“Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’da” 9 Kasım 2023’te çok önemli değişiklikler yapılmıştır. Rezerv yapı alanı tanımı genişletilmiş, konuyla ilgili Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere yürütme organına çok ciddi yetkiler verilmiştir.
Akabinde 14 Kasım 2023’te de Antakya ve Defne ilçelerini içerir 207 hektarlık bölge, “Rezerv Yapı Alanı” ilan edilmiştir.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na bağlı olarak kurulan “Kentsel Dönüşüm Başkanlığı” da çok ciddi ve orantısız yetkilerle donatılmıştır.
9 Kasım 2023 değişikliği öncesi rezerv yapı alanı, sadece “yeni yerleşim alanları” ile kısıtlıydı. Fakat Kanun’da yapılan değişiklik ile rezerv yapı alanındaki bu yeni “yerleşim yeri alanı” kısıtlaması kaldırılmıştır. Hali hazırdaki yerleşim alanları da, yani “idarenin istediği herhangi bir bölge” rezerv yapı alanı olarak tanımlanabilmektedir. Rezerv yapı alanı ilan edilen bölgede her türlü tasarruf, geçici olarak kısıtlanabilmekte. Bu değişiklik de haliyle bölge insanında huzursuzluk yaratmıştır. Zaten deprem ile ve sonraki süreçte büyük mağduriyetler ve kayıplar yaşayan yurttaşlar, bu karar ile ellerinde kalan edimlerini de kaybetme riski ile karşı karşıya bırakılmıştır.
Bu değişiklik birçok yönden hukuka aykırıdır ve son derece tehlikeli sonuçlar doğurmaya gebedir.
Hukuk tekniği yönünden kanaatimizce mülkiyet hakkına açıkça aykırılık teşkil etmekte, Yürütme organına yani İdareye orantısız bir güç kullanma yetkisi tanımaktadır. Yapılan değişiklikle mevcut yerleşim alanlarında dahi idare tarafından her türlü inisiyatif alınabilecektir. Peki yurttaşların bölgede bulunan mülkiyetlerinin bedeli hangi rakama göre ödenecektir? Kuvvetle muhtemel, o bölgedeki kamulaştırma bedelleri yurttaşların beklentilerini karşılamayacak, çok sayıda hukuki başvuru oluşacaktır. İdare mahkemelerinde idare lehine karar çıkma ihtimalinin yüksek görülmesi, davaların süre açısından çok uzun sürmesi, yurttaşın ciddi bir mağduriyetinin oluşmasına gebe bir süreç yaratacaktır.
Yahut orta hasarlı ilan edilen binalarını güçlendiren ve bunun için çeşitli masraflara katlanan vatandaşların, aylar sonra tebliğ edilen rezerv alan gerekçesiyle yıkım kararı çıkartılan binalarına yaptıkları masraflar nasıl geri ödenecek?
Süreci Antakya için ele alırsak, 2000 yıllık bir geçmişse sahip olan şehrimiz tarihi dokusu ile bir kimlik kazanmıştır. Deprem sonrası maalesef yok olmanın eşiğine gelmiştir. Enkaz kaldırma faaliyetlerinin son derece vurdumduymaz şekilde ilerlemesiyle de şehrin tarihi kültürel dokusu gün geçtikçe daha da hançerlenmiş, parçalanmıştır. Yani Rezerv Alan konusu, salt “metrekare maliyet” hesaplarının çok ötesinde bir konudur. Sorun, mülkiyetlerin maddi değerleri değildir.
Bu süreçler kesinlikle Antakyalılar ile paylaşılmamakta, kapalı kapılar ardında yapılan toplantılarda kararlar alınmaktadır. Hataylılar ne zaman bir plan açıklanacağını, ne zaman nasıl uygulamaya geçeceğini bilmemektedirler. Bu belirsizlikten ötürü sapla samanı karıştırmış, iş “aman evimizden olmayalım” noktasında bir tür “lobiciliğe” evirilmiştir. Bu da bilim temelinden uzaklaşmamıza neden olmaktadır.
Bunun haricinde bir hukuk devletinde idarenin iş ve işleyişi başta Anayasa olmak üzere mevzuat ile sınırlıdır. Yapılan değişiklikle İdare, her türlü kararı almaya yetkili kılınmıştır. Hukuki öngörülebilirlik de kalmamıştır. Bir gece bir kararname ile herhangi bir bölge rezerv yapı alanı olarak ilan edilebilir.
Mevcut siyasi iktidarın acilen gecikmesizin bu süreçleri şeffaf bir biçimde, halka açık toplantılarla basit bir dille Hataylılar ile paylaşması gerekir.