Geçtiğimiz günlerde Avrupa Konseyi, atlı sayfalık Yapay Zekâ ve İnsan Hakları, Demokrasi ve Hukukun Üstünlüğü Çerçeve Sözleşmesi’ni yayımladı[1]. Söz konusu Sözleşme’nin bu alanda hukuki bağlayıcılığı olan ilk uluslararası belge olduğu da vurgulandı. Yapay zekâ sistemlerinin insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü ile uyumlu bir sürecin sağlanabilmesi adına oluşturulan bu çerçeve sözleşmeye ihtiyaç duyulması beraberinde birtakım soruları da getiriyor. Örneğin, yapay zekâ bir demokrasi krizi mi doğuruyor? Ya da yapay zekâ insan haklarını ihlâl edici eylemlerde mi bulunuyor? Bu yazıda ise demokrasi krizini ele almaya çalışacağım.

Yapay zekâ kavramı ilk kez 1995’te John McCarthy tarafından Dartmouth Konferansı’nı organize edebilmek için yaptığı bir fon başvurusunda kullanılıyor. Konferansın organizatörlerinden Marvin Minsky ise olması gereken güçlü bir yapay zekâyı insan zekâsı ile eş düzeyde ve öngörülebilir bir gelecekte de insan zekâsı yerine geçebilecek şekilde nitelendiriyor[2]. En nihayetinde geldiğimiz noktada ise yapay zekâ yalnızca insanların sorularına cevap alabildiği, görsel ya da sunum içeriği hazırlayabildiği teknolojik gelişmelerden çok daha fazlası. Minsky’nin ifade ettiği gibi yapay zekâ artık insanların kişisel verilerini, zayıf yönlerini, ilgi odaklarını toplayarak (veri madenciliği) çeşitli çıkarımlar (profilleme) yaparak karşısındaki kullanıcıyı manipüle edebilir ve ikna edebilir bir noktaya getiriyor. Hatta başarılı da oluyor. Peki bu nasıl oluyor da bir demokrasi krizini beraberinde getiriyor?

Yapay zekâ teknolojisi, son yıllarda seçim dönemlerinde kampanya için başvurulan yöntemlerden biri olduğu gibi adaylar lehine ya da aleyhine propaganda amacıyla da kullanılmaya başlandı. Sosyal medyada oluşturulan sahte hesaplar ya da derin sahte teknolojisi (deepfake) ile sahte içerikler oluşturuluyor. Söz konusu bu dezenformasyon ile seçmenin oy tercihi üzerinde olumlu ve olumsuz bir etki bırakılması amaçlanıyor.

Örneğin, ABD seçimlerinde derin sahte teknolojisi ile sahte ses ve fotoğraflar oluşturuldu ve sosyal medyada bu paylaşımlar dezenformasyona neden oldu. Eski ABD Başkanı Joe Biden’ın seçmenlere oy kullanmama çağrısı yaptığı ses kaydı bunlardan biri. Yine 2024’te Hindistan seçimlerinde Bollywood sanatçılarının siyasi söylem içeren sahte videoları da benzer şekilde derin sahte teknolojisi ile oluşturularak yayıldı. Türkiye’de de seçim sürecinde benzer derin sahte teknolojisi ile yapılan videolar paylaşıldı. Derin sahte teknolojisi ile gerçekleştirilen dezenformasyon nitelikli paylaşımların sahteliği ilerleyen zamanlarda ispatlansa da halk üzerinde ilk aşamada etkisi olduğu açık. Ancak yapay zekanın seçim süreçlerine olan etkisi bunlardan ibaret değil.

Aynı zamanda seçmenlerden toplanan veriler ile seçmen profili oluşturuluyor. Sosyal medyadaki seçmen kullanıcıya ise profiline uygun kampanya reklamları sunuluyor. Temel amaç ise seçmenin karar verme iradesine etki ederek ya da manipüle ederek demokratik işlemesi gereken süreçlere etki etmek. Byung Chul – Han “Enfokrasi Dijitalleşme ve Demokrasinin Krizi” isimli kitabında kişilerin davranışlarından kişilik profili oluşturulması yöntemine psikometri adını veriyor ve siyasette pazarlama amacıyla kullanıldığını ifade ediyor[3]. Kimi zaman da seçmen karşısına çıkan aslında reklam olan görselin, metnin ya da videonun reklam olduğunu da farkına varamıyor. Çünkü bu bir gizlenmiş reklam olabiliyor. Sahte hesaplar yani botlar ile paylaşımlar yapılıyor böylelikle toplumda bir aday adına sempati kazandırılabildiği gibi nefret duygusu da aşılanabiliyor.

Chul Han’ın Enfokrasi (iletişim ve enformasyon birleşiminden türettiği kavram) olarak adlandırdığı bu demokrasi krizinde hukuk nerede konumlanıyor?

Dezenformasyona dair mevzuatımızda çeşitli düzenlemelere yer verildi toplumun her kesimi tarafından da tartışıldı. 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlar Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun, toplumda Dezenformasyon Yasası olarak bilinen 7418 sayılı Basın Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ve TCK 217/A’da düzenlenen halkı yanıltıcı ve bilgiyi alenen yayma suçu ana düzenlemeleri oluşturmaktadır.

Derin sahte teknolojisi ile üretilen içeriklerde kişilerin yüzlerinin kullanılması TCK 135 – 138 arasında düzenlenen kişisel verilere yönelik suçların oluşmasını sağlayacaktır. Beraberinde ise derin sahte teknolojisi ile üretilen videonun içeriğinde yer alan hususlar da örneğin halkı kin ve düşmanlığa sevk edici ifadeler, müstehcen görüntü içeren içerikler pek tabi başka suç tiplerini gündeme getirecektir. Video içinde gerçek olmayan ama halkı yanıltıcı bilgi içeren ifadeler de TCK 217/A kapsamında suçun oluşmasına sebebiyet verebilmektedir.

Kaldı ki dezenformasyonun gündeme gelmesi için derin sahte teknolojisinin kullanılması da gerekmemektedir. Bununla beraber sahte yani bot hesapların seçim süreçlerinde ileri sürdüğü gerçek olmayan yanıltıcı bilgiler de bu suçun konusunu oluşturabilmektedir. Bu madde hükmünde sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimsenin bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı düzenlenmektedir.

Demokratik süreçlerin dezenformasyon ile manipüle edilmesi şüphesiz ki kamu düzeni ve kamu barışını zedeleyecek niteliktedir. Ancak burada dezenformasyonun sınırının nasıl belirleneceği de beraberinde büyük bir insan hakları ihlâlini beraberinde getirmektedir: ifade özgürlüğü. Seçmenlerin bireysel düşüncelerini açıklamaları beraberinde dezenformasyon suçu tehlikesini de doğurabilmektedir. Bu sebeple bu ifade özgürlüğü ve dezenformasyon ayrımının sağlanabilmesi adına suçun meydana gelebilmesi için halk arasında endişe, korku veya panik yaratma hali de aranmaktadır. Madde hükmünden hareketle demokratik süreçlerin manipüle edilmesi tehlikesi “endişe, korku ve panik” olarak değerlendirilebilecek midir?

O halde iki ayrımın belirlenmesi gerekir. İlki seçmen ve bot hesap ayrımının nasıl yapılacağıdır. İkincisi ise ifade özgürlüğü ile dezenformasyonun sınırlarının nasıl belirleneceği.

Seçmenin, desteğini ve görüşünü açıkladığı, yorumlarda bulunduğu beyanlar şüphesiz İHAS’ın 17’inci maddesi kapsamında kalan nefret uyandıran açıklamalar olmadığı takdirde 10’uncu madde ile düzenlenen ifade özgürlüğü ile korunacaktır. Kaldı ki, İHAM Orlovskaya Iskra/Rusya kararında basın mensuplarının seçim dönemlerinde tarafsız, yansız ve eşit davranma yükümlülüklerine maruz kalmadan bilinçli seçimler yapmasını sağlayabileceğini, seçim sürecini özgürce tartışabileceğini ifade etmiştir.

Peki söz konusu beyanlarda bulunan sahte hesaplar diğer adı ile bot hesapların beyanları da ifade özgürlüğü olarak değerlendirilmeli midir? Sahte hesap/bot hesap kavramına ilk defa AYM’nin Cemal Azmi Kalyoncu kararında değinilmiştir.[4] Sahte hesapların yasaklanmasına dair kanun teklifleri de 2020 ve ikişer defa da 2022’de sunulmuştur. Ancak şu an TCK 217/A dışında sahte hesaplara yönelik bir düzenleme yer almamaktadır. Bu madde hükmünde ise failin kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi halinde cezanın yarı oranında artırılacağı düzenlenmiştir. Ancak sahte hesap, anonim hesap gibi bir ayrıma gidilmemiştir. O halde, sahte hesaplar ile seçmenlerin tercihlerinin hukuka aykırı ifadelere yer verilmeden yönlendirilmesinin önünde hemen hemen hiçbir engel şu an için bulunmamaktadır diyebilmekteyiz.

Tüm bunlardan hareketle bu çerçeve Sözleşme neden önem taşıyor?

Çerçeve Sözleşme’nin temel amacı, insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğüne ilişkin mevcut uluslararası standartları tamamlamak ve hızlı teknolojik ilerlemelerden kaynaklanabilecek yasal boşlukları doldurmak olarak ifade edilmiştir. Beraberinde ise doğrudan devletlere insan onuru ve bireysel özerklik, eşitlik ve ayrımcılık yasağı, mahremiyet ve kişisel verilerin korunmasına saygı, şeffaflık ve denetim, hesap verilebilirlik ve sorumluluk, güvenilirlik, güvenli inovasyon ilkeleri ile uyumlu olma yükümlülükleri getirmektedir. Bu yükümlülükleri yerine getirmesi gereken kişilerin kapsamı ise kamu otoriteleri adına hareket eden özel aktörler dâhil olmak üzere kamu otoritelerinin ve özel aktörlerin yapay zekâ sistemleri kullanımı olarak belirlenmiştir.

Aynı zamanda çözüm yolları, usuli haklar ve güvenceler de getirmektedir. Buna göre yapay zekâ sistemleri ve bunların kullanımı ile ilgili bilgileri belgelemek ve bunlardan etkilenen kişilerin erişimine sunulması gerekmektedir. Aynı zamanda yetkili makamlara etkin bir şekilde şikâyette bulunma olanağı tanınmalı ve kişilere bir insanla değil de bir yapay zekâ sistemi ile etkileşimde bulunduğuna dair bildirimin sağlanması da gerekmektedir. Bu kapsamda kişilerin yapay zekânın manipülatif davranışlarını fark etme imkânı tanınmaktadır. Aynı zamanda insan haklarının korunması gerekliliği de “Bir yapay zekâ sisteminin insan hakları ve temel özgürlüklerden yararlanılmasını önemli ölçüde etkilediği durumlarda, yapay zekâ sistemiyle bağlantılı olarak etkilenen kişilere etkili usuli garantiler, güvenceler ve haklar sağlanması” ifadesi ile koruma altına alınmaya çalışılmıştır.

Söz konusu düzenlemeler ile kamu otoriteleri de dâhil olmak üzere yapay zekâ aracılığı ile kişilerin iradelerine yapılacak doğrudan müdahalelerin olması engellenebilecek mi sorusunun cevabı ise bence hâlâ belirsiz.

Av. Gülşen BAŞARIR

------------

[1] Council Of Europe Framework Convention On Artifical Intelligence And Human Rights, Democracy and The Rule of Law, (Türkçe Tercüme) https://rm.coe.int/ai-convention-brochure-tr/1680b2c574

[2] Michael Wildenhain, Yapay Zekânın Kısa Tarihi (Çev. Arzu Akay Kaya), Düşbaz Kitaplar, 2025, İstanbul

[3] Byung Chul – Han, Enfokrasi Dijitalleşme ve Demokrasinin Krizi, (Çev. Mustafa Özdemir), Ketebe, 2022, İstanbul

[4] AYM, Cemal Azmi Kalyoncu, Başvuru No: 2018/5316; “…Türkiye Cumhuriyeti devleti aleyhinde kamuoyu oluşturmak için ……. web sitesinde troll olarak tabir edilen sahte kullanıcı adları ile hesap oluşturup örgüt amacı doğrultusunda paylaşımlarda bulunulduğu, bahse konu paylaşımların örgütün diğer üyeleri tarafından retweet (tekrar paylaşım) edilerek Türkiye'de ve dünyada gündem oluşturulduğu, paylaşımları yapan troll hesapların takip edilerek ve retweet edilerek fenomen hesap hâline getirildiği, bu şekilde de sosyal paylaşım sitelerinde kamuoyu algısının yönlendirildiği…”, https://www.hukukihaber.net/tutuklulugun-hukuki-olmamasi-dolayisiyla-kisi-hurriyeti-ve-guvenligi-hakkinin-ihlal-edildigine-iliskin-iddianin-kabul-edilemez-oldugu