Son günlerde özellikle sosyal medya paylaşımları ile çok sayıda davanın açıldığı ve birçok kişinin sanık olarak yargılandığı ve/veya ceza aldığı dikkate değer bir durumdur. Buna karşın, özellikle Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa’nın 25. Maddesindeki düşünce ve kanaat hürriyetini değerlendirmesi ile hakaret suçunun oluşup olmadığı ya da hangi hallerde oluştuğuna dair tespitlerinin irdelenmesinin faydalı olacağı kanaatindeyiz.
Öncelikle konuyla ilgili mevzuat hükümleri incelememiz gerekirse;
Anayasa’nın ilgili hükümleri;
VII. Düşünce ve kanaat hürriyeti
Madde 25 – Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.
Bununla beraber, Türk Ceza Kanunu’nda yer alan hakaret suçu ise 125. Maddede düzenlenmiştir.
Hakaret
Madde 125- (1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) (1) veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.
(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.
(3) Hakaret suçunun; a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı, b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı, c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle, İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.
(4) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/15 md.) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır.
(5) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/15 md.) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır.
Bu yasal düzenlemeler karşısında, hakaret suçunun oluşabilmesi için bir kişinin onur, şeref ve saygınlığını zedeleyecek somut fiil ya da olgunun varlığı ile sövmek suretiyle bu kişinin onur, şeref ve saygınlığına saldırılması gerekmektedir.
Bunun yanında yukarıda tam metnine yer verdiğimiz Anayasa’nın 25. Maddesi de herkesin düşünce ve kanaat hürriyetine sahip olduğunu ve kimsenin düşüncesinden dolayı kınanamayacağı ve suçlanamayacağını ifade etmektedir. Anayasa’da yer alan temel hak ve hürriyetlerin ne şekilde sınırlanacağı ya da ortadan kaldırılacağı da yine Anayasa’nın 13. Maddesine belirtilmektedir.
Bu halde Anayasa’da yer alan bir özgürlük ile Ceza kanunu bağlamında yer alan bir eylemin suç oluşturup oluşturmadığı ve bu durumunda ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği konusunun açıklığa kavuşması gerekmektedir.
Genel kabule göre; İfade özgürlüğü kişinin haber ve bilgilere, başkalarının fikirlerine serbestçe ulaşabilmesi, düşünce ve kanaatlerinden dolayı kınanamaması, bunları tek başına veya başkalarıyla birlikte çeşitli yollarla serbestçe ifade edebilmesi, anlatabilmesi, savunabilmesi, başkalarına aktarabilmesi ve yayabilmesi anlamına gelir. Çoğunluğa muhalif olanlar da dâhil olmak üzere düşüncelerin her türlü araçla açıklanması, açıklanan düşünceye paydaş sağlanması, düşünceyi gerçekleştirme ve bu konuda başkalarını ikna etme çabaları ve bu çabaların hoşgörüyle karşılanması çoğulcu demokratik düzenin gereklerindendir. Dolayısıyla toplumsal ve siyasal çoğulculuğu sağlamak, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifadesine bağlıdır. Bu itibarla düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü demokrasinin işleyişi için yaşamsal önemdedir.
Bu nedenle bu haklara müdahale de kanuna uygun ve orantılı olmak zorundadır. Müdahaleyi oluşturan tedbirin zorunlu bir toplumsal ihtiyacı karşıladığının kabul edilebilmesi için amaca ulaşmaya elverişli olması, başvurulabilecek en son çare ve alınabilecek en hafif önlem olarak kendisini göstermesi gerekmektedir. Kamu makamlarının, temel hak ve özgürlüklere -zorunlu bir ihtiyaca karşılık geldiğini ve orantılı olduğunu- ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya koymadan yaptıkları müdahalelerin demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olduğunun kabul edilebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla ifade özgürlüğüne gerekçesiz olarak veya Anayasa Mahkemesince ortaya konulan kriterleri karşılamayan bir gerekçe ile yapılan müdahaleler Anayasa'nın 26. maddesini ihlal edecektir.
Söz konusu kriterler ve değerlendirmeler Anayasa Mahkemesi’nin önceki tarihli birçok kararında yer aldığı gibi son olarak 13.02.2020 tarihli kararında da yer almaktadır. Twitter paylaşımı nedeniyle hakaret eylemi gerçekleştiği gerekçesiyle adli para cezasına hükmolunan sanığın Anayasa Mahkemesi’ne ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine yönelik başvurusu kabul edilmiştir. Yüksek Mahkemenin gerekçeli kararı aynen “Anayasa Mahkemesi, somut başvuruya benzer başvurularda derece mahkemelerinin başvurucunun ifade özgürlüğü ile müştekinin itibarının korunması hakkı arasında adil bir denge sağlamaları gerektiğini vurgulamıştır.
Buna karşın somut olayda ilk derece mahkemesi yazılar içerisinde geçen bir kelimeyi çekerek cezalandırma konusu yapmış, yazıların bağlamını, söylenme şekli ve nedenini, söylenen sözlerin arka planı olup olmadığını, kamusal bir tartışma ekseninde gerçekleşip gerçekleşmediğini gözetmeksizin bir değerlendirme yapmıştır (Nilgün Halloran, § 52; Önder Balıkçı, B. No: 2014/5552, 26/10/2017 § )
Mahkeme, başvurucunun ifade özgürlüğü ile müştekinin şeref ve itibar hakkı arasında bir denge kurmaya çalışmamış; tek bir ifadeyi çekerek, yalnızca soyut bir değerlendirmeyle söz konusu paylaşımların eleştiri ve düşünce özgürlüğü sınırlarını aştığını kabul etmiştir.
Başvuru konusu haberlerde kullanılan ifadelerin türü göz önünde bulundurulmalıdır. Başvurucunun müştekinin itibarına yönelik sert ifadeler kullandığı görülmekle birlikte ifade özgürlüğü kapsamında ifadenin gerçek mi, duygusal mı olduğuna ve başkalarının onu yararlı veya zararlı, değerli veya değersiz olarak değerlendirmesine bakılmaksızın ifade koruma altına alınır. İfadenin polemik içermesi veya kırıcı olması bile onu koruma kapsamından mahrum etmez . Dolayısıyla kullanılan ifadelerin başvuru konusu olay kapsamında, yazıların tamamının ışığı altında ve özellikle hedef aldığı kişi ile başvurucunun konumu ve söylenme şekli bağlamında incelenmesi gerekmektedir.
Başvurunun çözümlenmesinde göz önünde bulundurulması gereken ikinci husus başvurucunun ve müştekinin konumudur. Müştekinin rektör olarak aynı üniversitede öğrenci olan başvurucunun sıkı ve yakın takibi altında olması tabiidir. Özellikle kamu görevlilerinin, tasarrufları ile ilgili eleştirilere daha fazla tolerans göstermeleri gerekir. Bu bağlamda, açıklanan bir düşüncenin salt ağır olması, yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, keskin bir dil kullanılarak ifade edilmesi ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması ifade özgürlüğünün koruma kapsamından yararlanmayacağı anlamına gelmez. Dikkate alınması gereken bir başka husus da ilgili paylaşımların konusudur. Başvuruya konu paylaşımlarda, rektör olan müştekinin aynı zamanda mesai arkadaşları olan bazı akademisyenlerin ihraç edilmesine tepki göstermediği için eleştirildiği savunulmuştur. Başvurucunun yönelttiği eleştirilerin, müştekinin yürüttüğü kamu görevine ilişkin olduğu, bu anlamda yapılan paylaşımların kamuoyunu ilgilendiren bir konuda yapılan tartışmanın bir parçası olduğu anlaşılmaktadır Buna karşın yukarıdaki tespitler dikkate alındığında ilk derece mahkemesinin başvurucunun mahkûmiyetinin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık geldiğini ilgili ve yeterli bir gerekçe ile ortaya koyduğunun kabul edilmesi mümkün olmamıştır.” Şeklindedir.
Anayasa Mahkemesinin bu ve buna benzer kararları incelendiğinde müşteki konumundaki kişinin makamı, görevi ile bu görevin gereği eleştiriye açık olma durumunun irdelenmesi ve sanık konumundaki kişinin kullandığı bir kelime ile değil, paylaşımının tümünün değerlendirilerek söz konusu paylaşımı hangi saikle ve hangi ruh haliyle yaptığı da göz önüne alınması gerektiğini ifade edilmiştir.
Tüm bu açıklamalar ışığında; soruşturma ve kovuşturma aşamasında, öncelikle savcılık makamının hakaret suçunun maddi ve manevi unsurlarını göz önüne alarak alelacele iddianame düzenlemek yerine Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ışığında ifade hürriyetini özümseyerek bu şekilde olayları değerlendirmesi ve akabinde mahkemelerin yukarıda yer verdiğimiz kriterleri de dikkate alarak hüküm kurması gerek adil yargılanma gerekse hukuk devleti açısından önem arz etmektedir.