"Kıyamet günü siz, isimleriniz ve babalarınızın isimleriyle çağrılacaksınız. Bu sebeple isimlerinizi güzelleştiriniz!"
Hz. Muhammed (s.a.v.)
-------------------------------
Makalemizin konusunu; kişilik hakları içerisinde yer alan ve kişiyi temsil eden adın kim tarafından konulacağı, velilerin ortak bir karar verememesi durumunda çözümün nasıl olacağı oluşturmaktadır.
Öncelikle Özel hukuk açısından ad, kişiyi belirgin ve tanıtan, onu diğer bireylerden ayırmaya yarayan bir kavramdır. Başka bir deyişle ad, kişinin toplum içinde belirlenmesinin ve bu konuda gerekli düzenin sağlanmasının önemli bir aracıdır. Kendine özgü kişiliği ve özvarlığı olan her birey, başkalarından adıyla ayırt edilir, toplum ve ailesi içinde bulunanlar yer alır. Onun içindir ki, her kişinin bir adının olması ve bu adın yöntemince nüfus siciline yazılması yasayla zorunlu kılınmıştır. Bu zorunluluk aynı zamanda kişinin, yaşamıyla özdeşleşen ve kişiliğinin ayrılmaz bir öğesini oluşturan adını özgürce seçmesi ve onurla taşıması için kendisine tanınmış bir temel kişilik hakkıdır. Ad üzerindeki bu hak, Anayasamızda güvence altına alınmış bulunan temel hak ve özgürlükler kapsamında olup, her Türk yurttaşının milli kültür ve çağdaş hukuk düzeni içinde eşit olarak yararlanması ilkesine dayandırılmıştır. Adın temel kişilik hakları içerisinde taşıdığı önemi göz önünde bulunduran Medeni Kanunumuz da kişiliği korumaya ilişkin hükümlerle yetinmeyip (m.23/24), onu ayrıca düzenlemek yoluna gitmiştir (m.25-26).
Çocuğun doğumu, Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun Doğum Bildirimi başlıklı 15. Maddesi’nde düzenlenmiştir ve ilgili kanun maddesi;
“veli, vasi, kayyım, bunların bulunmaması hâlinde çocuğun büyük ana, büyük baba veya ergin kardeşleri ya da çocuğu yanında bulunduranlar tarafından yapılır. Çocuğa konulan ad, üç adı geçmemek üzere ve kısaltma yapılmadan yazılır. Doğum ve gebelik raporu ile doğumun bildirilmesi ve doğum tutanağının düzenlenmesine ilişkin usul ve esaslar Sağlık Bakanlığının görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenir…” şeklindedir
Kanunda adın konulmasına ilişkin olarak sadece üç adı geçmeme ve kısaltma yapmama kuralı getirilmiştir. Çocuğa ad verme kuralına yer verilmemiştir.
Ancak Öz adın kazanılmasına ilişkin kurala 4721 sayılı Medeni Kanunu’nda yer verilmiş ve ana kural olarak ana ve babanın, çocuğun öz adını birlikte koymaları şeklinde düzenlenmiştir. İlgili kanun maddesine yer verecek olursak;
Türk Medeni Kanunu Velayetin Kapsamı başlıklı Madde 339’a göre; “Ana ve baba, çocuğun bakım ve eğitimi konusunda onun menfaatini göz önünde tutarak gerekli kararları alır ve uygularlar.”
Çocuk, ana ve babasının sözünü dinlemekle yükümlüdür.
Ana ve baba, olgunluğu ölçüsünde çocuğa hayatını düzenleme olanağı tanırlar; önemli konularda olabildiğince onun düşüncesini göz önünde tutarlar.
Çocuk, ana ve babasının rızası dışında evi terk edemez ve yasal sebep olmaksızın onlardan alınamaz.
Çocuğun adını ana ve babası koyar.” Şeklindedir.
Ana babanın çocuklarına öz ad koyma hakkının, her ne kadar MK. 339’da velayete bağlandığına ilişkin bir hüküm yoksa da; maddenin velayetin kapsamı başlığı altında yer alması, öz ad koyma hakkının sadece velayete sahip olan ana ve babaya ait olduğunu göstermektedir.
Bu bakımdan, ana ve babası evli iken doğan çocuğun öz adını, ana babanın ikisi de velayet hakkına sahipseler, birlikte koyarlar. Velayet hakkı anadan veya babadan alınmışsa, çocuğun adını diğeri koyar. Aynı durum, ana ve babanın her ikisinin de ölmüş ya da gaipliğine karar verilmiş olması halinde de yürür. Anası babası evli olmayan çocuklar üzerindeki velayet kanun gereği anaya ait olduğu için (MK 337/1), çocuğun adı öz anası tarafından konulur. Ancak, MK 337/II’deki hallerden birinin varlığı sebebiyle velayet babaya verilmiş ise, adı koyma hakkı da ona geçer. Eğer hâkim, aynı hükme göre, çocuğa vasi atamayı tercih etmiş ise; çocuğun adını vasi koyar.
Doğumun bildirilmesini düzenleyen NHK 15 çocuğa öz adını kimin koyacağına ilişkin bir hüküm yer almamaktadır. Peki eşlerin çocuğa ad koyma hususunda anlaşamamaları halinde, mesele nasıl çözülecektir? Bu bağlamda konuya ilişkin olarak Yargıtay kararına yer verecek olursak;
YARGITAY İKİNCİ HUKUK DAİRESİ’NİN 2016/26017 ESASLI, 2017/14036 KARAR SAYILI, 04.12.2017 TARİHLİ İLAMINDA;
“…Dava konusu; 21.09.2016 tarihinde doğan ortak çocuğa davalı annenin kendisine haber vermeksizin "Ömer Asaf" adını koyduğunu, ortak çocuğun adına anne ve babanın uzlaşmasıyla karar verilebileceğini belirterek, Türk Medeni Kanununun 195 inci maddesine göre hakimin bu konuda müdahalesini talep ve dava etmiş,
İlk derece mahkemesince; "5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun ilgili maddesine göre doğum bildiriminin anne tarafından yapılabileceği ve annenin ortak çocuğa tek başına ad koymasında yasal bir engel olmadığı" gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından TEMYİZ EDİLMİŞTİR.
Çocuğun adını ana ve babası koyar (TMK m. 339/5). Evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi veya evlilik birliğine ilişkin önemli bir konuda uyuşmazlığa düşülmesi hâlinde, eşler ayrı ayrı veya birlikte hâkimin müdahalesini isteyebilirler. Hâkim, eşleri yükümlülükleri konusunda uyarır; onları uzlaştırmaya çalışır ve eşlerin ortak rızasıyla uzman kişilerin yardımını isteyebilir. Hâkim, gerektiği takdirde eşlerden birinin istemi üzerine kanunda öngörülen önlemleri alır (TMK m. 195).
Doğum bildirimi; veli, vasi, kayyım, bunların bulunmaması hâlinde çocuğun büyükana, büyükbaba veya ergin kardeşleri, ya da çocuğu yanında bulunduranlar tarafından yapılır (5490 S.k m. 15/5).
Mahkemenin gerekçesine esas aldığı Nüfus Hizmetleri Kanununda çocuğun adının konulmasına ilişkin bir düzenleme olmayıp, Kanunun 15/5 inci maddesinde doğum olayının BİLDİRİLMESİ DÜZENLENMEKTEDİR.
Ana ve babanın, velayet hakkının kapsamı içerisinde yer alan çocuğun adı konusunda anlaşmazlığa düşmeleri halinde, ana ve baba ayrı ayrı veya birlikte hâkimin müdahalesini isteyebilirler. O halde; mahkemece tarafların gösterdikleri deliller usulüne uygun şekilde toplanıp taleple ilgili olarak, Türk Medeni Kanununun 195 inci maddesinde gösterilen usul çerçevesinde bir karar vermek gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmayıp, BOZMAYI GEREKTİRMİŞTİR…”
İfadelerine yer verilmiştir.
Tam da bu noktada hâkimin müdahalesinin nasıl olacağı konusunun ele alınması gerekir;
Hâkimin müdahalesi Türk Medeni Kanunu’nun 195. Maddesinde düzenlenmiştir ve kanun maddesi;
Birliğin Korunması başlıklı 195. Maddesi;
“Evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerin yerine getirilmemesi veya evlilik birliğine ilişkin önemli bir konuda uyuşmazlığa düşülmesi hâlinde, eşler ayrı ayrı veya birlikte hâkimin müdahalesini isteyebilirler.
Hâkim, eşleri yükümlülükleri konusunda uyarır; onları uzlaştırmaya çalışır ve eşlerin ortak rızası ile uzman kişilerin yardımını isteyebilir.
Hâkim, gerektiği takdirde eşlerden birinin istemi üzerine kanunda öngörülen önlemleri alır.” şeklindedir.
Madde metninde de görüldüğü üzere, hâkimin müdahalesi için;
- Konunun, evlilik birliği ile ilgili olması,
- Taraflardan en azından birinin, evlilik birliği kaynaklı yükümlülüklerini yerine getirmiyor olması ya da birliğin sağlıklı devamını engelleyici önemli bir konuda eşler arasında uyuşmazlık olması,
- Eşlerin ayrı ayrı ya da birlikte talepte bulunmaları,
gereklidir.
Kanaatimiz; hâkimin konuya ilişkin olarak eşlere birer isim verme olanağı tanıyarak, sorunu en adil çözümle sonuçlandırabileceği yönündedir.
.
Av. Arb. Begüm GÜREL (L.L.M)
Stj. Av. Gamze TOPÇU
.
(Bu köşe yazısı, sayın Av. Begüm GÜREL tarafından www.hukukihaber.net sitesinde yayınlanması için kaleme alınmıştır. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısının tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan köşe yazısının bir bölümü, aktif link verilerek kullanılabilir. Yazarı ve kaynağı gösterilmeden kısmen ya da tamamen yayınlanması şahsi haklara ve fikri haklara aykırılık teşkil eder.)