Ülkemizde malum manevi tazminat rakamları oldukça değişken ve bir o kadar da düşüktür. Aylar yıllarca tutuklu kalan, işinden olan, çevresince yıllarca tutuklu kaldığı için haksız yere lekelene, psikolojisi bozulan ve tedavi gören insanların sayısı fazladır. Anayasamız ve Kanunlarımız, bu tarz durumlarda yaşanan mağduriyetleri ve haksızlıkları bir nebze olsun giderebilmek, hak arama özürlüğünü teminat altına alabilmek için birtakım hükümler oluşturmuştur.
Fakat bu düzenlemeler uygulamada maalesef son derece kötü bir şekilde karara bağlanmaktadır. Mahkemeler ve hakimler, “bir şey yapmıştır ki yargılandı, tutuklu kaldı” yorumu ile başvurucuları ve dosyaları değerlendirmektedir. Ödenecek tazminat miktarları komik rakamlara tekabül etmekte, kimi zaman başvurucular ile adeta alay eden rakamlar ortaya konmaktadır.
Şunun bilinmesi gerekir ki hakimler ve savcılar Devletin sadık askerleri değildir. Hakkın uygulanmasını sağlayan makamların uygulayıcılarıdır. Dolayısıyla “biz Devleti koruyalım, başvuruculara çok tazminat hükmedelim” mantığı doğru değildir. Devletin dini Adalettir. Hakimler ve savcılar, adalet neyi gerektiriyorsa onu uygulamalıdır.
31797 sayılı Resmi Gazete’de 2 Nisan 2021’de yayınlanan Anayasa Mahkemesi kararı, bu açıdan önemlidir.
Başvurucu, 6 yıl 3 ay tutuklu kalmıştır. Yargılaması sırasında örgüt üyeliğinden 10 yıl, resmi belgede sahtecilik suçundan da 3 yıl 1 ay hapis cezası almış ve bu cezalar Yargıtay’ca onanmıştır.
Tutukluluğun makul süresiyi açtığı iddiasıyla başvurucu, 2016’da 25.000 TL manevi tazminat davası açmıştır. Yerel mahkeme, 500 TL’ye hükmetmiştir ve itiraz üzerine istinafa giden dosyada 500 TL’lik tazminat onanmıştır.
İstinaf mahkemesi gerekçesinde “davacı hakkında verilen sonuç mahkumiyet hükmü birlikte değerlendirildiğinde tazminatın zenginleşme niteliğinde olmaması gerektiğine ilişkin kural ve hak ve nesafet ilkelerine uygun olarak yasal tutukluluk süresi dolduğu halde tahliye edilmeyen davacının CMK 141/1-d maddesi gereğince, davacının fazladan tutuklu kaldığı süre içinde duymuş olduğu elem ve ızdırabı tatmin etmek amacıyla takdiren davacı hakkında 500 TL manevi tazminata “ hükmedildiği belirtilmiştir. Bu gerekçede mahkemenin değerlendirme yaparken “ama bu kişi ceza aldı, ondan dolayı yüksek tazminat verilmemeli” yorumunu yaptığı kanaatimizce aşikardır.
Anayasa Mahkemesi’nin kararında birkaç husus oldukça önemlidir. Tutukluluğun makul süresi aşmasında bahisle yapılan başvuruda kabul edilebilirlik yönünden değerlendirme yapılması için, bu taleplerin derece mahkemelerinde tüm aşamalarda dile getirilmiş olması gerektiği belirtilmektedir. Yani bu talep derece mahkemelerinde ifade edilmemiş olsaydı Anayasa Mahkemesi, “ben bu başvuru kabul etmeyecektim” yorumunu yapmaktadır. Bundan ötürü ileride doğabilecek hak ihlallerinin arayışında derece mahkemesi önündeki talepler ve beyanlar büyük önem taşımaktadır.
Anayasa Mahkemesi devam ederek “bu iddia derece mahkemelerinde ileri sürüldüğünden ve olağan başvuru yollarından bir sonuç alınmadığı için, bu başvuruyu kabul edilebilir buluyoruz” yorumunu yapmıştır ve kanun yollarının tüketildiğini belirtmiştir.
Anayasa Mahkemesi işin esasına girerek “önemsiz bir miktar tazminatın Anayasa 19.maddesinin dokuzuncu fıkrasında aykırı olacağını” belirterek 6 yıl 3 aylık tutukluluk için 500 TL hükmedilen tazminatın yersiz olduğunu belirterek başvurucu lehine 22.500 TL ödenmesine karar vermiştir.
Bu karar manevi tazminata ilişkin yerel mahkemelerin konuya nasıl yaklaşması gerektiğini ve derece mahkemelerindeki beyanların Anayasa Mahkemesi’ne başvuru sırasında ne denli önemli olduğunu gösteren bir karardır.