Bir avukat olarak yıllardır hukuk dünyasında bir gerçeği sık sık deneyimliyorum: Zaman, adaletin en büyük düşmanıdır. Yargılamalar uzadıkça, dosyalar Yargıtay’ın raflarında tozlanmaya mahkûm oldukça, sadece hukuki bir mesele değil, toplumsal bir yara da derinleşiyor. İnsanlar, hak arayışlarının sonucu için yıllarca bekliyor; paraları, umutları ve hayatları bu bekleyişte tükeniyor. Adaletin temel ilkelerinden birinin makul sürede sonuçlanan davalar olduğunu her gün meslek hayatımda yeniden hatırlıyorum. Ancak ne yazık ki Türkiye’de Yargıtay’da bir dosyanın nihai bir karara bağlanması, kimi zaman tahmin edilenden çok daha uzun bir zaman alıyor. Bu durum hem hukuk sistemine olan güveni sarsıyor hem de insanların hayatını adeta bir çıkmaza sokuyor.

Sürecin Yıpratıcılığı: Bir dava dosyasının Yargıtay'a taşınması, genellikle adaletin nihai noktasına ulaşmak adına atılan bir adım olarak görülse de, çoğu zaman bu süreç müvekkillerim için büyük bir belirsizliğin başlangıcı oluyor. Yargıtay’ın yoğunluğu, dosya inceleme sürelerinin uzaması ve personel yetersizliği gibi etkenler, adaletin makul bir sürede tecelli etmesini engelliyor. Birçok müvekkilim, yıllarca süren bu bekleyişin sonunda sadece yıpranmış ve maddi anlamda zor duruma düşmüş oluyor. Özellikle ticari ve iş davalarında, Yargıtay’daki gecikmeler bir işletmenin kapanmasına, kişilerin iş hayatlarını tamamen kaybetmesine kadar varan sonuçlara neden olabiliyor. Bu süreçte şirketlerin finansal dengeleri bozuluyor, mülkiyet davalarında mallar çürümeye yüz tutuyor ya da uzun yıllardır süregelen bir hukuki belirsizlik, taraflar arasında geri dönülmez anlaşmazlıklara yol açıyor.

Geciken Adalet, Yitirilen Güven: Adalet sistemine duyulan güven, vatandaşların devlet ile olan ilişkisinin temel taşıdır. Ancak Yargıtay’da yıllarca bekleyen bir dosya, bireyler için sadece kişisel bir sorunu değil, aynı zamanda hukuka olan güvenlerinin de sarsılmasına neden oluyor. Müvekkillerim sıkça “Bu dosya hiç bitmeyecek mi?” diye soruyor ve her geçen gün daha da karamsarlaşıyor. Beklemek, özellikle hukuki bir süreçte, kişinin hem maddi hem de manevi varlıklarını tüketen bir deneyim haline geliyor.

Adalet Gecikince Adaletsizlik Olur: Adaletin tecellisi için davaların hızlı ve etkin bir şekilde sonuçlanması gerektiği evrensel bir ilke. Ancak Yargıtay’daki yoğunluk, yetersiz kadrolar ve teknolojik altyapının yetersizliği, bu süreci geciktiren en büyük faktörlerden bazıları. Bu durum, adaletin zamanında sağlanamamasına ve toplumda “geciken adaletin adaletsizlik olduğu” düşüncesinin yerleşmesine neden oluyor. Yargıtay’daki dosya yığılmalarının temel sebeplerinden biri de, yerel mahkemelerin kararlarının sık sık Yargıtay’a taşınması. Bu, sadece hukuki süreci uzatmıyor, aynı zamanda Yargıtay’ı da aşırı derecede iş yükü altında bırakıyor.

Bir dava dosyasının Yargıtay’da beklemesi demek, sadece yasal süreçlerin askıya alınması değil, aynı zamanda insanların hayatlarının da belirsizlik içinde kalması demektir. Müvekkillerimin çoğu, bir davanın nihai sonuca ulaşmasını beklerken işlerini, gelecek planlarını, hatta bazen özel hayatlarını ertelemek zorunda kalıyor. İş davaları, miras davaları, boşanma davaları gibi konuların Yargıtay’da yıllarca bekletilmesi, adaletin tesisi açısından büyük bir sorun teşkil ediyor. Bu süreçte sadece zaman değil, aynı zamanda insanların maddi varlıkları da tükeniyor. Bir davanın sonuçlanmasını beklerken harcanan avukatlık ücretleri, mahkeme masrafları, bilirkişi raporları derken dosyanın bitmesini beklerken müvekkillerim ciddi maddi kayıplarla karşı karşıya kalıyorlar. Birçok insan için adalet arayışı, dosyanın sonuca ulaşmasıyla birlikte bir anlamda ekonomik tükenişe dönüşüyor. Bir dava dosyasının Yargıtay’da yıllarca beklemesi, sadece bireysel mağduriyetlere yol açmaz; aynı zamanda toplumun adalet sistemine olan güvenini de zedeler. Avukat olarak müvekkillerimin adalete olan inançlarını korumaya çalışıyorum ancak sistemin bu kadar yavaş işlemesi, hepimizi derin bir çaresizliğe itiyor.

Sorun Nerede: Yargıtay’daki dosyaların uzamasının birçok nedeni var. İlk olarak, Türkiye’de yerel mahkemelerde alınan kararların büyük bir kısmı Yargıtay’a temyize gidiyor. Bu da yüksek mahkemenin iş yükünü ciddi anlamda artırıyor. Ayrıca, mahkemelerde yeterli sayıda hâkim ve raportör olmaması, mevcut personelin aşırı iş yükü altında ezilmesine yol açıyor. Teknolojik alt yapıdaki yetersizlikler de sürecin hızlanmasını engelliyor. Özellikle davaların karmaşıklığı arttıkça, dosyaların incelenmesi aylar, hatta yıllar alabiliyor. Bu da Yargıtay’daki dosya yoğunluğunu katlanarak artırıyor ve sonuç olarak her yeni dosya, bir öncekinin bekleme süresini uzatıyor.

Çözüm: Reform ve Yapısal Değişiklikler: Bu sorunların çözümü için Yargıtay’ın iş yükünü hafifletecek reformlara ihtiyaç var. Öncelikle, alternatif uyuşmazlık çözüm yollarının (arabuluculuk, uzlaştırma) daha yaygın kullanılması, özellikle ticari ve aile davalarında mahkemeye başvuru sayısını azaltabilir. Yargıtay’da istinaf mahkemelerinin etkinliği artırılarak, basit davaların bu aşamada çözüme kavuşturulması sağlanabilir. Ayrıca, dijitalleşme adımları hızlandırılmalı ve dosya takibi ile incelemeleri elektronik ortamda daha verimli bir şekilde yürütülebilir hale getirilmelidir. Bu hem süreci hızlandıracak hem de insan kaynaklı hataları minimuma indirecektir. Son olarak, hâkim ve raportör sayısının artırılması ve mahkemelerin teknik donanımının güçlendirilmesi, karar verme süreçlerinde önemli bir iyileşme sağlayabilir.

Yargı sisteminin hızlandırılması, sadece kişisel davaların değil, toplumun huzurunun sağlanması için de elzemdir. Adalet bir gün tecelli eder elbet; ama yıllar süren bekleyişin sonunda, o adalet ne kadar tatmin edici olur, işte bunu tartışmak gerekir. Adaletin hızla tecelli etmesi için reformların bir an önce hayata geçirilmesi gerektiğine inanıyorum.