Şimdilerde tercüme etmek için üzerinde çalıştığım ve adını İtalya’nın ilk kadın doktoru, pedagogu ve antropoloji profesörü olan Maria Montessori’den alan ve onun adıyla bilinen eğitim metoduna ilişkin olarak bizzat Maria Montessori tarafından yazılan “The Montessori Method/Montessori Metodu” isimli eserin “Averyon’nun Vahşisi” (Averyon Fransa’da bir il) ile ilgili ilginç bir bölümünü aşağıda sizinle paylaşıyor ve size iyi okumalar diliyorum.  

(…)

Fransız doktor Jean Marc Gaspard Itard: “Des premiers développements du jeune sauvage de l’Aveyron/ Averyonlu Genç Vahşi Adamın İlk Gelişmeleri” isimli dikkat çekici pedagojik incelemesinde: geri zekalı olan Averyonlu Genç Vahşi Adam’ın ruhsal karanlığını yenmeye ve aynı zamanda onu ilkel doğadan koparmaya çalışan ilginç ve devasa bir eğitim dramını ayrıntılı olarak açıklar.

Aveyron’un vahşisi, doğal bir çevrede büyümüş bir çocuktur: o, katillerinin onu öldürdüklerini düşündükleri bir ormanda suçlu bir şekilde terk edilmiş, doğal yollarla iyileştirilmiş ve avcılar tarafından yakalanana kadar vahşi doğada yıllarca özgür ve çıplak bir şekilde hayatta kalmış, daha sonra Paris’in uygar hayatına girmiştir. Itard bu incelemesinde, vahşi hayvanlarla yaptığı mücadele nedeniyle vücudu yarıklarla ve yüksekten düşmenin neden olduğu kesiklerle dolu olan bu çocuğun hikayesini anlatır. Çocuk dilsizdir ve hep öyle kalmıştır, dahası Philippe Pinel (çn: Akıl hastalıklarının tedavisinde hapis metodu yerine, bilimsel ve insancıl yöntemler ile yaklaşım göstererek çağdaş psikiyatrinin öncüsü olan Fransız hekim) tarafından geri zekalı olarak teşhis edilen akli durumu nedeniyle çocuğun zeka eğitimine tabi tutulması da hemen hemen olanaksızdır.

Pozitif pedagojinin ilk adımları bu çocuk için atılmıştır. Sağır-dilsizlerin hekimi ve felsefe öğrencisi olan Itard, çocuğun eğitimini, işitme bozukluğunu tedavi etmek için kısmen denediği yöntemlerle üstlenmiştir; Itard, başlangıçta vahşinin aşağılık özellikler gösterdiğine inanmakta, bunun nedenini ise, çocuğun aşağılık bir organizma olmasında değil, eğitim eksikliğinde olduğunu düşünmektedir. Itard, Claude Adrien Helvetius’un (çn: Aydınlanma Çağı’nın önemli düşünürlerinden biri olup, Encyclopédie’nin hazırlanmasına katkı yapmış olan Fransız filozoftur. Helvétius, insan zihninin tüm zeka güçlerini, Condillac’ınkine benzer bir indirgeyici analizle, duyum ya da duyu algısına indirgeme girişimiyle ün kazanmıştır) ilkelerinin takipçisidir ve “İnsan, insanın çalışması olmadan hiçbir şey değildir” diye düşünmektedir; yani, eğitimin her şeye kadir olduğuna inanmaktadır, o nedenle, Rousseau’nun Fransız Devrimi’nden önce ilan ettiği: “Tout est bien sortant des mains de l’Auteur des choses, tout dégénère dans les mains de l’homme/Yaratıcısının elinden çıkan her şey iyidir, insanın elinde her şey yozlaşır”, yani eğitim işi zararlıdır ve insanı bozar şeklindeki pedagojik ilkeye karşıdır.

Itard’ın hatalı ilk izlenimine göre Averyonlu Vahşi, karakteristik özellikleriyle deneysel olarak önceki iddianın doğruluğunu kanıtlamaktadır. Ne var ki, Itard, Pinel’in yardımıyla işinin bir geri zekalı ile ilgili olduğunu anlamış, onun felsefi teorileri yerini hayranlık uyandıran, geçici ve deneysel pedagojiye bırakmıştır.

Itard, vahşinin eğitimini iki bölüm olarak ele almıştır. Birincisinde, çocuğu doğal yaşamdan toplumsal yaşama yönlendirmeye çalışmış; ikincisinde ise çocuğun zeka eğitimini ele almıştır. Çocuk, korkunç nitelikteki terk edilmişlik hayatında mutluluk bulmuş; tabiri caizse, doğaya dalmış, doğayla bütünleşmiş, doğadan zevk almış; yağmurlar, kar, fırtınalar, sınırsız alanlar onun eğlence kaynakları, yoldaşları ve aşkı olmuştur. Gerçekte medeni hayat, tüm bunlardan bir feragattir: ama insanın ilerlemesi için bu yararlı bir kazanımdır. Itard’ın sayfalarında vahşiyi medeniyete götüren, çocuğun ihtiyaçlarını çoğaltan ve onu sevgi dolu bir özenle saran ahlaki çalışmanın canlı bir şekilde betimlendiğini görürüz. Bu bağlamda, Itard’ın bir öğrencisi onun spontane ifadelerini, hayranlık verici derecede sabırlı çalışmasını gözlemlemiştir. Bu öğrencinin gözlemleri; Deneysel yönteme hazırlanacak olan öğretmenlere, gözlemlenmesi gereken bir olguyla başa çıkmak için gereken sabır ve öz-reddetme hakkında gerçekten fikir verebilecek bir içeriktedir. Söz konusu bu gözlem aşağıdaki gibidir:

Averyonlu Vahşi Adam’ı odasında gözlemlendiğinde, onun baskıcı bir monotonlukla tembellik ettiği, sürekli olarak gözlerini pencereye doğru yönelttiği, bakışlarının boşlukta dolaştığı görülmüştür. Böyle durumlarda aniden bir fırtına patlak verdiğinde, bulutların arkasına saklanan güneş aniden ortaya çıkıp atmosferi parlak bir şekilde aydınlattığında, onun yüksek sesli kahkahaları ve neredeyse sarsıcı bir sevinci duyulurdu. Bazen, bu sevinç ifadeleri yerine, bir tür çılgın öfke olurdu: o, kollarını büker, yumruklarını gözlerine koyar, dişlerini gıcırdatarak etrafındakiler için tehlikeli hale gelirdi…. Bir sabah, o hala yataktayken kar bolca yağdıktan sonra uyandığında o bir sevinç çığlığı attı, yatağından fırladı, pencereye ve daha sonra kapıya koştu; sabırsızlıkla birinden diğerine gitti ve geldi, sonra bahçeye girdiğinde soyunup dışarı koştu. Orada, en tiz çığlıklarla sevincini dışa vurarak koştu, karın içinde yuvarlandı, avuç avuç kar topladı ve inanılmaz bir açgözlülükle bu karları yuttu…Oysa onun doğanın muhteşem manzaralarını gördüğünde hissettiği hisler, her zaman bu kadar canlı ve gürültülü bir şekilde ortaya çıkmıyordu. Bu hislerin, bazı durumlarda sessiz bir pişmanlık ve melankoli ile ifade edildiğine dikkat çekmek gerekir. Bu nedenle, hava koşullarının sertliği herkesi bahçeden uzaklaştırdığında, Aveyronun vahşisi bahçeye gitmeyi tercih ediyordu… O, birkaç kez bahçenin etrafında dolaşıyor ve sonra çeşmenin kenarına oturuyordu. Onu orada böyle otururken izlemek için ben de sık sık saatlerce ve tarifsiz bir zevkle orada duruyor; onun ifadesiz veya yüz buruşturmalarla kasılmış yüzünün nasıl yavaş yavaş bir üzüntü ve melankolik ifade aldığını, gözlerinin zaman zaman birkaç ölü yaprak attığı suyun yüzeyine sabitlendiğini görüyordum… O, dolunay olduğunda, yumuşak bir demet ışık odasına girdiğinde, uyanmayı ve penceredeki yerini almayı nadiren ihmal ederdi.  Gecenin büyük bir bölümünde orada dik, hareketsiz, başı öne doğru uzatılmış, gözleri ay ışığıyla aydınlanan kırsala dikilmiş, bir tür tefekkür vecdine dalmış bir şekilde kalırdı; onun hareketsizliği ve sessizliği sadece uzun aralıklarla bir iç çekiş kadar derin bir nefesle kesilirdi ve bu nefes acıklı bir ağıt sesiyle son bulurdu.

Başka bir yerde, Itard çocuğun medeni hayatta kullandığımız yürüyüş şeklini bilmediğini, sadece koşma yürüyüşünü bildiğini, onu Paris sokaklarına ilk çıkardığında, onun koşmasını şiddetle engellemek yerine onun peşinden nasıl koştuğunu anlatır.

Vahşinin toplumsal hayatın tüm tezahürleri boyunca kademeli ve nazik bir şekilde yönlendirilmesi, öğrencinin öğretmene değil, öğretmenin öğrenciye erken adaptasyonu, çocuğu cazibesiyle kazanacak ve öğrencinin bunu bir yük ve işkence olarak hissetmesi için ona şiddetle dayatılmayacak yeni bir hayata ardışık ilgi, birçok değerli çocuğun eğitim için genelleştirilebilecek ve uygulanabilecek eğitici ifadelerdir.

Ben, doğa yaşamı ile toplum yaşamı arasında bu kadar dokunaklı ve etkili bir karşıtlık sunan ve toplumun sadece feragatlerden ve kısıtlamalardan oluştuğunu grafiksel olarak bu kadar güzel gösteren hiçbir belgenin olmadığına inanıyorum. Burada sadece ve özellikle koşunun yürüyüşe ve yüksek sesle bağırmanın sıradan konuşma sesinin modülasyonlarına dönüşmesini hatırlamak yeterlidir.

Hiçbir şiddete başvurmadan, çocuğun azar azar büyülemesinin toplumsal yaşama bırakılması Itard’ın eğitimiyle zafer kazanmıştır. Uygar yaşamın doğa yaşamından feragat edilerek yapıldığı doğrudur; bu hemen hemen bir insanın yeryüzünün kucağından ve yeni doğmuş bir çocuğu annesinin göğsünden alınması gibi bir şeydir; ama bu aynı zamanda yeni bir yaşamdır. O nedenle, Itard’ın sayfalarında insan sevgisinin doğa sevgisine karşı nihai zaferini görürüz: Aveyron vahşisinin hikayesi, Itard’ın şefkatini, okşamalarını, onun için dökülen gözyaşlarını, onun kendisini şehvetle karın içine daldırmasının ve yıldızlı bir gecede gökyüzünün sonsuz genişliğini seyretmenin sevincine tercih etmesiyle sona erer: Aveyron vahşisi, bir gün kırsala kaçmaya çalıştıktan sonra, kendi isteğiyle, alçakgönüllü ve pişman bir şekilde geri döner ve orada güzel çorbasını ve sıcak yatağını bulur.

İnsanın toplumsal yaşamda zevkler ve toplum yaşamında güçlü bir insan sevgisi yarattığı doğrudur. Ama insan aslında doğaya aittir ve özellikle çocukken, bedenin ve ruhun gelişimi için gerekli güçleri doğadan almalıdır. Bizim doğayla, bedenin büyümesi üzerinde etkisi, hatta maddi etkisi olan yakın iletişimlerimiz vardır. (Örneğin bir fizyolog, yalıtkanlar vasıtasıyla genç kobayları karasal manyetizmadan izole ettiğinde, bunların raşitizmle büyüdüklerini bulmuştur)

Küçük çocukların eğitiminde Itard’ın eğitici draması tekrarlanır: Canlı yaratıklar arasında yer alan ve dolayısıyla doğaya ait olan insanı bizim toplumsal yaşama hazırlamamız gerekir, çünkü toplumsal yaşam insanın kendine özgü işi olduğundan, aynı zamanda onun doğal etkinliğinin tezahürüne de karşılık gelmelidir.

Ancak bu toplumsal yaşamda bizim insana hazırladığımız avantajlar, insanın hayatının başlangıcında baskın olarak bitkisel bir yaratık olan küçük çocuktan büyük ölçüde kaçar.

O nedenle, eğitimdeki bu geçişi yumuşatmak, eğitici işinin büyük bir bölümünü doğanın kendisine vermek, küçük çocuğu aniden ve şiddetle annesinden alıp okula götürmemek gerekir; ama bu tam olarak ebeveynlerin yaşadığı apartmanların içinde yer alan, çocuğun ağlamasının anneye ulaştığı ve annenin sesinin ona cevap verdiği “Çocuk Evleri“nde yapılır. Günümüzde, çocuk hijyeni biçiminde, eğitimin bu kısmı çok fazla işlenmektedir: öyle ki, çocukların açık havada, halka açık bahçelerde büyümelerine izin verilmekte veya çocuklar saatlerce deniz kıyısında yarı çıplak bir şekilde, güneş ışınlarına maruz bırakılmaktadır. Deniz ve Alp Dağları’nın bir kolu olan Apenin kolonilerinin yayılmasıyla, çocuğu canlandırmanın en iyi yolunun çocuğu doğaya daldırmak olduğu anlaşılmıştır.

Çocuklar için kısa ve rahat giysiler, ayaklar için sandaletler, alt ekstremitelerin çıplaklığı, medeniyetin baskıcı zincirlerinden kurtulmanın yollarıdır.

Eğitimde doğal özgürlüklere, medeniyetin sunduğu daha büyük zevklerin edinilmesi için gerekli olduğu kadarını, gereksiz fedakarlıklar yapmadan feda etmemiz gerektiği açık bir ilkedir.

Ne var ki, modern çocuk eğitiminin bu ilerlemesinde, çocukların ruhsal ifadesini ve ruhsal ihtiyaçlarını reddeden ve onları sadece bakılması, öpülmesi ve harekete geçirilmesi gereken sevimli bitkisel bedenler olarak görmemize neden olan önyargıdan kendimizi ne yazık ki kurtaramadık. Örneğin, bir çiçek bahçesinde koşturan çocuğa iyi bir annenin veya iyi bir modern öğretmenin verdiği eğitim, sanki çocuğun bacaklarını hareket ettirerek ve temiz hava soluyarak vücudunun fizyolojik ihtiyaçlarını karşılaması için yeterliymiş gibi çiçeklere dokunmamak, çimlere basmamak tavsiyesidir;

Ama eğer fiziksel yaşam için çocuğun canlandırıcı doğa güçlerine maruz kalması gerekiyorsa, ruhsal yaşamı için de çocuğun ruhunu yaratılışla temasa geçirmek gerekir, böylece çocuk canlı doğanın doğrudan eğitici güçlerinden kendisi için hazine biriktirebilir. Bu amaca ulaşmanın yöntemi, çocuğu tarımsal işlere yöneltmek, onu bitki ve hayvan yetiştirmeye ve böylece doğanın akıllıca tefekkürüne yönlendirmektir.

(…)