Bugün 28 Şubat 2023; 28 Şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısının 26. Yılında o gün alınan kararları ve o kararlar bahane edilerek açılan soruşturmaları, haksız tutuklamaları, mahkeme kararlarını ve halihazırda bugün dahi devam eden mağduriyetleri dile getireceğiz.
28 Şubat 1997’de o dönemin Anayasası uyarınca toplanıp; ülke gündemine dair kararlar alınmış; bu kararlar bizatihi Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından da imzalanmıştır. Bunun akabinde tavsiye niteliğindeki kararların icrası için her bakanlık kendi teşkilatına genelgeler göndermiştir. Bu kararlar, sadece o hükümet döneminde değil; devam eden hükümetlerde de uygulanmaya devam etmekle beraber; hükümetteki siyasi partiler değişmiş olsa da; devlette süreklilik gereği tüm bu kararların icrası yine bakanlıklar eliyle sürdürülmüştür.
İşte bu kararlardan tam 15 sene sonra ne tesadüf ki; tüm bu olayların en yakını tanığı Refah Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Necmettin Erbakan’ın vefatının ardından bir soruşturma başlatılmıştır. Bu soruşturma; bir ıslak imzalı belgeye, bir beyana da dayanmaksızın; imzasız ve kimliği belirsiz bir ihbar mektubunun savcılığa ulaştırılması ile başlatıldığı da çok geçmeden ortaya çıkacaktır. Kamuoyunda dezenformasyon yaratılarak 28 Şubat’taki haksızlıklarla hesaplaşılıyor algısı ile çuvala her şey ve herkes dahil edilerek halkın desteği alınmak istenmiştir. Tabii ki yine bir tesadüf ki; bu soruşturmayı gerek İstanbul’da gerekse Ankara’da yürüten savcılar aynı terör örgütün üyesi, yine bu soruşturmalarda tutuklama kararı veren hakimler de aynı örgütün üyesi oldukları sadece birkaç yıl sonra anlaşılmaktadır.
Soruşturmalar çerçevesinde peşi sıra gelen gözaltılar, tutuklamalar ile soruşturma artık 28 Şubat dönemine dair bir rövanşa döndürülmüş; siyasilerin beyanları ile bu davanın tarafsızlığı ortadan kaldırılmıştır.
28 Şubat davası; kopyala yapıştır hazırlanan müdahillik dilekçeleri ile; otobüslerle organize şekilde insanların duruşmalara sokulması ile; davayla ve sanıklarla uzaktan yakından ilgisi olmayan binlerce insanın davaya dahil edilmeleri ile hukuk tarihinin garabetleri arasında yerini çoktan almıştır. Usul ve esas bakımından kanunların uygulanmadığı; vicdani haykırışlara kulakların tıkandığı, yazılı ve görsel basın aracılığıyla sanıkların ve ailelerin linç edildiği bir davadır.
Uzun yıllar yargılanan, özgürlüklerinden alıkonulanların sonunda beraat ettiği; bir kısım sanıkların kurban edilerek kamuoyunda yaratılan algının altının doldurulduğu bir davadır 28 Şubat davası. Ağır ceza mahkemesinde, Yargıtay’da savunmaların bir kelimesine dahi dikkat edilmeden hüküm verildiği; Anayasa Mahkemesi’nde başvuruların yıllarca bekletildiği bir başka dava daha bulamazsınız. Üniversiteden atılan öğrenci ile idari bir kararla işinden olan memurun bile 28 Şubat sanıklarından şikayetçi olduğu bir davada adaletten, hakkaniyetten ve vicdandan söz edebilir misiniz? O dönemin bakanlarının, milletvekillerinin ki bu kişilere darbe yapıldığı iddia edilirken; duruşmalarda şikayetçi olmadıklarını, herhangi bir baskı görmediklerini dile getirirken bu beyanlarının hiç birinin dikkate alınmamakla beraber; hiçbir yazılı delile dayanmayan beyanlarla müebbet hapis cezaları verildiğini biliyor musunuz?
Hukuk sistemimizde birçok yanlış karar, adil olmayan yargılama yapılmıştır belki ama 28 Şubat davası gibi sahte delillerin üretildiği, Fetö terör örgütünün bilinçli ve kasten Türk Silahlı Kuvvetleri personelini aşağılamak kastıyla hareket ettiği bir başka dava daha göremezsiniz. Kumpas davalarından sayılan diğer dosyalarda gerçeklerin ortaya çıkmasına rağmen 28 Şubat davasındaki hukuksuzlukları dile getirmek maalesef mümkün olmamaktadır. 500 günden fazla bir süredir 80 yaşının üstündeki insanların tutsak olduğu bir durumu sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri, insan hakları örgütleri ve kamuoyu göz ardı ederek bu insanları ölüme terk edilmesi kabul edilebilir bir hal değildir. Bugün tam 26 sene sonra kumpas bir dava ile özgürlüklerinden, mesleklerinden, ailelerinden koparılan, cezaevinde hayatlarını kaybetmelerine göz yumulan ve ölüme terk edilenlere; vicdan sahibi herkesin sahip çıkması ve daha yüksek bir sesle bu haksızlığa karşı koyması gerekmektedir. Yarın değil derhal şimdi bu hukuksuzluğa son vermek hukuk devleti olmanın, adil yargılamanın, evrensel ilkelerin ve en önemlisi insan olmanın gereğidir.