Yargı paketlerimiz bitmiyor, gelmeye devam ediyor. İrili ufaklı bu paketler, İnşallah adalete hizmet eder ve vicdanları rahatlatır. Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sunulan ve yazımıza konu olan Tasarı küçük bir yargı paketi olup, “4. Yargı Paketi” olarak adlandırılan kanun çalışması değildir. Herkes, merakla 4. Yargı Paketini bekliyor. Bu beklenti, hem tutukluluklar ve hem de mahkumlar için geçerlidir. Birçok insan, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasında uygulanan 2 yıllık süre sınırının artırılıp artırılmayacağını, denetimli serbestliğin genişletilip genişletilmeyeceğini ve affı soruyor. Şu an bu sorulara cevap vermek mümkün gözükmüyor.
Tutukluluk da tartışma konusu olmaya devam ediyor. Verilecek ceza ile ölçülü olması halinde tutuklama tedbirinin uygulanabilmesi ve katalog suçlarda tutuklama nedeninin varsayılabilmesi hükümleri yürürlükte kaldığı sürece, tutuklamada yaşanan sorunlarımız bitmeyecek gibi gözüküyor. Ancak Sayın Adalet Bakanı 4. Yargı Paketi ile ilgili merak uyandıran bir açıklama yaparak, “İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin verdiği ihlal kararları ne ise Pakette onlar olacak!” dedi. 3. Yargı Paketinin çözemediği tutuklama şartlarına ve tutuklukta geçen sürenin kısaltılmasına ve yargının süratlendirilmesine ilişkin yeni hükümler kabul edilebilir.
Bu yazımızda ise, 4. Yargı Paketi öncesinde Meclise taşınan ve toplam 13 maddeden ibaret Tasarıya 6 başlık halinde göz atacağız. Gün geçtikçe o kadar çok sayıda kanun çıkarılıyor ki, bu kanunları ve yapılan değişiklikleri takip etmek nerede ise imkansız hale geldi. Bu kadar çok yasa değişikliği, hem uygulama ve hem de istikrar açısından faydalı değildir. Umarım kanunları en iyi şekilde düzenlemek mümkün olur da, yakın zamanda çıkarılan birçok kanunda değişiklik yapma gereği duyulmaz.
1. Yeni Tasarının 1. maddesinde, Anayasa m.3, 90/5 ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş belgesi olan Lozan Andlaşması'nın 39 ila 45. maddeleri ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.6/3-e'ye aykırı bir hükme yer verildiği görülmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 202. maddesine eklenecek bu düzenlemede sanık, Türk Mahkemeleri'nin yargılamada kullandığı resmi dil olan Türkçe'yi meramını anlatacak derecede bilse de, mahkemece iddianamenin okunması ve savcılık makamının kovuşturma aşamasında esas hakkındaki mütalaasını vermesi sonrasında sözlü savunmasını Türkçe değil, burası önemli, kendisini daha iyi ifade edebileceğini beyan ettiği başka bir dille yapabilecektir. Sanığın Türk vatandaşı olup olmamasının önemi olmayacak, eğer İngilizce, Fransızca veya başka bir dili de Türkçe'nin yanında bilmekte ise, mahkemenin kullandığı dil Türkçe olduğu halde, savunmasını başka bir dille yapabilecektir.
Soruşturma aşamasında geçerli olmayacak bu hüküm, kovuşturma aşamasında mahkeme başkanı veya hakimin yetkisine müdahale içermenin yanında, yargılamanın yapıldığı yerin temsil ettiği millet egemenliğine aykırı olacağı gibi, hem yargılamaları uzatacak ve hem de mahkemenin maddi hakikate ulaşmak yolunda sanığı anlamasını güçleştirecektir. Mahkemenin kullandığı Türkçe'yi konuşan sanığın, bildiği başka dili kullanmak istemesi ile birlikte tercüman bulundurulması gerekeceğinden, tercümanın sanığın meramını ne derece anlatabileceği de ayrı bir tartışma konusu olacaktır. Bu tür bir hükümle, örneği olmayan yeni yasal düzenlemeye başvuran kanun koyucu karşısında mahkemeden, sanığın Türkçe yerine kullandığı dili daha iyi bilip bilmediğini ve tercümanın da iyi tercüme yapıp yapmadığını anlamasını beklemek hayalcilik olacaktır. Oysa doğru olan, sadece Türkçe konuşamayan ve meramını anlatamayan sanığın ücretsiz tercüman yardımından yararlanıp savunma yapabilmesi olduğu halde, şimdi anlaşılmaz bir şekilde Türkçe bilen sanık yanında ücretini ödeyeceği tercümanını getirmek suretiyle bildiği başka dille savunma yapabilecektir. Bu durum, tartışmasız şekilde ceza yargılamasının ve kovuşturmanın amacına aykırıdır.
İsabetli bir şekilde yürüyen sisteme yapılacak müdahalenin ne kadar yanlış olduğunu daha fazla anlatmaya gerek olmadığını düşünüyorum. Tasarıda yer verilme sebebi Türk toplumu tarafından bilinen bu hükmün ardından başka taleplerin geleceği ve meselenin sanığın savunma hakkı veya diğer sanık haklarının korunması ile ilgisinin olmadığı aşikardır. Getirilmesi düşünülen yeni hükmün, Anayasaya ve uluslararası sözleşmelere aykırı olacağı tartışmasızdır. Anayasa m.90/5, bu noktada düzenlemenin haklı dayanağı olarak gösterilemez. Çünkü Anayasanın bu hükmü okunduğunda, tespitimizin doğruluğu anlaşılacaktır.
2. Tasarıda; hapis cezanın infazının hastalık nedeniyle ertelenmesine dair süre ve şekiller yeniden düzenlenmekte, hükümlünün istemi ile infazın ertelenmesinin süre sınırı taksirle işlenen suçlar yönünden 5 yıl veya daha az süreli hapis cezasına, kesinleşen hükmün infazında 3 yıl olarak öngörülen yakalama emri, taksirle işlenen suçlar yönünden 5 yıl hapis cezasına çıkarılmaktadır. Böylece, taksirle suç işleyip de 5 yıl ve daha az hapis cezası ile cezalandırılanlara infaz erteleme hakkı tanınmakta ve doğrudan doğruya yakalama emri çıkarılmasının önüne geçilmektedir.
3. Tasarıda, cezaları kesinleşip “hükümlü” sıfatını alan kişilerin ödüllendirilmeleri de iyileştirilmektedir. Kapalı ceza infaz kurumlarında bulunan evli hükümlülerin 3 ayda bir kez olmak üzere, 3 saatten 24 saate kadar eşleri ile cezaevi infaz kurumu personelinin yakın nezareti olmaksızın görüşebilmesi önerilmektedir. Ancak bu önerinin, suçluluğu kesinleşmeyen, yani masumiyet/suçsuzluk karinesi altında yargılanan tutuklular için önerilmemesi ciddi bir eksiklik olarak gözükmektedir. Tutuklu olanların şartlarının daha iyi olması ve cezaevi yerine tutukevinde bulundurulmaları gerekir. Ancak Ülkemizde, açık cezaevine geçme hakkı kazanan mahkumların, tutuklulardan çok daha iyi şartlara sahip olduğu bir gerçektir.
4. Tasarıda, hükümlülük süresinin beşte birini iyi halle geçiren mahkumlara mazeret izni verilmesi halinde, izin süresinde gece konaklaması gerekli olduğunda iznin geçirileceği yer ve şartlarda iyileşmeye gidildiği görülmektedir. Tutuklunun bir yakınının ölümü veya ağır hastalık geçirmesi durumunda da, mazeret izni kapsamında izin süresinde gece konaklaması gerekli olduğunda iznin geçirileceği yer ve şartlarda iyileşmeye gidileceği ve böylece ev ortamında kalmasının sağlanacağı görülmektedir.
5. Tasarıda, açık ceza infaz kurumunda bulunan veya bu cezaevine geçmeye hak kazananların ailelerinin yanına gidebilmeleri için öngörülen yıllık izin sayısının da dörde çıkarılacağı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Tasarıda, masumiyet/suçsuzluk karinesi altında yargılanan ve mahkumiyet hükmü kesinleşinceye kadar suçsuz kabul edilen tutuklulara bu tür bir hakkın tanınmasının düşünülmediğini ifade etmek gerekir. Elbette tutukluluğun bir ceza yargılaması tedbiri olduğu, ceza yerine düşünülemeyeceği, sürekli ve uzun uygulanmaması gerektiği tartışmasızdır. Bizdeki hukuk kültürü, maalesef tutuklamayı bir tedbir olmaktan ziyade ceza gibi görüp uygulamaya devam ettiğinden, mahkumlara tanınan hakların tutuklulara da tanınmasının vaktinin geldiğini düşünmekteyiz.
6. 6291 sayılı Kanun tarafından Ceza İnfaz Kanunu'na eklenen hükümle, koşullu salıverilmenin 1 yıl öne çekilmiş ve mahkumların 1 yıl erken tahliye olmasının önü açılmış idi. Ancak bu hükümlünün bu haktan yararlanabilmesi için en az 6 ay açık cezaevinde kalma veya açık cezaevine ayrılma süresinin tamamlanması aranmakta idi. Şimdi yapılacak değişiklikle, bu 6 aylık süre şartının 31.12.2015 tarihine kadar ertelenmesi öngörülmektedir. Bu hüküm yasalaştığında, 6 ay şartı aranmaksızın, cezalarının koşullu salıverilme tarihine 1 yıl ve daha az süre kalan iyi halli hükümlülerin salıverilmeleri ve cezaevlerinin biraz boşaltılması mümkün olabilecektir.
Prof. Dr. Ersan Şen - Haber 7