Olaylar

Afganistan İslam Cumhuriyeti vatandaşı olan başvurucular Mohamma Salem Pashto ve Nazı Salem Türkiye'ye kaçak yollardan giriş yapmış, uluslararası koruma talebinde bulunarak Türkiye’de yaşamaya başlamıştır. Başvurucular oğullarının bıçaklı saldırı sonucu vefat etmesi üzerine başlattıkları hukuki süreçte adli yardım talebinde bulunmuş, başvurucuların bu talebi Afganistan ile Türkiye arasında imzalanan bir adli yardım anlaşması bulunmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir.

İnşaat işi ile uğraşan başvurucu Kemtaş Tekstil İnşaat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketinin inşa ettiği site, idare mahkemesinin revizyon nâzım imar planını iptal etmesine istinaden ilgili belediyelerce alınan kararlar üzerine yıkılmıştır. Yıkım işlemi sonrasında başvurucu; fazlaya ilişkin talebi ve dava hakkı saklı kalmak kaydıyla maddi tazminat davası açmış, ardından bilirkişi raporu doğrultusunda maddi tazminat miktarını ıslah etmiş ve ıslah harcını ödeme gücü olmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. Mahkeme, bu talebi reddetmiş; bu karara yönelik itirazın incelemekle görevli mahkeme de 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 334. maddesine göre özel hukuk tüzel kişilerinin adli yardımdan yararlanabileceğine ilişkin bir düzenleme bulunmadığını belirterek başvurucunun adli yardım talebinin kesin olarak reddine karar vermiştir.

İddialar

Başvurucular adli yardım taleplerinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

Mahkemenin Değerlendirmesi

Başvurucular Mohamma Salem Pashto ve Nazı Salem Yönünden

6100 sayılı Kanun'un 334. maddesindeki mütekabiliyet şartı kişilerin özel durumlarını (statü, ödeme gücü vs.) dikkate almadan kategorik bir yaklaşımla yabancıların adli yardımdan yararlanmalarına sınırlama getirmekte ve dava açmak isteyen yabancıların gerçekten ödeme gücünden yoksun olup olmadığını değerlendirme konusunda hâkime herhangi bir takdir yetkisi tanımamaktadır. Söz konusu yaklaşım, ödeme gücü bulunmadığı açıkça anlaşılan yabancı kişilerin sırf mütekabiliyet şartı yerine getirilmediği gerekçesiyle dava açma hakkından yoksun bırakılmaları sonucunu doğurabilmekte, bu durum da mahkemeye erişim hakkı bağlamında ciddi sorunlara yol açabilmektedir. Bu itibarla kanunun lafzında geçen mütekabiliyet şartının kural olarak uygulanması, kanunun bizatihi kendisinden kaynaklanan ve anayasal güvencelerle çatışan bir uygulamaya neden olmaktadır.

Öte yandan milletlerarası hukuka uygunluk denetimi kapsamında ilk olarak yabancıların adli yardımdan faydalanması konusunda yükümlülük getiren herhangi bir antlaşmaya taraf olunup olunmadığının tespit edilmesi gerekir. Ancak somut olayda mahkemece bu yönüyle herhangi bir araştırma yapılmamıştır. Bunun yanında ilgili mevzuatta uluslararası statü kapsamında olanların açtığı davalarda karşılıklılık şartının aranmayacağına yönelik düzenleme yer almasına ve İl Göç İdaresinin başvurucuların uluslararası koruma statüsünde olduğunu belirtmesine rağmen ilk derece mahkemesi bu konuda herhangi bir değerlendirme yapmamıştır. Bu itibarla milletlerarası hukuka uygunluk ve kanunilik ölçütleri yönünden yapılan değerlendirme sonucunda, başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin ihlale yol açtığı kanaatine varılmıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Başvurucu Kemtaş Tekstil İnşaat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi Yönünden

Gerçek kişiler gibi hak ve borç sahibi olabilen ticaret şirketleri, adli yardım kurumundan yararlanma hususunda kanundan kaynaklanan uygulamalar nedeniyle gerçek kişilere tanınan haklardan yararlanamamaktadır. Anayasa Mahkemesi, kanundan kaynaklanan bu durumu anayasal özerk bir yorumla değerlendirmiştir. Hak ve fiil ehliyetine sahip olan tüzel kişilere hukuk düzeni tarafından borç ve yükümlülük öngörülmüş, aktif ve pasif dava ehliyetine sahip olarak iddialarını yargısal merciler önünde dile getirme imkânı tanınmıştır. Fakat yüksek miktardaki yargılama giderlerini ödemekten aciz olan ticaret şirketlerinin bu imkândan yararlanması çok zorlaşacak hatta mümkün olmayacaktır. Ödeme gücünden yoksun ticaret şirketleri açısından adli yardım kurumu dışında dava açmalarını kolaylaştırabilecek herhangi bir düzenleme ya da yargısal uygulama da bulunmamaktadır. Dolayısıyla dava ehliyetine sahip olduğu hâlde yargılama masraflarını ödeme gücü olmadığını iddia eden ticaret şirketleri açısından, bireysel bir değerlendirme yapılması hukuk düzeninin herkes için öngördüğü nimet- külfet dengesinin sağlanması açısından zorunludur.

Bu itibarla başvuru konusu davada başvurucunun bireysel durumu değerlendirilmeden sırf tüzel kişi olması nedeniyle adli yardım müessesesinden yararlanamayacağına ilişkin kanundan kaynaklanan yaklaşımın meşru bir amacı bulunmadığı değerlendirilmiştir. Ayrıca yapılan müdahalenin başvurucunun mahkemeye erişimini aşırı derecede zorlaştırdığı hatta imkânsız hâle getirdiği anlaşılmış ve başvurucu üzerinde ağır bir külfet oluşturan söz konusu müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır.

Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

Her iki başvuruda da ihlalin kanundan kaynaklandığını tespit eden Anayasa Mahkemesi benzeri ihlallerin de önüne geçilmesi amacıyla kararın yasama organına bildirilmesine karar vermiştir. Ayrıca kanun hükmünün temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşma hükümlerine aykırı olması durumunda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınarak uyuşmazlığın çözülebileceğine yönelik Anayasa'nın 90. maddesinin son fıkrası hükmünün uygulanabileceği veya Anayasa'nın 152. maddesi uyarınca Anayasa'ya aykırı olan kanun hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulabileceği dikkate alınarak yeniden yargılama yapılmasında da hukuki yarar görülmüş, bu sebeple karar ilk derece mahkemesine gönderilmiştir.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

MOHAMMA SALEM PASHTO VE NAZI SALEM BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2019/26339)

 

Karar Tarihi: 17/5/2023

R.G. Tarih ve Sayı: 8/11/2023-32363

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Kenan YAŞAR

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Fatma Burcu NACAR YÜCE

Başvurucular

:

1. Mohamma Salem PASHTO

 

 

2. Nazı SALEM

Vekili

:

Av. Lemi KELEŞ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, mütekabiliyet koşulu gerçekleşmediği gerekçesiyle yabancı uyruklunun adli yardım talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 1/8/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiş; Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucular Bakanlık görüşüne cevap vermiştir.

7. İkinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

A. Bireysel Başvuru Tarihinden Önceki Süreç

9. Başvurucular 1969 doğumlu olup Afganistan İslam Cumhuriyeti vatandaşıdır.

10. Başvurucular ve murisleri 26/8/2014 tarihinde Türkiye'ye kaçak yollardan giriş yapmış, 29/8/2014 tarihinde uluslararası koruma talebinde bulunarak Samsun'da yaşamaya başlamıştır. Başvurucuların sunduğu belgelerden ve Samsun İl Göç İdaresi Müdürlüğünden gelen yazıdan başvuruculara 30/12/2016 tarihinden 30/6/2017'ye kadar geçerli ikamet tezkeresi verildiği ve başvurucuların hâlen Samsun'un İlkadım ilçesinde yaşadığı anlaşılmıştır.

11. 21/5/2017 tarihinde A.C.P. isimli şahıs, M. 2. G. Geliştirme Yatırım İnşaat ve Ticaret Anonim Şirketinin sahip olduğu ve işlettiği A. Güvenlik Hizmetleri Anonim Şirketinin güvenlik hizmetlerini yürüttüğü P. Alışveriş Merkezine (AVM) gelerek güvenlik görevlilerinin bulunduğu kapıda yer alan X-Ray cihazından üzerindeki bıçakla geçmiştir. Bu kişi sinema salonunun bulunduğu üçüncü kata çıkarak başvurucuların oğlu olan 1/1/1999 doğumlu A.P.yi hayati bölgelerinden bıçaklamak suretiyle ölümüne sebebiyet vermiştir.

B. Başvuruya Konu Hukuk Yargılamasında Adli Yardım Talebine İlişkin Süreç

12. Başvurucular 22/2/2019 tarihinde Samsun 1. Tüketici Mahkemesinde (Mahkeme) M. 2. G. Geliştirme Yatırım İnşaat ve Ticaret Anonim Şirketi ve A. Güvenlik Hizmetleri Anonim Şirketi aleyhine tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucular, oğullarının bıçaklı saldırı nedeniyle vefat ettiğini belirterek meydana gelen olayda davalıların tam kusurlu olduğunu ileri sürmüş; ailenin geçimini müteveffa sağladığından A.P.nin ölümü nedeniyle maddi yönden kötü duruma düştüklerini ifade ederek her biri için 150.000 TL olmak üzere manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucular ayrıca dava harcı ve yargılama giderlerini karşılama imkânlarının olmadığını belirterek adli yardım talep etmiştir.

13. Başvurucular, harç ve gider avansını ödeme güçlerinin bulunmadığını ispat etmek için dava dilekçesi ekinde muhtarlıktan aldıkları fakirlik belgesini, Samsun İl Göç İdaresi Müdürlüğünce tanzim edilen belgeyi ve gelirlerinin olmadığına dair Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğünden aldıkları belgeyi sunmuştur. Mahkeme 28/2/2019 tarihli tensip ara kararında, yapılacak araştırılmalar sonrasında başvurucuların adli yardım taleplerinin değerlendirilmesine karar vermiştir.

14. Mahkeme 9/4/2019 tarihli ara kararında başvurucuların vatandaşı olduğu Afganistan ile Türkiye arasında imzalanan bir adli yardım anlaşması bulunmadığını belirterek adli yardım talebini reddetmiştir. Adli yardım talebinin reddine ilişkin gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:

"...dava dilekçesi, sunulan belgeler ve tüm dosya kapsamı uyarınca mahkememizce yapılan değerlendirmede; davacılar vekilinin; adli yardım talebinin, 6100 sayılı HMK 334/3 maddesi gereği 'Yabancıların adli yardımdan yararlanabilmeleri ayrıca karşılıklılık şartına bağlıdır' hükmü mevcut olup; Adalet Bakanlığı Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü internet sitesinde yapılan araştırmada davacıların vatandaşı oldukları Afganistan ile ülkemiz arasında Adli Yardım anlaşması bulunmadığı anlaşılmakla, davacılar vekilinin adli yardım talebinin REDDİNE karar vermek gerekmiş..."

15. Başvurucular 14/5/2019 tarihinde bu karara itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde; 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nda belirtilen uluslararası koruma başvuru kimlikleri ve statüleri sebebiyle 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 334. maddesinin (3) numaralı fıkrası kapsamında yabancı olarak zikredilemeyeceklerini, vatandaşı oldukları Afganistan'ın hukuki himayesinden faydalanamadıklarını, Türkiye'ye kaçarak geldikleri ve sığındıkları için statü bakımından yabancı olarak kabul edilemeyeceklerini, ekonomik durumlarının kötü olduğunu belirtmiştir. İtiraz dilekçesinde ayrıca Anayasa Mahkemesinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) kararlarına da yer verilmiştir.

16. İtirazı inceleyen Samsun 2. Tüketici Mahkemesi 17/5/2019 tarihli kararıyla itirazı reddetmiştir. Gerekçede, başvurucuların Afganistan ile Türkiye arasında bir adli yardım anlaşması bulunduğunu ispat edemediğinden bahisle Samsun 1. Tüketici Mahkemesinin kararının usul ve yasaya uygun olduğu açıklanmıştır.

17. Mahkeme 10/6/2019 tarihli ön inceleme tensip kararında başvurucuların vatandaşı oldukları Afganistan ile Türkiye arasında ikili anlaşma bulunmadığını belirterek 27/11/2007 tarihli ve 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun'un 48. maddesi uyarınca adli yardım talebini reddetmiş ve başvuruculara dosya kapsamında tespit edilen 5.000 TL yargılama giderini yatırmalarını, aksi takdirde dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddedileceğini ihtar etmiştir.

18. Başvurucular gerekli yargılama harç ve masraflarını (5.000 TL) 26/6/2019 tarihinde dosya kapsamında yatırmıştır.

19. Adli yardım talebinin reddine dair karar 8/7/2019 tarihinde başvuruculara tebliğ edilmiş, başvurucular 1/8/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

C. Bireysel Başvurudan Sonraki Süreç

20. Tazminata ilişkin yargılama devam etmekte olup başvurucuların duruşması 26/9/2023 tarihine bırakılmıştır.

21. Sanık A.C.P. hakkında kasten ölüme sebebiyet verme suçundan açılan davada 1/2/2019 tarihinde 12 yıl 6 ay hapis cezasına hükmedilmiştir. Taraflarca istinaf başvurusunda bulunulmuş, Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesinin 12/7/2019 tarihli kararıyla istinaf talepleri esastan reddedilmiştir. Temyiz edilen karar Yargıtay 1. Ceza Dairesince 24/11/2022 tarihinde onanmıştır.

22. Samsun İl Göç İdaresi Müdürlüğünden gelen 12/5/2023 tarihli cevap yazısında başvurucuların şartlı mülteci oldukları ve uluslararası koruma statüsü sahibi olarak Samsun'da ikamet ettikleri belirtilmiştir.

23. Adalet Bakanlığı Dış İlişkiler ve Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü, Afganistan'da dava açan bir Türk vatandaşının Afganistan hukukuna göre adli yardım müessesesinden yararlanıp yararlanmayacağına dair talebini 25/4/2021 tarihli nota ile Afganistan Dışişleri Bakanlığına istifsar etmiş ancak bu yazıya cevap verilmemiştir.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

24. 6100 sayılı Kanun'un 334. maddesi şöyledir:

"(1) Kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olan kimseler, iddia ve savunmalarında, geçici hukuki korunma taleplerinde ve icra takibinde, taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması kaydıyla adli yardımdan yararlanabilirler.

 (2) Kamuya yararlı dernek ve vakıflar, iddia ve savunmalarında haklı göründükleri ve mali açıdan zor duruma düşmeden gerekli giderleri kısmen veya tamamen ödeyemeyecek durumda oldukları takdirde adli yardımdan yararlanabilirler.

 (3) Yabancıların adli yardımdan yararlanabilmeleri ayrıca karşılıklılık şartına bağlıdır."

25. 6100 sayılı Kanun'un 336. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"Adli yardım, asıl talep veya işin karara bağlanacağı mahkemeden; icra ve iflas takiplerinde ise takibin yapılacağı yerdeki icra mahkemesinden istenir.

Talepte bulunan kişi, iddiasının özeti ile birlikte, iddiasını dayandıracağı delilleri ve yargılama giderlerini karşılayabilecek durumda olmadığını gösteren mali durumuna ilişkin belgeleri mahkemeye sunmak zorundadır."

26. 6100 sayılı Kanun'un 337. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"Mahkeme, adli yardım talebi hakkında duruşma yapmaksızın karar verebilir. Ancak, talep hâlinde inceleme duruşmalı olarak yapılır. Adli yardım taleplerinin reddine ilişkin mahkeme kararlarında sunulan bilgi ve belgelerin kabul edilmeme sebebi açıkça belirtilir.

Adli yardım talebinin reddine ilişkin kararlara karşı, tebliğinden itibaren bir hafta içinde kararı veren mahkemeye dilekçe vermek suretiyle itiraz edilebilir. Kararına itiraz edilen mahkeme, itirazı incelemesi için dosyayı o yerde adli yardım talebi yapılan hukuk mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye, son numaralı daire için birinci daireye, o yerde adli yardım talebi yapılan hukuk mahkemesinin tek dairesi bulunması hâlinde ise aynı işlere bakmakla görevli en yakın mahkemeye gönderir. İtiraz incelemesi neticesinde verilen karar kesindir. Adli yardım talebi reddedilirse, ödeme gücünde sonradan gerçekleşen ciddi bir azalmaya dayanılarak tekrar talepte bulunulabilir."

27. 6100 sayılı Kanun'un 339. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Adli yardım kararından dolayı ertelenen tüm yargılama giderleri ile Devletçe ödenen avanslar dava veya takip sonunda haksız çıkan kişiden tahsil olunur. Adli yardımdan yararlanan kişinin haksız çıkması hâlinde, uygun görülürse yargılama giderlerinin en çok bir yıl içinde aylık eşit taksitler hâlinde ödenmesine karar verilebilir."

28. 5718 sayılı Kanun'un 48. maddesi şöyledir:

"(1) Türk mahkemesinde dava açan, davaya katılan veya icra takibinde bulunan yabancı gerçek ve tüzel kişiler, yargılama ve takip giderleriyle karşı tarafın zarar ve ziyanını karşılamak üzere mahkemenin belirleyeceği teminatı göstermek zorundadır.

 (2) Mahkeme, dava açanı, davaya katılanı veya icra takibi yapanı karşılıklılık esasına göre teminattan muaf tutar."

29. 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu'nun “Tanımlar” kenar başlıklı 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendi şöyledir:

"d) Başvuru sahibi: Uluslararası koruma talebinde bulunan ve henüz başvurusu hakkında son karar verilmemiş olan kişiyi,"

30. 6458 sayılı Kanun'un “Hak ve yükümlülüklere ilişkin genel ilkeler” kenar başlıklı 88. maddesi şöyledir:

 “(1) Uluslararası koruma statüsü sahibi kişiler, karşılıklılık şartından muaftır.

 (2) Başvuru sahibine, başvurusu reddedilen veya uluslararası koruma statüsü sahibi kişilere sağlanan hak ve imkânlar, Türk vatandaşlarına sağlanan hak ve imkânlardan fazla olacak şekilde yorumlanamaz."

31. 6458 sayılı Kanun'un 51. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"(1) Vatansız Kişi Kimlik Belgesine sahip kişiler;

...

c) Yabancılarla ilgili işlemlerde aranan karşılıklılık şartından muaf tutulurlar,

..."

B. Uluslararası Hukuk

1. Türkiye'nin Taraf Olduğu Sözleşmeler

32. Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından 24/8/1951 tarihinde imzalanan ve 30/3/1962 tarihinde onaylanan 28/7/1951 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Mültecilerin Hukuki Statüsüne İlişkin Sözleşme'nin (Cenevre Sözleşmesi) mülteci kavramını tanımlayan 1. maddesinin (A) bendinin ikinci fıkrası şöyledir:

"1 Ocak 1951'den önce meydana gelen olaylar sonucunda ve ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle, yararlanmak istemeyen; yahut tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen her şahsa uygulanacaktır."

33. Türkiye Cumhuriyeti devleti, mülteci tanımına ilişkin yukarıda yer verilen tanıma coğrafi sınır koyan bir çekince bildirmiştir. Çekince şöyledir:

"İşbu Sözleşmenin tahmil ettiği vecibeler bakımından Cumhuriyet Hükümeti, 1'nci maddenin (B) fıkrasındaki «1 Ocak 1951 den evvel cereyan eden hâdiseler» ibaresini, «1 Ocak 1951'den önce Avrupa'da cereyan eden hâdiseler» şeklinde anlamaktadır."

34. Cenevre Sözleşmesi'nde değişiklik yapan 31/1/1967 tarihli Protokol'ün 1. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:

"İşbu Protokol bakımından, bu maddenin 3. fıkrasının uygulanması hali dışında, 'mülteci' terimi, Sözleşme'nin 1. maddesinin A 2 kısmında mevcut '1 Ocak 1951'den önce meydana gelen olaylar sonucunda ve ...' ve 'söz konusu olaylar sonucunda' ifadeleri metinden çıkarılmış addedilerek, Sözleşme'nin 1. maddesinde yer alan tanıma giren her şâhıs anlamına gelecektir."

35. Cenevre Sözleşmesi'nin 16. maddesi şöyledir:

"1. Her mülteci, bütün Taraf Devletler'in toprakları üzerindeki hukuk mahkemelerine serbestçe ve kolayca başvurabilecektir.

2. Her mülteci, sürekli ikametgâhının bulunduğu Taraf Devlette, adli yardım ve teminat akçesinden muafiyet dahil, mahkemelere müracaat bakımından vatandaş gibi muamele görecektir.

3. Her mülteci, sürekli ikametgâhının bulunduğu ülkenin dışındaki Taraf Devletlerde, o ülkelerin vatandaşlarına 2. fıkrada bahsedilen konular hakkında yapılan muamelenin aynından istifade edecektir."

36. Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından 28/9/1954 tarihinde imzalanan aynı tarihli BM Vatansız Kişilerin Statüsüne İlişkin Sözleşme'nin (New York Sözleşmesi) 1. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Bu Sözleşme'nin amaçları çerçevesinde 'vatansız kişi' terimi, kendi yasalarının işleyişi içinde hiçbir Devlet tarafından vatandaş olarak sayılmayan bir kişi anlamına gelir."

37. New York Sözleşmesi'nin "Karşılıklılık koşulundan muafiyet" kenar başlıklı 7. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

"1. Bu Sözleşme'de yer alan daha elverişli hükümler saklı kalmak üzere, bir Sözleşmeci Devlet, genel olarak yabancılara gösterdiği muamelenin aynısını Vatansız kişilere gösterir.

2. Bütün Vatansız kişiler, üç yıllık ikamet süresinden sonra Sözleşmeci Devletlerin ülkesinde yasal karşılıklılık koşulundan muaf olurlar.

3. Her Sözleşmeci Devlet, bu Sözleşme söz konusu Devlet için yürürlüğe girdiği tarihte vatansız kişilerin sahip oldukları hakları ve menfaatleri, karşılıklılık koşulu olmaksızın, kendilerine tanımaya devam ederler.

..."

38. New York Sözleşmesi'nin "Mahkemelerde taraf olarak bulunma hakkı" kenar başlıklı 16. maddesi şöyledir:

"1. Vatansız bir kişi bütün Sözleşmeci Devletlerin ülkelerinde hukuk mahkemelerine serbestçe başvuruda bulunabilir.

2. Vatansız bir kişi, daimî ikametinin bulunduğu Sözleşmeci Devlette, adli yardım ve cautio judicatum solvi den (teminat akçesinden) muafiyet dahil olmak üzere mahkemelere başvuruya ilişkin konularda bir vatandaşınkiyle aynı muameleden yararlanır.

3. Vatansız bir kişi, 2. paragrafta sözü edilen konular hakkında, daimî ikametinin bulunduğu ülkeden başka ülkelerde daimî ikametinin bulunduğu ülke vatandaşlarına gösterilen muamelenin aynısından yararlanır."

39. Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından 23/10/1972 tarihinde imzalanan ve 11/7/1973 tarihinde onaylanan 1/3/1954 tarihli Hukuk Usulüne Dair Sözleşme'nin (Lahey Sözleşmesi) "Teminat akçesi" kenar başlıklı 17. maddesi şöyledir:

"Akit Devletlerden birisinde ikamet eden ve diğer bir Devlet mahkemeleri huzurunda davacı veya müdahil olarak bulunan Akit bir Devletin vatandaşlarından yabancı olmaları veya o memlekette ikametgâh veya meskenleri bulunmaması sebebiyle, ne isim altında olursa olsun, herhangi bir teminat veya depozito istenemez.

Aynı kaide mahkeme masraflarını karşılamak için davacı veya müdahilden istenen tediyata da tatbik olunacaktır.

Akit Devletlerin, vatandaşlarının ikamet şartı olmaksızın teminat akçesinden veya mahkeme masraflar karşılığı tediyattan muaf tutulmalarını derpiş ettikleri sözleşmeler tatbik olunmaya devam edilecektir."

40. Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından 13/12/1955 tarihinde imzalanan aynı tarihli Avrupa İkamet Sözleşmesi'nin 9. maddesi şöyledir:

"1. Davacı veya müdahil olarak Akit Taraflardan birinin mahkemeleri önüne çıkan diğer bir Akit Taraf uyruğundan, Akitlerden birinin ülkesinde ikametgâhı veya mutat meskeni bulunduğu takdirde gerek yabancı sıfatından dolayı gerek o memlekette ikametgâh veya meskeninin bulunmaması sebebiyle, ne şekil altında olursa olsun, hiçbir teminat veya depozito akçesi talep edilmez.

2. Aynı kural, mahkeme masraflarını teminat altına almak için davacı veya müdahilden yapması istenecek ödeme için de uygulanır.

3. Yukarıdaki bentlerden birine göre veya davanın görüldüğü ülkenin hukuku uyarınca teminat, depozito veya ödemelerden bağışık tutulmuş davacı veya müdahile hükmedilen mahkeme masrafları ve sair giderlere ilişkin mahkûmiyet kararları diplomatik kanaldan yapılacak istem üzerine, diğer Akit Taraflardan birinin ülkesindeki yetkili makamca, herhangi bir harç ödenmesi gerekmeksizin yerine getirilebilir."

2. Avrupa Konseyi Belgeleri

41. Avrupa Birliği'nin (AB) 27/1/2003 tarihli ve 2003/8/EC sayılı Konsey Direktifi'nin ilgili kısmı şöyledir:

"…

 (5) Bu Direktif, adalete etkili erişim sağlamak için yardımın gerekli olduğu durumlarda yeterli kaynağa sahip olmayan kişiler için sınır ötesi uyuşmazlıklarda adli yardımın uygulanmasını teşvik etmeyi amaçlamaktadır. Genel olarak tanınan adalete erişim hakkı, Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı'nın 47. maddesi tarafından da yeniden teyit edilmektedir.

 (9) Bu Direktif, hukuki ve ticari konulara ilişkin sınır ötesi uyuşmazlıklarda uygulanır.

 (10) Hukuki veya ticari bir uyuşmazlık içinde olan herkes, kişisel mali durumları yargılama masraflarını karşılamalarını imkânsız kılsa bile bu Direktif kapsamında mahkemelerde haklarını ileri sürebilmelidir. Adli yardım, alıcının bu Direktifte belirtilen koşullar altında adalete etkin bir şekilde erişmesine izin verdiğinde uygun olarak kabul edilir.

 (13) Bir Üye Devletin toprağında kalıcı veya mutat olarak ikamet eden tüm Birlik vatandaşları, bu Direktifte öngörülen koşulları karşılamaları hâlinde, sınır ötesi uyuşmazlıklarda adli yardım almaya hak kazanmalıdır. Aynı durum, bir Üye Devlette mutat ve yasal olarak ikamet eden üçüncü ülke vatandaşları için de geçerlidir."

3. Karşılaştırmalı Hukuk

42. Federal Almanya Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun gerçek kişiler için adli yardım konusunu düzenleyen 114. maddesi şöyledir:

"Kişisel ve ekonomik durumları nedeniyle dava masraflarını ödeyemeyen veya kısmen veya sadece taksitler halinde ödeyebilecek durumda olan taraflara, bu yönde başvuruda bulunmaları halinde açmayı düşündükleri davanın veya kendilerine karşı açılan bir davaya karşı savunmalarının yeterli başarı şansına sahip olması ve anlamsız görünmemesi şartıyla mahkeme masrafları için yardım sağlanacaktır. Mevcut başlığın olmadığı her yerde, Avrupa Birliği içindeki sınır ötesi ihtilaflarda mahkeme masraflarına yardım için 1076'dan 1078'e kadar olan bölümler uygulanacaktır."

43. Fransa Adli Yardım Kanunu'nun ilgili maddeleri şöyledir:

"Madde 3: Fransız uyruklu bireyler ve Avrupa Topluluğu Üye Devletlerinin vatandaşları adli yardıma hak kazanırlar. / Genellikle ve düzenli olarak Fransa'da ikamet eden yabancı uyruklu kişiler de adli yardım alma hakkına sahiptir. / Bununla birlikte, önceki paragrafta belirtilen koşulları taşımayan kişilere, durumları uyuşmazlığın konusu veya öngörülebilir yargılama giderleri açısından özellikle dikkate değer göründüğünde, istisnai olarak adli yardım sağlanabilir. ... / Ulusal İltica Mahkemesi nezdinde kural olarak Fransa'da ikamet eden yabancılara adli yardım verilir.

Madde 3-1: Madde 2 ve Madde 3'ün ikinci ve üçüncü paragraflarına girmeyen ve sınır ötesi davalarda adalete erişimin iyileştirilmesine ilişkin 27 Ocak 2003 tarih ve 2003/8/EC sayılı Konsey Direktifinin uygulanması gereken davalar bağlamında hukuki veya ticari konulardaki sınır ötesi ihtilaflarda verilen ve aynı konuda Başlık II'de öngörülen adli yardım, milliyetleri ne olursa olsun genel olarak Danimarka hariç bir AB üyesi ülkede ikamet eden veya burada ikametgâhları bulunan kişilere verilir. / Sınır ötesi bir uyuşmazlık, yardım talep eden tarafın, anlaşmazlığın esasına ilişkin yargı yetkisine sahip mahkemenin bulunduğu veya kararın icra edileceği yer dışında bir Üye Devlette mutat meskeninin veya ikametgâhının bulunduğu bir uyuşmazlıktır. Bu durum yardım başvurusunun yapıldığı anda değerlendirilir."

44. Belçika Adli Yardım Kanunu'nun ilgili kısmı şöyledir:

"Adli yardımdan şu kişiler yararlanabilir: a) uluslararası anlaşmalar uyarınca yabancılar; b) Avrupa Konseyi üyesi bir devletin herhangi bir vatandaşı; c) mutat ikametgahı Belçika'da olan (veya Avrupa Birliği Üye Devletlerinin birinde yasal olarak ikamet eden) herhangi bir yabancı; d) Ülkeye giriş, ikamet, yerleşme ve sınır dışı edilmeye ilişkin kanunda öngörülen işlemlere muhatap olan her yabancı."

45. İtalya Adli Yardım Kanunu'nun ilgili maddeleri şöyledir:

"Madde 76 (Kabul Koşulları): 1. Kişisel gelir vergisi amaçları için vergiye tabi geliri son beyannameye göre 11.746,68 Avroyu aşmayan herkes adli yardım başvurusu kabul edilebilir.

Madde 90: (Yabancı ve vatansız kişilerin denkleştirilmesi) 1. İtalyan vatandaşı için öngörülen muamele, ülkede ikamet eden yabancı ve vatansız kişi için de sağlanır."

46. İspanya Adli Yardım Kanunu'nun ilgili kısmı şöyledir:

"Madde 2 (Kişisel Uygulama Kapsamı): Bu yasada ve İspanya'nın taraf olduğu uluslararası anlaşma ve sözleşmelerde öngörülen şartlar ve kapsamda, aşağıdakiler ücretsiz adli yardım alma hakkına sahiptir:

a) İspanya vatandaşları, Avrupa Birliği'nin diğer Üye Devletlerinin vatandaşları ve İspanya'da bulunan yabancılar, dava açmak için yeterli kaynaklara sahip olmadıklarını kanıtladıklarında.

...

e) İhtilaflı idari işlemlerde, dava açmak için yeterli kaynakları olmadığını kanıtlayan yabancılar, İspanya topraklarından iade veya sınır dışı edilme ve tüm iltica prosedürlerine ilişkin olarak adli yardım ve ücretsiz savunma ile İspanya'ya girişlerinin reddedilmesine yol açabilecek işlemlerde temsil edilme haklarına sahip olacaktır.

f) Medeni ve ticari konularda sınır ötesi davalarda, bu Yasanın VIII. Bölümünde [AB Direktifi ile ilgili] belirtilen gerçek kişiler, orada belirlenen şartlarla.

Madde 46 (Uygulama Kapsamı): 1. Sınır ötesi ihtilaflarda, Avrupa Birliği vatandaşları veya Üye Devletlerden birinde yasal olarak ikamet eden üçüncü ülke vatandaşları münhasıran gerçek kişiler, bu Bölümde düzenlenen ücretsiz hukuki yardıma hak kazanırlar. Bu Bölümün amaçları doğrultusunda, bir Avrupa Birliği Üye Devleti, Danimarka dışındaki tüm Üye Devletler anlamına gelir.

... "

4. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

47. Adli yardım kurumunun ülkeler arasındaki mütekabiliyet şartına bağlanması meselesini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Granos Organicos Nacionales A.Ş./Almanya (B. No: 19508/07, 22/3/2012) kararında değerlendirmiştir. Perulu bir şirket olan başvurucu ile Alman şirketleri arasındaki uyuşmazlıkta görevli Alman mahkemeleri, başvurucunun adli yardım talebini mütekabiliyet ilkesi gereği reddetmiştir. Alman yargı makamları gerekçelerinde; Alman Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 116. maddesinin (2) numaralı fıkrasında ancak AB yahut Avrupa Ekonomik Alanı üyesi devletlerin birinde kurulmuş ya da merkezi buralarda bulunan tüzel kişilerin adli yardım kurumundan faydalanabileceğinin düzenlendiğini, bu normun kapsamının yorum yoluyla genişletilmesinin yargının işi olmadığını, Almanya'nın dünyadaki tüm tüzel kişilerin adli yardımdan faydalanmasını sağlama gibi bir yükümlülük altında olmadığını belirtmiştir (anılan kararda bkz. §§ 9,10). Bu gerekçelere ek olarak Alman temyiz mahkemesi ise mütekabiliyet ilkesinin diğer ülkelerin de Alman tüzel kişilerini adli yardımdan faydalandırmalarını teşvik ettiği, aksi hâlde yani mütekabiliyet ilkesinin gözetilmediği durumda Alman tüzel kişilerinin başka ülkelerdeki adli yardım taleplerinin karşılanması için bir motivasyonun kalmayacağı, bu nedenle meselenin anayasal düzlemde eşitlik ilkesi ile değerlendirilemeyeceği yorumunu yapmıştır (anılan kararda bkz. § 11).

48. AİHM, öncelikle adli yardım bakımından hukuk ve ceza davaları arasında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile aynı maddenin (3) numaralı fıkrasının (c) bendi arasında bir fark bulunduğunu, hukuk yargılamalarının (1) numaralı fıkra kapsamında kalıp özel olarak bir adli yardım güvencesi içermezken ceza yargılamalarının (3) numaralı fıkranın (c) bendi uyarınca adli yardım yönünden özel bir güvence içerdiğini belirtmiştir. Bu nedenle AİHM, Sözleşme'nin hukuk davalarındaki tüm ihtilaflar için adli yardım sağlama yükümlülüğü getirmediği yönündeki yerleşik içtihadını hatırlatmıştır (Del Sol/Fransa, B. No: 46800/99, 26/2/2002, § 20; Agromodel OOD ve Mironov/Bulgaristan, B. No: 68334/01, 24/9/2009, § 22).

49. Somut davaya ilişkin olarak ise AİHM, Alman yargı makamlarının yabancı bir tüzel kişi olan başvurucunun adli yardım talebinin karşılanabilmesi için mütekabiliyet ilkesinin yerine gelmediği yönündeki argümanlarını dışlamamış, aksine Peru hukukunda yabancı tüzel kişilerin adli yardımdan faydalanmasını sağlayan bir kural ya da içtihat bulunduğuna ikna olmadığını belirterek adli yardım için ülkeler arasında mütekabiliyet şartının öngörülmesini -dolaylı olarak da olsa- Sözleşme'ye aykırı bulmamıştır (aynı kararda bkz. § 49).

50. AİHM, Anakomba Yula/Belçika (B. No: 45413/07, 10/3/2009) davasında ise Belçika vatandaşı olmayan başvurucunun Belçika vatandaşı bir kişiye karşı açtığı babalığın tanınması davasında adli yardım talebinin reddedilmesi meselesini incelemiştir. Belçika yargı makamlarınca Kongo Demokratik Cumhuriyeti vatandaşı olan başvurucunun adli yardım talebinin reddine dayanak olarak Belçika Hukuk Usulü Muhakemesi Kanunu'nun 668. maddesinde sayılan şartlar gösterilmiştir. Yabancıların adli yardım kurumundan faydalanabilmesini düzenleyen bu şartlar (a) uluslararası sözleşmelerin bir gereği olması, (b) Avrupa Konseyi üyesi bir devletin vatandaşı olunması, (c) ülkede yasal ikametgâh sahibi olunması, (d) yabancının ülkeye girişi, ikameti, yerleşimi ve sınır dışı edilmesine ilişkin işlemlere karşı açılmış bir dava bulunması şeklinde sıralanabilir. Belçika mahkemeleri başvurucunun bu şartlardan herhangi birini sağlamadığını belirtmiştir. Başvurucunun ayrımcılık yapıldığı iddiası hususunda ise söz konusu farklı muamelenin ülkede ikamet etme gibi nesnel ve makul bir nedene dayandığı, bunun haklı nedeninin kamu kaynaklarının ülkeyle asgari bir bağı bulunan kişilere harcanmak istenmesi olduğu, Avrupa Konseyi üyesi olan veya Belçika ile aralarında antlaşma bulunan devlet vatandaşlarına zaten adli yardım sağlanabildiği, sadece sınırlı bazı kişiler yönünden adli yardımın sağlanmadığı gözönünde tutulduğunda farklı muamelenin orantısız da olmadığı değerlendirmesi yapılmıştır.

51. Mahkemeye erişim hakkına mali nitelikte bir kısıtlama getirilmesinin de mümkün olduğunu hatırlatan AİHM, hukuk mahkemelerine bazı masrafların ödenmesinin başlı başına Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasını ihlal etmeyeceğini belirtmiştir. Bununla birlikte AİHM; başvuranın ödeme gücü, söz konusu kısıtlamanın getirildiği yargılamanın aşaması, davanın kendine özgü koşulları ışığında değerlendirilecek masrafların miktarı, ilgili kişinin nihayetinde mahkemeye erişim hakkından yararlanıp yararlanmadığı ile davanın Sözleşme'ye göre bir mahkeme tarafından görülüp görülmediğinin de bu konuda yapılacak değerlendirmede dikkate alınması gerektiğini vurgulamıştır.

52. Somut davada ise AİHM, başvurucunun dile getirdiği şikâyetleri mahkemeye erişim hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağı kapsamında incelemiştir. AİHM, Belçika mahkemelerinin davada uyguladığı Hukuk Usulü Muhakemesi Kanunu'nun 668. maddesinin belirtilen meşru amaca ulaşmaya hizmet ettiğinde kuşku bulunmadığını kabul etmekle birlikte başvuranın davasının ciddi aile hukuku meselelerine ilişkin olduğunu ve bunun sadece başvuranı değil diğer birçok kişiyi de etkileyeceği gerçeğine dikkati çekmiş, bu nedenle başvurana karşı uygulanan farklı muamelenin mazur görülebilmesi için özellikle bazı zorlayıcı nedenlerin var olması gerektiğini belirtmiştir. Söz konusu babalığın tanınması davası için Belçika hukukunda öngörülen doğumdan sonraki bir yıllık zamanaşımı süresi ile başvuranın oturum izninin doğumdan bir buçuk ay sonra sona erdiği olgusunu da gözönüne alan AİHM, mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

53. Anayasa Mahkemesinin 17/5/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Adli Yardım Talebi Yönünden

54. Başvurucular, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılayacak geliri olmadığını beyan ederek adli yardım talebinde bulunmuştur.

55. Anayasa Mahkemesi ödeme güçlüğü nedeniyle adli yardım talebinde bulunan yabancı bir kişinin bireysel başvurusu ile ilgili olarak söz konusu başvurucunun tabiiyetinde olduğu ülke ile Türkiye arasındaki mütekabiliyet şartından bağımsız bir değerlendirme yapmış, başvurucunun adli yardım talebini kabul etmiştir (Nadali Aghelı Kohne Shahrı, B. No: 2014/12633, 9/9/2015, §§ 16-20).

56. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Şerif Ay (B. No: 2012/1181, 17/9/2013) kararında belirtilen ilkeler dikkate alınarak geçimini önemli ölçüde güçleştirmeksizin yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olduğu anlaşılan başvurucuların açıkça dayanaktan yoksun olmayan adli yardım talebinin kabulüne karar verilmesi gerekir.

B. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucuların İddiaları ve Bakanlık Görüşü

57. Başvurucular; dört yıl önce Türkiye'ye geldiklerini, Samsun İl Göç İdaresi Müdürlüğüne usulünce kaydolarak uluslararası koruma başvuru belgesi aldıklarını, oğullarının bıçaklı saldırı sonucu vefat etmesi nedeniyle ölüm ve cismani zarar sebebiyle açtıkları tazminat davasında dava harcı ve yargılama giderlerini karşılama imkânları olmadığı için adli yardım talebinde bulunduklarını, gerekli belgeleri Mahkemeye sunmalarına rağmen Mahkemece kabul edilebilir bir değerlendirme yapılmadan taleplerinin reddedildiğini belirterek eşitlik ilkesi, adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı, gerekçeli karar hakkı ile maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

58. Bakanlık görüşünde, somut başvurunun özeti yapıldıktan sonra mevcut başvuruda başvurucuların mahkemeye erişim hakkının ihlal edilip edilmediği konusunda inceleme yapılırken Anayasa ve ilgili mevzuat hükümleri ile Anayasa Mahkemesi içtihadının yanı sıra somut olayın kendine özgü koşullarının da dikkate alınması gerektiği ifade edilmiştir.

59. Başvurucular, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında başvuru formundaki iddialarını tekrar etmekle birlikte yardım toplayarak mahkeme harcını yatırdıklarını, iç hukuk yollarını tükettiklerini ve yargılama devam ettiğinden yeni mahkeme masraflarını yatıracak ekonomik güçlerinin olmadığını belirterek mağdur sıfatlarının sürdüğünü iddia etmiştir.

2. Değerlendirme

60. Anayasa'nın 16. maddesi şöyledir:

''Temel hak ve hürriyetler, yabancılar için, milletlerarası hukuka uygun olarak kanunla sınırlanabilir."

61. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

62. Başvurucuların adli yardım talebinin reddedilmesi nedeniyle ekonomik güçleri olmamasına rağmen dava harcı ve yargılama giderlerini ödemeye zorlanması çerçevesinde dile getirdikleri ihlal iddiaları adil yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak mahkemeye erişim hakkı kapsamında değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

63. Başvurucular, adli yardım talebinin Mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine 6100 sayılı Kanun’da öngörüldüğü şekilde itiraz yoluna başvurmuş; itirazlarının reddedilmesi üzerine Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır. Başvurucular talep edilen yargılama giderlerini bireysel başvurudan önce ödemiş olup inceleme tarihi itibarıyla yargılamanın ilk derece mahkemesinde devam ettiği anlaşılmıştır. Başvurucuların, ara kararı niteliğinde olan adli yardım talebinin reddine ilişkin karara karşı yaptıkları başvurunun 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’da öngörülen kabul edilebilirlik şartlarını taşıyıp taşımadığı değerlendirilmelidir.

64. Anayasa Mahkemesi söz konusu değerlendirmeyi, somut başvuruya benzer nitelikteki Tacettin Ceylan ([GK], B. No: 2017/39062, 10/11/2021) kararında yapmıştır. Anılan kararda, esası devam eden yargılamada adli yardım talebinin reddine ilişkin bireysel başvurunun salt adli yardım talebinin reddi yönünden mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenebileceğini belirterek başvuruyu kabul edilebilir bulmuştur. Somut başvuruda bu karardan ayrılmayı gerektiren bir neden yoktur.

65. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi neticesinde açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı

66. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

67. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

68. Başvurucuların adli yardım talebinin reddedilmesi sonucu masrafları ödemek zorunda bırakılmaları nedeniyle mahkemeye erişim hakkına müdahalede bulunulduğu açıktır.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

69. Anayasa’nın 16. maddesinin lafzından ve gerekçesinden Anayasa koyucunun yabancıların temel hak ve özgürlüklerinin sınırlanmasının bu maddedeki ölçütlere göre yapılmasını amaçladığı anlaşılmaktadır. Söz konusu madde, bu kapsamda sınırlama için milletlerarası hukuka uygun olması ve kanunla öngörülmesi şeklinde iki ölçüt aramaktadır. Başvurucuların adli yardımdan faydalanamaması, 6100 sayılı Kanun'un 334. maddesinin (3) numaralı fıkrasından kaynaklanmaktadır. Anılan fıkra aynı maddenin (1) numaralı fıkrasında düzenlenen mahkeme masraflarını karşılayacak ekonomik gücü bulunmama şartına ek olarak bir de yabancılar için mütekabiliyet şartını aramaktadır. Bu durumda öncelikle yabancıların adli yardımdan yararlanabilmesi için mütekabiliyet şartı aranmasının milletlerarası hukuka uygun ve kanuni olup olmadığı denetlenmelidir (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. AYM, E.2020/30, K.2023/12, 25/1/2023, §§ 187,188).

 (1) Genel İlkeler

70. Anayasa'nın 13. maddesinde de temel hak ve özgürlüklere yapılan müdahalelerin kanunla yapılması gerektiği düzenlenmektedir. Başvuru konusu olayda adli yardım talebinin 6100 sayılı Kanun'un 334. ve devamı maddelerinde öngörülen şartların gerçekleşmediği gerekçesiyle Mahkemece reddedildiği anlaşılmıştır. Mahkemenin 6100 sayılı Kanun'un 334. madde hükmünü esas alarak verdiği ret kararına göre yapılan müdahalenin şeklî anlamda kanuni dayanağının bulunduğu anlaşılmakta ise de kanun tarafından öngörülme ölçütünün karşılanabilmesi için kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Bu durum kanun kalitesiyle ilgili bir sorundur. Başka bir ifadeyle kanunun lafız ve anlam itibarıyla belirsiz uygulamalara yol açmaması ve öngörülebilir sonuçlar doğurması kanunilik koşulunun sağlanması açısından önem arz etmektedir.

71. Bu yönüyle müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince açık, ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44). Kanunun bu nitelikleri taşıması temel haklara yapılan müdahalelerdeki keyfîliği ortadan kaldırır. Bununla birlikte kanunilik şartının sağlanabilmesi için yapılan düzenlemenin temel hak ve özgürlüklere hukukun üstünlüğü ilkesini zedeleyecek ölçüde müdahalelere ve bu anlamda yapısal sorunlara neden olmaması gerekir. Diğer bir ifadeyle kanun hükmünün anayasal güvencelere uygun bir yoruma elverişli olmaması, anayasal güvencelerle çatışması da kanunun kalitesi sorununu ortaya çıkarır. Kanundaki belirsizliğin neden olabileceği keyfî uygulamalar, özellikle öngörülen yükümlülükler, yasaklama ve sınırlamalar itibarıyla kanunun kapsam ve sınırının belirsiz olması Anayasa'nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesi ışığında değerlendirildiğinde temel hak ve hürriyetlerin ihlaline sebebiyet verir.

 (2) İlkelerin Olaya Uygulanması

72. Başvuru konusu davada Mahkemece adli yardım talebinin reddedilmesi üzerine başvurucuların gerekli harç ve masrafları yatırdığı ve yargılamanın devam ettiği anlaşılmıştır.

73. Ekonomik ve sosyal durumları itibarıyla yargılama giderlerini ödeme gücünden yoksun olan kişilerin sözü edilen masrafları davanın başında ödemekle yükümlü tutulmaları ya da yargılama sürecinde masraf yatırarak dosyaya getirtilebilecek deliller için ödeme yapmak zorunda bırakılmaları kişilerin mahkemeye erişimlerini imkânsız hâle getirebilir veya önemli ölçüde zorlaştırabilir. Devletin adil yargılanma hakkının güvencelerini içeren yargısal sistem oluşturma yönündeki pozitif yükümlülüğünün bir gereği olarak ihdas edilen adli yardım kurumunun tarafların talep ve delillerini ileri sürme, iddialarını ispat etme imkânlarını kolaylaştırarak bu suretle yargısal sürece etkili bir şekilde katılımlarını sağlamak suretiyle, mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahaleyi daha dengeli hâle getirdiği anlaşılmıştır.

74. Anayasa’nın 16. maddesi uyarınca yabancılar için Türk vatandaşlarından farklı olarak getirilen sınırlamaların milletlerarası hukuka uygun olması yanında ayrıca kanunla yapılması gerekir. Kanunda ise karşılıklılık şartı aranmıştır. Anılan şarta bağlı olarak yabancılar için getirilen bu sınırlamanın hukukun üstünlüğü ilkesine aykırı uygulamalara yol açıp açmayacağının öncelikle değerlendirilmesi gerekir.

75. Zira müdahaleye dayanak oluşturan 6100 sayılı Kanun'un 334. maddesinin (3) numaralı fıkrasındaki mütekabiliyet şartı kişilerin özel durumlarını (statü, ödeme gücü vs.) dikkate almadan kategorik bir yaklaşımla yabancıların adli yardımdan yararlanmalarına sınırlama getirmektedir. Söz konusu yaklaşımın sosyal ve ekonomik durumları itibarıyla ödeme gücü bulunmadığı açıkça anlaşılan yabancı kişilerin sırf karşılıklılık şartı yerine getirilmediği gerekçesiyle dava açma hakkından yoksun bırakılmaları sonucunu doğuracaktır. Bu ise mahkemeye erişim hakkı bağlamında ciddi sorunlara yol açabilecektir.

76. Adli yardımdan yabancıların faydalanması konusunda öngörülen mütekabiliyet şartı ile ilgili olarak uluslararası hukukta demokratik devletler arasında genel bir kabulün bulunmadığı, esasen yasal olarak ikamet ettiği durumlarda karşılaştırmalı hukuk örneklerine göre yabancılar yönünden mütekabiliyet şartının aranmadığı, nitekim AİHM'in de konu hakkındaki içtihadının benzer yönde olduğu anlaşılmıştır (bkz. §§ 48-53).

77. Başvuru konusu olayda Mahkeme başvurucuların kişisel ve ekonomik durumlarını dikkate almadan sırf mütekabiliyet şartı gerçekleşmediği için adli yardım talebinin reddine karar vermiştir. 6100 sayılı Kanun'un anılan maddesi yabancıların adli yardım talebinden faydalanmasında yalnızca mütekabiliyet ilkesine göre değerlendirme yapılarak karar vermesini emretmektedir.

78. Mütekabiliyet şartının kategorik olarak uygulanması zorunluluğu getirilmek suretiyle hâkime, dava açmak isteyen yabancıların her somut olay özelinde ekonomik ve sosyal durumlarını dikkate alarak gerçekten ödeme gücünden yoksun olup olmadığını değerlendirmesi konusunda herhangi bir takdir yetkisi tanınmamıştır. Bu durum herhangi bir geliri bulunmayan başvurucuların ülke şartlarına göre oldukça yüksek olan mahkeme harç ve masraflarını ödemek zorunda bırakılmalarına, ayrıca devam eden yargılamada gider avansını aşan miktarlardaki masrafları ödeme zorluğuyla karşı karşıya kalmalarına yol açarak tazminat taleplerini yargı mercileri önünde dava konusu yapma ya da devam eden davayı sürdürme imkânlarının ortadan kaldırılması veya bunun ciddi ölçüde zorlaştırılması sonucunu doğurmuştur.

79. Bu itibarla somut davada müdahaleye esas teşkil eden kanunun lafzında geçen mütekabiliyet şartının mutlak kural olarak uygulanması dava açan yabancıların durumlarının değerlendirilmesine fırsat vermeden adli yardımdan yararlandırılmalarını engellemesi kanunun bizatihi kendisinden kaynaklanan ve anayasal güvencelerle çatışan bir uygulamaya neden olmaktadır.

80. Öte yandan milletlerarası hukuka uygunluk denetimi kapsamında ilk olarak yabancıların adli yardımdan faydalanması konusunda yükümlülük getiren herhangi bir antlaşmaya taraf olunup olunmadığının tespit edilmesi gerektiği hâlde Mahkemece bu yönüyle herhangi bir araştırma yapılmamıştır. Kaldı ki somut olay bağlamında ayrıca Göç İdaresinin yazı cevabında başvurucunun uluslararası koruma statüsünde olduğunu belirttiğine ayrıca işaret etmek gerekir. Nitekim ilgili mevzuatta da uluslararası statü kapsamında olanların açtığı davalarda karşılıklılık şartının aranmayacağına yönelik düzenleme yer almaktadır. İlk derece mahkemesinin ise bu konuda herhangi bir değerlendirme yapmadığı görülmüştür.

81. Dolayısıyla başvurucuların mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahalenin milletlerarası hukuka uygunluk ve kanunilik ölçütleri yönünden yapılan değerlendirme sonucunda ihlale yol açtığı kanaatine varılmıştır.

82. Açıklanan gerekçelerle başvurucuların Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. Diğer İhlal İddiaları Yönünden

83. Başvurucuların mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkı ile adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği yönündeki diğer şikâyetleri hakkında kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

D. Giderim Yönünden

84. Başvurucular, ihlalin tespiti ve yeniden yargılama yapılması ile tazminat talebinde bulunmuştur.

85. Anayasa Mahkemesi Hulusi Yılmaz ([GK], B. No: 2017/17428, 1/12/2022) kararında ihlalin kanundan kaynaklandığı hâllerde giderimin ne şekilde yapılacağı ile ilgili olarak ilkeleri tespit etmiştir. Kanundan kaynaklanan ihlal durumunda giderim yöntemi olarak iki seçenek öne çıkmaktadır: Bunlardan ilki Anayasa Mahkemesinin Sabri Uhrağ (B. No: 2017/34596, 29/12/2020) kararında uygulanan eski hâle getirme kuralı çerçevesinde kanuni düzenleme yapılması hususundaki keyfiyetin Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) bildirilmesidir. Öte yandan ihlalin giderimini sağlayabilecek bir diğer yöntem ise yeniden yapılacak yargılamada Anayasa'ya aykırılığın ortadan kaldırılması için -Anayasa Mahkemesinin Hulusi Yılmaz kararında benimsenen- anayasal araçların kullanılmasıdır. Bu çerçevede ihlale neden kanuni düzenlemenin Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesiyle ilgili mahkemesince itiraz yoluna başvurulması mümkün olduğu gibi uygulanacak kanun hükmünün temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşma hükümlerine aykırı olması durumunda milletlerarası anlaşma hükümleri esas alınarak uyuşmazlığın çözülebileceğine yönelik Anayasa'nın 90. maddesinin son fıkrası hükmü de uygulama alanı bulabilir.

86. Sonuç olarak anılan Anayasa hükümlerine göre mevcut başvuru bakımından mahkemeye erişim hakkının ihlalinin ve sonuçlarının giderilmesi amacıyla aşağıda belirtilen tedbirlerin uygulanması gerekir:

- Bireysel başvurunun amacına ve işlevine uygun şekilde benzeri ihlallerin de önüne geçilebilmesi amacıyla kanuni düzenleme yapılması hususundaki keyfiyetin TBMM'ye bildirilmesine karar verilmesi gerekir.

- Diğer taraftan yeniden yapılacak yargılamada uygulanacak kanun hükmünün temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşma hükümlerine aykırı olması durumunda Anayasa'nın milletlerarası anlaşma hükümlerinin esas alınarak uyuşmazlığın çözülebileceğine yönelik 90. maddesinin son fıkrası hükmü de uygulama alanı bulabilir. Ancak 152. maddesi uyarınca Anayasa'ya aykırı olan kanun hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulmasının başvuruya konu olayın şartları dikkate alındığında daha doğru olduğu açıktır. Bu sebeple yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin Samsun 1. Tüketici Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

87. İhlalin tespiti ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasının yeterli bir giderim sağlayacağı anlaşıldığından tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Adli yardım talebinin KABULÜNE,

B. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

C. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

D. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak amacıyla Samsun 1. Tüketici Mahkemesine (E.2019/70) GÖNDERİLMESİNE,

E. Kanundan kaynaklanan ihlalin giderilmesi için keyfiyetin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına BİLDİRİLMESİNE,

F. Başvurucuların tazminat talebinin REDDİNE,

G. 9.900 TL vekâlet ücretinin başvuruculara MÜŞTEREKEN ÖDENMESİNE,

H. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucuların Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

İ. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 17/5/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

---

TÜRKİYE CUMHURİYETİ

ANAYASA MAHKEMESİ

 

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

KEMTAŞ TEKSTİL İNŞAAT SANAYİ VE TİCARET A.Ş BAŞVURUSU

(Başvuru Numarası: 2020/22192)

 

Karar Tarihi: 17/5/2023

R.G. Tarih ve Sayı: 8/11/2023-32363

 

GENEL KURUL

 

KARAR

 

Başkan

:

Zühtü ARSLAN

Başkanvekili

:

Hasan Tahsin GÖKCAN

Üyeler

:

Engin YILDIRIM

 

 

Muammer TOPAL

 

 

M. Emin KUZ

 

 

Rıdvan GÜLEÇ

 

 

Recai AKYEL

 

 

Yusuf Şevki HAKYEMEZ

 

 

Yıldız SEFERİNOĞLU

 

 

Selahaddin MENTEŞ

 

 

Basri BAĞCI

 

 

İrfan FİDAN

 

 

Kenan YAŞAR

 

 

Muhterem İNCE

Raportör

:

Fatma Burcu NACAR YÜCE

Başvurucu

:

Kemtaş Tekstil İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş

Vekili

:

Av. Mahmut ÇİFTÇİ

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, sermaye şirketinin adli yardım talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 14/7/2020 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

7. Birinci Bölüm, başvurunun Genel Kurul tarafından incelenmesine karar vermiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu, olay tarihinde inşaat işi ile iştigal eden bir şirkettir. Başvurucu Şirket, Diyarbakır ili Sur ilçesi Bağıvar Mahallesi Kırklardağı mevkii 7017 ada 11 parsel sayılı taşınmazda 4 blok ve 135 daireden oluşan bir site inşa etmiştir.

10. Söz konusu sitenin bulunduğu alana ilişkin olarak Diyarbakır Büyükşehir Belediye Meclisinin revizyon nâzım imar planının iptali talebiyle Diyarbakır Valiliğince açılan davanın Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin 25/12/2014 tarihli kararıyla süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.

11. Temyiz aşamasında karar, Danıştay Altıncı Dairesinin 16/9/2015 tarihli kararıyla davanın süresi içinde açıldığı gerekçesiyle bozulmuştur. Bozma kararı üzerine Diyarbakır 1. İdare Mahkemesince yapılan yargılamada 24/11/2016 tarihli kararla Toprak Kurulu kararı olmaksızın tarım arazisinin imara açılmasında hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle söz konusu revizyon nâzım imar planının iptaline karar verilmiştir.

12. Mahkeme kararına istinaden Sur Belediye Meclisinin 11/8/2017 tarihli ve 349 sayılı kararı, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Meclisinin 15/9/2017 tarihli ve 42 sayılı kararıyla yürürlükteki 1/1.000 ölçekli imar planının da iptali sonrasında Diyarbakır Sur Belediye Başkanlığının 18/1/2018 tarihli ve 4 sayılı encümen kararı ile 7017 ada 11 parsel üzerindeki yapıların yıkılmasına karar verilmiştir. Akabinde Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığınca bu karara istinaden yıkım işlemi gerçekleştirilmiştir.

13. Başvurucu 19/3/2018 tarihinde Diyarbakır 3. İdare Mahkemesinde (Mahkeme) Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Sur Belediye Başkanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı aleyhine tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu; davaya konu yapının davalı Sur Belediyesinin yürürlükteki imar planına dayalı olarak verdiği ruhsatlara istinaden inşa edildiğini, 1/5.000 ölçekli nâzım imar planının Diyarbakır 1. İdare Mahkemesinin E.2016/824 ve K.2016/1140 sayılı kararıyla iptal edilmesi üzerine sitede yer alan bağımsız bölümlerin hukuka ve mevzuata aykırı olarak yıktırılması sebebiyle fazlaya ilişkin talebi ve dava hakkı saklı kalmak kaydıyla 5.000 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

14. Yargılama sırasında Mahkemece 24/5/2019 tarihli ara kararı ile dosya üzerinden bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiştir. 7/8/2019 tarihli bilirkişi raporunda, Yapı Tatil Tutanağı ilişiğinde bulunan ve dava konusu yapı yıkılmadan önce çekilen fotoğraflardan anlaşıldığına göre yapının %100 oranında tamamlanmış olduğu belirtilmiş; yıkım ve plan iptali sonrasında kaybolan nihai değer, yapının inşaat maliyet bedeline arsa payı değer kaybının eklenmesi suretiyle hesaplanırken taşınmazların yıktırılması sonucu kaybolan maddi değerin yıkım tarihi itibarıyla 3.842.481 TL olduğu tespit edilmiştir.

15. Mahkeme 19/9/2019 tarihli ara kararıyla, talep ettiği tazminat miktarını 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 16. maddesi kapsamında artırmak istiyorsa bu hususa dair beyanlarını sunmasını başvurucudan istemiştir.

16. Başvurucu 14/11/2019 tarihinde verdiği dilekçeyle bilirkişi raporu doğrultusunda maddi tazminat miktarını ıslah ederek toplamda 3.842.481 TL tazminat talep etmiş ve adli yardım talebinde bulunmuştur.

17. Adli yardım dilekçesinde başvurucu; ıslah harcını ödeme gücü olmadığını, Diyarbakır 3. İdare Mahkemesinde açtığı başka davaların bulunduğunu ve bilirkişi raporlarında kendisine ödenmesi gereken tazminat miktarının 17.000.000 TL olarak belirlendiğini, bunlarla ilgili ıslah talepleri nedeniyle ödemesi gereken harç miktarının çok yüksek olduğunu, iflasın eşiğine geldiğini, masraflarını karşılama gücünden yoksun olduğunu belirtmiştir.

18. Mahkemenin 21/11/2019 tarihli ara kararı ile başvurucunun adli yardım talebi reddedilmiştir. Ret gerekçesinde; başvurucu Şirketin yargılama giderlerini karşılayabilecek durumda olmadığını gösteren mali durumuna ilişkin herhangi bir belge sunmadığı, böylelikle adli yardımdan yararlanma koşullarını sağlayamadığı ifade edilmiştir.

19. Başvurucu 3/12/2019 tarihli dilekçesiyle, dava konusu inşaatın yapımı için çeşitli bankalardan krediler kullandığını, ayrıca çeşitli firmalarla taşeronluk sözleşmesi imzaladığını, dava konusu inşaatın haksız ve hukuka aykırı şekilde yıkımından sonra müvekkil Şirketin ekonomik olarak iflasın eşiğine geldiğini, bu nedenle bankalar ve tüm alacaklılar tarafından hakkında icra takibi başlatıldığını, bütün banka hesaplarına ve mal varlıklarına haciz konulduğunu belirterek karara itiraz etmiştir. Ayrıca başvurucu, aynı tarihte taşınmaz kayıtlarını ve hakkında başlatılan icra takiplerini ek beyan dilekçesiyle sunmuştur.

20. İtirazı inceleyen Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi 11/12/2019 tarihli kararıyla 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 334. maddesine göre özel hukuk tüzel kişilerinin adli yardımdan yararlanabileceğine ilişkin bir düzenleme bulunmadığını belirterek başvurucunun adli yardım talebini reddetmiştir.

21. Ret kararı ve masraf isteme yazısı başvurucu vekiline elektronik postayla 27/12/2019 tarihinde tebliğ edilmiştir.

22. Mahkemenin 31/1/2020 tarihli kararıyla dava 5.000 TL üzerinden kesin olarak kabul edilmiştir. Karar gerekçesinde, başvurucunun adli yardım talebi reddedilerek süresinde ıslah harcı yatırmadığı vurgulanmış; ıslah talebinde bulunmamış sayılmasına karar verildiği belirtilmiştir. Gerekçede; davaya konu yapının davalı Sur Belediyesinin yürürlükteki imar planına dayalı olarak verdiği ruhsatlara istinaden inşa edildiği, yargı kararınca iptal edilen plana dayalı olarak verilmiş ruhsata dair işlemin tesis edildiği tarihte plana uygun olduğu ifade edilmiştir. Hukuka aykırılığı saptanan plana ilişkin mahkeme kararı nedeniyle imar planının düzenlendiği tarih itibarıyla yürürlükten kalkacağı, bu nedenle sitenin ruhsatsız inşa edildiği sonucunun ortaya çıktığı açıklanmıştır. Hukuka aykırı bir şekilde plan oluşturan ve bu plana göre ruhsat veren davalı idarelerin kusurlu davranışı nedeniyle, idarenin işlemlerine güvenerek taşınmazı inşa eden ve malik olan iyi niyetli üçüncü kişi davacı şirketin yıktırılan taşınmazları dolayısıyla ortaya çıkan bedel zararının davalı idarelerce tazmin edilmesi gerektiği kanaatine varıldığı ifade edilmiştir.

23. Gerekçeli karar 28/3/2020 tarihinde başvurucu vekiline elektronik posta ile tebliğ edilmiş, başvurucu 25/3/2020 tarihli ve 7226 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendi gereğince pandemi nedeniyle başvuru süresinin uzatıldığını belirterek 14/7/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Kanun Hükümleri

24. 6100 sayılı Kanun'un 334. maddesi şöyledir:

''(1) Kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olan kimseler, iddia ve savunmalarında, geçici hukuki korunma taleplerinde ve icra takibinde, taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması kaydıyla adli yardımdan yararlanabilirler.

 (2) Kamuya yararlı dernek ve vakıflar, iddia ve savunmalarında haklı göründükleri ve mali açıdan zor duruma düşmeden gerekli giderleri kısmen veya tamamen ödeyemeyecek durumda oldukları takdirde adli yardımdan yararlanabilirler.

 (3) Yabancıların adli yardımdan yararlanabilmeleri ayrıca karşılıklılık şartına bağlıdır.''

25. 6100 sayılı Kanun'un 336. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"Adli yardım, asıl talep veya işin karara bağlanacağı mahkemeden; icra ve iflas takiplerinde ise takibin yapılacağı yerdeki icra mahkemesinden istenir.

Talepte bulunan kişi, iddiasının özeti ile birlikte, iddiasını dayandıracağı delilleri ve yargılama giderlerini karşılayabilecek durumda olmadığını gösteren mali durumuna ilişkin belgeleri mahkemeye sunmak zorundadır."

26. 6100 sayılı Kanun'un 337. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

"Mahkeme, adli yardım talebi hakkında duruşma yapmaksızın karar verebilir. Ancak, talep hâlinde inceleme duruşmalı olarak yapılır. Adli yardım taleplerinin reddine ilişkin mahkeme kararlarında sunulan bilgi ve belgelerin kabul edilmeme sebebi açıkça belirtilir.

Adli yardım talebinin reddine ilişkin kararlara karşı, tebliğinden itibaren bir hafta içinde kararı veren mahkemeye dilekçe vermek suretiyle itiraz edilebilir. Kararına itiraz edilen mahkeme, itirazı incelemesi için dosyayı o yerde adli yardım talebi yapılan hukuk mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye, son numaralı daire için birinci daireye, o yerde adli yardım talebi yapılan hukuk mahkemesinin tek dairesi bulunması hâlinde ise aynı işlere bakmakla görevli en yakın mahkemeye gönderir. İtiraz incelemesi neticesinde verilen karar kesindir. Adli yardım talebi reddedilirse, ödeme gücünde sonradan gerçekleşen ciddi bir azalmaya dayanılarak tekrar talepte bulunulabilir."

27. 6100 sayılı Kanun'un 339. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

"Adli yardım kararından dolayı ertelenen tüm yargılama giderleri ile Devletçe ödenen avanslar dava veya takip sonunda haksız çıkan kişiden tahsil olunur. Adli yardımdan yararlanan kişinin haksız çıkması hâlinde, uygun görülürse yargılama giderlerinin en çok bir yıl içinde aylık eşit taksitler hâlinde ödenmesine karar verilebilir."

28. 2577 sayılı Kanun'un 31. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda; ... yargılama giderleri ... Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri uygulanır..."

2. Yasama Belgesi

29. 6100 sayılı Kanun'un 334. maddesinin gerekçesi şöyledir:

''Anayasada düzenlenen hak arama özgürlüğünün kullanılabilmesi ve adil yargılama hakkının unsurlarından olan, taraflar arasında silahların eşitliği ilkesinin hayata geçirilebilmesi için, gerekli yargılama giderlerini hiç veya sıkıntıya düşmeksizin ödeyemeyecek durumda bulunan kişilere, her türlü malî ve hukukî korunma taleplerinde kolaylık sağlanması, sosyal hukuk devleti ilkesinin gereklerindendir. Bu gereğin yerine getirilebilmesi ise adli yardım ile mümkün olacaktır.

Adli yardımdan yararlanabilme koşulları, yoksulluk ve haklılıktır. Yoksulluk, tamamen fakr-u zaruret içinde bulunmak şeklinde anlaşılmamalıdır. Kendisi ve ailesinin normal geçimini sağlayacak kadar mal ve haklara veya gelire sahip olan bir kişinin, açmak zorunda kaldığı bir dava veya kendisine karşı açılan bir dava sebebiyle yapmak zorunda kalacağı harcamaları, kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zora düşürmeksizin karşılama gücünden yoksun olan kişilerin de adli yardımdan yararlanmaları icap eder. Haklılık koşulunun varlığı konusunda ise yaklaşık ispat ölçüsünde hâkimde bir kanaatin oluşması gerekir. Talepte bulunan kişinin baştan açıkça haksız görülmüyor olması da, adli yardımın koşulu olan haklılığın ispatı için yeterli sayılabilir.

Maddenin birinci fıkrası hükmü, 1086 sayılı Kanundaki düzenlemenin günümüz Türkçesine uyarlanmış şeklidir. Ancak metne geçici hukukî koruma taleplerinde de adli yardımdan yararlanılabileceği yolunda bir ilâve yapılmıştır. Bazen dava açılmadan önce talep edilmesi gereken ihtiyatî haciz ve ihtiyatî tedbir gibi geçici hukukî korumalarda özellikle teminatların oldukça yüksek meblağlara ulaşabileceği göz önüne alındığında, bu teminatı ve diğer yargılama giderlerini ödemek zorunda kalacak olan kişilere, haklı oldukları yolunda hâkimde kanaat uyandırmaları hâlinde, adli yardım sayesinde, tüm giderlerden geçici olarak muafiyet tanınması, etkin bir hukukî korumanın gerçekleşmesine önemli ölçüde hizmet edecektir.

İkinci fıkrada, gerçek kişiler için öngörülen adli yardımdan, istisnaî olarak, kamuya yararlı dernek ve vakıfların da yararlanabilmeleri düzenlenmiştir. 1086 sayılı Kanunda, gerçek kişilerden başka sadece hayır kurumlarının adli yardım talebinde bulunabilecekleri düzenlenmişti. Ancak hukukumuzda, hayır kurumu adı altında bir tüzel kişilik kategorisi bulunmamaktadır. Kamuya yararlı dernek ve vakıfların faaliyetleri sırasında taraf olmak zorunda kalacakları dava ve işler sebebiyle yapacakları harcamaları karşılayacak yeterli malî kaynaklarının bulunmaması durumunda, gerçekleştirebilecekleri kamuya yararlı faaliyetlerin de tehlikeye girmesi söz konusu olabileceğinden, bu tür tüzel kişilerin de adli yardımdan yararlanmaları uygun bulunmuştur.

Yabancıların adli yardımdan yararlanabilmeleri için ise yoksulluk ve haklılık koşulları yanında, karşılıklılık koşulunun da bulunması gerekir. Türkiye'de adli yardım talebinde bulunan yabancının, vatandaşı olduğu ülkede, Türk vatandaşlarının da adli yardımdan yararlanabildiklerinin ispatında, iki veya çok taraflı uluslararası antlaşmalar ve ilgili ülkenin kanunlarından yararlanılabileceği gibi, fiilî uygulamaların ispatı da yeterli olacaktır.''

B. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

30. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

"Herkes davasının, medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili uyuşmazlıklar ... konusunda karar verecek olan,... bir mahkeme tarafından ... görülmesini isteme hakkına sahiptir..."

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

31. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını ve birtakım sınırlamalara maruz kalınabileceğini, mahkemeye erişim hakkının doğası gereği devlet tarafından toplumun ve bireylerin ihtiyaçları ile kaynaklarına göre yer ve zaman açısından değişebilen düzenlemelerin yapılmasını gerektirdiğini, bu açıdan anılan hakka yönelik kısıtlamalara izin verildiğini ifade etmiştir. AİHM bu sınırlamaların söz konusu hakkın özünü bozacak bir biçimde veya kapsamda bireyin mahkemeye erişimini kısıtlamaması gerektiğini, sınırlamanın meşru bir amaca hizmet etmediği ve kullanılan araçlar ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisinin bulunmadığı durumların Sözleşme’nin 6. maddesiyle bağdaşmayacağını belirtmiştir (Pasquini/San Marino, B. No: 50956/16, 2/5/2019, § 156).

32. AİHM'e göre hukuk mahkemelerine bir talepte bulunulduğunda harç ödenmesi, mahkemeye erişim hakkının özüne dokunmaması ve uygulanan tedbirlerin 6. madde ışığında izlenen hedeflerle orantılı olması şartıyla Sözleşme’nin 6. maddesiyle -tek başına- bağdaşmayan bir sınırlama olarak değerlendirilemeyecektir. Bu bağlamda başvurucunun mahkeme harçlarını ödeme gücü ve harçların uygulandığı dönemde yargılamanın hangi aşamada olduğu gibi durumlar mahkemeye erişim hakkının ihlal edilip edilmediği yönünden dikkate alınacaktır (Kreuz/Polonya, B. No: 28249/95, 13/2/2003, § 52).

33. AİHM davanın sonucundan bağımsız olarak sadece finansal nitelikli sınırlamaların adaletin yerine gelmesi açısından özellikle sıkı bir incelemeye alınması gerektiğine karar vermiştir (Podbielski ve PPU Polpure/Polonya, B. No: 39199/98, 26/7/2005, § 65; FC Mretebi/Gürcistan, B. No: 38736/04, 31/7/2007, § 47; Paykar Yev Haghtanak Ltd/Ermenistan, B. No: 21638/03, 20/12/2007, § 45).

34. AİHM, öngörülen mahkeme harcının başvurucunun ekonomik durumu çerçevesinde değerlendirilerek yüksek olup olmamasına ilişkin gerekçenin açıklamamasının mahkemeye erişim hakkının özüne yönelik bir müdahale anlamına geldiğini belirtmiştir (Weissman ve diğerleri/Romanya, B. No: 63945/00, 20/5/2006, §§ 39-42, AİHM 2006‑VII (alıntılar); Laçi/Arnavutluk, B. No: 28142/17, 19/10/2021, § 52).

35. AİHM ayrıca tüzel kişilere adli yardım verilmesi hususunda Sözleşme’ye taraf devletler arasında bir görüş birliği hatta sağlam bir eğilim bulunmamasına rağmen gerçek ve tüzel kişiler arasında bir ayrım yapmadan mahkemeye erişim hakkına ilişkin aynı ilkeleri uyguladığını ifade etmiştir (Teltronic-CATV/Polonya, B. No: 48140/99, 10/1/2006 §§ 45-49; FC Mretebi, §§ 39-41; Agromodel OOD ve Mironov/Bulgaristan, B. No: 68334/01, 24/10/2009 §§ 34-37, Sace Elektrik Ticaret ve Sanayi A.Ş./Türkiye, B. No: 20577/05,22/10/2013, § 28).

36. AİHM bireysel başvurulara konu davalarda ilgili yönetmelik veya ihtilaf konusu uygulamayı kavram olarak incelemenin görevi olmadığını, bu kapsamda dile getirilen hususları genel bağlamdan olabildiğince uzaklaşmadan incelemekle yetineceğini ifade etmiştir (Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye [BD], B. No: 13279/05, 20/10/2011, § 69).

37. AİHM, mahkeme harç sistemini alacak miktarı ile mahkeme harçları arasında bir bağ kuracak şekilde düzenlemenin devletin takdir yetkisine girdiğini kabul etmiştir. Bununla birlikte bu sistem, taraflardan birinin mahkeme harçlarını ödemekten tamamen veya kısmen muafiyet ya da mahkeme harçlarında indirim imkânından yararlanabilmesi için yeterince esnek olmalıdır (Urbanek/Avusturya, B. No: 35123/05, 9/12/2010, §§ 60-65; Chorbadzhiyski ve Krasteva/Bulgaristan, B. No: 54991/10, 2/4/2020, § 64).

38. Adli yardım talebi reddedilen yabancı bir ticari şirketin başvurusu ile ilgili olarak AİHM Granos Organicos Nacionales A.Ş./Almanya (B. No: 19508/07, 22/3/2012) kararında yerel mahkemelerin adli yardım talebini reddederken açıkladığı gerekçelerin tatmin edici olduğunu belirterek başvuruyu reddetmiştir. AİHM anılan kararın mukayeseli hukuk başlığı altındaki 17. ve 18. paragraflarda Sözleşme'ye taraf üye ülkeler arasında 2008 yılında yapılan bir araştırmadan bahsedilerek -mütekabiliyet meselesi de dâhil olmak üzere yapılan tüm değerlendirmelerin yanı sıra- tüzel kişilerin adli yardımdan yararlanmasına ilişkin üye ülkeler arasında bir fikir birliği olmamasına özellikle dayanılarak hak ihlali olmadığı sonucuna varmıştır. Bu durumda AİHM'in sadece Granos Organicos Nacionales A.Ş./Almanya kararı metni üzerinden Sözleşme'ye taraf üye ülke hukukları arasında tüzel kişilerin adli yardımdan faydalandırılması konusunda görüş birliği olmamasının bu tür başvurular yönünden hak ihlali olmadığı kararı verilmesinin önemli bir nedeni olduğu söylenebilecektir.

39. Ancak AİHM yakın tarihli Türkiye ile ilgili verilen Nalbant ve diğerleri/Türkiye (B. No: 59914/16, 3/5/2022) kararında, Granos Organicos Nacionales A.Ş./Almanya kararındaki söz konusu değerlendirmelerine açıklık getirmiş; mahkemeye erişim hakkına dair uyguladığı genel ilkeler yönünden tüzel kişiler ile gerçek kişiler arasında herhangi bir farklılığın bulunmadığını bazı kararlarına da atıf yaparak belirtmiştir. AİHM, Granos Organicos Nacionales A.Ş./Almanya kararında hak ihlali bulmamasının nedeninin başvuranın tüzel kişi olması hususuna dayanmadığını, yerel mahkemelerin gerekçesi üzerinden değerlendirme yapıldığını ifade etmiştir. Ayrıca aynı kararda AİHM, tüzel kişiler için adli yardıma ilişkin kategorik bir yasağın Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası yönünden sorun teşkil ettiğine dair verdiği bir kararına da (Paykar Yev Haghtanak Ltd/Ermenistan, B. No: 21638/03, 20/12/2007) atıf yaparak hak ihlali sonucuna varmıştır.

40. AİHM, mahkemeye erişimin güvencelerinin devleti ilgilendiren uyuşmazlıklarda olduğu gibi özel uyuşmazlıklarda da eşit güçte geçerli olduğuna hükmetmiştir. Zira her iki tarz yargılamada da taraflardan birinin yargılamanın masrafları şeklinde mahkemeye erişim hakkına yönelik bir ihlalle sonuçlanabilen orantısız bir finansal yük taşımaya zorlanabildiğini ifade etmiştir (Čolić/Hırvatistan, B. No: 49083/18, 18/11/2021, § 53). Bununla beraber AİHM, başvuranın mahkemeye erişim hakkının orantılılığını değerlendirirken anlaşmazlığın doğasını diğerlerinin yanında tek bir unsur olarak dikkate almaktadır.

41. AİHM, yukarıda bahsedilen Nalbant ve diğerleri/Türkiye kararında başvuran şirketler hakkında yerel mahkemelerin muafiyet taleplerini yeterince detaylı bir değerlendirme yapmadan sadece iç hukukta ticari şirketler yönünden adli yardıma ilişkin bir hüküm bulunmadığına atıfta bulunarak reddettiklerini, yerel mahkemelerin iç hukukta adli yardıma dair bir hükmün olmayışını ticari amaçları olan bütün tüzel kişilere uygulanacak mahkeme harçlarından muafiyet konusunda ayrım gözetmeksizin bir kısıtlama olarak ele aldığını ifade etmiştir.

42. AİHM anılan kararda başvuru konusu davadaki yargılamanın ticari nitelikte olduğunu, başvuranların mahkeme harcını ödeyememeleri nedeniyle Yargıtaya temyiz yoluna gidemediklerini, temyiz başvuru harcının oldukça yüksek olduğunu, bu konuda iç hukukta harçların hesaplanmasında herhangi bir esnekliğin bulunmadığını, temyiz başvuru tarihinde başvuran şirketin tüm mal varlığı üzerine ihtiyati tedbir konulduğunu, şirketin ödeme gücünün bulunmadığını, yargılama makamlarının başvuranın ekonomik durumuyla ilgili bir değerlendirme yapmadığını, şirketin ortağı olan gerçek kişiler hakkında sunulan belgelerin mahkemece yeterli görülmediğini, bu konudaki delilleri değerlendirme yetkisinin AİHM'e ait olmadığını ancak mahkemelerin de kişilere yönelik destekleyici belgelerin hangi açıdan ikna edici olmadığını ortaya koymaları gerektiğini ifade etmiştir. AİHM yargısal makamların şirketlerle ilgili adli yardım taleplerine yönelik iç hukukta bir hüküm olmamasının genel bir kısıtlama nedeni olarak değerlendirilmesinin Sözleşme’nin 6. maddesi yönünden sorun oluşturacağını, mahkemelerin iç hukuk hükümlerini Sözleşme'yi uygulayacak şekilde yorumlamak ve tatbik etmek hususundaki yükümlülüğünün AİHM'in denetleyici mekanizmalarındaki ikincillik rolünün bir gereği olduğunu vurgulamıştır. AİHM bu kapsamda Kreuz/Polonya kararına atıf yaparak Yargıtayın başvurucuların dile getirdiği iddialarla ilgili değerlendirme yapmadığını belirterek devletin yargılama masraflarını geri alma konusundaki çıkarı ile başvuranların taleplerinin mahkemeler tarafından incelenmesine ilişkin çıkarları arasında adil bir denge kuramadığını belirtmiştir. AİHM netice olarak ticari şirketin ödeme gücüyle ilgili bireysel durumunu dikkate almaksızın adli yardım talebinin iç hukukta hüküm bulunmadığı gerekçesiyle kategorik olarak reddetmesinin mahkemeye erişim hakkına orantısız müdahale olduğu sonucuna ulaşmıştır (Nalbant ve diğerleri/Türkiye, §§ 41-47). AİHM ayrıca hâlihazırda mahkeme harçlarından muafiyete ilişkin genel bir yasağın Sözleşme’nin 6. maddesi yönünden bir sorun teşkil edeceğine hükmetmiştir (Paykar Yev Haghtanak Ltd./Ermenistan, § 49).

V. İNCELEME VE GEREKÇE

43. Anayasa Mahkemesinin 17/5/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

44. Başvurucu, haksız yıkım iddiasıyla açtığı tam yargı davasında adli yardım talebinin ticari şirket olması nedeniyle reddedilmesinin adil yargılanma ve mülkiyet haklarını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

45. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

 “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

46. Başvurucunun adli yardım talebinin reddedilmesi nedeniyle ekonomik gücü olmamasına rağmen dava harcı ve yargılama giderlerini ödemeye zorlanmasına bağlı olarak dile getirdiği ihlal iddiaları adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkı yönünden değerlendirilmiştir.

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

47. Başvurucu, adli yardım talebinin Mahkeme tarafından reddedilmesi üzerine 6100 sayılı Kanun’da öngörüldüğü şekilde itiraz yoluna başvurmuş; başvurucunun itirazı reddedilmiş; Mahkemenin kesin olarak nihai kararını vermesi üzerine başvurucu, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır. Başvurunun 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’da öngörülen kabul edilebilirlik şartlarını taşıyıp taşımadığı değerlendirilmelidir. Bu bağlamda öncelikle adli yardım sisteminin incelenmesi gerekmektedir.

48. Başvurucunun adli yardım talebine ilişkin karara karşı nihai hüküm verildikten sonra bireysel başvuruda bulunduğu görülmüştür. Adli yardım kurumunun niteliği ve yargılamanın her aşamasında talebe konu olabilmesi dikkate alındığında başvurucunun yargılamanın önceki aşamalarında verilen karara karşı kesin karar üzerine de başvuruda bulunabilmesinde herhangi engelin olmadığı anlaşılmıştır. Dolayısıyla başvurucunun 11/12/2019 tarihli karara karşı esas hakkındaki hüküm ile birlikte yaptığı bireysel başvuruda süre aşımının bulunmadığı açıktır.

49. Başvuru formu ile eklerinin incelenmesi neticesinde açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan başvurunun kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

i. Müdahalenin Varlığı ve Hakkın Kapsamı

50. Anayasa'nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa'nın 36. maddesine "adil yargılanma" ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerce de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme'yi yorumlayan AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

51. Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hâle getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

52. Başvurucunun adli yardım talebinin reddedilmesi sonucu masrafları ödemek zorunda bırakılması ve ıslah talebinin kabul edilmemesi nedeniyle mahkemeye erişimine müdahalede bulunulduğu açıktır.

ii. Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

53. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

 “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

54. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen şartları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir.

55. Bu sebeple müdahalenin Anayasa’nın 13. maddesinde öngörülen ve somut başvuruya uygun düşen, kanun tarafından öngörülme, meşru bir amaç taşıma, ölçülülük ilkesine aykırı olmama koşullarına uygun olup olmadığının belirlenmesi gerekir.

 (1) Kanunilik

56. Başvuru konusu olayda adli yardım talebinin 6100 sayılı Kanun'un 334. ve devamı maddelerinde öngörülen şartların gerçekleşmediği gerekçesiyle Mahkemece reddedildiği anlaşılmıştır.

57. Mahkemenin 6100 sayılı Kanun'un 334. madde hükmünü esas alarak verdiği ret kararına göre yapılan müdahalenin kanuni bir dayanağının bulunduğu açıktır.

 (2) Meşru Amaç

58. Anayasa'nın 13. maddesi temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasını, ilgili hak ve özgürlüğe ilişkin Anayasa maddesinde gösterilen özel sınırlandırma sebeplerinin bulunmasına bağlı kılmıştır. Anayasa’nın 36. maddesinde özel sınırlama nedeni düzenlenmemiştir. Anayasa’nın 36. maddesinde, adil yargılanma hakkı için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu düşünülemez. Anayasa Mahkemesi kararlarında, Anayasa'nın başka maddelerinde yer alan hak ve özgürlükler ile devlete yüklenen ödevlerin özel sınırlama sebebi gösterilmemiş hak ve özgürlüklere sınır teşkil edebileceği kabul edilmiştir. (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014; AYM, E.2014/177, K.2015/49, 14/5/2015).

59. Yargı harçları, yargı hizmetinden yararlanılması karşılığında devlete ödenen katkı payını ifade etmektedir. Yargı harcı ödeme yükümlülüğü getirilmesiyle, bölünebilen bir kamu hizmeti olan yargı hizmetinden yararlananların bu hizmetin maliyetinin bir kısmına katlanması hedeflenmektedir. Bunun yanında yargı harcının abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun taleplerin disipline edilmesi ve gereksiz başvuruların önüne geçilerek mahkemelerin meşgul edilmesinin önlenmesi amacına hizmet ettiği de açıktır. Öte yandan başvurucuların harç dışındaki yargılama giderleri karşılığında avans yatırmakla yükümlü kılınmasının amacı ise yargılama sırasında yapılması zorunlu giderleri finanse etmektir. Bu giderlerin yargı hizmeti talep eden kişi tarafından karşılanması işin doğası gereğidir (Famiye Beğim ve Mehmet Tahir Beğim, B. No: 2017/21882, 10/2/2021, § 45).

60. Genel olarak yargı harçlarına ilişkin yapılan düzenlemelerde yukarıda açıklanan meşru amacın yanında müdahaleye dayanak teşkil eden kanun hükmünün ticari şirketler açısından kategorik yasak getirmesinin meşru amacının bulunup bulunmadığının ayrıca değerlendirilmesi gerekir. Çünkü adli yardıma ihtiyacı olmayan davacılar yönünden yukarıda açıklanan meşru amacın geçerli olduğu söylenebilirse de adli yardıma ihtiyacı olduğunu ve davasının açıkça temelsiz olmadığını kanıtlayan davacılar yönünden farklı bir değerlendirme yapılması söz konusu olabilir. Ancak müdahaleye dayanak teşkil eden 6100 sayılı Kanun'un 334. maddesindeki kategorik yasağın aynı zamanda kuralın ölçülülüğü bağlamında ele alınması gereken yönlerinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Çünkü sermaye şirketlerine adli yardım konusunda getirilen kategorik yasağın gerekçesinin aynı zamanda kuralın ölçülü olup olmadığının değerlendirilmesinde de dikkate alınması gereken bir olgu olduğu açıktır. Dolayısıyla müdahalenin meşru amaca dayanıp dayanmadığı ölçülülük incelemesiyle birlikte değerlendirilecektir.

 (3) Ölçülülük

61. Adli yardım talebinin reddedilmesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişimine getirilen sınırlamanın ölçülü olup olmadığı ve başvurucuya ağır bir yük getirip getirmediği hususlarının değerlendirilmesi gerekir.

 (a) Genel İlkeler

62. Anayasa'nın 13. maddesinde yer alan ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38; Emrah Yayla [GK], B. No: 2017/38732, 6/2/2020, § 68).

63. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru kapsamında yaptığı değerlendirmelerde mahkemeye erişim hakkının kural olarak mutlak bir hak olmayıp sınırlandırılabileceğini, bu hususta devletlerin takdir hakları gereği bazı düzenlemeler yapabileceğini, bununla birlikte getirilecek sınırlandırmaların meşru bir amaç taşıması, açık ve ölçülü olması ve başvurucu üzerinde ağır bir yük oluşturmaması gerektiğini belirtmiştir (Mesut Güzel, B. No: 2014/5876, 22/9/2016, § 31).

64. Bu açıdan genel olarak gereksiz başvuruların önlenmesi suretiyle dava sayısının azaltılması ve mahkemelerin gereksiz yere meşgul edilmeksizin uyuşmazlıkların makul sürede bitirilebilmesi amacıyla belli yükümlülükler öngörülebilir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız kılmadıkça ya da aşırı derecede zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez (Serkan Acar, B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 39).

 (b) İlkelerin Olaya Uygulanması

65. Başvuru konusu davada Mahkemece adli yardım talebinin reddedilmesi üzerine başvurucunun ıslah için gerekli harç ve masrafları yatırmaması nedeniyle ıslah talebinin reddedildiği anlaşılmıştır.

66. Adli yardımdan yararlanacak kişiler 6100 sayılı Kanun'un 334. maddesinde belirtilmiştir. Buna göre ancak gerçek kişiler adli yardımdan yararlanabilecek, tüzel kişilerden ise yalnızca kamuya yararlı dernek ve vakıflar adli yardım talebinde bulunabilecektir. Nitekim madde gerekçesinde bu hususa açıkça vurgu yapılmıştır. Bu kapsamda başvurucunun ticari şirket olması nedeniyle adli yardım talepli ıslah başvurusu reddedilmiştir.

67. Anılan düzenlemeye göre kanun koyucunun ticaret şirketlerini adli yardım kurumundan faydalandırmak istemediği bu konuya kategorik olarak yasaklama getirdiği anlaşılmaktadır. Kanunun kapsam ve sınırına ilişkin bu belirlemenin yargı mercilerince geniş ölçüde uygulama birliği oluşturacak şekilde farklı yorumlamalara açık olduğu söylenemez.

68. Anayasa Mahkemesi Türkoğlu Demir Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. (B. No: 2013/5864, 20/4/2016) başvurusunda 7/7/2015 tarihli ara kararıyla başvurucu şirketin adli yardım talebini reddederek bireysel başvuru harcını yatırmaması nedeniyle başvuru hakkında düşme kararı vermiştir.

69. Anayasa Mahkemesini bu yönde değerlendirme yapmaya yönelten neden, adli yardımdan yararlanacak kişilerin 6100 sayılı Kanun'un 334. maddesinde belirtilmesi ve 6216 sayılı Kanun'un anılan Kanun'a yaptığı yollama gereği adli yardım talebinden ancak gerçek kişilerin yararlanabileceği, tüzel kişilerden ise yalnızca kamuya yararlı dernek ve vakıfların adli yardım talebinde bulunabileceği şeklindeki usule ilişkin yorumudur. Esasen söz konusu ara kararında anayasal açıdan herhangi bir değerlendirme yapılmamıştır. Bu açıdan hukuk düzenince hak ve borç sahibi olma imkânı verilen ancak gerçek kişilerden farklı olarak ödeme gücü bulunmadığı hâlde adli yardım kurumundan mahrum edilen ticari şirketlerle ilgili uygulamanın bizatihi kanundan kaynaklanmasının anayasal özerk bir yorumla değerlendirilmesi gerekmektedir.

70. Kuşkusuz kanun koyucunun adli yardım talebinden kimin yararlanacağını ve buna ilişkin koşulları belirlemede takdir yetkisi bulunmaktadır. Ancak kanun koyucunun bu takdir yetkisini anayasal ilkelere bağlı kalarak kullanması gerekir. Harç ve yargılama gideri olarak öngörülen mali yükümlülüklerle mahkemeye erişim hakkına getirilen müdahalelerin ölçülü olabilmesi için ekonomik durumu bu yükümlülüğü karşılamaya elverişli olmayan kişilere adli yardım güvencesinin sağlanması gerektiği açıktır. Nitekim kanun koyucu ödeme gücü olmayan gerçek kişiler için söz konusu yükümlülüğüne adli yardım kurumuyla istisna getirmiştir. Ancak kuralla ticaret şirketleri açısından ekonomik durumuna bakılmaksızın öngörülen kategorik yasağın objektif ve makul gerekçelerle ortaya konulması gerekir. Söz konusu gereklilik şirketler açısından farklı bir yaklaşımın benimsenmesinde ve müdahalenin ölçülü olmasının belirlenmesinde zorunlu bir unsurdur.

71. Öncelikle adli yardım talebinin kabul edilmesi için gerekli olan yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olma kriterinin sadece gerçek kişiler için geçerli bir kavram olmadığı, borca batık durumda olan yani aktifleri borçlarını karşılayamayan ticari şirketlerin de bu kapsamda değerlendirileceği, ödeme gücünden yoksunluğun ise şirketlerin yıllık ve ara dönem finansal tablolardan, denetime tabi şirketlerde denetim raporlarından, erken teşhis komitesinin raporlarından, yönetim organının tespitlerinden objektif olarak belirlenebileceği açıktır.

72. Hak ve fiil ehliyetine sahip olan tüzel kişilere hukuk düzeni tarafından borç ve yükümlülük öngörüldüğüne, bunlara aktif ve pasif dava ehliyetine sahip olarak iddialarını yargısal merciler önünde dile getirme imkânı tanındığına göre yüksek miktardaki yargılama giderlerini ödemekten aciz olan ticaret şirketleri açısından bu durumun dava açmayı zorlaştırabileceği hatta imkânsız hâle getirebileceği açıktır. Ödeme gücünden yoksun ticari şirketler açısından mevzuatta adli yardım kurumu dışında dava açmalarını kolaylaştırabilecek herhangi bir düzenleme ya da yargısal uygulama bulunmadığı da görülmüştür.

73. Dolayısıyla dava ehliyetine sahip olduğu hâlde yargılama masraflarını ödeme gücü olmadığını iddia eden hak süjesi ticaret şirketlerinden -bu konuda herhangi bir sınırlayıcı yaklaşım olmaksızın, bireysel durumları gözönünde bulundurularak- alınması gereken harç ve diğer yargılama masraflarının miktarı, ilgilinin ödeme kabiliyeti ve kısıtlamanın getirildiği dava çerçevesinde değerlendirme imkânının tanınması hukuk düzeninin herkes için öngördüğü nimet-külfet dengesinin sağlanması açısından zorunludur.

74. Bu itibarla başvuru konusu davada başvurucunun bireysel durumu değerlendirilmeden sırf tüzel kişi olması nedeniyle adli yardım müessesesinden yararlanamayacağına ilişkin olarak kanundan kaynaklanan yaklaşımın meşru amacı bulunmadığı gibi yapılan müdahalenin başvurucunun mahkemeye erişimini aşırı derecede zorlaştırdığı hatta imkânsız hâle getirdiği anlaşılmıştır. Dolayısıyla başvurucu üzerinde ağır bir külfet oluşturan söz konusu müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna varılmıştır.

75. Açıklanan gerekçelerle başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

B. Diğer İhlal İddiaları Yönünden

76. Başvurucunun mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verildiğinden mülkiyet hakkının ihlal edildiği yönündeki diğer şikâyetleri hakkında kabul edilebilirlik ve esas yönünden ayrıca bir inceleme yapılmasına gerek görülmemiştir.

C. Giderim Yönünden

77. Başvurucu; ihlalin tespiti, yargılamanın yenilenmesi ve tazminat talebinde bulunmuştur.

78. Anayasa Mahkemesi ihlalin kanundan kaynaklandığı hâllerde giderimin ne şekilde yapılacağı ile ilgili olarak Hulusi Yılmaz ([GK], B. No: 2017/17428, 1/12/2022) kararında ilkeleri tespit etmiştir. Buna göre ihlal, idari makamların veya derece mahkemelerinin Anayasa’ya uygun yorum yapmalarına imkân vermeyecek açıklıkta bir kanun hükmünü uygulamaları veya kanundaki belirsizlikler sebebiyle ortaya çıkmışsa bu ihlal, kanunun uygulanmasından değil doğrudan kanundan kaynaklanmaktadır. Bu durumda söz konusu ihlalin bütün sonuçlarıyla giderilebildiğinden söz edilebilmesi için ancak ihlale yol açan kanun hükmünün ortadan kaldırılması veya ilgili hükmün yeni ihlallere yol açılmayacak bir şekilde değiştirilmesi ya da yeni ihlallere yol açılmasının önüne geçilmesi için belirsizliğin ortadan kaldırılmasıyla giderilebilir (Hulusi Yılmaz, § 56).

79. Diğer taraftan anayasa koyucu, kanunla insan hakları alanındaki milletlerarası sözleşmelerin aynı konuda farklı hükümler içermesi durumunda çıkabilecek uyuşmazlıklarda özel bir çatışma kuralı ihdas etmiştir. Anayasa'nın 90. maddesinin son fıkrasına 7/5/2004 tarihli ve 5170 sayılı Kanun'un 7. maddesiyle eklenen cümle "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır." hükmünü içermektedir. Nitekim anılan maddenin gerekçesinde de "Uygulamada usulüne göre yürürlüğe konulmuş insan haklarına ilişkin milletlerarası andlaşmalar ile kanun hükümlerinin çelişmesi halinde ortaya çıkacak bir uyuşmazlığın hallinde hangisine öncelik verileceği konusundaki tereddütlerin giderilmesi amacıyla 90 ıncı maddenin son fıkrasına hüküm eklenmektedir." denilmiştir. Dolayısıyla bir dava sırasında uygulanacak kanun hükmünün temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşma hükümlerine aykırı olması durumunda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınarak da uyuşmazlık çözümlenebilir. Bireysel başvuru bakımından Anayasa ile Sözleşme'nin ortak koruma alanında yer alan temel hak ve özgürlüklerin kapsamına özel olarak dikkati çekmek gerekir. Ortak koruma alanında bulunan Sözleşme'de yer alan hak ve özgürlükler zaten Anayasa hükümleri ile korunduğu için yukarıdaki çatışma kuralının uygulanmasından önce somut norm denetimine başvurulmasının ayrı bir önemi vardır (Hulusi Yılmaz, § 53).

80. Bu aşamada belirtmek gerekir ki Anayasa'da yer alan kuralların temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvence ve ölçütlerin yorumlanması bakımından bütün anayasal organların yetkisi bulunmakla birlikte norm denetiminde olduğu gibi bireysel başvuru yolunda da Anayasa maddelerinin nihai yorum yetkisi Anayasa Mahkemesine aittir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Kadri Enis Berberoğlu (2) [GK], B. No: 2018/30030, 17/9/2020, § 71). Bu durumda Anayasa hükümlerinin yeknesak bir biçimde uygulanması ve yorumlanmasını sağlamak açısından dava sırasında resen veya talep üzerine uygulanacak kanun hükmünün Anayasa'ya aykırı olduğu iddiasının ciddi olduğu kanısına varan mahkemenin öncelikle Anayasa'nın 152. maddesine göre itiraz yoluna başvurması beklenir. Nitekim yukarıda değinilen çatışma kuralından farklı olarak somut norm denetimi kapsamında ilgili kanun hükmünün Anayasa'ya aykırı olduğunun tespit edilmesi hâlinde iptal edilerek yürürlükten kaldırılması sağlanmaktadır. Bununla birlikte çeşitli sebeplerle itiraz yoluna gidilmesinin mümkün olmadığı veya Anayasa'da yer almayan ancak milletlerarası antlaşmalarda düzenlenen hükümlerin uygulanmasının söz konusu olduğu ya da benzeri sebeplerle kimi durumlarda Anayasa'nın 90. maddesinin son fıkrasındaki anılan hükmün de uygulama alanı bulabileceği hatırda tutulmalıdır.

81. Kanundan kaynaklanan ihlal durumunda giderim yöntemi olarak iki seçenek öne çıkmaktadır. Bunlardan ilki Anayasa Mahkemesinin Sabri Uhrağ (B. No: 2017/34596, 29/12/2020) kararında uygulanan eski hâle getirme kuralı çerçevesinde kanuni düzenleme yapılması hususundaki keyfiyetin Türkiye Büyük Millet Meclisine (TBMM) bildirilmesidir.

82. Öte yandan ihlalin giderimini sağlayabilecek bir diğer yöntem ise -Anayasa Mahkemesinin Hulusi Yılmaz kararında benimsenen- ihlale neden kanuni düzenlemenin Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesiyle ilgili mahkemesince itiraz yoluna başvurulmasıdır. Somut başvuru bağlamında bu hususun da ayrıca değerlendirilmesi gerekir.

83. Sonuç olarak anılan Anayasa hükümlerine göre mevcut başvuru bakımından mahkemeye erişim hakkının ihlalinin ve sonuçlarının giderilmesi amacıyla aşağıda belirtilen şu iki yöntemin birlikte uygulanması gerektiği değerlendirilmektedir:

- Bireysel başvurunun amacına ve işlevine uygun şekilde benzeri ihlallerin de önüne geçmek amacıyla kanuni düzenleme yapılması hususundaki keyfiyetin TBMM'ye bildirilmesine karar verilmesi gerekir.

- Diğer taraftan yeniden yapılacak yargılamada uygulanacak kanun hükmünün temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşma hükümlerine aykırı olması durumunda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınarak uyuşmazlığın çözülebileceğine yönelik Anayasa'nın 90. maddesinin son fıkrası hükmü de -yukarıda değinilen koşullar dâhilinde (bkz. § 79)- uygulama alanı bulabilir. Ancak yukarıda da izah edildiği üzere Anayasa'nın 152. maddesi uyarınca Anayasa'ya aykırı olan kanun hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulması başvuruya konu olayın koşulları dikkate alındığında daha doğru bir yol olarak ortaya çıkmaktadır. Anayasa'nın 152. maddesi uyarınca ilgili kanun hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesine itiraz yoluyla başvurulmasının sağlanması amacıyla yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunduğundan kararın bir örneğinin Diyarbakır 3. İdare Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

84. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 446,90 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.346,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

85. Yeniden yargılama yapılması bu aşamada yeterli bir giderim sağlayacağından başvurucunun tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak amacıyla Diyarbakır 3. İdare Mahkemesine (E.2018/324) GÖNDERİLMESİNE,

D. Kanundan kaynaklandığı tespit edilen sorunun çözümü için keyfiyetin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına BİLDİRİLMESİNE,

E. 446,90 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.346,90 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 17/5/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.