Günümüzde hızla eriyen para değeri, özellikle enflasyonun yüksek olduğu ekonomilerde alacaklıların ciddi mağduriyet yaşamasına neden olmaktadır. Para değerinin sürekli düşmesi, alacaklıların tahsil ettiği miktarın gerçek ekonomik değerini kaybetmesine yol açar. Bu durum, alacaklının faiz dışında bir tazminat talep etmesini gündeme getirir. Hukuken "munzam zarar" veya "faizle karşılanamayan zarar" bu ihtiyacı karşılamak üzere öne çıkan bir kavramdır. Munzam zarar, esasen bir borcun geç ödenmesi ya da alacağın zamanında tahsil edilememesi nedeniyle alacaklının maruz kaldığı ekonomik kayıpları ifade eder. Yüksek enflasyon ve para değerinin hızla düşmesiyle birlikte, sıradan gecikme faizlerinin bu zararları karşılamakta yetersiz kaldığı görülmektedir. Borçlar hukuku ve Yargıtay içtihatları, faizle karşılanamayan bu zararları nasıl tazmin edilebileceği konusunu kapsamaktadır.

Zararın Hukuki Çözüm Yolları

Faizle karşılanamayan zararları hukuk yoluyla telafi etmek için aşağıdaki yöntemler ve argümanlar kullanılabilir:

1. Munzam Zararın Talep Edilmesi; Borçlar Kanunu’nun tazminat esaslarını düzenleyen hükümlerine göre, faiz dışında ek bir zarar talep edebilmek mümkündür. Munzam zarar talebi şu şartlar altında gündeme gelebilir:

- Zararın fiilen ortaya çıkması alacaklının, parasal değer kaybı nedeniyle uğradığı ekonomik kaybı ispatlaması gerekir. 

- Kusur ve illiyet bağı borçlunun kusurlu olması ve zararın doğrudan borcun geç ifasından kaynaklandığının gösterilmesi gerekir. 

- Faiz yeterli değilse uygulanan gecikme faizinin, para değerindeki kaybı karşılamadığı hallerde faizle karşılanamayan zararın gündeme gelmesi gerekir.

2. Enflasyona Endeksli Talep; özellikle ticari borç-alacak ilişkilerinde alacaklının zararı hesaplanırken, borcun zamanında ödenmemesinden kaynaklanan enflasyon etkisi dikkate alınabilir. Yargıtay içtihatlarında, enflasyon farkının zarar hesabına dahil edilmesi yönünde kararlar bulunmaktadır.

3. Hukuki Faizin Yeniden Belirlenmesi Talebi; Türk Borçlar Kanunu gereği, taraflar arasında sözleşmeyle kararlaştırılmış bir faiz oranı yoksa kanuni faiz uygulanır. Ancak yüksek enflasyon dönemlerinde bu oran yetersiz kalabilir. Hakim, hakkaniyete uygun bir faiz oranını belirleyerek alacaklının zararını bir nebze telafi edebilir.

4. Haksız Fiil Kapsamında Tazminat; Borçlunun temerrüde düşmesinden doğan zararlar, haksız fiil hükümlerine göre değerlendirildiğinde, alacaklıya faiz dışında bir tazminat hakkı da doğabilir. Bu kapsamda zarar daha geniş bir perspektifle ele alınabilir.

1. Somut İspat Şartı; Geleneksel uygulamada, alacaklının munzam zararını talep edebilmesi için somut verilerle bu zararı ispat etmesi gerekir. Örneğin, geç ödenen alacak nedeniyle kredi ödemelerinde aksama, taşınmaz satışları veya fırsat kayıpları gibi duruma özgü zararların belgelenmesi talep edilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun kararlarında bu yaklaşım vurgulanmıştır; genel ekonomik koşullar (enflasyon, faiz oranları) tek başına zarar olarak kabul edilmemiştir.

2. Soyut Yöntem ve Anayasa Mahkemesi Kararı 2017 tarihli Anayasa Mahkemesi kararında, somut ispat şartının katı bir şekilde uygulanmasının mülkiyet hakkına zarar verebileceği belirtilmiştir. Bu kararla, özellikle yüksek enflasyon dönemlerinde zararın genel ekonomik göstergelere dayanılarak da tespit edilebileceği yönünde bir esneklik sağlanmıştır. Yargıtay daireleri bu yaklaşımı kısmen benimsemiş, bazı durumlarda somut ispat şartını hafifletmiştir.

3. Ekonomik Koşullara Göre Yorum; Yargıtay 15. Hukuk Dairesi, 2018 tarihli bir kararında, her yıl gerçekleşen enflasyon oranı, döviz kurları ve diğer ekonomik verilerle zararın hesaplanmasını kabul etmiştir. Ancak zarar miktarının belirlenmesinde somut olaylara dayalı bilirkişi raporları da önem taşır. Bu kararlar, ekonomik gerçekliklerin munzam zarar değerlendirmesine nasıl etki ettiğini göstermektedir.

4. Munzam Zararın Kapsamı ve Uygulama Sorunları; Munzam zarar davalarında zararın tespiti sırasında ülke genelindeki ekonomik olumsuzlukların (örneğin enflasyon ve döviz artışı) yanı sıra alacaklının özel durumu göz önünde bulundurulur. Ancak genel ekonomik olumsuzlukların varlığı, davacıyı tüm ispat yükünden kurtarmaz. Zararı ispatlamak için enflasyon verileri, piyasa faiz oranları ve alacaklının zararıyla temerrüt arasındaki illiyet bağı somut şekilde ortaya konulmalıdır.

Munzam zarar davalarında, Anayasa Mahkemesi’nin esneklik sağladığı soyut yöntemin mi, yoksa Yargıtay’ın somut ispata dayalı geleneksel yaklaşımının mı uygulanacağına ilişkin hâkimlerin yorumları farklılık gösterebilir. Davanın başarıyla sonuçlanması için alacaklının, somut olay ve ekonomik verilerle zararını detaylı şekilde belgeleyerek sunması önerilir.

Munzam zarar, temerrüt faizini aşan zararın tazmini olarak tanımlanır. Türk Borçlar Kanunu'nun 122. maddesi, alacaklının böyle bir zararını ispat etmesi halinde, borçlunun kusurlu olmadığını kanıtlamadıkça zararı tazminle yükümlü olduğunu belirtir. Ancak uygulamada, mahkemeler arasında farklı yaklaşımlar görülebilir. Örneğin, Yargıtay'ın bazı kararlarında munzam zararın somut delillerle ispatı gerektiği belirtilirken, diğerlerinde ekonomik koşulların bu tür bir zararı otomatik olarak oluşturabileceği ifade edilmektedir.

Çağlar davasında, AİHM’nin değerlendirmesi alacaklıların ekonomik kayıplarının tazmin edilmesi gerektiğini ortaya koysa da, iç hukuk yollarında bu tür davaların genellikle daha dar bir çerçevede ele alındığı görülmektedir. Türk hukukunda, borçlunun temerrüt haliyle ilgili zararın boyutu ve niteliği, mahkeme tarafından detaylıca incelenmekte; ancak borçlu temerrüde düşmeden önce ödemesini gerçekleştirmişse, munzam zarar iddiası çoğunlukla reddedilmektedir

AİHM kararları, özellikle maddi ve manevi zararların giderilmesi ile ilgili başvurularda, başvurucunun talebini karşılayan veya ulusal yargı tarafından göz ardı edilen zararların tazmini konusunda detaylı kriterler belirler. Bu çerçevede, mahkeme kararlarının gerekçelendirilmesindeki eksiklikler ya da tazmin yollarının yetersizliği, bireylerin mağduriyetini artırıcı unsurlar olarak kabul edilir. Bu tür ihlaller genellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. (adil yargılanma hakkı) ve 1.Ek Protokol'ün 1. maddesi (mülkiyetin korunması) bağlamında incelenir.

Yargıtay 11. H.D. Kararı 2021/12-938 E. ve 2022/401 K. sayılı ilamında Taraflar arasındaki “munzam zarar” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Istanbul 5. Tüketici Mahkemesince verilen davanın reddine ilişkin karara karşı davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesinin istinaf isteminin esastan reddine dair kararı, davacı vekilinin temyizi nedeniyle Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, ilk derece mahkemesince Özel Daire bozma kararına karsı direnilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi Kararına göre; Munzam zarar borcunun hukuki sebebi, asıl alacağın temerrüde uğraması ile oluşan hukuka aykırılıktır. O nedenle, borçlunun munzam zararı tazmin yükümlülüğü (TBK md. 122), asıl borç ve temerrüt faizi yükümlülüğünden tamamen farklı, temerrüt ile oluşmaya baslayan asıl borcun ifasına kadar zaman içinde artarak devam eden, asıl borçtan tamamen bağımsız yeni bir borçtur. Munzam zarar sorumluluğu, kusur sorumluluğuna dayanır. TBK’nın 122. maddesi (Mülga BK’nın 105.) kusur karinesini benimsemiştir. Munzam zarardan kaynaklanan tazminat borcunun doğması için aranan kusur, borçlunun temerrüde düşmekteki kusurudur. Farklı bir anlatımla, burada zararın dogmasına yol açan bir kusur ilişkisi aranmaz ve tartışılmaz. Sorumluluk için borçlunun temerrüde düşmekteki kusurunun varlığı asıldır. Kural olarak munzam zarar alacaklısı, öncelikle temerrüde uğrayan asıl alacağının varlığını, bu alacağın geç veya hiç ifa edilmemesinden dolayı temerrüt faizi ile karşılanmayan zararını, zarar ile borçlu temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını ispat etmekle yükümlüdür. Alacaklı borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olduğunu ispatla yükümlü değildir. Borçlu ancak temerrüdündeki kusursuzluğunu kanıtlama koşuluyla sorumluluktan kurtulabilir. Bu itibarla, munzam zarar davalarında alacaklının (davacının) ispat yükümlülüğü çok sıkı kurallara bağlanmamalı, genel ispat yöntemlerinde olduğu gibi her olayın kendi yapısı ve özelliği içinde değerlendirmeye tabi tutulmalıdır.

Ülkemizde süregelen enflasyonun belli yıllarda yüzde  yüzlerde seyrettiği, vadeli mevduatların en az bu oranlarda gelir getirdiği, yabancı para değerinin her zaman temerrüt faiz oranlarını aştığı, banka kredileri faizlerinin yüzde iki yüze kavuştuğu, paranın iç alma değerinin büyük ölçüde azaldığı tartışmasız ve yaşanan bir gerçek olduğu çok açıktır. Böyle bir enflasyonist ortamda bireyin parasının değerini sabit tutmak ve kazanç sağlamak için bir çaba ve girişimlerde bulunması, örneğin en azından vadeli mevduat veya kurları devamlı yükselen döviz yatırımlarında değerlendirmesi, olayların normal akısına, hayat tecrübelerine uygun düsen bir karine olarak kabul edilmesi zorunludur. Gerçekte de, anlatılan enflasyonist ortamda yasayan makul, normal bir kişinin parasını atıl biçimde elde tutmayacağı, gelir getirici bir yatırıma dönüştüreceği, insan yapısının ve menfaatlerini koruma içgüdüsünün de doğal bir sonucudur. Hal böyle olunca, enflasyonist ekonominin olumsuz etki ve sonuçları kamuca az veya çok herkesin bildiği, en önemlisi gerekli olduğu takdirde bilinebilmesinin kolayca gerçekleştirilebileceği ve mahkemelerin de bilgisi altında olan vakıalar olarak kabulü gerekir.

Munzam zararın enflasyonun gündemde olmadığı ve döviz kurlarının da istikrar kazandığı dönemlerde doğmuş olması halinde ise, ispat yükü bakımından durum farklı olup, buna ilişkin Yargıtay 11.hukuk dairesinin ’in uygulaması, alacaklının munzam zararını somut olarak kanıtlaması gerektiği yönündedir. Somut olayda, davaya konu paranın 09.12.1999 tarihinde … A.S’ye yatırıldığı ve 09.05.2016 tarihinde temerrüt faizi ile birlikte tahsil edildiği, munzam zararının oluştuğu iddia edilen dönemin 16 yıllık bir süreci kapsadığı anlaşılmaktadır. Bu itibarla, mahkemece, munzam zararın oluşumundaki zaman kesitinin ekonomik koşullarının farklılığı gözetilmeden tüm dönem için somut ispat arayan yazılı gerekçe ile sonuca gidilmesi isabetli görülmemiştir.

Direnme Kararının gerekçesi, TBK’nın 122. maddesinde düzenlenen askın (munzam) zarar kavramıdır. Öte yandan askın (munzam) zararın anlaşılabilmesi için öncelikle, borçlu temerrüdünün bir diğer sonucu olan temerrüt faizinin hukuksal niteliği üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.Temerrüt faizi, borçlunun para borcunu zamanında ödememesi ve temerrüde düşmesi üzerine TBK’nın 120. maddesi gereği kendiliğinden islemeye başlayan ve temerrüdün devamı süresince varlığını sürdüren bir karşılık olması itibariyle zamanında ifa etme olgusuyla doğrudan bir bağlantı içerisindedir. Bu kapsamda borçlu, kusurlu olsun veya olmasın borcunu zamanında ifa etmemiş olması durumunda temerrüt faizi ödemekle yükümlü olup bu durum ve temerrüt faiz oranları, 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun’un (3095 sayılı Kanun) 2. maddesinde “Bir miktar paranın ödenmesinde temerrüde düsen borçlu, sözleşme ile aksi kararlaştırılmadıkça,  geçmis günler için 1 inci maddede belirlenen orana göre temerrüt faizi ödemeye mecburdur.

Temerrüt faizi miktarının sözleşmede kararlaştırılmamış olduğu hallerde, akdi faiz miktarı yukarıdaki fıkralarda öngörülen miktarın üstünde ise, temerrüt faizi, akdi faiz miktarından az olamaz.” seklinde düzenlenmiştir. Buna göre hukukumuzda alacaklıya, zararın varlığını, miktarını ve borçlunun kusurunu ispat zorunda kalmaksızın temerrüt faizini talep edebilme hakkı tanınmıştır. Ayrıca temerrüt faizi yükümlülüğünün doğumu için borçlunun alıkoyduğu paradan yarar sağlaması sart olmadığı gibi bu yararların iadesi amacı da bulunmaz. Temerrüt faizi talep edebilmek için borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olması şart değildir. Borçlu, bu konuda kendisine hiçbir kusur yüklenemeyeceğini ileri sürerek ve bunu kanıtlayarak faiz ödeme yükümlülüğünden kurtulamaz. Bunun yanında temerrüt faizi, sözleşmeden doğan para borçlarının yanı sıra, sözleşme dısı hukuki ilişkiden kaynaklanan para borçlarında da uygulama alanı bulur.

Uyuşmazlık konusunun temelini oluşturan munzam zarara ilişkin olarak ise TBK’nın 122. maddesi “Alacaklı, temerrüt faizini asan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür. Temerrüt faizini asan zarar miktarı görülmekte olan davada belirlenebiliyorsa, davacının istemi üzerine hâkim, esas hakkında karar verirken bu zararın miktarına da hükmeder.” hükmünü haizdir.

Munzam zararın varlığı için gereken ilk koşul, bir para borcunda borçlunun temerrüdünün varlığıdır. Bu para borcunun kaynağının, munzam zararın talep edilebilirliği için herhangi bir önemi bulunmamaktadır. Bu anlamda TBK’nın 122. maddesi, kaynağı ne olursa olsun temerrüt faizi yürütülebilir nitelikte olmak koşuluyla bütün para borçlarında uygulanma olanağına sahiptir. Borcun dayanağı haksız fiil, sözleşme, sebepsiz zenginleşme, kanun yahut vekâletsiz iş görme olabilir. Öte yandan hemen belirtilmelidir ki; munzam zarar borcunun hukuki sebebi, asıl alacağın temerrüde uğraması ile oluşan hukuka aykırılıktır. Bu nedenle borçlunun munzam zararı tazmin yükümlülüğü, asıl borç ve temerrüt faizi yükümlülüğünden tamamen farklı, temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun, ifasına kadar geçen zaman içinde artarak devam eden, asıl borçtan tamamen bağımsız yeni bir borçtur.

Munzam zararın varlığı için gereken ikinci koşul; borçlunun temerrüdü nedeniyle temerrüt faiziyle karşılanamayan alacaklı zararının mevcudiyetidir. Ancak alacaklının zararının temerrüt faizinden az yahut temerrüt faizine eşit olması durumunda, zararın temerrüt faiziyle karşılanacak olması sebebiyle munzam zararın varlığından söz edilemez. Bu aşamada önemle belirtilmelidir ki; TBK’nın 122. maddesi kapsamına kanuni temerrüt faizinin yanında akdi temerrüt faizinin uygulandığı borç ilişkileri de dâhildir. Es söyleyişle alacaklının, borçlu ile arasındaki hukuki ilişkiden doğan temerrüt faizinin akdi yahut yasal olması, munzam zararın talep edilebilirliğine engel teşkil etmez. Burada önem arz eden husus alacaklının temerrüt faiziyle karşılanamayan zararının mevcudiyetinin ispatıdır.

Munzam zararın varlığı için gereken üçüncü koşul; borçlunun temerrüde düşmede kusurlu olmasıdır. Zira munzam zarar sorumluluğu, temerrüt faizinden sorumluluktan farklı olarak kusur sorumluluğuna dayanmakta olup burada aranan kusur, borçlunun temerrüde düşmekteki kusurudur. Ancak munzam zarar iddiasının ileri sürüldüğü durumlarda sorumluluk için, diğer koşulların varlığı durumunda borçlunun temerrüde düşmedeki kusurunun varlığı asıldır. Başka bir anlatımla temerrüt sonrasında borçlunun temerrüde düşmedeki kusurunun alacaklı tarafından ispatı gerekmez. Aksine borçlu, temerrüde düşmede kusursuz olduğunu ispatlamadıkça ortaya çıkan munzam zarardan sorumludur.

Munzam zararın varlığı için gereken son koşul ise; borçlunun temerrüdü ile alacaklının munzam zararı arasındaki illiyet bağının mevcudiyetidir. Bu çerçevede alacaklı, borçlunun temerrüde düşmesi ile ileri sürdüğü munzam zarar olgusu arasındaki illiyet bağını ispatla yükümlüdür.

Munzam zarar bu hukuki niteliği ve karakteri itibariyle, asıl alacak ve faizleri yönünden icra takibinde bulunulması veya dava açılmasıyla sona ermeyeceği gibi, icra takibi veya dava açılması sırasında asıl alacak ve temerrüt faizi yanında talep edilmemiş olması hâlinde dahi (TBK m. 122/2) takip veya davanın konusuna dâhil bir borç olarak da kabul edilemez. Bu nedenle asıl alacağın faizi ile birlikte tahsiline yönelik icra takibinde veya davada munzam zarar hakkının saklı tutulduğunu gösteren bir ihtirazı kayıt dermeyanına da gerek bulunmamakta olup ayrı bir dava ile de zamanaşımı süresi içerisinde her zaman istenmesi mümkündür.

Uyuşmazlık çerçevesinde üzerinde durulması önem arz eden bir diğer husus ise, askın (munzam) zararın ispatı olup esasen askın zararın ispatına ilişkin yükümlülük, bu zararın varlığını iddia eden alacaklının üzerindedir. Bu bağlamda munzam zarar alacaklısı, TBK’nın 122. maddesine dayalı olarak tazminat talebinde bulunabilmesi için öncelikle kaynağı ne olursa olsun evvela bir alacağı olduğunu, borçlunun temerrütte bulunduğunu, illiyet bağını ve bu alacağını tahsil edememesinden veya geç ödeme yapılmasından doğan ve duruma göre malvarlığında azalma veya engellenen kazançlardan oluşan zararını kanıtlamak durumundadır.

Munzam zararın talebinde varlığı iddia olunan zararın, yine alacaklı tarafından yasal ispat vasıtalarıyla somut, inanılır ve açık bir biçimde ispatlaması gerekir. Başka bir anlatımla alacaklı tarafça munzam zarar olgusu, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 194. maddesi gereğince ispata elverişli şekilde somutlaştırılarak ileri sürülen iddianın ispatı için gerekli tüm deliller somut olarak ortaya konulmalıdır. Bu itibarla salt ülkenin ve piyasanın içinde bulunduğu ekonomik olumsuzluklardan olan enflasyon, yüksek faiz, para değerindeki düşüş gibi olgulara dayalı olarak ileri sürülen munzam zarar talebi, alacaklının bu sebeple zarara uğradığını açık ve somut bir biçimde iddia ve ispat etmediği müddetçe, TBK’nın 122. maddesi kapsamında askın munzam zararın kanıtı olarak ileri sürülemez ve anılan şartlar sebebiyle ortaya çıkan olumsuzluklar alacaklı zararı olarak kabul edilemez.

Uğranıldığı iddia olunan zararın, yetkili merciin belirlediğinden fazla ve bu nedenle TBK’nın 122. maddesine dayanılarak munzam zarar istenilmesi hâlinde ise artık açılmış olan davaya özgü somut vakıalara dayanılması gerekir. Bunlar da yasal, elverişli ve geçerli delillerle, geçerli ispat kuralları dairesinde kanıtlanmalıdır. Burada kanıtlanacak olgular geç ödeme ile davacının maruz kaldığı zararı doğuran vakıalar ve bu vakıalar nedeniyle uğranılan fiili zarardır.

Yargıtay’ın Yaklaşımı

Yargıtay, özellikle enflasyon dönemlerinde faizle karşılanamayan zararların tazmini konusunda önemli kararlar vermiştir. Bazı emsal kararlar şunlardır:

1. “Enflasyon Farkının Zarar Kapsamına Alınması” Yargıtay, borcun geç ödenmesinden kaynaklanan enflasyon farkını tazmin edilebilir zarar olarak değerlendirmiştir. 

2. “Faiz ve Munzam Zarar Ayrımı” Yargıtay, gecikme faizinin, paranın zamanında ödenmemesi nedeniyle oluşan zararları tek başına karşılayamadığını vurgulamış ve ek tazminat talebine kapı aralamıştır. 

Hızla eriyen para değerinin alacaklıları mağdur ettiği açık bir gerçektir. Alacaklıların zararlarını tam anlamıyla telafi edebilmesi için: 

1. Sözleşmelere Enflasyon Farkı Şartı Eklenmesi Tarafların, paranın değer kaybını telafi edecek şekilde sözleşmelerine açık hükümler koyması önemlidir. 

2. Faizle Karşılanamayan Zararların Ayrıntılı Hesaplanması Alacaklılar, zararlarını daha detaylı ve hukuki dayanaklarla ortaya koymalıdır. 

3. Mahkeme Önünde Kanıtların Güçlendirilmesi Zarara ilişkin belgeler ve bilirkişi raporlarıyla tazminat talebinin altı doldurulmalıdır. Bu yöntemlerle, hızla eriyen para değerine karşı hukuk zemininde daha etkin bir çözüm sağlanabilir.