Türk Parası Kıymetini Koruma Kanunu Hakkında 32 Sayılı Kararda Değişiklik Yayılmasına Dair 85 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile yurtiçinde yerleşik taraflar arasında dövizle sözleşme yapılması yasaklandı. Bu yasak beraberinde çok ciddi tartışmalar getirdi. Bu tartışmalar temel olarak bu Karar’ın hukuka ve kanuna uygunluğu ile iktisadi açıdan faydalı olup olmayacağı konusunda toplanmakta. Bu yazımda 85 sayılı Karar’ın 1. maddesinde yer alan dövizle sözleşme yapma yasağını hukuki yönden incelemeye çalışacağım.
85 sayılı Karar ile 32 sayılı Karar’ın 4. Maddesine (g) bendi eklenmiştir ve bu bende göre “Türkiye’de yerleşik kişilerin Bakınlıkça belirlenen haller dışında kendi aralarındaki menkul ve gayrimenkul alım satımı, taşıt ve finansal kiralama dahil her türlü menkul ve gayrimenkul kiralama, leasing ile iş, hizmet ve eser sözleşmelerinde sözleşme bedeli ve bu sözleşmelerden kaynaklanan diğer ödeme yükümlülükleri döviz cinsinden veya dövize endeksli olarak kararlaştırılması yasaklanmıştır. Bu yasakla beraber “düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 30 gün içinde söz konusu bentte belirtilen ve daha önce akdedilmiş yürürlükteki sözleşmelerdeki döviz cinsinden kararlaştırılmış bulunan bedeller, Bakanlıkça belirlenen haller dışında Türk Parası olarak taraflarca yeniden belirlenecektir.” Karar yayım tarihi olan 12 Eylül 2018 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Böylece Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından istisna tutulan haller dışında Türkiye’de yerleşik kişilerin döviz üzerinden sözleşme yapmaları yasaklanmıştır. Aynı zamanda daha önce akdedilmiş olan sözleşmelerde Türk lirasına çevrilecektir. Düzenleme Cumhurbaşkanı tarafından “Karar” olarak alınmıştır.
Öncelikle Karar ile böyle bir düzenleme alınıp alınmayacağına yönelik şu hususlar ifade edilecektir. 700 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 8. maddesi ile 1567 sayılı Türk Parasının Kıymetini Koruma Hakkında Kanun’un 1. maddesinde değişiklik yapılmıştır. 1567 sayılı Kanun’un 1. maddesi yeni hali şu şekilde olmuştur: “Kambiyo, nukut, esham ve tevhilat alım ve satımının ve bunlar ile kıymetli madenler ve kıymetli taşlarla bunlardan mamul veya bunları muhtevi her nevi eşya ve kıymetlerin ve ticari senetlerle tediyeyi temine yarıyan her türlü vasıta ve vesikaların memleketten ihracı veya memlekete ithalinin tanzim ve tahdidine ve Türk parasının kıymetinin korunması zımnında kararlar ittihazına Cumhurbaşkanı selahiyetlidir.” Görüldüğü üzere böylece eskiden Bakanlar Kurulu’nda olan karar alma yetkisi Cumhurbaşkanına verilmiştir.
85 sayılı Karar Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi olmayıp bu Karar’ın CBK ile karıştırılmaması gerekir. Esasen kararname ile karar kavramları önceki sistemde birbiri ile aynı anlamda kullanılabilen düzenleyici işlemlerdi. Ancak yeni sistemle beraber Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri Anayasa md. 104’de düzenlenmiştir (detaylar hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi başlıklı yazıma bakılabilir) ancak karar düzenlenmemiştir. Yeni sistemde Cumhurbaşkanı Kararını önceki sistemde yer alan Bakanlar Kurulu kararı niteliğindeki düzenleyici işlemler olarak görmek gerekecektir.
Anayasa’nın 8. Maddesinde yapılan değişiklik ile Bakanlar Kurulu’nda olan yürütme yetkisi tek başına Cumhurbaşkanına verilmiştir. Buna istinaden yukarıda ifade edildiği üzere 1567 sayılı Kanun’da yer alan Türk parasının kıymetini korunması hakkında karar alma yetkisi Cumhurbaşkanına geçmiştir. Böylece Cumhurbaşkanı Anayasa md.8 ve 1567 sayılı Kanun’un 1. maddesine göre Türk parasının kıymetinin korunması hakkında karar alabilecektir. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı tarafından alınan 32 sayılı Karar’da değişiklik yapılmasını öngören 85 sayılı Karar’ın Anayasa ve kanunun verdiği yetki kapsamında alındığı söylenebilecektir.
Diğer yandan Karar’ın getirdiği yasak ile Türk Borçlar Kanunu’na egemen olan sözleşme serbestisi ilkesi ve bu kapsamda Türk Borçlar Kanuna aykırı olduğu yönünde eleştiriler bulunmaktadır. Öncelikle belirtmek gerekir ki Türk Borçlar Kanunu bakımından yapılan eleştirilerin Karar’ın dayanağı olan 1567 sayılı Kanun gözetilmeden yapılması çok ciddi bir eksikliktir. Bu kapsamda 1567 sayılı Kanun’un incelenmesi yerinde olacaktır.
İlgili düzenlemenin dayanağı olan 1567 sayılı Kanun’un 1. maddesinde “…Türk parasının kıymetinin korunması zımnında kararlar ittihazına Cumhurbaşkanı selahiyetlidir.” hükmü ile Cumhurbaşkanına açıkça Türk parasının kıymetini koruması için gerekli tedbirleri alma yetkisi verilmiştir. Devamında yer alan 3/1 fıkrasında “Cumhurbaşkanının bu Kanun hükümlerine göre yapmış bulunduğu genel ve düzenleyici işlemlerdeki yükümlülüklere aykırı hareket eden kiş, üçbin Türk Lirasından yirmişbeş bin Türk Lirasına kadar idari para cezası ile cezalandırılır.” hükmü yer almaktadır. Kanun’un hükümlerinden görüleceği üzere Türk parasının kıymetini korumaya yönelik Cumhurbaşkanına açık bir yetki verilmiş olup bu düzenlemelere uyulması yaptırımlarla da güçlendirilmiştir. Böylece Kanun, hükümleri itibariyle serbestlikten ziyade belli bir zorunluluğu öngörmektedir.
Diğer yandan 1567 sayılı Kanun’un genel gerekçesi(esbabı mucibesi) TBMM 83 No’lu Komisyon Raporu’nda şu şekilde yer almaktadır. “Kombiyo ve borsa muamelatının tanzimi için mevcut olan 1447 numaralı kanunla-milli paramızın muhafazayı kıymeti için lüzum görülecek bazı tedabir ittihazı ye ezcümle icabı hale göre Heyeti Vekilece banka ve müesselerin seddi için salahiyat itası ve mevcut kanunda yazılı cezalar kanun ahkamının hüsnü tatbikina kafi görülmediğinden husui menfaatları tenkis suretile para kıymetini düşürmeye çalışanların ağır bir surette tecziyelerine, alınacak tedbirlerin hüsnü tatbikine müessir olmak üzere bazı ahkamı cezaiye ilavesine lüzum görülmüş ve bu sebeple hazırlanan kanun lahiyası müstacelen müzakeresi zımnında takdim kılınmıştır.” Gerekçede kısaca Türk parasının kıymetini korumaya yönelik tedbirler alınacağı ve mevcut cezalar yeterli olmadığından Türk parasının kıymetini azaltmaya yönelik fiilere daha ağır yaptırımlar uygulanması amaçlandığı belirtilmiştir. Gerekçeden görüleceği üzere bu Kanun zaten Türk parasının kıymetine muhalif sözleşme serbestisini sınırlamaya yönelik bir amaç içermektedir. Keza husui menfaatlerin tenkis suretile ifadesiyle de şahsi menfaatlerin sınırlanacağı açıkça ifade edilmiştir.
Diğer yandan 6098 sayılı Kanun’un 26. maddesinde “Taraflar, bir sözleşmenin içeriğini kanunda öngörülen sınırlar içinde özgürce belirleyebilirler.” 27. Maddesinde de “Kanun’un emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmeler kesin olarak hükümsüzdür.” hükümleri yer almaktadır. Bu hükümler birlikte incelendiğinde sözleşme serbestisinin de sınırsız olmadığı açıkça görülecektir.
Keza Yargıtay kararları da incelendiğinde sözleşme serbestisinin sınırsız olmadığı pek çok kararında belirtilmiştir. Örneğin Yargıtay bir kararında “Sözleşmenin tarafları, sözleşme özgürlüğü ilkesi çerçevesinde sözleşmenin konusunu belirlemekte özgür iseler de bu özgürlüğün sınırsız ve sonsuz olduğu söylenemez. Anayasa, Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu hükümleri ile sözleşme özgürlüğünün sınırlarını çizmiştir.” (11HD. E.2014/18347 K.2015/3086 T.6.3.2015) Yine başka bir kararında “Sözleşmenin tarafları, sözleşme özgürlüğü ilkesi çerçevesinde sözleşmenin konusunu ve cezai şartın miktarını belirlemede özgür iseler de, bu özgürlüğün sınırsız ve sonsuz olduğu söylenemez. BK'nun 19, 20, 161 maddeleri bu özgürlüğün sınırını çizmiştir.”( HGK, E.2012/11-601 K.2013/752 T.22.5.2013) Keza bu içtihatlar gibi pek çok içtihadında sözleşme serbestisinin sınırsız olmadığını açıkça vurgulamıştır. Bu içtihatlar çerçevesinde de sözleşme serbestisi tek başına mutlak ve sınırsız bir ilke değildir. Belli durumlarla sınırlanabileceği gerek kanun gerekse içtihatlarda açıkça yer almıştır. Haliyle mevcut düzenlemenin yukarıda ifade edilen kanuni dayanağı ve kamu düzeni bakımından durumu gözetildiğinde serbestlik ilkesinin sınırlanmasında hukuka aykırılık olmadığı görülebilecektir.
Diğer yandan 1567 sayılı Kanun kapsamında alınan tedbirlerin Anayasa’ya aykırı olduğuna yönelik tartışmalar yapılmaktadır. Öncelikle belirtmek gerekir ki Anayasa’nın 48. Maddesinde yer alan “Devlet, özel teşebbüslerin millî ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlıyacak tedbirleri alır.” hükmünden milli ekonominin gerekleri kapsamında birtakım tedbirlerin alınabileceği dikkate alınmalıdır.
Diğer yandan söz konusu tartışmalar Anayasa Mahkemesi’ne somut norm denetimiyle taşınmıştır. Anayasa Mahkemesi 1567 sayılı Kanun’un 1. maddesini E.1963/4 K.1963/71 sayılı ve 28.3.1963 tarihli kararında maddenin yasama yetkisinin devredilip devredilmediği yönüyle yaptığı incelemede şu değerlendirmelerde bulunmuştur. “…Kişinin ve toplumun huzur ve refahını gerçekleştirmekle ödevli olan Devletin gerektiğinde demokratik hukuk kurallarından ayrılmamak ve temel hak ve hürriyetleri zedelememek şartı ile ekonomi alanına müdahaleye hakkı vardır ve Anayasa'mız da koyduğu birçok hükümlerle bu gereği belirtmiştir. … Bu düzenlemede bütün ihtimalleri gözönünde bulundurarak teferruata ait hükümleri de tesbit etmek yetkisini haiz ise de; zamanın gereklerine göre sık sık tedbirler alınmasına veya alınan tedbirlerin kaldırılmasına ve yerine göre tekrar konulmasına lüzum görülen hallerde, yasama organının, yapısı bakımından, ağır işlemesi ve günlük olayları izleyerek zamanında tedbirler almasının güçlüğü karşısında esaslı hükümleri tesbit ettikten sonra ihtisasa ve idare tekniğine taallûk eden hususların düzenlenmesi için Hükümeti görevlendirmesi de yasama yetkisini kullanmaktan başka bir şey değildir. … kanun koyucu düzenleme alanının esaslarını tesbit ve amacı tâyin ettikten sonra alınacak tedbirlerin ihtiyaca uygunluğunu sağlamak üzere yürütme organım görevlendirmiş ve bu görevin gerektirdiği tasarruflarda bulunmak yetkisini vermek suretiyle yasama yetkisini bu yolda, kullanmayı uygun bulmuştur.” Bu değerlendirmelerle maddenin yasama yetkisinin devredilmediğinden bahisle Anayasa’ya aykırı olmadığına karar verilmiştir. Yine Yüksek Mahkeme E.19634 K.1963/72 ve 28.3.1963 tarihli kararıyla da aynı maddenin Anayasa’ya aykırı olmadığına karar vermiştir. Bunlarla beraber yine benzer bir konuyu incelediği 15358 başvuru numaralı ve 24.05.2018 tarihli güncel bir bireyse başvuru kararında da 1567 sayılı Kanun’a istinaden uygulanan yaptırımın Anayasa’ya aykırı olmadığına karar vermiştir. İlgili kararda yaptırımın sınırlarını incelemiş ve Anayasa’ya aykırılık görmemiştir. Dolayısıyla düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığından bahsedilebilecektir.
Son olarak idare hukuku yönüyle konu hakkında yapılan değerlendirmelerde de aynı sonuca varılmıştır. Nitekim, Türk Parası Türk Parası Kıymetini Koruma Hakkındaki 25 Sayılı Karar’ın ilgili hükümlerinin iptali istemiyle açılan idari davada, Danıştay İDDK E.1982/222 K.1982/298 sayı ve 24.9.198 tarihli kararında 1963/4 sayılı Anayasa Mahkemesi kararına da atıf yaptıktan sonra “Memleketin iktisadi zorluklar içinde bulunması, ihracat ve ithalat arasındaki dengesizlik ve para kıymetinin düşmekte bulunması karşısında, Türk Parası değerinin yeniden tespiti zorunluluğunun doğması sebebiyle gerçekleştirilen, devalüasyon ameliyesinin başarısı, bir kısım önlemleri ve kontrol sistemini de beraberinde getirmesi suretiyle sağlanabilir.” değerlendirmesinde bulunmuş ve maddelerin iptaline yönelik istemleri reddetmiştir. Tüm bu hususlardan görüleceği üzere söz konusu 85 sayılı Karar’da alınan tedbirlerin idare hukukuna da aykırı olmadığından bahsedilebilecektir.
Yukarıda yer verilen tüm hususlar gözetilerek ifade edilmelidir ki Türk lirası yıl içerisinde toplamda yaklaşık %27 civarında değer kaybetmiştir. Hatta küresel piyasalarda da en çok değer kaybeden paralardan birisi olmuştur. Ve bu durum milli ekonominin gereklerine uygun tedbirler alınmasın zorunluluğu doğurmuştur. Bu gereklerden birisi de ekonomik yapı gözetilerek alınan söz konusu dövizle sözleşme yasağıdır. Yukarıda da detaylı açıklandığı üzere her ne kadar sözleşme serbestisi genel kural olsa da bazı durumlarda bu gibi sert tedbirlerin alınabileceği kabul görmelidir ve yukarıdaki tüm gerekçeler ışığında Türkiye’de yerleşik tarafların dövizle sözleşme yapma yasağı getirilmesi kanunlara uygun olduğu ifade edilebilecektir.