İstanbul Barosu seçimi nasıl sonuçlandı biliyor musunuz?
Önce-İlke grubu seçimi kazandı ama matbaacısı yüzünden 13.019 avukat yanlış pusulayı kullandı.
Yıllardır dünyanın en büyük barosunda ‘avukatlık disiplin hukukunu’ yaratanlar bir dizgi hatasından dolayı sehven denetleme kurulu üyesi oldular.
Seçim sloganı “kaldığımız yerden devam” olan yönetimin kaldığı yeri biliyorsunuz.
Devam ettiği kısmı anlatacağım.
Hepimizin başına gelmesi muhtemel bu olayda maalesef kişi ve kurumların hepsi gerçek.
 
Olay 1
Bir aile üzgün ve endişeli şekilde sizi arıyor. Avukat olan yakınlarının bir suç nedeniyle yabancı bir ülkede tutuklu olduğunu anlatıyor ve sizden yardım istiyor. Siz de bu meslektaşı tanıdığınızı, sadece uçak ve otel masraflarınızın ödenmesini, bunu mesleki dayanışma için yapacağınızı, o yabancı ülkede gereken girişimlerde bulunacağınızı söylüyorsunuz.
Bu konuşma ekim ayının ortasında geçiyor. Ay sonunda da İstanbul Barosu seçimleri olduğunu, seçimlerde Önce-İlke grubu için çalışacağınızı seçimlerden sonra gidebileceğinizi söylüyorsunuz.
Aile de ‘tamam’ diyor.

Olay 2
Bir kaç gün sonra daha önceden tanıdığınız sizden yaşça büyük, saygı duyduğunuz bir meslektaşınız(Bay A) size geliyor. Bir müvekkilinden evrak aldığını, yurt dışında bir miras işi olduğunu, yabancı dilinin yetersiz olduğunu söylüyor ve sizden sadece tercümanlık yapmanız için yardım istiyor. Tesadüf bu ya, siz de zaten seçimlerden sonra o ülkede olacaksınız.
Peki’ diyorsunuz.

***

Seçimler bitiyor, 24 Ekim’de yola çıkıyorsunuz. Uçaktan indiğinizde sizi oradaki bir Türk arkadaşınız karşılıyor. Onun tavsiyesine uyup nezaketen büyükelçiyi ziyaret ediyorsunuz. Bir süre sohbet edip ayrılıyorsunuz. 
Nereden bilebilirsiniz ki siz tutuklandıktan sonra o Büyükelçi o nezakete rağmen görüşmeyi inkar edecek?
Sonra cezaevine gidiyorsunuz, tutuklu meslektaş ile görüşmek için cuma gününe randevu alıp otelinize geliyorsunuz.
Aynı gece ‘olay 2’de sözleştiğiniz 78 yaşındaki avukat Bay A havaalanına geliyor.
Yardımseversiniz ve iki saatlik yol gözünüzde büyümüyor, gecenin ikisinde onu karşılamaya gidiyorsunuz. Oteline yerleştirmeye götürüyorsunuz ama otel leş gibi, içiniz rahat etmiyor.
Gel hadi benim otelimde sana boş yer bulalım” diyorsunuz. Otelinize varışınız sabahın 5’i oluyor.
Bay A diyor ki, ‘uyumakla vakit kaybetmeyelim, direk bankaya gidip işlerimizi halledelim, ben de bir an önce ülkeme döneyim’.
Dinlenmeye, çay kahve içmeye ikna etmeye çalışıyorsunuz, fayda etmiyor.
 
Sabah erkenden bankaya gidiyorsunuz.
Sizi bankada karşılayan personel, daha iki kelime ettirmeden evrakları elinizden alıyor, bir süre sonra da sizi bekleme odasına alıyor.
Alıyor almasına da tam 4 saat bekliyorsunuz.
Bu yorgun bekleyişin sonunda, takkeli fistanlı 3 adam geliyor.
Tipleri görünce şaşırıyorsunuz ama ya kim gelecekti?
Arap çölünün ortasında, Abu Dabi denen yerdesiniz.
Biz istihbarattan geldik” diyorlar. Derdinizi anlatmak isteseniz de sizi dinleyen olmuyor.
“5 dakika konuşmamız lazım bizimle gelin” deyip sizi ve meslektaşınızı 4 gün karanlık bir mahzende tutuyorlar.
Alelacele bir duruşma yapılıyor, size iki soru soruyorlar, Bay A’ya soru bile sormadan ikinizi de tutukluyorlar.
IŞİD’in kurbanlarına giydirdiği elbiseleri giydiriyorlar. Turuncu renkli. Saçlarınız kazınıyor, ayağınız bir başka mahkuma prangalı...
İsnat edilen suçlama ise ‘sahte belgelerle Emir’in bankasını dolandırmaya kalkışmak’.
 
“Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir avukatım, bu da meslektaşımdır. Bu evrakları meslektaşıma müvekkili verdi, vekaletnamesi de burada. Biz sümme haşa emiri dolandırmaya kalkışmadık hatta bankadaki personel de doğruluyor biz daha ibraz edemeden derdimizi anlatamadan belgeleri elimizden kaptı sonra buraya geldik” diyorsunuz ancak kime anlatıyorsun bunları ya habibi?
Tercümanın kendine hayrı yok seni de dinleyen yok.
Tutuklandıktan sonra ise bırakın yakınlarınızı,  büyükelçiliğe dahi haber verilmiyor.
Devletinizi muhatap alıp burada iki tane Türk vatandaşı tutuklandı diyen yok.
 
Günler, haftalar geçiyor ancak siz ısrarcısınız daha pes etmediniz.
Tahliye olan bir mahkum vasıtasıyla dışarıya haber gönderiyorsunuz. 15 yıllık dostunuz, meslektaşınız, eski stajyeriniz başlıyor sizin için uğraşmaya.
Ancak sadece o uğraşıyor. Hem de o kadını aşağılamayı bir kültür haline getirmiş Arapların ülkesinde.
Bunlar yaşanırken; ne seçimde kendisine oy topladığınız grup, ne yıllarca emek verdiğiniz Baronuz, ne Birliğiniz, ne bütünlüğünüz, gelmişiniz geçmişiniz …
Kimse somut, bir şey yapmıyor veya yapıyor da olmuyor.
Hatta baronuz bu olayı diğer mensuplarından saklıyor.
 
Sonra bu stajyeriniz sosyal medya üzerinden bir paylaşım yapınca haber duyuluyor.
Ulusal basında da haber yapılsın diye uğraşıyor meslektaşlar ama her zamanki gibi Türkiye’nin gündemi çok yoğun.
 
Bunlar yaşanırken, sizin derdiniz ise çok farklı. Sizden yardım isteyen ve birlikte tutuklandığınız yaşlı meslektaş şeker hastası, bakıma muhtaç.
Gardiyanlarla mücadele ediyorsunuz ki onunla birlikte kendinize pranga takılması için.
Hayatta kalmaya ve hayatta tutmaya çalışıyorsunuz.
 
Baro ikinci duruşmanıza mecburen birilerini yolluyor. Üçüncü celse de hem size hem de o yaşlı meslektaşınıza 1 yıl 3 ay ceza veriliyor. 
Cezanız temyizde kesinleşiyor ve artık bu cezanın on ayını Arap çölünün ortasında yatmanız lazım.
 
***
 
Avukat Metin Uraçin’den bahsediyorum.
Uzun yıllar İstanbul Barosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanlığı yaptı.
Beyoğlu’ndaki eski binaya bir turist yanlışlıkla girse yönetimin gelip danıştığı kişi. Baromuzun dış ilişkileri ona emanet. 
Yönetimdeki herkes yakından tanır. Arkadaştırlar, dostturlar.
En son seçimde gördüm, uzaktan selamlaştık. Tanımam.
 
Peki siz onun yerinde olsanız ne yapardınız?
 
Ben olsam, haftada bilmem kaç kez olan telefonla konuşma hakkımı idareli kullanır, dört dakika mensubu olduğum baroya kalan kısımda da bankasından emirine aklıma gelen herkese gelişigüzel söverdim. Ağzımı bozardım yani.
 
Ama o çok daha farklı şeyler söylüyor. Konuşmasında şunları diyor:
 
“-Başından sonuna buradakilere hiçbir zaman boyun eğmedim. Direndim.
-Buradakiler biz direnince önce şaştılar, boyun eğmeyince hayranlık duydular. İstanbul Barosu da bunu böyle bilsin. Gizlilik politikasını uygun görmüyorum! Alnımız açık başımız dik, boyun eğmeyeceğiz, sizin de bu direnme sürecine katkı vermenizi istiyorum.
-Bu pranga sadece bana değil avukat haklarına, İstanbul Barosuna ve Türkiye Barolar Birliği’ne takılmış bir prangadır.
-Dışarıda yapılacak faaliyet olarak herkes inisiyatif alarak yapsın. Bizi gizlemeyin, her şey açık olsun bizi gizleyerek kimse suçlu durumuna sokmasın!
-Biz suç işlemedik Avukatlık yaptık!”. Bu da yetmiyor şiirler okuyor.
Cidden.
Konuşmasının aralarında şiirlerle anlatıyor kendisini, inandıklarını; ısrarla direneceğini ve yılmayacağını söylüyor.

***

İnsanın karakteri zor zamanlarda ortaya çıkarmış.
O çölün ortasında bir cezaevinde hem de arapların ülkesinde, tek başına direniyor. Hayatta kalmaya ve meslektaşını hayatta tutmaya çalışıyor.
 
Baromuz  ise aynı vasatlıkta, sehven de olsa değişmediler.
 
Av. Erdost Balcı

 
(Bu köşe yazısı, sayın Av. Erdost BALCI tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)