193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu’nun 65/II hükmü uyarınca serbest meslek faaliyeti; sermayeden ziyade şahsi mesaiye, ilmi veya mesleki bilgiye veya ihtisasa dayanan ve ticari mahiyette olmayan işlerin, bir işverene tâbi olmaksızın şahsi sorumluluk altında, kendi nam ve hesabına yapılmasıdır.

Kanunda verilen bu tanım son derece açık olup, üzerinden gelir elde edilip de vergiye tâbi olacak serbest meslek faaliyetinin unsurlarına açıkça yer verilmiştir. Buna göre, bir faaliyetin serbest meslek olarak kabul edilebilmesi için;

a) Sermayeden ziyade şahsi mesaiye dayanması,

b) İlmi veya mesleki bilgiye ve bir ihtisasa dayanması,

c) Ticari mahiyette olmaması,

d) Bir işverene tâbi olmadan şahsi sorumluluk altında yapılması,

e) Kendi nam ve hesabına yapılması, gerekir.

Yukarıdaki öncüller dikkate alındığı vakit avukatlık mesleğinin de bir serbest meslek faaliyeti olduğu pekâlâ söylenebilir. Zira hukuki bilgisi ve hukuk alanındaki ihtisası sayesinde şahsi mesaisi (dilekçe yazımı, duruşmalara girilmesi vb.) ile faaliyet yürüten avukatların esas amacı bir ticaret yapmak değildir. Ayrıca avukatlar herhangi bir işverenin emir ve talimatı altında olmadan, vekil sıfatıyla, kendi nam ve hesabına avukatlık mesleğini ifade ederler. Bu hâliyle kanundaki tanımın avukatlık için de geçerli olduğu ortadadır.

Bir serbest meslek erbabı olarak elde edilen kazançlar 193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu anlamında gelir vergisine tâbi olduğu gibi, 3065 sayılı Kanun anlamında ayrıca Katma Değer Vergisine de tâbidir. Zira 3065 sayılı KDV Kanunu’nun 1/1 hükmü uyarınca, “serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetler” KDV’ye tâbidir.

Hizmetse; KDV Kanunu açısından teslim ve teslim sayılan hâller (madde 2 ve 3) ile mal ithalatı dışında kalan işlemlerdir. Bu işlemler; bir şeyi yapmak ve işlemek, meydana getirmek, imal etmek, onarmak, temizlemek, muhafaza etmek, hazırlamak, değerlendirmek, kiralamak, bir şeyi yapmamayı taahhüt etmek gibi şekillerde gerçekleşebilir.

Avukatlık meslek gelirlerinin gelir vergisi yanında KDV’ye de tâbi olduğu tartışmasız olmakla birlikte, KDV’nin ne zaman ödenmesi gerektiği konusunda farklı yaklaşımlar ortaya konulmaktadır. Bunda avukatlık mesleğinin yapısı ve verilen hizmetin türü dikkate alınarak değerlendirme yapılması gerekmektedir.

Avukat, üstlendiği işin türüne göre, eğer bir davada vekil sıfatıyla bulunuyorsa, davanın girdiği aşamasından kesin hüküm elde edilene dek tüm aşamalarında hazır bulunmak ve avukatlık hizmetinin beklediği iş ve işlemleri, kanuni sınırlar dâhilinde icra etmek durumundadır. Aynı şekilde bir icra takibi için görev üstlenen avukat da icra dosyasının tüm fer’ileri ile birlikte tahsil edilip de infaz edilene dek geçeceği aşamadaki tüm işlemleri yapmak ve dosyanın tahsil edilerek infaz edilmesini sağlamakla yükümlüdür.

Nitekim 02.01.2020 tarih ve 30996 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin Genel Hükümler başlıklı 2. maddesinin ilk fıkrasının birinci cümlesinde, “Bu Tarifede yazılı avukatlık ücreti, kesin hüküm elde edilinceye kadar olan dava, iş ve işlemler ücreti karşılığıdır.” denilerek, avukatlık hizmetinin dava, istinaf ve temyiz aşamaları da dâhil olmak üzere bir bütün olduğu, bölünemez nitelikte olduğu, elde edilen avukatlık ücretinin de tüm süreci kapsayan bir ücret olduğu vurgulanmıştır.

Bu durumda, her vergi türünde olduğu gibi, KDV açısından da vergiyi doğuran olayın bu esaslar çerçevesinde tespit edilmesi gerekmektedir.

KDV Kanunu’nun 10. maddesine göre “hizmetin yapılmasıyla” vergiyi doğuran olay gerçekleşir. Hükümden yola çıkılması durumunda, avukatlık hizmetinin ne zaman yapıldığı ve/veya yapılmış sayıldığı sorusu gündeme gelmektedir. Ne var ki kanun koyucu bu hususa da aynı maddenin c bendinde açıklık getirmiştir.

İlgili bende göre, “Kısım kısım mal teslimi veya hizmet yapılması mutad olan veya bu hususlarda mutabık kalınan hallerde, her bir kısmın teslimi veya bir kısım hizmetin yapılması” hâlinde de vergiyi doğuran olay gerçekleşir. Ancak yukarıda da ifade edildiği üzere avukatlık hizmeti, yapısı gereği bölünemez nitelikte bir hizmet olduğundan, kanunun mefhumu muhalifi dikkate alınır. Bu anlamda, dava dosyalarında kesin hüküm elde edilmesi, icra dosyalarında ise infazın gerçekleştirilmesi halinde hizmet yapılmış sayılır ve vergiyi doğuran olay ancak bu aşamada gerçekleşir. Nitekim Gelir İdaresi Başkanlığı’nın 2010/1 sıra no’lu Vergi Denetimi ve Koordinasyonu İç Genelgesi de aynı yöndedir.

Durum böyle olmakla birlikte bugün, bilhassa vergi incelemesi geçiren avukatlara inceleme elemanları (vergi müfettişleri) tarafından, bedeli de tahsil edilmemiş ve derdest olan dosyalarda, davanın ve/veya icra takibinin açılmasıyla vergiyi doğuran olayın gerçekleştiğini, serbest meslek makbuzunun bu aşamada tahsilat olup olmadığına bakılmaksızın kesilmesi gerektiğini ifade etmektedirler. Belirtilmesi gerekir ki bu yöndeki iddiaların ve yaklaşımların yasal dayanağı olmadığı gibi alenen hukuka aykırı bir yorumdan ibarettir. Bu noktada, bilhassa inceleme geçiren avukatların, vergi incelemesi sırasında, Rapor Değerlendirme Komisyonu’nda dinlenme talep etmeleri ve bu hususu komisyon huzurunda izaha kavuşturarak hak kaybının önüne geçmeleri gerekmektedir.

Avukat tarafından hiç gelir elde edilmemesi ve davanın veya icra dosyasının derdest olması durumunda KDV tahakkuk ettirilmesi ve ödenmesi gerekmez. Ancak; dava ve/veya icra dosyası derdest olmasına karşın serbest meslek makbuzu düzenlenirse, kanun koyucu tarafından farklı bir yaklaşım ortaya konulmuştur.

213 sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 236. maddesi uyarınca serbest meslek erbabı olan avukat tarafından herhangi bir suretle tahsilat yapılması durumunda, ödemeyi yapan adına iki nüsha olarak serbest meslek makbuzu düzenlenmesi gerekir.

Bu anlamda, dava veya icra dosyası derdest olsa bile vekâlet ücreti tahsil edilen durumlarda serbest meslek makbuzu kesilmek ve gelir vergisi matrahına hasılat olarak bu bedeli intikal ettirmek gerekir. Üstelik tüm ücretin değil de ücretin bir kısmının tahsil edildiği durumlarda da sonuç değişmez. Tahsil edildiği kadarlık kısım için de olsa serbest meslek makbuzu düzenlenmesi icap eder.

KDV Kanunu’nun 10/b maddesi uyarınca da “Malın tesliminden veya hizmetin yapılmasından önce fatura veya benzeri belgeler verilmesi hallerinde, bu belgelerde gösterilen miktarla sınırlı olmak üzere fatura veya benzeri belgelerin düzenlenmesi” KDV açısından vergiyi doğuran olayın gerçekleştiği anlamına gelmektedir.

Daha açık bir tanımla, kısmen veya tamamen, dava veya icra dosyası derdest olmasına rağmen, herhangi bir şekilde tahsilat yapılırsa serbest meslek makbuzu düzenlemek zorunlu olduğundan, hizmet tamamlanmamış olsa bile KDV Kanunu m.10/b gereği makbuz kesilmesiyle birlikte de vergiyi doğuran olay gerçekleşeceğinden bu aşamada da serbest meslek makbuzu ile KDV hesaplanması gerekir.

Dava kesin hükümle sonuçlandığı veya icra dosyası infaz edildiği hâlde vekalet ücreti tahsil edilmemiş olursa, gelir vergisi ödenmesi gerekmeyecekse de bu aşamada artık hizmet tamamlandığı/yapıldığı için serbest meslek makbuzu kesilerek KDV hesaplanmalı, KDV beyannamesi ile beyan edilerek tarh ve tahakkuk ettirilmeli ve ilgili KDV ödenmelidir. Zira KDV açısından tahsilat değil, tahakkuk esası geçerlidir.

Vekâlet ücreti tahsil edilemediği hâlde kesin hükümle sonuçlanan dosyalarda KDV hesaplamak adına kesilecek serbest meslek makbuzlarına, “bedeli tahsil edilmemiştir” yazılması hâlinde söz konusu makbuz hasılat olarak kabul edilmez ve gelir vergisi açısından matraha ilave edilmez. Vekâlet ücretinin daha sonra tahsil edilmesi durumunda ikinci bir makbuz kesilerek ilk makbuza atıf yapılır ve bu sefer de KDV hesaplanmayarak sadece gelir vergisi açısından hasılat belirlenir.

KDV beyannameleri ilgili olduğu ayı takip eden ayın 24. günü akşamına kadar verilmek ve tahakkuk eden KDV de (beyannameye bağlı damga vergisiyle birlikte) aynı ayın 26. günü akşamına kadar yatırılmak zorundadır. İstisnai hâllerde (pandemi gibi) Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın söz konusu süreleri uzatma/değiştirme hakkı bulunmaktadır.