Ülkemizde yargıda en önemli sorun nedir diye sorulsa, bu soruya verilecek cevaplar arasında ilk üçte kesinlikle “uzun yargılama süreleri” başlığı yer alacaktır. Son yıllarda giderek daha da derinleşen bir sorun olan yargılama sürelerinin uzaması, git gide işin içinden çıkılmaz bir hale dönüşmektedir. Yargılama sürelerinin makulün ötesinde uzaması, farklı birçok sorunlara yol açmaktadır.

Anayasamızın 36.maddesinde “hak arama hürriyeti” başlığı altında adil yargılanma hakkı, 141.maddesinde ise “davaların mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevi” olarak tanımlanmıştır. Bunun haricinde İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6.maddesinde “adil yargılanma hakkı” başlığı altında herkesin “makul bir süre içinde” yargılanma hakkı olduğu ifade edilmiştir. Bunların haricinde HMK 30.maddede “usul ekonomisi ilkesi” yer almış, yargılamanın “makul süre içinde” yapılması gerektiği belirtilmiştir. CMK 190.maddesinde de “duruşmlara ara verilmeksizin devam edilerek hüküm verilmesi gerektiği” ifade edilmiştir.

Dolayısıyla “makul sürede” yargılama yapılması, hem Anayasal hem de İHAS bakımından temel haklardan biridir. Ayrıca CMK’da ve HMK’da çeşitli maddelerde bu durum yer almıştır. Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında da makul sürede yargılanma hakkı belirtilmiş, aksi durumun adil yargılanma hakkını ihlal ettiği ifade edilmiştir. Makul sürede yargılanma hakkı, adil yargılanma hakkı başlığı altında düzenlenerek bu hususun ne kadar önemli olduğu ortaya konulmuştur.

Ülkemizde uygulama maalesef çok kötü durumda. Sürece özel hukuk açısından bakarsak, dava dilekçesinin verilmesinden sonra duruşma günü almak 6 ayı bulmakta. Yargılamanın 3-4 celse süreceği kabul edilirse bu celse araları en az 3 ay süreleri sürmekte. Yani dava dilekçesinin verilmesi sonrası bir dosyanın ilk derece mahkemesinde karara çıkması kanaatimce en az 18 ayı bulmakta. Bu sürelerin kısaldığına şahit olmak istisnai bir durum olmakla birlikte mahkemelerin yoğunluğu, tanıklara ulaşılamaması, bekletici sebepler, araya adli tatil girmesi, dosyadaki hakim değişikliği, bilirkişi raporlarının beklenmesini, hakim avukat mazeretlerini de eklersek en az 18 aylık süreç çok daha uzun sürelere çıkabiliyor.

Ceza yargılamalarında soruşturma safhaları dosyadan dosyaya değişiklik göstermekle beraber sürecin çok daha öngörülemez olduğunu ifade edebiliriz. Kovuşturma safhasının da kısa sürmediği malumdur. İlk derece mahkeme kararı sonrası istinaf ve temyiz mercilerinde de dosyalar hayli uzun bir süre beklemektedir. Tabii istisnalar olmakla beraber istinaf süreci 2 yıl, temyiz sürecini de 3 yıl olarak ifade edebilirim. Kabaca bir hesap yaparsak, dosyanın kesinleşmesi 7-8 yılı aşan bir süreyi bulmaktadır. Yeri gelmişken ifade edelim, 4-5 yıldır iddianamesi yazılmayan savcılık dosyaları da, 9 ayda kesinleşmiş (istinaf ve temyiz mercileri dahil) dosyalarda şahit olunmaktadır. Yani istikrar kazanmış bir süreç olduğunu söylemek mümkün değil.

Kanaatimizce bu süreler çok uzun, makulün çok ötesinde olan sürelerdir. Uzun yargılama süreleri hakkındaki şikayetler üzerine Bakanlık, “yargıda hedef süre uygulaması” başlattı. Yargılama başlarken dosyanın ne kadar sürede sonuçlandırılmasının hedeflendiği ve bunun dosyada yer aldığı bir evraktan öteye geçmeyen bir uygulama olmuştur. Yani hedef süre uygulamasının, süreçlerin hızlanmasına hiçbir katkısı olmadığını ifade etmek isterim.

7 yıllık aktif avukatlık sürecimde sorunların kaynağını ve çözüm önerilerimizi şu şekilde sıralayabilirim.

Uzun süren yargılamalar mahkemeler üzerinde çok fazla iş yükü oluşturmuş. Haliyle bu iş yükünün temizlenmesi ve yeni gelen davalar, süreçleri çok yavaşlatmakta. Biriken dosyaların karara çıkartılması ve yeni gelen dosyalara işlemler yapılması için çok mahkemelerin çok yoğun tempoda çalışması şarttır.

Hakim-savcıların performansları objektif kriterlere göre ölçülmemektedir. Bu da ister istemez bir rahatlık oluşturmaktadır. Hakim-savcıların performansları objektif kriterlere göre ölçülmeli, bu performans yargı süjeleri ile paylaşılmalıdır.

Hakim-savcıların mutlaka ihtisaslaşması gerekmektedir. Bir ceza mahkemesi hakiminin icra hukuk yada aile mahkemesine tayin edilmesi, o hakimi ister istemez zorlayacaktır. Yahut aynı şekilde savcının da belli suç tipleri üzerine uzmanlaşması, atandığı bürodan farklı bir büroya sevk edilmesinin belli şartlar altında yapılabilmesi sağlanmalıdır.

Duruşmalar vaktinde başlamıyor ve duruşmalarda ciddi sarkmalar oluyor. Bu durum avukatlara da yansıyor ve bir süre sonra duruşmalara mazeret gönderme, duruşmaları uzatma durumları ortaya çıkıyor. Örneğin duruşma saati 10.15 olarak belirlenmiş bir dava dosyasın başlaması 2-3 saat sonraya kalabiliyor. Halbuki duruşmalar vaktinde başlasa ve duruşma saatleri ona göre ayarlansa bu konuda bir disiplin sağlanabilir.

Duruşmaların seri şekilde ilerletilmesi, duruşmalar arası kısa aralıklar verilerek dosyaların kısa sürede karara çıkartılması gerekir. Örneğin duruşmalar 2-3 haftalık aralar verilerek ilerletilebilir. Bu süreçte mahkemelerin üzerinden iş yükünün alınması ve dosyadaki eksik delillerin tedarik edilmesi için avukatlara, kanunun kimi bölümlerinde de tanınmış olan “delil toplama yetkisinin” verilmesi şarttır. Bu sayede deliller taraf vekilleri tarafından dosyaya getirilir, mahkemelerin üzerindeki yük de alınabilir. Uygulamamızda maalesef çok istisnai hallerde mahkemeler, avukatlara “elden takip yetkisi” vermektedirler. Avukatların delil toplama yetkisini kullanırken avukatlara birçok kurum tarafından “özel yetkili vekaletname, kişisel verilerin korunması” gibi birçok sorun çıkartılmaktadır. Bu sıkıntılı uygulamalar da giderilmelidir.

Yargılama süreçlerinin uzaması, yurttaşın adalete olan inancının kaybolmasına neden oluyor. Bu sefer yurttaş, kendi hukukunu devlet eliyle değil şahsi girişimleriyle oluşturma isteğine girişiyor. Bu çok tehlikeli ve vahim bir durumdur.

Avukatların, sözleşmelere daha çok “tahkim şartı” eklemeleri gerekmektedir. Mahkemelerin yoğun iş yükü altında olduklarını ifade etmiştik. Tahkim şartı ile uyuşmazlık hem alanında uzman kişi ve kurumlarca, hem daha kısa sürede, hem de daha makul bir şekilde çözümlenebilir. Tahkim şartı -yeri gelmişken ifade etmek gerekir ki- avukatların müvekkilleri ile yaptığı avukatlık sözleşmelerine de eklenmelidir.

Adli tatil her yıl 20 Temmuz’da başlayıp, 31 Ağustos’ta bitiyor. Yaklaşık 40 günlük bir süreç söz konusu. Bu süreçte adliyelerde adeta yaprak kımıldamıyor. Adli tatil öncesi ve sonrası da hakim-savcılar tarafından izinler kullanıldığına şahit oluyoruz. Bu durum, yargılama sürecini kanaatimce en az 2-3 ay ertelemektedir.

Yasal kanuni faiz, uzun yıllar %9 gibi son derece komik bir rakamda tutuldu. Bu durum, bilhassa konusu para alacağı olan davalarında alacaklı tarafın bilinçli olarak süreci mahkemeye taşımasını ve mahkeme süreçlerini uzatmaya sebep oldu. ülkede %100 üzerinde enflasyon varken 4-5 yıl sürecek mahkeme safhasında faiz oranının %9 olması, yargının iş yükünü inanılmaz derecede ağırlaştırdı. Bu durum toplumsal huzurun da bozulmasına neden oldu. Birçok işveren, işverenin hak ettiği tazminat kalemlerini ödemekten imtina etti. Yahut işçiler, paralarına gecikmeden ulaşabilmek için hak ettikleri ücretlerin daha az bir tutarını kabul etmek durumunda kaldılar.

İstinaf mahkemeleri beklenen katkıyı sağlamamıştır. İstanbul’da kira uyuşmazlıklara bakan bir dairenin, önüne gelen dosyayı yaklaşık 2 yıl sonra incelediğini biliyorum. Aynı şekilde temyiz merciinde de süreçler 3-4 yıla varan sürelere uzamaktadır. İstinaf ve temyiz mercilerinin de hantallıktan kurtarılması, daha hızlı ve etkin bir çalışma yapısına evirilmeleri şarttır.

Mevcut yapı, hem hakim-savcıları hem de avukatları olumsuz olarak etkilemektedir. Hatta çoğu zaman, avukat ile müvekkilini karşı karşıya getirmektedir. Mutlaka “uzayan yargılama süreleri” üzerine kapsamlı bir çalışma yapılması gerekir. son derece yersiz ve sığ bir şekilde “yargıda hedef süre” gibi içi boş, soruna son derece yüzeysel bir yaklaşımla bu sorunu çözmek imkansızdır.