Toplumu oluşturan bireylerin en temel haklarını muhafaza eden ve geliştiren ön önemli unsurlardan birisi, tarafsız, bağımsız, güçlü ve her türlü baskıya ya da müdahaleye rağmen boyun eğmeyen bir adalet mekanizmasıdır. Hukuk, bu mekanizmanın güçlü kalabilmesine yönelik kurallar ihdas etse de bu kuralları uygulayacak güçlü bir iradenin varlığı, insanlığın sahip olduğu en temel hakların korunmasında oldukça önem arz etmektedir.
Adalet mekanizmasının, toplumu oluşturan bireylerin temel haklarını koruyucu ve güçlendirici bir nitelik arz etmediği toplumlarda insanlığın en temel bileşimi olan yaşam hakkı başta olmak üzere insanlığın sahip olduğu birçok hak tehlike altındadır. Bu yönüyle güçlü bir adalet sistemi ve uygulayıcıları, bireyin yaşama dair sahip olduğu tüm haklarını muhafaza etmesinde en önemli güvence ve teminattır.
Tarafsız, bağımsız, güçlü ve hiçbir baskıya ya da tehdide boyun eğmeyen bir adalet anlayışının ne denli önemli olduğu ülkemizin son bir haftalık gündemiyle de ortaya çıkmaktadır.
İş bu yazımızda, insanlık onuru ve haysiyetinden yoksun, en asgari bir şekilde vicdan ve merhamet duygusu bulunmayan eğitimli suç profillerinin yeni doğmuş bebekler üzerinden kurduğu aşağılık düzenin hesabını soran yargı mensuplarının bu iradesinin toplum için ne kadar değerli, kıymetli ve hayati olduğu anlatılmaya çalışılacaktır.
Adaletin Toplum İçin Önemi
Fransız düşünür Blaise PASCAL, “ Adalete dayanmayan kuvvet zalim, kuvvete dayanmayan adalet acizdir.” diye buyurmuştur. İlgili deyişte geçtiği üzere, kuvvet adil olduğu sürece toplumu oluşturan bireyler için faydalı, adalet ise kuvvete boyun eğmediği sürece bireyin hakkını muhafaza edebilmede başarılıdır.
Bir toplumda bireyin refahı ve güvenliği için tesis edilmesi gereken en önemli unsur, toplumu oluşturan her bir bireyin tarafsız ve bağımsızlığından şüphe duymadığı, her türlü kuvvete karşı durabilecek güçte ve asla boyun eğmeyecek olan adalet sistemidir.
Amerikalı düşünür William Ellery Channig, adaletin önemine ilişkin “Adaleti, yüksek bir kanun olarak kabul etmekten vazgeçen millet, bu felaketini hiçbir başarı ile telafi edemez.” demek suretiyle güçlü ve boğun eğmeyen bir adalet sistemini toplum açısından vazgeçilmez olarak görmüştür. Söz konusu düşünürün bildirdiği üzere, adaleti savunmayan ve korumayan toplumlarda yaşama dair başarılar önemsiz kalmaktadır. Çünkü bu toplumlarda güven ve inanç duygusu yok olmakta bu da derin bir çöküş ve karanlık getirmektedir.
Fransız yazar Emile ZOLA, “ Adalet ancak hakikatten, saadet ancak adaletten doğabilir.” diye buyurarak toplumun hakikatin ne olduğuna yönelik bilgisi ve fikrinin ancak adalet üzerinden gerçekleşebileceği ve toplum refahı ve güvenliği açısından adaletin ne denli önemli olduğu vurgulanmıştır.
Adalet kavramına yönelik yukarıda yer verdiğimiz bazı düşünürlerin deyişlerini dikkate aldığımızda, adaletin ne denli hayati ve önemli olduğu ve bir toplumun güvenliğini ve refahını sağlamadaki etkinliği ve işlerliği izahtan varestedir.
Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde ikinci katmanda güvenlik ve emniyet ihtiyacı gelmektedir. Toplumu oluşturan bir bireyin, kendisine ve yaşadığı topluma katkısı kendini ancak güvende ve emniyette hissettiği durumlarda mümkün olabilecektir. Bu emniyet ve güvenliği sağlayacak en önemli güç, kişi emniyetine ve güvenliğine gelen saldırıları en ağır şekilde cezalandıracak bir adalet sistemidir. Bu nedenle güçlü ve hür adalet en başta insanın kendini gerçekleştirmesinde ihtiyaç duyulan bir gerekliliktir.
Bir Cumhuriyet Savcısının Türk Yargısına Kattıkları
Ülkemiz açısından adalet sistemini değerlendirdiğimizde, insanımızın adalet hizmetlerinin yürütülmesine yönelik ciddi çekinceleri bulunmaktadır. Birçoğu açık kaynakta yer alan iddiaları dikkate aldığımızda,(Rüşvetle verildiği iddia edilen tahliye kararları, uyuşturucu baronu olduğu iddia edilen savcı vs.) toplumun bu yönde bir şüpheyi barındırmasının olgusal temelleri olduğunu söyleyebiliriz.
Toplumun adaletin tesisine karşı ciddi çekinceleri olduğu bir dönemde, insanlığın suç işleme eğilimindeki motivasyonun en aşağılık ve en iğrenç tarzı olan yeni doğan bebeklerin özel hastanelere sevki şeklinde gerçekleşen suç eylemlerinin bebek ölümleri ile sonuçlanması ve bunun tespit edilen iletişim içeriklerine yansıyan hali ile failler tarafından aşağılık bir şekilde idare edilmesi toplumda yoğun bir infial hali oluşturmuştur.
Açık kaynağa yansıyan bilgi ve belgeleri incelediğimizde, esasında suç eylemlerinin soruşturulmasına yönelik sürecin bir yılı aşkın süredir devam ettiğini, birçok şüpheli hakkında tutuklama tedbirinin uygulandığını görmekteyiz. Sürecin başladığı an itibarıyla toplumun hemen hemen tüm kesimi insanlık onuruna ve haysiyetine aykırı bu fiillerin varlığından habersizdi.
İşlemiş oldukları insanlık dışı fiilleri nedeniyle Türk Yargısı tarafından hesaba çekilen insan müsveddelerinin dışarda olan işbirlikçileri ise küstah bir şekilde bir Cumhuriyet Savcısını makamında tehdit etme cüretini gösterecek derecede gözlerini kararttığı tüm toplum tarafından müşahede edilmiştir. Tam da bu noktada tehdidi ve şiddeti adaletin üstünde gören bu suçlular, karşılarında görevinin ve sorumluluğunun farkında olan ve herkese rehber ve referans olmasını temenni ettiğimiz bir irade ile karşılaşmışlardır. Esasında burada dikkat çekilmesi gereken bir başka husus ise bu şahısların bir Cumhuriyet Savcısını makamında tehdit edecek kadar ileri giden gücü ve motivasyonu nerden aldıklarıdır. Kuşkusuz bunun araştırılması ve tespit edilmesi de bu tip durumların tekrarının önünde en önemli set olacaktır.
İnsanlık onurunu ayaklar altına alarak gerçekleştirdiği suç eylemlerine rağmen bu insan kılığındaki canilerin dışardaki destekçileri tarafından soruşturmayı idare eden Cumhuriyet Savcısının kendi ve ailesinin canıyla tehdit edilmesine rağmen en ufak bir şekilde sarsılmayan güçlü iradesi, tüm toplum tarafından büyük bir saygıyla karşılanmıştır. Bir an için yargı mensubunun temel görevi olarak görülen bu irade esasında toplumun adalete karşı inancının zayıfladığı bir dönemde bir devrim niteliğindedir. Yeri gelmişken şunu da belirtmeliyim ki, kahraman yargı mensuplarımız tarafından hakikatin ortaya çıkarılmasındaki maharette takdire şayandır. Kuşkusuz marifet iltifata tabi olmaktadır. Yargı mensuplarımızın bu mücadelesi de mutlak surette milletimizin gönlünde her daim var olacaktır.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin şeref ve haysiyetini her türlü gücün üstünde tutarak suçlulara boyun eğmeyen yargı mensuplarımız topluma ilk olarak hakikatin ne olduğunu en çıplak en yalın haliyle göstermişlerdir. Türk toplumu, sağlığını ve neslini hedef alan bu suç yapılanmalarının ahlaksızlıklarını ve vicdansızlıklarını en net haliyle görmüştür ve hafızasına yerleştirmiştir. Türk yargısının her bir mensubuna rehber ve referans olmasını dilediğimiz bu iradenin icra edilmediğini varsaydığımızda kuvvetle muhtemel toplum bu vicdansızlıktan ve ahlaksızlıktan bihaber olacaktı. Bu nedenle başarılı ve iradeli yargı mensuplarımıza en başta bunu temin ettikleri için kuvvetli bir minnet ve teşekkür borçluyuz. Bunun yanı sıra kitle iletişim araçlarının bilinirliği ve farkındalığı oluşturan en önemli unsur olduğu bu çağda yargı mensuplarımızın hassasiyeti ile hareket edip hakikati bizlere ilk elden sunan toplumun bu konuda farkındalığını oluşturan basın emekçilerine de toplum olarak bir minnet ve teşekkür borcumuz bulunmaktadır.
Kahraman Cumhuriyet Savcılarımız tarafından gösterilen güçlü ve ilkesel bu irade toplumun adaletin tesisine yönelik güven ve inancı açısında Türk Yargısını güçlendirmiştir. Elbette sırf bu durum, toplumun adaleti tesis eden hukuk düzenine olan bağlılığını ve güveni tesis etmeyecek olsa da güzel emsal olması açısından kamusal bir faydaya yönelik tarihi ve önemli bir kazanımdır. Hakiki manada bir adalet anlayışının toplumu oluşturan bireylere sağlayacağı güvence ve teminatlara yönelik inancı artıran bu hadise bu yönüyle oldukça önemli kabul edilmelidir.
Görevinin bilincinde ve sorumluluğunda olan yargı mensuplarımız Türk toplumuna hakikati sunup, tehdit ve baskıya boyun eğmeyen iradeleri ile tüm suç ve şer odaklarına en kararlı mesajı iletmişlerdir. Kuşkusuz bu mücadele, Türkiye Cumhuriyeti devletinde adalet dağıtan bir kurumun mensubunun tehdit edilemeyeceğini öğrenecekleri ana kadar devam edecektir.
Cumhuriyet savcılarımız tarafından yüksek görev ve ahlak bilinci ile icra ettikleri bu görevleri toplumun tüm kesimi tarafından sitayişle karşılanmıştır. Buna bağlı olarak bu hususun devlet yönetimi tarafından hukuki usuller çerçevesinde ödüllendirilmesi bu mücadelenin devamlılığı ve gücü açısından oldukça itici bir unsur olacaktır. Tarafımızca tarihi bir duruş olarak kabul gören bu mücadelenin Türk Milletinin zihninde ve belleğinde yer edindiği konusunda en ufak bir şüphemiz bulunmamaktadır.
“Bir memlekette namuslular namussuzlar kadar cesur olmadıkça bize kurtuluş yok”