk alanındaki bilimsel yayınları takip etmeli, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay kararlarını incelemeli ve değerlendirmelidir. Hukukun temel ilkelerine ve hukukun evrensel değerlerini bilmeli ve bu konuda yorum yapma özelliğine sahip olmalıdır. Gerektiğinde Hukuk alanında yeni bir içtihat üretebilmelidir. Bir hukukçu bu özellik ve niteliklere sahip olduğunda hukuk nosyonu ve formasyonu kazanır. Ve iyi bir hukukçu olurlar. Görevlerinin hakkını verirler. Aksi takdirde iyi bir hukukçu olması bir hayalden ibaret kalır.
Ayıca hakim, savcı ve avukatın iyi bir hukukçu olmasının yanında sorumluluk anlayışı içinde olmalı, işini sevmeli ve benimsemeli, Hak ve adalet duygusunu zihnine ve gönlüne yerleştirmeli ve bu anlayışı içselleştirmelidir. Günümüzde bu özellikve niteliklere sahip olan hakim savcı ve avukat sayısı oldukça çok azdır. Azda olsa meslek bilgisi ve ehliyeti üst düzeyde olan, görevinin hakkını veren, doğru ve adaletli karar vermek için dosyasını okuyan araştıran inceleyen, yasa ve hukuka uygun karar vermemin idraki içinde olan ve bu konuda büyük çaba gösteren hakimlerimizin ve savcılarımızın olduğunu, adalet duygusunu içine sindiren saygı duyulacak hakim ve savcılarımızın olduğunu belirtmek isterim. Onları burada saygıyla anıyorum.
Peki şimdi görev yapan hakim savcı ve avukatları ne durumdalar:
Bir kısım Hakim ve savcıların sadece bir havaları var Afra tafralarından geçilmiyor. Bunların odalarının üzerinde hakim ve savcı yazılı olmasa, hakim ve savcı olduklarına bin şahit gerek. Bazı konuları görüşmek istediğimizde, görüşme kabul etmiyorlar. Selam vermekten korkuyorlar. Zira kendilerine güvenleri yok.
Bu durumu açıkladıktan sonra aklıma FUZULİ'nın şikayetname isimli eserinden yazdığı bir yazı geldi. Fuzuli devrin Padışahı Kanuni Sultan Süleyman'a Devlet yönetimindeki eksiklikleri ve aksaklıkları iletmek için bu yazıyı yazmış. "Selam verdim, rüşvet deyu almadılar. Hüküm (belge) gösterdim faydasızdır diye iltıfat etmediler. Gördüm ki sualime cevaptan başka nesne vermezler, çaresiz mücadeleyi terk ettim." demiştir.
Bir avukat olarak mücadeleyi terk etmediğim için bu yazıyı yazıyorum bu yazıyı yazarken, yargılama sırasında yaşadığımız sıkıntılarr dile getirmek istedim. Bugüne kadar yazdığım yazıları hiç bir zaman şahsileştirmedim. Uyulamada ki yanlış ve aksaklıkları ifade etmek için, bu yazıyı şahsileştirmek zorunda kaldım. Verdiğim örnekleride, dosya numaralarını vermek suretiyle ispata hazırım.
Bir çoğunun meslek bilgi ehliyetleri yetersiz, Bu yetersiz bilgileriyle karar verebilecek durumda olmadıkları halde, bilmediklerini kabul etmiyorlar. Bilmediklerini kabul etseler, araştırıp öğrenecekler. İşin en kötü tarafı da bu ya! Karar vermek istediklerinde ya Bölge Adliye Mahkemesi hakimlerinden birine, eğer Yargıtay'da tanıdıkları varsa onlara soruyorlar. Kendi meslek bilgileri ve iniyasitifleri ile karar veremiyorlar. Kaldı ki, her davanın farklı özellikleri vardır. Araştırma yapsalar, konu hakkındaki mevzuatı okusalar, yargıtay kararlarını inceleseler doğru dürüst, yasa ve hukuka uygun bir karar verebilirler. Kaldi ki, görev yapan hakimlerin ve savcıların çoğu genç, önlerine gelen konu hakkında çalışsalar, inceleme ve araştırma yapsalar yeni bir içtihat oluşturabilir ve yargı sistemimize katkıda bulunurlar. Hukuk nosyonu ve formasyonu kazanır ve iyi bir hukukçu olurlar. Gerçek anlamda iyi bir hakim ve savcı olurlar. Aldıkları aylıklarıda hak eder ve kul hakkı yemekten kurtulurlar. Çoğu Yaptıkları işin önemini bilmedikleri gibi anladıklarını da sanmıyorum!
Çoğu dosyayı okumadan ve incelemeden duruşmaya çıkıyor ve duruşmada dosyayı okuyorlar ve doğru dürüst karar veremiyorlar. Karar verildikten sonra, verilen kararlar çok sonra yazılıyor. Bazen bu süreler üç dört ayı buluyo. Oysa karar verildikten sonra, Ceza Mahkemelerinde, Ceza Muhakemesi Kanunun 232/3 inci maddesine göre, kararın yazılma süresi 15 gün, Hukuk Mahkemelerinde ise Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 294/14 maddesine göre kararın yazılma süresi 30 gündür. Bu sürelere uyan hakim sayısıda oldukça azdır. Yaptıkları iş beş altı ay sonrasına duruşma günü vermek oluyor. Davalar uzadıkça uzayıp gidiyor. Geciken adaletin adalet olmadığının da farkında değiller galiba!
Bir avukat olarak, açtığmız davalarla ilgili konu hakkında çalışıyoruz, araştırıyoruz ve dosyaya gerektiğinde Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay kararları sunuyoruz.
Açıkçası büyük emek ve mesai harcıyoruz. Bütün bu çalışmamız ve emeğimiz boşa gidiyor. Dilekçemizde yaptığımız açıklamaları okuyan yok. Sunduğumuz belgeleri inceleyen, dosyayı okuyan yok. Bütün çabalarımız yok sayılıyor. Bu duruma üzülmekten başka bir şey elimizden gelmiyor. Şaşırıp kalıyoruz.
Hakim ve Savcılar, bürokratlar içinde en yüksek aylığı alıyorlar. Yaptıkları görevin hakkını vermeli ve aldıkları aylığı hak etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Görevlerini layıkıyla yapmadıklarında, başkalarının hakkını, kul hakkı yediklerinin de farkında olduklarını da sanmıyorum. Farkında olsalar, görevlerinin hakkını verirler.
Bu durumu örneklendirmek gerekirse;
İş Mahkemesine 13.07.2021 tarihinde bir dava açtım. Yedi ay 21 gün sonrası 04.03.2022 tarihine duruşma günü verildi. İş davalarında yargılama basit usule tabidir. Bu yargılamanın özelliği, davaların seri ve hızlı olmasıdır. Seri ve hızlı yargılama böyle yürüyorsa, Yazılı usule tabi yargılama nasıl yürür. Gel de anla!
Yine, Asliye Hukuk Mahkemesine, bir tapu iptali davası açılıyor. Dava açıldıktan, 10 ay sonrasına duruşma günü veriliyor. Asliye Hukuk Mhkemelerinde, yargılama yazılı usule tabidir. Bu anlayışla bu dava hakkında ne zaman karar verilebilir.?
Cumhuriyet Savcılarının soruşmayı nasıl yürüttüklerine dair iki örnek vermek istiyorum. Bir Bayan 2017 yılında, alacağını almak için bir emlakçı işyerine giderek alacağını istiyor. Emlakçı ile birlikte çalşanları bayanın ağzını burnunu kırıyor, Bayanın ağzı burnu kan içinde kalıyor. Bayan haklı olarak, kendisine dövenlerden şikayetçi oluyor. Bayan 2017 ylında şikayetçi olmasına rağmen aradan beş yıla yakın bir zaman geçmiş olduğu halde, bayanı dövenler hakkında bir dava açılmadı. Üç dört savcı değiştirdi Savcıların hiç biri bu davayı açamadı. Niçin ve neden bu davayı açmadıklarını anlamak mümkün olmadı.
Yine bir bayan, yanında çalışan bir işçiden emniyeti kötüye kullanmaktan 2017 yılında şikayetçi oluyor. Aradan beş yıl gibi bir süre geçmiş olmasına rağmen henüz dava Açılmadı. O soruşturmada henüz sonuçlanmadı. Bu soruşturmada da üç dört savcı değişti. Bu savcıların hiç biri de bu soruşturmayı bitirip dava açamadı.
Bu soruşturmaların neden açılmadığını araştırdığımda, savcıların bu dosyalarla ilgili soruşturma sonucu dava açarsak bize yeni dosya verirler diyorlar. Belki de dava açmasını bilmiyorlar. Gel de bunlara Cumhuriyet Savcısı de? Cumhuriyet Savcılığı sıfatını hak ediyorlar mı?
Bu savcıları görünce aklıma eski Adalet Bakanlarından Mahmut Esat Bozkurt'un sözü geldi.
"Cumhuriyet Savcıları; Meriç kıyılarında çalışan Türk köylüsünün kaybolan sabanlarından, tutununuz da bu yurtta yaşayanların uğrayacakları en ufak bir haksızlıktan, hatta Bingöl dağlarının ıssız kuytularında nafakalarını bekleyen öksüzlerin göz yaşlarından siz sorumlusunuz." Bu yazıyı okuduktan sonra, örnek verdiğim savcılar neden sorumludurlar acaba?
Geçmişte yaşanan bir olayı anlatmak istiyorum. Avrupa'nın bir beldesinde, sıradan bir vatantaş vefat ettiğinde, kilise çanı bir kere, bir bürokrat vefat ettiğinde iki kere, bir devlet adamı vefat ettiğinde üç kere, kral vefat ettiğinde kilise çanı dört kere çalınırmış, gel zaman git zaman vatandaşın biri suç işlemediği halde yargılanmış ve mahküm edillmiştir. Suçsuz olduğu halde mahküm olan vatandaş kiliseye gitmiş, verilen cezayı içine sindiremediğinden kilise çanını beş kere çalmış,beldede ki insanlar merak etmiş, kraldan daha büyük kim var diye, kilise'ye, gittiklerinde, kilise çanını beş kere çalan şahsı görüp sormuşlar. Suçsuz olduğu halde mahküm olan vatandaş, "ADALET ÖLDÜ" demiş.
Ülkemizde yargıya inan ve güven % 25-30 seviyesinde dir. Yargıya inan ve güvenin azaldığı bir dönemi yaşıyoruz. Yargıya inanmanın bu sevide olduğu bir durumda hukuk Devletinden ve yargının tarafsız ve bağımsız olduğundan söz edilebilir mi ?
Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından verilen kararlar da, Hak İhlallerinde dolayı, ülkemiz Rusya'dan sonra ikinci sırada yer almaktadır. Hak ihlallerinden dolayı da tazminat ödüyoruz. Bu ödenen tazminatta tüyü bitmemiş yetim hakkı vardır. Yanlış ve hukuka aykırı karar veren hakim ve savcılarımızın bu kararlarından dolayı tazminat ödendiğinden, böyle karar verenlere karşı rücü'an tazminat davası açılması için yeni bir düzenleme yapılmalıdır. Şimdi ki düzenleme yetersiz kalmaktadır. Hak ihlalleriyle,ülkemizin tazminat ödenmesine neden olan hakim ve savcılarımız tazminatla yükümlü olsalar, karar verirken iyi araştırma ve inceleme yapar daha dikkat ederek, doğru dürüst ve yasa ve hukuka uygun karar verirler.
Yargıya inanmanın ve güvenmenin önemini ortaya koyan Almanya'da geçmişte yaşanan bir olayla açıklamaya çalışacağım.
18. Yüzyılda, dönemin kralı FREDERİK, bir saray yaptırmak ister. Saray yaptırmak istediği yerde, SANS - SOUCİ isimli bir öylünün değirmeni bulunmaktadır. Kral değirmeni yıktırmak ister, ancak köylü buna razı olmaz ve değirmenini yıktırmak istemez. Bu köylünün bu çıkışı karşısında Kral "Ben kralım, bu değirmeni yıkacağım" diye köylüye çıkıştığında, Köylü "Sen kral olabilirsin ama Berlin 'de hakimler var" diye karşılık verir ve o değirmen yıkılmaz. O değirmen halen bulunduğu yerde durmaktadır.
Bu olay hakim ve mahkemelere inanmanın ve güvenmenin en güzel örneği olduğu gibi, Siz Kral bile olsanız hak ve adalet sizin üstündedir. Bu itibarla da, bir Devletin bütün kurum ve kuruluşlarının ve ülkeyi idare edenlerin mahkeme kararlarına uyması ve saygı göstermesi gerekir. Siyaset Yargıya müdahale etmemelidir. Siyaset yargıya müdahale ettiğinde, O Mahkemeden adaletli bir karar çıkmaz.
Bu arada Adaletin önemini ortaya koyan düşünürlerin güzel sözlerini yazmakta fayda görüyorum.
"Eğer yargı gücü, yasama ve yürütme güçlerinden ayrılmazsa özgürlük söz konusu olmaz". MONTESKUİEU.
"Adalet kutup yıldızı gibi yerinde durur ve geri kalan her şey onun etrafında döner."
"Bir rejim, halkın adalete inanmaz hale geldiği noktaya gelince o rejim mahkum olmuştur" KONFÜÇYUS.
Bütün duruşma salonlarında yazılı olan "Adalet Mülkün (Devletin) temelidir". sözünü suçsuz olduğu halde mahküm olan şahsın Adalet öldü diyen şahsın sözünü bir araya getirdiğimizde, Adaletin olmadığı bir ülkede Devleti temelden yıkılır ve Devlet çöker. İşte o zaman ne hukuktan, ne hukuk devletinden ne de demokrasiden söz edemezsin!
Avukat Aziz Canatar